7 Ağustos 2025
Neml Sûresi 36-44 (379. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Neml Sûresi 36. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ  ...


(Elçilerin sözcüsü) Süleyman’ın huzuruna gelince, Süleyman ona şöyle dedi: “Siz beni mal ile desteklemek (ve böylece etkilemek) mi istiyorsunuz? Oysa Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle ancak siz sevinirsiniz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَ gelince ج ي ا
3 سُلَيْمَانَ Süleyman’a
4 قَالَ dedi ki ق و ل
5 أَتُمِدُّونَنِ bana yardım mı etmek istiyorsunuz? م د د
6 بِمَالٍ mal ile م و ل
7 فَمَا oysa ne ki
8 اتَانِيَ bana vermiştir ا ت ي
9 اللَّهُ Allah
10 خَيْرٌ (o) daha hayırlıdır خ ي ر
11 مِمَّا -nden
12 اتَاكُمْ size verdiği- ا ت ي
13 بَلْ bilakis
14 أَنْتُمْ siz
15 بِهَدِيَّتِكُمْ hediyenizle ه د ي
16 تَفْرَحُونَ sevinirsiniz ف ر ح

Peygamberin görevi insanlarla savaşarak ganimet elde etmek veya savaş tehdidiyle hediye almak değil, Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların sapkın inançlardan kurtulmalarının yolunu açmak olduğu için Hz. Süleyman, kraliçenin gönderdiği hediyelere iltifat etmemiştir. Ülkenin güvenliği bunu gerekli kıldığı için de teslim ve tâbi olmadıkları takdirde karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gideceğini söyleyerek onları tehdit etmiştir.

Elçiler dönüp durumu kraliçeye anlatınca kraliçe maiyetindeki ileri gelenlerle birlikte Hz. Süleyman’ı ziyaret edip onun dini hakkında bilgi almak üzere harekete geçmiştir. Öte yandan Hz. Süleyman’a bu bilgi ulaşmış (âyet 42), o da kraliçe gelip teslim olmadan önce onun tahtını getirmelerini yanındaki görevlilerden istemiştir.

Bu kıssada bir kadın yöneticinin erkek devlet adamlarından daha basiretli davrandığının ima edilmesi de ilgi çekicidir.

39. âyette geçen ifrît, “güçlü, kuvvetli, yaramaz, ele avuca sığmaz kimse” demektir. Sıfat olarak cinler için kullanıldığı gibi insanlar için de kullanılır (Elmalılı, VI, 3678-3679).

“Kitap ilmine sahip olan biri”nin kimliği hakkında farklı rivayetler vardır. “Bir melek, bir insan, Hızır, Süleyman’ın veziri Âsaf b. Berhiyâ” veya “Süleyman’ın kendisi” denilmiştir. Râzî gerekçelerini de açıklayarak Süleyman’ın kendisi olduğunu söyleyen görüşü tercih etmektedir (XXIV, 197-198).

 


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 194-195

فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezm etmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  سُلَيْمٰنَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Sonundaki elif ve nûn ziyadedir.

Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli  اَتُمِدُّونَنِ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifhâm harfidir.  تُمِدُّونَنِ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

بِمَالٍ  car mecruru  تُمِدُّونَنِ  fiiline mütealliktir.

فَ  taliliyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰتٰينِ‌يَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. ماَ  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte خَيْرٌ ’a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيكُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰتٰيكُمْ  fiili elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَتُمِدُّونَنِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  مدد ’dir.

اٰتٰينِ‌يَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أتى ’dir. 

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ

 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بِهَدِيَّتِكُمْ  car mecruru  تَفْرَحُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تَفْرَحُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

تَفْرَحُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ

 

فَ , atıftır. Ayette meskutun anh sebebiyle icaz-ı hazif vardır. Ayet mahzuf olana atıftır.

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا  şart cümlesi, لَمَّا’nın muzâfun ileyhidir.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkâf Suresi 29 s.424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hz. Süleyman’ın sözleridir. Cümleye dahil olan hemze, inkârî manadadır.

Hz. Süleyman’ın ilk cümlesi, istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp amacı sözlerine cevap beklemek değildir. Muhataplarını kınamak ve ikaz anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

بِمَالٍۘ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. Kesret, kemiyet ve nev mahiyet açısındandır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

اِفعال  bâbındaki  تُمِدُّونَنِ  fiilinin sonundaki mütekellim zamiri mahzuftur. Esre, mütekellim zamirinden ivazdır. 

 

فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ 

 

فَ , ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Müsned olan  خَيْرٌ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا, harf-i cerle birlikte  خَيْرٌ ’a mütealliktir. Sılası olan  اٰتٰيكُمْ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

ءَاتَىٰكُمۚ - اٰتٰينِ‌يَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şayet  اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ وانا اغني منك  demenle, اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَانا اغني منك  demen arasında ne fark var?” dersen şöyle derim: Bunu  و  ile söylediğim vakit zenginlik ve imkân konusunda kendisinden daha fazla olmama rağmen yine de bana malî destek sağlamakta olduğuna dair muhatabımı bilgilendirmiş olurum. Onu  فَ  ile söylediğimde ise onun desteğine ihtiyacım olmadığını, durumumun ona gizli kalması sebebiyle o anda kendisine haber verdiğim biri kılmış olurum. Sanki ben ona: “Bu yaptığını sana yakıştıramıyorum; çünkü benim buna hiç ihtiyacım yok!” demiş gibi olurum. İşte Hz. Süleyman’ın  فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ  şeklinde  فَ  harfiyle söylemesi de bu minval üzere gelmiştir. (Keşşaf) (Âşûr)


 بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ

 

İdrâb ve atıf harfinin dahil olduğu cümle müstenefedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِهَدِيَّتِكُمْ, siyaktaki önemine binaen müsned olan amili  تَفْرَحُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِمَالٍۘ - بِهَدِیَّتِكُمۡ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şayet burada belki/bilakis demenin (idrâb) anlamı nedir? dersen şöyle derim: Hz. Süleyman onların yadırgayarak reddedip bu yadırgayışını da gerekçelendirince bundan, onları böyle bir şeye motive eden sebebe dönüş yapmıştır ki o da tek bildikleri dünya adına kendilerine bir paye hediye edilmesinin dışında herhangi bir hoşnutluk ve sevinç sebebi bilememeleridir. (Keşşâf)

بَلۡ  ile yapılan idrâb (dönme) mal yardımını kabul etmeyip az görerek onları buna iten sebebi izah içindir, o da halini kendi hallerine benzetmeleridir, bu da yalnız dünyayı görmekten ve onun artmasını istemekten kaynaklanmaktadır. (Kurtubî)

Burada  اَنْتُمْ  şeklindeki müsnedün ileyhin fiil şeklindeki müsnede takdimi kasr ifade eder. Bu da hediyeyi reddetmekten kinayedir. (Âşûr)
Neml Sûresi 37. Ayet

اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ  ...


“Sen onlara dön. Andolsun, biz onlara, karşı koyamayacakları ordularla gelir ve onları oradan aşağılanmış ve küçük düşürülmüş olarak çıkarırız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ارْجِعْ dön (söyle) ر ج ع
2 إِلَيْهِمْ onlara
3 فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ onlara gelirim ا ت ي
4 بِجُنُودٍ ordularla ج ن د
5 لَا asla
6 قِبَلَ karşı koyamayacakları ق ب ل
7 لَهُمْ kendilerinin
8 بِهَا ona
9 وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ ve onları sürüp çıkarırım خ ر ج
10 مِنْهَا oradan
11 أَذِلَّةً zilletle ذ ل ل
12 وَهُمْ ve onları
13 صَاغِرُونَ hor ve hakir olarak ص غ ر

اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ 

 

Fiil cümlesidir.  اِرْجِعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

 اِلَيْهِمْ  car mecruru  اِرْجِعْ  fiiline mütealliktir. 


فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن لم يأتوني مسلمين فو الله (Vallahi bana Müslüman olarak gelmezlerse) şeklindedir.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

نَأْتِيَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri,  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

بِجُنُودٍ  car mecruru  نَأْتِيَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir. لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا  cümlesi  بِجُنُودٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:  1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَٓا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. قِبَلَ  kelimesi  لَٓا nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَٓا nın haberi mahzuftur.

لَهُمْ  car mecruru لَٓا nın mahzuf haberine mütealliktir.  بِهَا  car mecruru  لَٓا nın mahzuf haberine mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

نُخْرِجَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir.  Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri, نحن dur. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْهَٓا  car mecruru  نُخْرِجَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir.  اَذِلَّةً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُمْ صَاغِرُونَ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صَاغِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

صَاغِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صغر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ 

 

Mekulü’l-kavlin devamı olan ayet fasılla gelmiştir.  اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ sözü, gelen elçiye bir hitap olduğu ileri sürüldüğü gibi başka bir mektubu götürmesi için Hüdhüd’e yazılmış bir hitap olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا 

 

فَ , mahzuf bir şartın cevabına dahil olan rabıta harfi;  لَ, mahzuf bir kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

Mahzuf kasem ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.

Nûn-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş  فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ  cümlesi, mukadder kasemin cevabı aynı zamanda, takdiri   إن لم يأتوني مسلمين فو الله (Vallahi bana Müslüman olarak gelmezlerse) olan  mahzuf şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart ve kasem cümlelerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

بِجُنُودٍ deki tenvin kesret ve tazim ifade eder. 

لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا  cümlesi  بِجُنُودٍ  için sıfattır.  Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. قِبَلَ, cinsini nefyeden  لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur.  لَهُمْ, bu mahzuf habere mütealliktir.

Nehhâs dedi ki: Ben Ebu'l-Hasen b. Keysan'ı şöyle derken dinledim: Buradaki lam tekid lâmıdır. Bu şekilde ona göre bütün lam çeşitleri üç türlüdür, dördüncüleri yoktur. Bu da tekid, emir ve harf-i cer olarak kullanılan lam. Nahiv bilginlerinin ileri gelenleri de bu görüştedir. Çünkü onlar her bir şeyi aslına irca ederler. Bu ise Arap dili üzerindeki eğitimi oldukça ileri kimseler için ancak mümkün olabilir. (Kurtubî)

Yani “Ey elçi! Belkıs ile kavmine dön. Vallahi, onların mukavemet edemeyecekleri, karşı koyamayacakları bir ordu ile onların üzerine geleceğiz ve Allah'a yemin olsun ki onlar, yurtlarında aziz ve imkân sahibi iken biz onları oradan sürgün olarak değil, hor esirler olarak çıkaracağız.” (Ebüssuûd)  


وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ

 

وَ ’la öncesine atfedilen cümlede  لَ, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat mevcuttur.

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nûn-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş  لَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

أَذِلَّةࣰ  kelimesi haldir. Ayetin son cümlesi  وَهُمْ صَاغِرُونَ  de haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  صَاغِرُونَ , durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

أَذِلَّةࣰ - صَـٰغِرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Neml Sûresi 38. Ayet

قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ  ...


Süleyman, “Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun (kraliçenin) tahtını getirebilir?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 الْمَلَأُ ileri gelenler م ل ا
4 أَيُّكُمْ hanginiz
5 يَأْتِينِي bana getirebilir ا ت ي
6 بِعَرْشِهَا onun tahtını ع ر ش
7 قَبْلَ önce ق ب ل
8 أَنْ
9 يَأْتُونِي bana gelmelerinden ا ت ي
10 مُسْلِمِينَ teslim olarak س ل م

قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabı olup  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الْمَلَؤُ۬ا  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harf-i tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا  müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي ’dır.

اَيُّ  istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَأْت۪ين۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَأْت۪ين۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِعَرْشِهَا  car mecruru  يَأْت۪ين۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قَبْلَ  zaman zarfı  يَأْت۪ين۪ي  fiiline mütealliktir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

يَأْتُون۪ي  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  ن  harfi getirilir.  يَأْتُون۪ي  fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denilir.

مُسْلِم۪ينَ  kelimesi hal olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسْلِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette Allah Teâlâ, Süleyman'ın (a.s.) sözlerini bildiriyor. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan … اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا  cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki  يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ  cümlesi, masdar tevilinde,  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُسْلِم۪ينَ  kelimesi haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

يَأْتُون۪ي - يَأْت۪ين۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Belkıs’ın tahtının getirilmesi, “Onlar Müslüman olarak bana gelmeden önce” kaydına bağlanmış, çünkü böyle olması daha tuhaf daha acayiptir; adete göre olma ihtimali daha uzaktır ve Allah'ın kudretine ve peygamberliğinin sıhhatine delaleti daha açıktır. Bir de Belkıs'ın denenmesi ve harika mucizelere muttali olması, ilk geldiğinde gerçekleşmesi içindi. (Ebüssuûd)

Bu ayetten maksat:

1- Belkıs için Allah’ın kudretine, Hz. Süleyman’ın peygamberliğine dair bir delil olması ve böylece Belkıs’ın bu delili daha önce geçmiş olan diğer delillere eklemesidir.

2- Hz. Süleyman o tahtı getirtmeyi, böylece şeklini ve şemalini değiştirmeyi, daha sonra da Belkıs’ın onu tanıyıp tanıyamayacağını anlamak için o tahtı ona sunmasıdır. Ki bunun gayesi de Belkıs’ın aklını ve zekâsını ölçmektir.

3- Katâde şöyle der: “Hz. Süleyman, Belkıs Müslüman olduğunda onun malını almasının helal olmayacağını bildiği için o Müslüman olmadan önce onun tahtını almak istemiştir.”

4- Arş, bir memleketin kudretini simgeleyen bir şeydir, tahttır. Böylece Hz. Süleyman, Belkıs kendisine gelmeden önce onun mülkünün miktarını, (ne derece zengin olduğunu) bilmek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Neml Sûresi 39. Ayet

قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ  ...


Cinlerden bir ifrit, ”Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 عِفْرِيتٌ bir ifrit ع ف ر
3 مِنَ -den
4 الْجِنِّ cinler- ج ن ن
5 أَنَا ben
6 اتِيكَ sana getiririm ا ت ي
7 بِهِ onu
8 قَبْلَ önce ق ب ل
9 أَنْ
10 تَقُومَ sen kalkmadan ق و م
11 مِنْ -dan
12 مَقَامِكَ makamın- ق و م
13 وَإِنِّي gerçekten benim
14 عَلَيْهِ buna
15 لَقَوِيٌّ gücüm yeter ق و ي
16 أَمِينٌ bana güvenilir ا م ن

Afera عفر :   عِفْرِيت/ifrit sözcüğü cinlerle ilgili kullanılır. Kötü ruhlu ve habis anlamına gelir. Tıpkı şeytan kelimesinin müstear olarak insan için kullanılması gibi ifritte insan hakkında istiare edilmektedir.

  İbn Kuteybe şöyle demiştir: 'عِفْرِيت sözcüğü sıkı, sağlam bir yapıya sahip olan demektir. Aslı toz ve toprak anlamındaki عَفَرٌ dan gelir.' (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli ifrittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عِفْر۪يتٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  عِفْر۪يتٌ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Mekulü’l-kavli  اَنَا۬ اٰت۪يكَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اٰت۪يكَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اٰت۪يكَ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنَا۬’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِه۪  car mecruru  اٰت۪يكَ  fiiline mütealliktir.  قَبْلَ  zaman zarfı  اٰت۪يكَ  fiiline mütealliktir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

تَقُومَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. مِنْ مَقَامِكَ  car mecruru  تَقُومَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ

 

Cümle hal olarak mahallen mansubdur.  İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيْهِ car mecruru  قَوِيٌّ ’e mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

قَوِيٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  اَم۪ينٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ  cümlesi, isim cümlesinin haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki  تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَ  cümlesi, masdar tevilinde  قَبْلَ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَقُومَ - مَقَامِكَۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عِفْر۪يتٌ - الْجِنِّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عِفْر۪يتٌ, şeytan gibi insan hakkında da kullanılır. 

İfrit, kötülük ve pislikte son dereceyi bulmuş ve şeytanlıkta ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, kuvvetli, becerikli, ele avuca girmez bir kerata demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

“Cinlerden bir ifrit dedi...” ifadesine gelince insan hakkında kullanıldığı zaman ifrit, akranlarını ezip geçen, onları zelil kılan kötü adam demektir. Şeytanlar için kullanıldığında ise asi ve habis anlamına gelir. 

“Sen makamından kalkmadan...” ifadesi, “Sen meclisinden kalkmadan” demektir. Bu işin, bir zamana ve bir müddete bağlanabilmesi için bu hususta mutlaka malum olan bir örfün bulunması gerekir. İşte bu sebeple insanlar arasında hükmetme meclisi (zamanı) kastedilmiştir, denildiği gibi; bununla kendisinde insanlara bir hutbenin, hitabenin îrad edileceği bir vaktin kastedildiği de ileri sürülmüştür. Yine bu müddetin, gündüzün yarısına (öğleye) kadar olan bir müddet olduğu da ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)


وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ

 

Ayetin son cümlesi  و la öncesine matuftur. و ’ın hal vav’ı olması da caizdir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِفْر۪يتٌ, yapacağı bu olağanüstü şeye muhataplarını inandırmak için sözlerini birden fazla tekidle kuvvetlendirmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِ, ihtimam için amili olan  لَقَوِيٌّ ’a takdim edilmiştir.

اَم۪ينٌ, ikinci haberdir.
Neml Sûresi 40. Ayet

قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ  ...


Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 الَّذِي bulunan
3 عِنْدَهُ yanında ع ن د
4 عِلْمٌ bir ilim ع ل م
5 مِنَ -tan
6 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
7 أَنَا ben
8 اتِيكَ sana getirebilirim ا ت ي
9 بِهِ onu
10 قَبْلَ önce ق ب ل
11 أَنْ
12 يَرْتَدَّ sen kırpmadan ر د د
13 إِلَيْكَ sana
14 طَرْفُكَ gözünü ط ر ف
15 فَلَمَّا ne zaman ki
16 رَاهُ onu görünce ر ا ي
17 مُسْتَقِرًّا yerleşmiş ق ر ر
18 عِنْدَهُ yanında ع ن د
19 قَالَ dedi ki ق و ل
20 هَٰذَا bu
21 مِنْ -ndandır
22 فَضْلِ lutfu- ف ض ل
23 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
24 لِيَبْلُوَنِي beni sınaması için ب ل و
25 أَأَشْكُرُ şükür mü edeceğim? ش ك ر
26 أَمْ yoksa
27 أَكْفُرُ inkar mı edeceğim? ك ف ر
28 وَمَنْ ve kim
29 شَكَرَ şükrederse ش ك ر
30 فَإِنَّمَا şüphesiz
31 يَشْكُرُ şükretmiştir ش ك ر
32 لِنَفْسِهِ kendisi için ن ف س
33 وَمَنْ ve kim
34 كَفَرَ inkar ederse ك ف ر
35 فَإِنَّ şüphesiz
36 رَبِّي Rabbim ر ب ب
37 غَنِيٌّ zengindir غ ن ي
38 كَرِيمٌ kerimdir ك ر م

قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عِنْدَهُ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عِلْمٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru mahzuf muahhar mübtedaya müteallıktır. Mekulü’l-kavl  اَنَا۬ اٰت۪يكَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak  mahallen merfûdur.  اٰت۪يكَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اٰت۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِه۪  car mecruru  اٰت۪يكَ  fiiline mütealliktir.  قَبْلَ  zaman zarfı  اٰت۪يكَ  fiiline mütealliktir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. 

يَرْتَدَّ  mansub muzari fiildir. اِلَيْكَ  car mecruru  يَرْتَدَّ  fiiline mütealliktir.  طَرْفُكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَرْتَدَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  ردد ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاٰ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Muttasıl zamir  ه  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مُسْتَقِراًّ  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عِنْدَهُ mekân zarfı,  مُسْتَقِراًّ a mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karinesi olmadan gelen قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ  cümlesi şartın cevabıdır.  

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli  هٰذَا مِنْ فَضْلِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ فَضْلِ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi  يَبْلُوَن۪ٓي  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

يَبْلُوَن۪ٓي  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamir  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْ ve masdar-ı müevvel mahallen mecrur olup mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, فضّل (Üstün kıldı) şeklindedir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hemze istifhâm harfidir. اَشْكُرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri          اناَ ’dir. 

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ. Munkatı’  اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَكْفُرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اناَ dir. 

مُسْتَقِراًّ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istifâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. شَكَرَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. شَكَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

يَشْكُرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  لِنَفْسِه۪  car mecruru يَشْكُرُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir   ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

كَفَرَ   şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  غَنِيٌّ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  كَر۪يمٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müfred müzekker has ismi mevsul  الَّذ۪ي, merfû mahalde faildir. Sılası olan  عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ cümlesinde takdim-tehir ve icazı hazif sanatları vardır.  عِنْدَهُ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda  عِلْمٌ ’daki tenkir kesret, tazim ve nev ifade eder.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ  cümlesi, isim cümlesinin haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki  يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ  cümlesi, masdar tevilinde  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ayetin ilk cümlesiyle bu cümle, mukabele oluşturmuştur.

عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ [Kitap’tan bir ilim] indirilmiş bir kitaptan demektir ki o da vahiy ve şeriat ilmidir. Bunun Levh-i Mahfuz, nezdinde bundan bir ilim bulunanın da Cebrail (a.s.) olduğu da söylenmiştir. Her iki yerde yer alan  اٰت۪يكَ ’nin fiil ve ism-i fail olması caizdir. (Keşşâf)

قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ [Gözünü açıp kapamadan önce] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Tahtı getirmesinin hızı, insanın bakışının geri dönmesine benzetilmiştir. إِرْتَدُّ طَرْفُ (Göz kapaklarının birbirine değmesi) demektir. Bu; hızın ifade edilmesinde mümkün olan en kuvvetli vurgudur. [Kıyamet saatinin durumu ise göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan başkası değildir.] mealindeki Nahl Suresi 77 ayetinde de bu sanat vardır. Yüce Allah, yüksek hız için  إِرْتَدُّ  الْطَرْفُ  müsteâr olarak kullanmıştır. (Safvetu’t Tefasir)

Ben onu sana gözünü açıp kapamadan önce getiririm.” diye zamir ile zikredilecek yerde işin büyüklüğünü anlatmak için mevsul getirilmiş ve bununla yukarıda zikredilen ilimden bir örnek gösterilmiştir. 

Çoğunluk bu kişinin Süleyman'ın (a.s.) kendisi değil, adamlarından birisi olmasını ifadenin gelişine daha uygun bulmuşlardır. Muhyiddin-i Arabi “Füsus” isimli eserinde “Bu Süleyman'ın (a.s.) ashabından birisi eliyle olmuştur ki orada bulunanların nefislerinden Süleyman'ın (a.s.) şanı için daha yükseltici olsun.” demiştir. Gerçekten adamlarından böyle kerametin meydana gelmesi kendisinin daha yüksek oluşuna işaret demektir. Ve bu ilmin, ona verilen ilimden olduğunu anlatır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

الَّذ۪ي, Arapçada, bir şahıs belli bir hadise ile tarif edilmeye çabalandığında, o muayyen şahsa işaret etmek için vaz olunmuş bir lafızdır. (Fahreddin er-Râzî)

الْطَرْفُ  bakarken göz kapaklarını hareket ettirmek demektir. Binaenaleyh sen, göz kapaklarını açtığında, gözün ışığının, görülen nesneye doğru uzadığı sanılır. Yumduğunda ise o nûrun, tekrar yeniden göze geri döndüğü sanılır ki işte ayetteki, ‘gözün dönmesi’nden kastedilen de budur. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelamın, makablinden ayrı zikredilmesi, iki söyleyenin, sözlerinin ve tahtı getirmek kudretlerinin keyfiyetinin tamamen farkli olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ

 

فَ , istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ şart cümlesi  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf Suresi 29, s.424)

لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ , cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hz. Süleyman’ın sözleridir.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemini vurgulamak yanında ona tazim kastı taşımaktadır.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  هٰذَا  ile duruma işaret edilmiştir. 

İşaret ismi  هٰذَا ’da istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11) 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠, mahzuf habere mütealliktir.

Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  فَضْلِ ’ye mütealliktir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  ءَاَشْكُرُ cümlesi,  لِيَبْلُوَن۪ٓي  fiilindeki mef’ûl zamirden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. 

اَمْ  atıf harfiyle  ءَاَشْكُرُ ’ya atfedilen  اَكْفُرُۜ  cümlesinin atıf sebebi tezattır. İstifham üslubunda gelen bu iki cümle arasında, inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

Tahtının getirilmiş olması şaşırtıcı bir işle mülk ve hükümranlığının elinden alınmış olduğuna işarettir. Böyle korkutucu bir anda, o tahtın o değilmiş gibi gösterilmesinde büyük bir incelik ortaya konulmuş ve bununla onun yeteneği üzerinde bir deney yapılmak istenmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 

 وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müstenefedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi  مَنْ شَكَرَ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, شَكَرَ  cümlesi mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Haberin mazi sıygasında fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.

إِنَّمَا, kâffe (durduran engelleyen) ve mekfûfe’dir.  ماَ, zaide olup edatın îrab bakımından tesirine mani olan harftir.  إِنَّ yi amelden düşürmüştür. 

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَ , şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş cevap cümlesi  فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Cümledeki kasr, يَشْكُر  maksûr/ sıfat,  لِنَفْسِه۪ۚ  maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Şükrün sadece ve sadece insanın kendisi için olduğu kasr üslubuyla kesin olarak bildirilmiştir.


وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi  وَ ’la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

Şart cümlesi olan  مَنْ كَفَرَ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, كَفَرَ  şart cümlesi ve mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Haberin mazi sıygada fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi,  إِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyh veciz anlatım kastıyla izafet formunda gelmiştir.  رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Süleyman şan ve şeref kazanmıştır. 

Haber olan iki vasfın, aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.

Bu iki vasfın birbiriyle uyumunda mürâât-ı nazîr, ayetin içeriyle olan uyumunda teşâbüh-i etrâf sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

یَشۡكُرُ - أَشۡكُرُ - شَكَرَ  ve  أَكۡفُرُۖ - كَفَرَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

غَنِیࣱّ - كَرِیمࣱ - فَضۡلِ  kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı,  قَالَ - رَبِّی - مَن  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

أَشۡكُرُ - أَكۡفُرُ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır. 

وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ  cümlesiyle  وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Kim şükrederse kendi lehinedir yani bunun faydası sadece kendisine döner. Zira o şükretmekle üzerindeki nimetin tamamlanmasına, devam etmesine ve o nimetin daha da artmasına hak kazanmış olur. Çünkü şükür sayesinde mevcut nimet sağlama bağlanmış olur, elde bulunmayan nimetlere de bu yolla nail olunur. (Kurtubî) 

“Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Rabbim, tamamen müstağnidir, hakkıyla kerem sahibidir” demiştir. Bu, “Allah, o kimsenin şükründen müstağnidir, onun nankörlüğü O'na zarar vermez; O, kulunun şükretmekten yüz çevirmesi sebebiyle o nimetlerini o kimseden kesmeyecek derecede kerîm olandır” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Neml Sûresi 41. Ayet

قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ  ...


Süleyman, “Tahtını tanınmaz hâle getirin. Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacaklardan mı olacak?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 نَكِّرُوا tanınmaz hale getirin ن ك ر
3 لَهَا onun
4 عَرْشَهَا tahtını ع ر ش
5 نَنْظُرْ bakalım ن ظ ر
6 أَتَهْتَدِي tanıyabilecek mi ه د ي
7 أَمْ yoksa
8 تَكُونُ olacak (mı) ك و ن
9 مِنَ
10 الَّذِينَ kimselerden
11 لَا
12 يَهْتَدُونَ tanımayan ه د ي

Rivayete göre Hz. Süleyman Allah’ın kendisine lutfettiği mûcize ve nimetleri melikeye göstermek amacıyla büyük bir saray yaptırmış, camdan yapılmış olan tabanını havuz görünümüne sokmuş ve melikenin tahtını buraya yerleştirmiştir (Abdülvehhâb en-Neccâr, s. 396). Sarayın tabanının su şekline sokulması, tahtın tanınmasının güç hale getirilmesi melikeyi sarsmak, kendine ve ihtişamına güvenini zayıflatmak, onu büyük bir mânevî değişime hazırlamak için olmalıdır.

Bize bundan önce bilgi verilmişti ve biz de boyun eğmişizdir” cümlesinin kime ait olduğuna dair farklı görüşler vardır: a) Bu söz kraliçeye aittir. Kraliçe ve çevresi bu mûcizeden önce hüdhüdün getirdiği mektup vb. diğer yollarla Hz. Süleyman’ın peygamber olduğuna dair sağlam bilgi elde etmiş ve ona boyun eğmişlerdir. b) Söz Süleyman’a aittir. Bu takdirde meâli şöyle olmalıdır: “Bize kraliçe hakkında daha önce bilgi verilmişti ve biz de boyun eğmişizdir.” Süleyman aleyhisselâm bu sözüyle kraliçe gelmeden önce onun müslüman olduğu ve gönüllü olarak geldiği hakkında bilgi edindiğini ifade etmektedir. c) Bu söz Süleyman’ın kavmine aittir.

Melikenin Hz. Süleyman’ı ve sarayını gördükten, bazı bilgiler de aldık­tan sonra söylediği söz, yukarıdaki ifadenin ona değil, Hz. Süleyman’a ait olduğuna bir karîne teşkil etmektedir.

Belkıs’ın Süleyman aleyhisselâmı ziyareti konusunda Kitâb-ı Mukad­des de Kur’an’la uzlaşır bilgiler vermektedir. Ancak oradaki bilgilere göre Belkıs, Allah’ın adını yaymasından dolayı şöhreti her tarafta duyulan Hz. Süleyman’ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak üzere büyük bir kafile ve değerli hediyelerle Kudüs’e gelmiştir. Ziyareti esnasında Hz. Süleyman’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda onun bilgisinin derinliğine, kudretinin büyüklüğüne inanmış; Allah’ın birliğine iman ettikten sonra ülkesine dönmüştür (bk. I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Yukarıda Neccâr’dan naklettiğimiz rivayette de ziyaretin Kudüs’te gerçekleştiği ifade edilmiştir.

 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 195

قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Mekulü’l-kavli  نَكِّرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

نَكِّرُوا  fiili  نَ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَهَا  car mecruru  نَكِّرُوا  fiiline mütealliktir.

عَرْشَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَنْظُرْ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri,  إن تنكّروا (değiştirirseniz) şeklindedir. 

نَنْظُرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, نحن dur. 

Hemze istifhâm harfidir.  تَهْتَد۪ٓي  fiili نَنْظُرْ un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَهْتَد۪ٓي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هىdir.

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ Munkatı’  اَمْ.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكُونُ  nakıs merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هى’dir. 

الَّذ۪ينَ  müfred müzekker has ism-i mevsûl مِن  harfi ceriyle birlikte  تَكُونُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَهْتَدُونَ dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَهْتَدُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

نَكِّرُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَتَهْتَد۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ bu ayette, Süleyman'ın (a.s.) sözlerini bildiriyor. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهَا, ihtimam için mef’ûl olan  عَرْشَهَا ’ya takdim edilmiştir.

 

  نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ

 

ف  karinesi olmadan gelen cümle mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, …إن تنكّروا  (Değiştirirseniz) olan şartın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَنْظُرْ  fiilinin mef’ûlu olan  اَتَهْتَد۪ٓي  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَمْ  atıf harfiyle gelen son cümle  اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ, mef’ûl konumundaki bu fiile matuftur.

كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الَّذ۪ينَ, nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nın sılası olan  لَا يَهْتَدُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümledeki muzari fiiller teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

اَتَهْتَد۪ٓي - يَهْتَدُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَتَهْتَد۪ٓي - لَا يَهْتَدُونَ  kelimeleri arasında da tıbâk-ı selb sanatı vardır.

اَتَهْتَد۪ٓي  cümlesiyle  لَا يَهْتَدُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

نَنْظُرْ  fiili, cevap olmak üzere meczum okunduğu gibi başlangıç üzere merfû da okunmuştur. “Bakalım tahtı tanımaya veya taht kendisine sorulduğunda doğru cevap vermeye; ayrıca kapılarını üzerine kilitleyip önüne bekçiler diktiği tahtının kendisinden önce getirilmesi, kendisinin ise tahttan sonra gelmesi adına bu apaçık mucizeyi gördüğünde Süleyman'ın (a.s.) peygamberliğine iman etmeye ve dine ‘yol bulabilecek mi?’ demektir.” (Keşşâf)
Neml Sûresi 42. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ  ...


Belkıs gelince, “Senin tahtın böyle mi?” denildi. O da, “Sanki o! Fakat zaten daha önce bize bilgi verilmişti ve biz teslimiyet göstermiştik” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَتْ gelince ج ي ا
3 قِيلَ dendi ق و ل
4 أَهَٰكَذَا böyle mi?
5 عَرْشُكِ senin tahtın ع ر ش
6 قَالَتْ dedi ق و ل
7 كَأَنَّهُ tıpkı (öyle)
8 هُوَ o
9 وَأُوتِينَا ve bize verilmişti ا ت ي
10 الْعِلْمَ bilgi ع ل م
11 مِنْ
12 قَبْلِهَا daha önce ق ب ل
13 وَكُنَّا ve biz olmuştuk ك و ن
14 مُسْلِمِينَ müslüman س ل م

فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezm etmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هىdir.

فَ  karinesi olmadan gelen  ق۪يلَ  cümlesi şartın cevabıdır.  

ق۪يلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili  اَهٰكَذَا عَرْشُكِ dir. Mahallen merfûdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  هٰ  tenbih harfidir.  كَ  teşbîh edatı  ذَا  ismi işaretiyle birlikte mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. 

عَرْشُكِ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

 قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Mekulü’l-kavli  كَاَنَّهُ هُوَ dir.  قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

كَ  teşbîh harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. (كَاَنَّ innenin kardeşi değil mi yani ke ayrı inne ayrı irab yapılmış burda?)İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ  munfasıl zamiri  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُو۫ت۪ينَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mütekellim zamiri  نَا  naib-i faili olarak mahallen merfûdur.  الْعِلْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنْ قَبْلِهَا  car mecruru  اُو۫ت۪ينَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كُنَّا  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  نَا  mütekellim zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

مُسْلِم۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nin haberi olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

اُو۫ت۪ينَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.  

مُسْلِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ 

 

فَ , istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَتْ عَرْشُكِۜ  şart cümlesi  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ق۪يلَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelmiş cümlede işaret ismi  هٰكَذَا  mübteda,  عَرْشُكِۜ  haberdir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Suresi 29, s. 424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

هٰكَذَا  üç harften mürekkeb olup, bunlar tenbih harfi  ه , teşbih  ك  ve ism-i işarettir  ذا . Hz. Süleyman, Belkıs’ı şartlandırmış olmamak için: (Bu senin tahtın mı?) dememiş; fakat onu hayrete düşürmek için [Senin tahtın da böyle mi?] demişti. Belkıs da “Tıpkısı!” demişti de “Tıpkısının aynısı” veya “Bu değil” dememişti ki bu da onun aklının olgunluğundan ötürüydü; zira ihtimalli bir konuda kesin konuşmuyordu. (Keşşâf)

أَهَذاَ عرشك (Senin tahtın bu mu?) dememiş, ona bir ipucu vermemek için “Senin tahtın da böyle miydi?” demiştir. Bunun üzerine o kadın da: “Bu, o”, veya, “bu, o değildir” demeyip “Sanki bu, odur” demiştir ki bu da onun aklının mükemmel oluşunun neticesidir. Çünkü o, durulması, (itina edilmesi, teennî ile hareket edilmesi gereken) yerde cevrîlik yapmamış, teennî ite hareket etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ

 

Ayet, beyanî istînâf  olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, Sebe Melikesi’nin cevabını bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  كَاَنَّهُ هُوَۚ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Tekid ifade eden  كَاَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde  هُوَۚ  munfasıl zamiri  كَاَنَّ ’nin haberidir.

كَاَنَّهُ (Sanki bu, odur) cümlesinde teşbih vardır. Yani bu, şekil ve evsaf bakımından benim tahtıma benziyor. Buna mürsel-mücmel teşbih de­nir. (Safvetu’t Tefasir)


 وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ

 

Mekulü’l-kavle dahil olan  اُو۫ت۪ينَا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstînâf olduğu da söylenmiştir. O takdirde, cümlenin mütekellimi konusunda farklı görüşler vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

أُوتِینَا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır.

كُنَّا ’nın dahil olduğu son cümle  وَكُنَّا مُسۡلِمِینَ , sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كُنَّا ’nın haberi  مُسۡلِمِینَ  şeklinde ismi- fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i failin önünde  كَان  yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. (KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

 
Neml Sûresi 43. Ayet

وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ  ...


Daha önce Allah’tan başka taptığı şeyler ona engel olmuştu. Çünkü o inkâr eden bir kavimden idi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَصَدَّهَا ve onu alıkoymuştu ص د د
2 مَا şeyler
3 كَانَتْ olduğu ك و ن
4 تَعْبُدُ tapmış ع ب د
5 مِنْ
6 دُونِ başka د و ن
7 اللَّهِ Allah’tan
8 إِنَّهَا çünkü kendisi
9 كَانَتْ idi ك و ن
10 مِنْ -den
11 قَوْمٍ bir kavim- ق و م
12 كَافِرِينَ inkar eden ك ف ر

وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  صَدَّهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Müşterek ism-i mevsûl مَا, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَتْ تَعْبُدُdur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَتْ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَتْ ’nin ismi müstetir olup takdiri,  هىdir. 

تَعْبُدُ  fiili,  كَانَتْ ’in haberi olarak mahallen mansubdur. تَعْبُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri,  هىdir. 

مِنْ دُونِ car mecruru  تَعْبُدُ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder  هَا  muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

كَانَتْ in dahil olduğu cümle اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانَتْ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَتْ in ismi müstetir olup takdiri هىdir. 

مِنْ قَوْمٍ  car mecruru  كَانَتْ ’in mahzuf haberine mütealliktir.

كَافِر۪ينَ  kelimesi  قَوْمٍ nin sıfatı olup cer alameti  ى dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:  1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsisi mücerredi olan كفر  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ 

 

وً , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

صَدَّهَا  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nin sılası olan menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

 اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif  sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ قَوْمٍ, nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

كَافِر۪ينَ  kelimesi  قَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

قَوْمٍ ’deki tenvin, muayyen olmayan cins ve tahkir ifade eder.

مِن  ve  كَانَتۡ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Neml Sûresi 44. Ayet

ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟  ...


Ona “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi. Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قِيلَ dendi ق و ل
2 لَهَا ona
3 ادْخُلِي gir د خ ل
4 الصَّرْحَ köşke ص ر ح
5 فَلَمَّا ne zaman ki
6 رَأَتْهُ (köşkü) görünce ر ا ي
7 حَسِبَتْهُ sandı ح س ب
8 لُجَّةً derin bir su ل ج ج
9 وَكَشَفَتْ ve sıvadı ك ش ف
10 عَنْ
11 سَاقَيْهَا bacaklarını س و ق
12 قَالَ dedi ق و ل
13 إِنَّهُ muhakkak o
14 صَرْحٌ köşk ص ر ح
15 مُمَرَّدٌ cilalı م ر د
16 مِنْ -dandır
17 قَوَارِيرَ şeffaf sırça- ق ر ر
18 قَالَتْ (Kraliçe) dedi ki ق و ل
19 رَبِّ Rabbim ر ب ب
20 إِنِّي ben
21 ظَلَمْتُ zulmetmişim ظ ل م
22 نَفْسِي kendime ن ف س
23 وَأَسْلَمْتُ ve teslim oldum س ل م
24 مَعَ beraber
25 سُلَيْمَانَ Süleyman’la
26 لِلَّهِ Allah’a
27 رَبِّ Rabbi ر ب ب
28 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م

   Saraha صرح :   صَرْح tezyin edilmiş yüksek evdir. Ona bu ismin verilmesi karışıklıktan ve eksiklikten arınık olması sebebiyledir. صُراح sözcüğü ise açık ve aleni demek olur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri sarih, tasrih ve sürahidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهَا  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.  ادْخُلِي  cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

ادْخُلِي  fiili  نَ un hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الصَّرْحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

 

 فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَاَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَاٰ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

فَ  karinesi olmadan gelen  حَسِبَتْهُ  cümlesi şartın cevabıdır. 

 حَسِبَتْهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir. هُ muttasıl zamiri mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

لُجَّةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

كَشَفَتْ  atıf harfi و la makabline matuftur.

عَنْ سَاقَيْهَا  car mecruru  كَشَفَتْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ

 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو’dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّهُ صَرْحٌ’dur.  قَالَ  fiilinin mefûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

صَرْحٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مُمَرَّدٌ  kelimesi  صَرْحٌ un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

مِنْ قَوَار۪يرَ  car mecruru  صَرْحٌ un mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. 


قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟

 

Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri;  هى’dir. Mekulü’l-kavli  رَبِّ ’dir.  قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Nidanın cevabı  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ ’dur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

ظَلَمْتُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  ظَلَمْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

نَفْس۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ى muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

و  atıf harfidir, اَسْلَمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. مَعَ  mekân zarfı, mahzuf hale müteallıktır. Takdiri, كائنة مع سليمان  şeklindedir.

سُلَيْمٰنَ  muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır. kelimesi gayrı munsariftir. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلّٰهِ  car mecruru  اَسْلَمْتُ  fiiline mütealliktir.

رَبِّ  kelimesi  لِلّٰهِ  lafza-i celâlinin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfatlar: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3. Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada  رَبِّ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَسْلَمْتُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سلم ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

ق۪يلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır.

Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

ق۪يلَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ادْخُلِي الصَّرْحَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ 

 

فَ  ile mahzuf cümleye atfedilmiştir. Takdiri,  فدخلته  (Ona girdi) olabilir.

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رَاَتْهُ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhi, aynı zamanda şart cümlesidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  حَسِبَتْهُ لُجَّةً, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl olan  لُجَّةً ’deki tenvin muayyen olmayan cins ve tazime işaret eder.

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen  وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ  cümlesi, aynı üslupta gelmiştir.

 

قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ

 

Karşılıklı konuşma olarak fasılla gelen bu cümlede mütekellim Süleyman’dır (a.s.). Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ  cümlesi,  إِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Melikeyi inandırmak için Süleyman (a.s.) sözlerini  إِنَّ  ile tekid etmiştir.

مُمَرَّدٌ , müsned olan  صَرْحٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur,  صَرْحٌ ’un ikinci sıfatına mütealliktir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir.

Hz. Süleyman, sözlerini  اِنَّ  ile tekid ederek, Sebe Melikesi’nin şaşkınlığını gidermeye çalışmıştır.  

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

صَرْحٌ  kelimesinin tekrarında reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟

 

Sebe Melikesi’nin sözlerini ihtiva eden cümle, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.  قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzafun ileyh olan mütekellim zamirinin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Sebe Melikesi şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet onun, Allah Teâlâ’nın rubûbiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş  اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي  cümlesi, nidanın cevabıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedinin mazi fiil olarak gelmesi hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)

Nida üslubunda gelen cümle dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayetin, aynı üslupta gelen son cümlesi  وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟, nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ , lafz-ı celalden bedel veya onun sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  izafeti muzâfun ileyhin şan ve şerefine işaret eder.

Allah Teâlâ’dan  رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi 5)

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234) 

أَسۡلَمۡتُ - سُلَیۡمَـٰنَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu sayfadaki ayetlerin çoğunun sonunda  bulunan cemi müzekker salim kelimelerin sağladığı uyum, muhatabı etkileyen güzel bir ahenk oluşturmuştur.  

رَبِّ إِنِّی ظَلَمۡتُ نَفۡسِی [Ben gerçekten kendime zulmetmişim…] Belkıs bu sözle geçmişteki inkârını kastediyordu. Söylentiye göre Belkıs, Süleyman'ın (a.s.) onu derin suda boğacağını sanmıştı da bu yüzden “Süleyman (a.s.) hakkındaki suizannından ötürü kendime zulmetmişim.” demişti. (Keşşâf)

 

Günün Mesajı
Kurân, dünyevi gayelerle başka milletlef üzerine onları yenmek ve yurtlarındarı çıkarmak için ordular sevk etmeyi asla tasvip etmez. O, ayrıca, kan dökmeyi, insan öldürmeyi ve gasbf yasaklar. Kısaca, her türlü sömürüyü men eder, Bunları ancak, Sebe? Melikesi'nin 34'üncü âyette sözünü ettiği krallar yapar. Dolayısıyla, Hz, Süleyman'ın Sebe'lileri tehdidi, bu çerçevede bir tehdit değildi. Yukarıdaki âyetlerde açıkça ifade buyurulduğu üzere, Hz. Süleyman, bir peygamber, bir melik (hükümdar), fakat gücü, serveti ve makamıyla asla gurur duymayan, gurur duymak şöyle dursun, onları sorumluluk gerektiren birer nimet telâkki eden bir melikti. Onun tek derdi, daha fazla insanın iman edip Allah'a teslim olması, inkâr ve zulüm sistemlerinden ve zalimlerin ellerinden kurtulup, dünyada da, Âhiret'te de gerçek saadete ulaşmasıydı. Ayrıca, insanlar üzerinde kendi arzularını, menfaatlerini kanun haline getiren zalim krallar hükmetmemeliydi. İnsanların gerçek saadeti de, Allah'a iman ve teslimiyette yatmakta idi. Herkes, bu iman ve teslimiyete ulaşma adına, irade ve hürriyetlerini bağlayan zincirlerden kurtulmalıydı.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın şükrü de, nankörlüğü de kendisinedir. 

Ne nefsine kulak veren kulun, istediklerini elde etmesi nankörlüğüne; ne de Allah’a teslim olan kalbin, istediklerine kavuşmaması şükrüne engeldir. Her işinin yolunda gitmesi imtihan sebebi olabileceği gibi, istenenlerin henüz gerçekleşmemiş olması da bir nimet hazırlığı yani ileride bir şükür sebebi olabilir. 

Hayatını bulunduğu andaki sıkıntılara göre değerlendirmek, nankörlüğün sebeplerinden biridir. İnsanın nefsi ağladığı zaman, ağlamasını besleyecek dünyalık sebeplere sarılır. İnsanın kalbi ağladığı zaman, sıkıntılarının şifasını Allah’tan istediği gibi, gözyaşlarını da şükür duaları ile besler.

Ey Allahım! Kalplerimizi nankörlüğün her zerresinden arındır. Bizi; özellikle de sıkıntılı anlarımızda imtihan dünyasında olduğunu unutan nefsimizle başbaşa bırakma. Bizi; bize nasip ettiğin nimetlerin kıymetini bilenlerden ve şükrünü eda edenlerden eyle. 

Kalbi ile düşünenlerden, kalbi ile bakanlardan, kalbi ile ağlayanlardan ve Allah’a kalbi ile bağlananlardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Hani ‘kendini sev, kendine iyilik yap, kendine öncelik ver, kendini şımart’ derler. Bunlar doğru manalara dönüşebilecek ifadelerdir ama genellikle yanlış anlaşılırlar ve yanlış uygulanırlar. 

En sade ifadeyle, yeryüzünde görülen ve işitilen her şeye iki şekilde yaklaşmak mümkündür. Biri dünyadan bir şeyler arzulayan nefis ile, diğeri Allah’ı seven ve O’na yakın olmak isteyen kalp iledir. 

Dünya için yaşayan kişi, ‘kendine değer ver’ kavramından nefsini memnun etmek için istediğini yap manasını çıkarır ve ona göre davranır. Bu ise kendisini Allah yolundan uzaklaştırıcı bir sebebe dönüşür.

Allah’a teslim olduğunu söyleyenin aklında hep aynı soru vardır: ben buradan Allah’ın rızasını nasıl elde ederim? Bu yüzden de başkalarının dünyalık mutluluklar diye çevirdiği cümleleri, o çok farklı değerlendirir.

Kendisini Allah rızası için sever. Aynada gözgöze geldiğinde yüzü ve bedeninin yaratılışı için şükür eder. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı hedefleyerek ve O’na itaat ederek kendisine iyilik yapar.

Ey Allahım! Bizi kalbimiz ile bakanlardan ve dinleyenlerden eyle. Yeryüzündeki ayetlerini ve yaşadıklarımızı doğru şekilde algılayıp yorumlayanlardan eyle. Senin için yaşayan ve kendisine hakiki manada iyilik yapan kullarından eyle. Senden ve Senin yolundan uzaklaşarak, nefsimizin heveslerine ve dünyalıklara yaklaşarak kendimize zulmetmekten muhafaza buyur. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji