بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | أَرْسَلْنَا | biz gönderdik |
|
3 | إِلَىٰ |
|
|
4 | ثَمُودَ | Semud(kavmin)e |
|
5 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
6 | صَالِحًا | Salih’i |
|
7 | أَنِ | diye |
|
8 | اعْبُدُوا | kulluk etsinler |
|
9 | اللَّهَ | Allah’a |
|
10 | فَإِذَا | o zaman |
|
11 | هُمْ | onlar |
|
12 | فَرِيقَانِ | iki bölük olmuşlardı |
|
13 | يَخْتَصِمُونَ | birbiriyle çekişen |
|
Semûd kavmi ve Sâlih peygamber hakkında daha önce ilgili yerlerde bilgi verilmişti (bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68; Şuarâ 26/141-159). Müfessirler, 45. âyette birbiriyle çekiştiği bildirilen iki gruptan birinin Sâlih peygambere iman eden güçsüzler ve zayıflar, diğerinin ise ona inanmayan güçlü, mağrur kimseler olduğunu belirtmişlerdir (bk. Taberî, XIX, 170; ayrıca krş. A‘râf 7/75). 48. âyette geçen şehirden maksat Hz. Sâlih’in yaşadığı ve peygamber olarak görev yaptığı Hicr şehridir (bk. Hicr 15/80; Taberî, XIX, 172). Bu şehirdeki dokuz elebaşından oluşan bir grup, geceleyin bir baskınla, uğursuz saydıkları Sâlih aleyhisselâm ve ailesini öldürüp yok etmeyi (peygamber ve ona inananların inkârcılar tarafından uğursuz sayılması hakkında bk. A‘râf 7/131); kan davasında bulunacak olan akrabasına da, “Biz Sâlih ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik” veya farklı kıraate göre, “Onun ailesini kimin öldürdüğünü görmedik” demeyi planlamıştır. Onlar bu planları kurarlarken Sâlih kendisine inananlarla birlikte yurdu terkedip kurtulmuş, Semûd kavmi ise şiddetli bir depremle yok olup gitmiştir (bk. A‘râf 7/78; Hûd 11/66-67).
Bu kıssada Hz. Peygamber için bir teselli, Kureyş müşrikleri için de bir ikaz vardır. Çünkü Semûd kavminin Sâlih peygamber hakkında düşündüklerinin aynını, Kureyşliler Hz. Peygamber hakkında düşünmüşler ve onu yok etme teşebbüsünde bulunmuşlardır (bilgi için bk. Enfâl 8/30).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 197-198
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى ثَمُودَ car mecruru اَرْسَلْـنَٓا fiiline mütealliktir.
ثَمُودَ gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخَـا harfle îrab olan beş isimden biri olup mef’ûlün bih olarak nasb alameti eliftir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَـالِحاً atf-ı beyan olup fetha ile mansubdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada اَنْ tefsir harfinden sonra gelen اعْبُـدُوا اللّٰهَ cümlesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنِ tefsiriyyedir. اعْبُـدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَرْسَلْـنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Ayet, atıf harfi فَ ile kasemin cevabına matuftur.
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olup mahallen merfûdur. فَر۪يقَانِ mübtedanın haberi olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. يَخْتَصِمُونَ fiili فَر۪يقَانِ ‘nin sıfatı olup mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar :Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْتَصِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَخْتَصِمُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خصم ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
قَدْ , tahkik ve tekid harfidir. Muzari fiilin önünde taklîl ve takrîb edatı, mazinin önünde mişli geçmiş ve gerçeklik (tahkik) ifade eder. Daima olumlu haber kipiyle gelir. (Meral Çörtü Cümle Kuruluşu Ve Tercüme Tekniği)
Bu ayetle Semud kavminin kıssasına geçilmiştir.
اَرْسَلْـنَٓا azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ cümlesine dahil olan اَنِ tefsir harfidir. اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi tefsiriyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Haberin geri kalanı itibarıyla, اَرْسَلْـنَٓا fiilinin kasem lamıyla gelmesi tekid içindir. Ya da bu tekid sadece ihtimam içindir. Veya muhatab, haber hakkında tereddüt eden menziline konulmuştur. Çünkü haber; kavminin onu yalanlaması ve onun diliyle Rabbinin tehdidini hafife almasıdır. (Âşûr)
فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Cümle, kasemin cevabına فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.
يَخْتَصِمُونَ cümlesi فَر۪يقَانِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mücâhid şöyle der: Onlar, müminin ve kâfir olmak üzere iki grup idiler. Birbirleriyle çekişmeleri ise din hususunda ihtilafları ve cedelleridir. Mana dikkate alınarak fiil, ikil değil de çoğul kipiyle يَخْتَصِمُونَ şeklinde gelmiştir. (Safvetu’t Tefasir)
Hemen ayrılıp çekiştiler; bir bölük iman etti, bir bölük de inkâr etti. يَخْتَصِمُونَ ’deki vav zamiri her iki gruba racidir. (Beyzâvî)
Müfacee harfinin gelmesi, bölünmelerinden razı olunmadığı manasından kinayedir. Sanki beklenmiyormuş gibidir. (Âşûr)
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
3 | لِمَ | neden |
|
4 | تَسْتَعْجِلُونَ | koşuyorsunuz |
|
5 | بِالسَّيِّئَةِ | kötülüğe |
|
6 | قَبْلَ | önce |
|
7 | الْحَسَنَةِ | iyilikten |
|
8 | لَوْلَا | gerekmez mi? |
|
9 | تَسْتَغْفِرُونَ | mağfiret dilemeniz |
|
10 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
11 | لَعَلَّكُمْ | belki |
|
12 | تُرْحَمُونَ | esirgenirsiniz |
|
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavl يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olup mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَ istifhâm ismi لِ harf-i ceriyle تَسْتَعْجِلُونَ fiiline mütealliktir.
تَسْتَعْجِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالسَّيِّئَةِ car mecruru تَسْتَعْجِلُونَ fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, بطلب السيّئة (Kötülük isteyerek) şeklindedir.
قَبْلَ zaman zarfı, تَسْتَعْجِلُونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْحَسَنَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar.
Ayette قَبْلَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَعْجِلُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عجل ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
تَسْتَغْفِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَسْتَغْفِرُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ’dır.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
تُرْحَمُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تُرْحَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ
Allah Teâlâ, Hz. Salih’in sözlerini bildiriyor. İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, Salih’in (a.s.) kavmine duyduğu samimiyetin işareti olabilir.
Nidanın cevabı olan …لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لِمَ , harfi cer olan لِ ve soru harfi مَا ’dan oluşmuştur. Nehiy harfinden ayırt etmek için hemze hazf edilmiştir.
Hz. Salih’in, nidanın cevabında kavmine sorduğu sorunun cevabını beklemesi söz konusu değildir. Tenkid ve taaccüp anlamı taşıyan istifhâm, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca kavminin neden böyle davrandığının da bilincinde olan Hz. Salih’in sorunun cevabını bilmemesi söz konusu olmadığı için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
سَّيِّئَةِ - حَسَنَةِۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayetteki سَّيِّئَةِ (kötü) ile ilahî ceza, حَسَنَةِ (iyi) ifadesiyle de ilahî mükâfat kastedilmiştir. İlâhi azabın سَّيِّئَةِ diye adlandırılması mecazdır. Bu mecazın sebebi ya ikâb-ı ilâhinin, kötülüğün ayrılmaz vasfı oluşundandır ya da bu ilahî ceza, kötü olma bakımından kötüye benzetilmiş olmasındandır. (Fahreddin er-Râzî)
لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ sözündeki istifham, onların merhamet yönüne değil de azap yönüne bakmalarını inkâr etmek içindir. (Âşûr)
لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin başındaki لَوْلَٓا tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir. Burada tahdid (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.
لَوْلَا , bu ayette “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)
لَوْلَا …meli/malı, değil mi manasında tahdîd ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdîd kelime olarak teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ’nin haberi olan تُرْحَمُونَ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Ayette üslub-u hakîm sanatı vardır. Bu sanat onlara, adeta “siz kıyameti beklemeyi bırakın da içine gireceğiniz cehennemden kurtulmak için ne yapmanız gerektiğini düşünün” demektedir. Üslub-u hakîm, muhataba beklemediği şekilde karşılık veya soru soran kişiye arzulamadığı bir cevap vermektir. Sekkâkî bu üslupla ilgili olarak muhatabın beklemediği bir cevap bulmasının onu daha aktif tutacağını, onu daha çekici bir alana taşıyacağını ifade etmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Hz. Salih’in, kendisini yalanlayanlara getirdiği deliller fayda vermeyince, o onları ilâhi azapla tehdit etmiş; bunun üzerine onlar, [Eğer sadıklardan isen haydi o azabı getir. (Ankebut Suresi, 29)] demişlerdir. Onlar bu sözü, onunla alay etmek için söylemişlerdir. İşte bu sırada o, [Niçin iyiden evvel, çarçabuk kötüyü istiyorsunuz?] demiştir. Bu, “Allah size, rahmetine ulaşma ve mükâfatını elde etme fırsatı vermiştir. Binaenaleyh daha niçin bunu bırakıp O'nun azabının hemen gelmesini istiyorsunuz.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler |
|
2 | اطَّيَّرْنَا | uğursuzluğa uğradık |
|
3 | بِكَ | senin yüzünden |
|
4 | وَبِمَنْ | ve bulunanların yüzünden |
|
5 | مَعَكَ | seninle beraber |
|
6 | قَالَ | dedi |
|
7 | طَائِرُكُمْ | uğursuzluğunuz |
|
8 | عِنْدَ | katındadır |
|
9 | اللَّهِ | Allah |
|
10 | بَلْ | doğrusu |
|
11 | أَنْتُمْ | siz |
|
12 | قَوْمٌ | bir toplumsunuz |
|
13 | تُفْتَنُونَ | sınanan |
|
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اطَّيَّرْنَا بِكَ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اطَّيَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِكَ car mecruru اطَّيَّرْنَا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle اطَّيَّرْنَا fiiline mütealliktir. مَعَكَ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَعَكَ zaman zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اطَّيَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsisi طير ’dır. Bu kelimenin aslı تطيرنا şeklindedir. ت harfi idgam ile ط harfine dönüşmüştür.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
طَٓائِرُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ zaman zarfı, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
طَٓائِرُ kelimesi, sülâsisi mücerredi olan طير fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. تُفْتَنُونَ cümlesi قَوْمٌ ’nün sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat : 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُفْتَنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اطَّيَّرْنَا بِكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ, harf-i cerle birlikte اطَّيَّرْنَا fiiline mütealliktir. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. Zarf olan مَعَكَ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sâmerrâî, îcâz ve tafsîl bakımından Yasin Suresi 18 ve Neml Suresi 47.ayetlerini karşılaştırmaktadır.
Sâmerrâî, Yasin ayetindeki Karye Ashabı’nın, uğursuzluğu zikretmekle yetinmeyip elçileri taşlama ve işkenceyle tehdit ederek sözü uzattıklarını; Neml ayetinde herhangi bir tehdit yöneltmeksizin sadece uğursuzlukla yetindiklerini ve böylece sözü kısa (mûciz) tuttuklarını ifade etmektedir. Dolayısıyla îcâz, îcâzı; tafsîl de tafsîli gerektirmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
Onlardan herhangi bir kişi yolculuğa çıktığında bir kuşa rastlayıp onu uzaklaştırırdı; kuş onun sağından geçerse hayra, solundan geçerse şerre yorardı. İşte onlar hayrı ve şerri kuşa nispet edince bu kuş ifadesi, Allah’ın takdir ve taksimi için -yahut rahmet ve azap konusunda kulun fiiline sebep olmaları cihetiyle- hayır ve şer için istiare kılınmıştır. Bu bağlamda Araplar (Senin kuşun değil, Allah’ın kuşu geçerlidir!) demişlerdir; yani hayrın ve şerrin nispet edileceği baskın kader Allah’ınkidir, senin kâh kötüye kâh iyiye yorduğun kuşunki değil. İmdi; kıtlığa uğramış olmaları sebebiyle “sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık!” dedikleri için Hz. Salih de “Sizin uğursuzluğunuz Allah katındadır!” demişti; yani hayrınızın da şerrinizin de kendisinden gelme sebebiniz Allah katındadır ki o da O’nun takdir ve taksimidir; sizi dilerse rızıklandırır, dilerse mahrum eder. (Keşşâf)
قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan طَٓائِرُكُمْ ’un haberi mahzuftur. عِنْدَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عِندَ ’nin lafza-ı celâle muzâf olması kısa yoldan izah ve عِندَ ’nin şanı içindir.
عِندَ kelimesi mecazi mekân için müsteardır. Allah'ın takdiri ve tasarrufunda olan iyiyi ve kötüyü takdir etmesine yarayan işlerinden birinin gerçekleşmesi için gelmiştir. (Âşûr)
بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
İdrâb ve ibtidaiyye harfinin dahil olduğu cümle müstenefedir. Hz. Salih’in sözlerinin devamıdır.
بَلۡ idrâb edatı onları çevreleyen uğursuzluğun beyanından ona sebep olan şeyi zikre geçmek içindir. (Beyzâvî)
بَلْ ; İdrâb edatıdır. İdrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Rummânî بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُفْتَنُونَ cümlesi قَوْمٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اطَّيَّرْنَا - طَٓائِرُكُمْ ve قَالَ - قَالُوا gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin, fiil olarak gelen habere takdim edilmesi hükmü takviye ifade eder. Müsnedin تُفْتَنُونَ şeklinde muzari fiil şeklinde gelmesi, yenilenmesini ve sürekliliğini delalet etmek içindir. (Âşûr)
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
تِسْعَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَهْطٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يُفْسِدُونَ cümlesi رَهْطٍ ’ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُفْسِدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يُفْسِدُونَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُصْلِحُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُفْسِدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فسد ’dir.
يُصْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صلح ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur فِي الْمَد۪ينَةِ, nakıs fiil كَانَ’nin mahzuf haberine mütealliktir. تِسْعَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir.
يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ cümlesi رَهْطٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْاَرْضِ ; Semud‘un topraklarıdır. Çünkü الْاَرْضِ kelimesindeki marifelik ahd içindir. (Âşûr)
وَلَا يُصْلِحُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَهْطٍ ’deki tenvin tahkir ve ifade eder.
Ayetteki fiiller muzari sıygada gelmiştir.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُفْسِدُونَ - يُصْلِحُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.
يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ cümlesi ile لَا يُصْلِحُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ [ Şehirde dokuz adam vardı. ] dokuz şahıs vardı. رَهْطٍ lafzının tekil olarak تِسْعَةُ 'ya temyiz olması mana itibariyledir. رَهْطٍ ile النفر arasında şu fark vardır: رَهْطٍ üçten yahut yediden ona kadardır, النفر ise üçten dokuza kadardır. (Beyzâvî)
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler |
|
2 | تَقَاسَمُوا | and içerek |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
4 | لَنُبَيِّتَنَّهُ | biz gece ona baskın yapalım |
|
5 | وَأَهْلَهُ | ve ailesine |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | لَنَقُولَنَّ | diyelim |
|
8 | لِوَلِيِّهِ | velisine |
|
9 | مَا |
|
|
10 | شَهِدْنَا | şahit olmadık |
|
11 | مَهْلِكَ | helakine |
|
12 | أَهْلِهِ | ailesinin |
|
13 | وَإِنَّا | ve biz |
|
14 | لَصَادِقُونَ | gerçekten doğrulardanız |
|
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَقَاسَمُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru تَقَاسَمُوا fiiline mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُبَيِّتَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَ atıf harfi وَ ’la makablindeki هُ zamirine matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نَقُولَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri, نحن ’dur. Mekulü’l-kavli مَا شَهِدْنَا ’dir. نَقُولَنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِوَلِيِّه۪ car mecruru نَقُولَنَّ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
شَهِدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَهْلِكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اَهْلِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقَاسَمُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تفاعل babındadır. Sülâsisi قسم ’dir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُبَيِّتَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بيت ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Ayet atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Haliyye olması da caizdir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
صَادِقُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
صَادِقُونَ sülâsi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Veya müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu durumda cümle hal olur.
اتَقَاسَمُوا fiilinin hem emir hem de قدۡ edatı takdir etmek suretiyle hal konumunda olmak üzere haber sıygası olması muhtemeldir ki ikinci ihtimale göre mana, “Karşılıklı and içerek ‘Ona ve adamlarına gece baskını düzenleyelim...’ dediler.” şeklindedir. (Keşşâf)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ cümlesindeki لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nûn-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş cümle, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.
اَهْلَهُ izafeti لَنُبَيِّتَنَّهُ fiilinin mef’ûlüne atıftır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle kasemin cevabına atfedilen ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ cümlesindeki لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nun-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ cümlesi, mukadder kasemin cevabına ثُمَّ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَنَقُولَنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavle atıf harfi وَ ’la atfedilen وَاِنَّا لَصَادِقُونَ cümlesi, اِنَّٓ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Onları inandırmak istedikleri sözlerine kattıkları tekid unsurlarından anlaşılmaktadır. Bu cümlenin hal olduğu da söylenmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا - نَقُولَنَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَيَات geceleyin düşmanı izlemek ve baskın yapmak demektir. Ayetteki [Sonra da velisine, “And olsun biz onun ailesinin helakınde bulunmadık” diyelim] ifadesi, “Eğer onun kavmi, akrabaları bizi itham ederlerse, onlara orada değildik diye yemin ederiz.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Mekera مكر : مَكْر bir hüner, hile ya da kurnazlıkla bir başkasını amaçladığı/yöneldiği şeyden döndürmek/çevirmektir. Bu da iki çeşittir: Biri övülmeye değer mekrdir. Kişi bunu yaparken güzel bir fiili yerine getirmeyi amaçlamaktadır. Diğerine gelince; yerilecek mekrdir. Kişi bunu yaparken çirkin bir fiili gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.
Bazıları Yüce Allah'ın mekri kula mühlet ve dünyanın geçici nimetlerine ulaşma gücü vermesidir demişlerdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 43 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli mekrdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً
وَ atıf harfidir. مَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَكْراً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَكَرْنَا مَكْراً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
مَكَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَكْراً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَشْعُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk iki cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır. Mef’ûlü mutlak olan مَكْراً cümleyi tekid etmiştir.
مَكَرُوا lafzında, irsad sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَمَكَرْنَا مَكْراً cümlesi, makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir.
مَكَرُوا مَكْراً cümlesiyle مَكَرْنَا مَكْراً cümlesi mukabele teşkil etmektedir. مَكْراً ’ın tekrarı konudaki önemini vurgulamak içindir.
Farklı manalardaki iki مَكْراً kelimesi arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَكَرُوا - مَكَرْنَا - مَكْراً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada Allah Teâlâ’ya isnad edilen مَكْر azap manasındadır. Onların peygamberlere ve peygamberlere uyanlara yaptıkları hilelere mukabil olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
وَمَكَرْنَا مَكْراً cümlesinde istiare vardır. Onların şuursuz oldukları sırada, nereden geldiğini anlamadıkları azap, istiare yoluyla tuzağa benzetilmiştir. (Mahmud Sâfî)
مَكَرُوا (Tuzak kurdular) ile مَكَرْنَا (biz de tuzak kurduk) arasında müşâkele sanatı vardır. Yüce Allah, onları yok ve helak etmesine, müşâkele yoluyla tuzak dedi. (Safvetu’t Tefasir)
مَكْر kelimesi, Allah’ın onları cezalandırması ve onların tuzaklarını bozması şeklinde tercüme edilmiştir. Aslında Allah’ın onlara vereceği ceza ve azap onların yaptıkları davranışa uygun olarak مَكْر diye isimlendirilmiştir. Allah’ın fiilinin kelimeyle ifade edilmesi hem onların davranışlarının kötülük derecesini artırmakta hem de onlara, verilecek cezanın bu kabilden hafife alınmayacak bir ceza olacağı hatırlatılmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Onların tuzağı, Salih ve ailesine karşı saldırı planlarına dair gizledikleri şeydi. Allah'ın tuzağı ise onları farkında olmadan yok etmeseydi. İstiare yoluyla tuzak kuranın tuzağına benzetti. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Âşûr)
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Ayetin hal و ’ıyla gelen وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal olan cümle tetmim ıtnâbı sanatıdır. Bu hal cümlesi onların bu hallerinin, tekrarlanan, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Bu söz istiareyi tekid içindir, muraşşaha veya mücerret olması için değildir. (Âşûr)
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ
فَ istînâfiyyedir. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
كَيْفَ istifhâm ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. مَكْرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
İsim cümlesidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
نَا mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. دَمَّرْنَاهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle عَاقِبَةُ’e mütealliktir.
دَمَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
قَوْمَهُمْ atıf harfi وَ ’la makablindeki zamire matuftur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَجْمَع۪ينَ kelimesi دَمَّرْنَاهُمْ ’deki zamiri veya قَوْمَ için manevi tekid olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzi tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar.
Manevi tekid : Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ’dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَمَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi دمر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen olan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. مَكْرِهِمْ ’e muzâf olan عَاقِبَةُ, nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehdit ve korkutma manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi soru isimleri veya haber ifade eden كَمْ gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa, bu durumda haber, كَانَ ’den ve isminden önce gelir. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Müstenefe olarak fasılla gelen cümle عَاقِبَةُ ’dan bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Veya mahzuf bir mübtedadan haber olarak istînâfiyye olması da caizdir.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
قَوْمَهُمْ kelimesi, دَمَّرْنَاهُمْ fiilinin mef’ûlüne matuftur. اَجْمَع۪ينَ kelimesi, zamir ve قَوْمَ için manevi tekiddir.
Cümle azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
دَمَّرْنَاهُمْ fiili تفعيل babındadır. Ayette, bu babın fiile kattığı çokluk anlamı barizdir.
أَنَّا دَمَّرۡنَـٰهُمۡ , mecrur kıraate göre başlangıçtır; fetha ile أَنَّا okuyan ise bunu, عَاقِبَةُ kelimesinden bedel veya هي تَدْمِرُهُمْ (o akıbet onların mahvedilmesidir) takdirinde olmak üzere hazf edilmiş bir mübtedanın haberi olarak merfû‘ yahut لِأنَّا (çünkü biz...) anlamına binaen ya da كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ دَمَارَ (hilelerinin akıbeti helak oldu) anlamına gelecek şekilde كَانَ ’nin haberi olarak mansūb kılmıştır. (Keşşâf)فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ
فَ atıf harfidir. تِلْكَ işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. بُيُوتُهُمْ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَاوِيَةً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle خَاوِيَةً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. خَاوِيَةً kelimesi, sülâsi mücerredi خوي olan fiilin ism-i falidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَةً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَةً ’e mütealliktir. يَعْلَمُونَ fiili لِقَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat : 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ
Ayet önceki ayetteki كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. فَ ’nin istînâfiyye olması da caizdir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene dikkat çekip tahkir amacına işaret eder.
ذَ ٰلِكَ ve تِلْكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
İsm-i fail veznindeki خَاوِيَةً kelimesi بُيُوتُهُمْ ’den haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا, harf-i cerle birlikte خَاوِيَةً ’e mütealliktir. Sılası olan ظَلَمُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
خَاوِيَةً kelimesi تِلْكَ ’nin delalet ettiği şeyin amel ettiği bir haldir. İsa b. Ömer, hazf edilmiş bir mübtedanın haberi olmak üzere merfû (خَاوِيَةُ ) okumuştur. (Keşşâf)
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً [İşte çökmüş evleri,] خالية من خوى البطن deyiminden gelir ki karnın boş kalmasıdır. Ya da evleri yıkılmış demektir. خوى النجم deyiminden gelir ki yıldızın kaymasıdır. خَاوِيَةً haldir, âmili de تِلْكَ işaretindeki manadır. (Beyzâvî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyh olan لَاٰيَةًۜ ’in nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.
Cümlede müsned olan ذٰلِكَ, delilleri işaret ederek onları tazim ve tekrim ifade eder.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. Bu sebeple işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki يَعْلَمُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
قَوْمٍ kelimesindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.
يَعْلَمُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
ذٰلِكَ - تِلْكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَانُوا atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.كَانُوا ’nun ismi olan muttasıl zamir cemi müzekker çoğul و ’ı mahallen merfûdur. يَتَّقُونَ fiili, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَتَّقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْجَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
Ayet, önceki ayetteki فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ cümlesine matuftur. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Fiil azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَنْجَيْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْجَيَ fiili اِفعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَكَانُوا يَتَّقُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. كَانُوا ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Kurtarılanlar iman eden ve ittika eden şeklinde sayılarak taksim edilmiştir. Cem' ma’at-taksim sanatıdır.
اٰمَنُوا - يَتَّقُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Semûd kavmi ve Sâlih peygamber hakkında daha önce ilgili yerlerde bilgi verilmişti (bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68; Şuarâ 26/141-159). Müfessirler, 45. âyette birbiriyle çekiştiği bildirilen iki gruptan birinin Sâlih peygambere iman eden güçsüzler ve zayıflar, diğerinin ise ona inanmayan güçlü, mağrur kimseler olduğunu belirtmişlerdir (bk. Taberî, XIX, 170; ayrıca krş. A‘râf 7/75). 48. âyette geçen şehirden maksat Hz. Sâlih’in yaşadığı ve peygamber olarak görev yaptığı Hicr şehridir (bk. Hicr 15/80; Taberî, XIX, 172). Bu şehirdeki dokuz elebaşından oluşan bir grup, geceleyin bir baskınla, uğursuz saydıkları Sâlih aleyhisselâm ve ailesini öldürüp yok etmeyi (peygamber ve ona inananların inkârcılar tarafından uğursuz sayılması hakkında bk. A‘râf 7/131); kan davasında bulunacak olan akrabasına da, “Biz Sâlih ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik” veya farklı kıraate göre, “Onun ailesini kimin öldürdüğünü görmedik” demeyi planlamıştır. Onlar bu planları kurarlarken Sâlih kendisine inananlarla birlikte yurdu terkedip kurtulmuş, Semûd kavmi ise şiddetli bir depremle yok olup gitmiştir (bk. A‘râf 7/78; Hûd 11/66-67).
Bu kıssada Hz. Peygamber için bir teselli, Kureyş müşrikleri için de bir ikaz vardır. Çünkü Semûd kavminin Sâlih peygamber hakkında düşündüklerinin aynını, Kureyşliler Hz. Peygamber hakkında düşünmüşler ve onu yok etme teşebbüsünde bulunmuşlardır (bilgi için bk. Enfâl 8/30).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 197-198
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لُوطاً mahzuf اذكر fiilinin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur.
اِذْ zaman zarfı olup mahzuf fiile müteallıktır.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِقَوْمِ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hemze istifhâm harfidir. تَأْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْفَاحِشَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تُبْصِرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تُبْصِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُبْصِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
وَ istînâfiyyedir. Bu ayette, Lût kavmi kıssasına geçilmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazi sanatı vardır. لُوطاً , takdiri, اذكر (hatırla) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Zaman zarfı اِذْ ’in dahil olduğu اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ cümlesi, لُوطاً ’den bedeldir. Veya mahzuf fiile (اذكر ) mütealliktir.
Zaman ismi olan اِذْ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ cümlesi, اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ cümlesi, قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olup istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Lut’un (a.s.) muhataplarına hitabıdır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında taaccüp ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Lut (a.s.), bilmediği bir şeyi sormuş değildir. Cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ ’deki istifham inkârîdir. (Âşûr)
Ayetin son cümlesi وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ [Kalp gözü ile göz göre göre] yani onu işleme konusunda önünüze geçilmemiş (ilk kez sizin işlediğiniz!) yüz kızartıcı bir suç olduğunu, Allah’ın kadını sırf erkek için yarattığını, erkeği erkek için kadını da kadın için yaratmadığını, dolayısıyla bunun Allah’ın hikmetiyle çeliştiğini bildiğiniz halde işleyecek misiniz? Bu konudaki bilginiz günahınızı daha büyültmekte, çirkinliği ve kabahati daha bir artırmaktadır. (Keşşâf)
الْفَاحِشَةَ : Aslında çok kötü söz ve davranıştır. Ancak ayette homoseksüellik kastedilmiştir. تُبْصِرُونَ ise burada ‘bilmek’ anlamındadır. Nitekim kalbin idrak gücüne بصير ve بصر denir. Yani siz, homoseksüelliğin kötülüğünü çok iyi biliyorsunuz demektir. (Ruhu’l Beyân)
Benzer mana Araf Suresinde 80. ayette أتَأْتُونَ الفاحِشَةَ ما سَبَقَكم بِها مِن أحَدٍ مِنَ العالَمِينَ şeklinde gelmiş, burada ise o ayette zikredilenler gelmemiştir. Çünkü kıssada olup bitenlerin tamamından bahsetmeye gerek yoktur. Aynı şekilde burada zikredilenler de A’raf Suresinde zikredilmemiştir. Burada بَلْ أنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ buyurularak, onlar cahillikle vasıflanmıştır. Cahillik aptallık ve kalp katılığı halleri için kapsamlı bir isimdir.
Araf Suresinde ise onları müsrif bir kavim olarak tarif etmiştir ki bunun sebebi makamların farklı olmasıdır. (Âşûr)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ
Hemze isitfhâm harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. تَأْتُونَ ile başlayan fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَأْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الرِّجَالَ kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَهْوَةً kelimesi الرِّجَالَ’nin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِ car mecruru, failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النِّسَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. تَجْهَلُونَ cümlesi قَوْمٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfudur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْهَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümleye dahil olan hemze inkârî manadadır.
إنّ ile tekid edilmiş isim cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olsa da gerçek manada soru olmayıp kınama ve taaccüb manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Hz. Lût, kavminin erkeklere yöneldiğinden, bunun büyük bir cahillik olduğundan habersiz değildir. Kavmine karşı kınama, taaccüb ve tahkir duygularını, haber formunda bir cümleyle inşada olduğu kadar etkili anlatamazdı. Ayrıca bilmiyor gibi konuşması bedii sanatlardan tecâhül-i ârif sanatıdır.
Cümle اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasındaki لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
شَهْوَةً ’deki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.
الرِّجَالَ - النِّسَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
İkinci cümleye dahil olan بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَجْهَلُونَ cümlesi قَوْمٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Muzari sıygada gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
قَوْمٌ ’daki gaib zamirinden تَأْتُونَ ’de cemi muhatap zamirine iltifat edilmiştir.
Şayet تَجْهَلُونَ (Siz bilmiyorsunuz) ifadesi kavmin bir sıfatıdır. Oysa kavim gaib bir lafızdır. Sıfat mevsufla uyumlu olmalı değil mi; nitekim ي ile يَجْهلُونَ şeklinde de okunmuştur? 47. ayetteki بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ [Aksine, siz çeşitli belalarla sınanan bir toplumsunuz!] ifadesi için de aynı durum söz konusudur? dersen şöyle derim: Gaiplik ve muhataplık buluştuğu için muhataplık dominant kılınmıştır; çünkü muhataplık asıl itibariyle gaiplikten daha kavî ve köklüdür. (Keşşâf)
İyilikten kötülüğe, aydınlıktan karanlığa, merhametten azaba, ahiretten dünyaya ve haktan batıla koşanları izliyordu. Dünyanın ve nefislerinin attığı yemleri elde etmek uğruna, düşünmeden ilerliyorlardı. Kimisi, istediğim zaman dönüş yolunu bulurum diyerek kendisini kandırıyordu. Halbuki, karanlıklara gömüldüğü için burnunun ucundaki hakikati bile göremiyordu. Kimisinin dünyadan başkası umurunda değildi. Zamanla bazı şeyleri kaybettikçe, ne yapacağını şaşırıyordu çünkü onun gözünde dünyadan başkası yoktu. Kimisi ise bulundukları halin doğruluğunda ısrar ediyordu.
Onların, sonunda vardıkları yeri görünce dehşet içinde kaldı. Belki de, dünyanın en dikkat çeken ya da nefse hoş gelen havasına sahiplerdi ama her şeyin sonunda hiçbir şeyleri kalmamıştı. Övündükleri ve böbürlendikleri her şey ellerinden alınmıştı. Kurdukları tuzakların hepsi, yüzlerine çarpılmıştı. Yeryüzünde, ne kadar da kendilerinden eminlerdi. Dünyanın sahne ışığı kapandığında, foyaları ortaya çıkmıştı. Onlardan uzaklaşmaya başladı. Uzaklaştıkça; iyiliğe, merhamete, aydınlığa, ahirete ve hakka koşanlara yaklaştı.
Ey Allahım! Gönüllerimize; bizi Sana yaklaştıracak ve rızanı kazandıracak kişileri, halleri ve işleri sevdir. Bizi nefsinin hevasına kapılmışların tuzaklarından, tuzaklarının bir parçası olmaktan; kalplerimizi de kibirden ve kibre sebep olacak her sebepten koru. Hayatımızın her döneminde; aydınlığı, iyiliği, merhametini, ahireti ve hakkı seçmemiz için yardımcımız ve yol göstericimiz ol.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji