بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَا | fakat |
|
2 | كَانَ | oldu |
|
3 | جَوَابَ | cevabı |
|
4 | قَوْمِهِ | kavminin |
|
5 | إِلَّا | sadece |
|
6 | أَنْ | şöyle |
|
7 | قَالُوا | demek |
|
8 | أَخْرِجُوا | çıkarın |
|
9 | الَ | ailesini |
|
10 | لُوطٍ | Lut |
|
11 | مِنْ | -den |
|
12 | قَرْيَتِكُمْ | kentiniz- |
|
13 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
14 | أُنَاسٌ | kimselermiş |
|
15 | يَتَطَهَّرُونَ | temiz kalmak isteyen() |
|
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ
فَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
جَوَابَ kelimesi كَانَ ’nin mukaddem ismi olup fetha ile mansubdur. قَوْمِه۪ٓ muzâfun ileyh olup fetha ile mansubdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar haberi olarak mahallen merfûdur.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اَخْرِجُٓوا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَخْرِجُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اٰلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لُوطٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ car mecruru اَخْرِجُٓوا fiiline mütealliktir.
اَخْرِجُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اُنَاسٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. يَتَطَهَّرُونَ fiil cümlesi اُنَاسٌ sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَطَهَّرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَتَطَهَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi طهر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ
فَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, olumsuz كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, كَانَ ’nin ismi ve haberi arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf; sıfat denilen vasfın, mevsûftan başkasında bulunmamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ izafeti, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
Masdar harfi اَنْ ’in dahil olduğu اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ cümlesi, masdar teviliyle كَانَ’nin muahhar ismidir.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ما كان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir, 3/79)
اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَتَطَهَّرُونَ cümlesi اُنَاسٌ için sıfattır. Muzari sıygada gelmesi, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Böylece onlar, onların çıkartılma sebebini bu kötü fiilden uzak ve temiz kalmak isteyişleri olarak göstermişlerdir. Halbuki bu temizlik, onları ödüllendirme ve hürmet etme sebebi sayılmalıydı. Bunun için müfessirler, onların bu sözü, istihza için söylediklerini ileri sürmüşlerdir. (Yani temizlik taslayan, “sözüm ona temiz” kimseler olduklarını söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
İbni Abbas'tan rivayet olunduğuna göre, onlar bunu istihza kabilinden söylemişlerdi. A'raf suresinde geçti ki onların bu sözü, Hz. Lût’un, emir ve yasak içeren vaazlarından sonra söylenmiştir; yoksa bundan başka sözleri olmadı demek değildir. (Ebüssuûd)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَهُٓ kelimesi atıf harfi وَ ’la mef’ûlun bihe matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. امْرَاَتَهُۘ müstesna olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّرْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru قَدَّرْنَا fiiline mütealliktir. الْغَابِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْغَابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَاهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ
فَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber, iibtidaî kelam olan cümlede اِلَّا istisna edatı, امْرَاَتَهُۘ müstesnadır. Ayetteki istisna munkatı’ veya muttasıl olabilir.
اَهْلَـهُٓ - امْرَاَتَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Buradaki اَهْلَـهُٓ ’den kasıt, Lût’un ev ahalisidir. (Âşûr)
اَنْجَيْنَاهُ fiili اِفعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
Ayette زوج değil de امْرَاَتَ kelimesinin kullanılması mürâât-ı nazîr sanatının mana-lafız uyumu babındandır. Çünkü Lût’un karısı Allah'ın dinine inanmada birlik şartına uygun değildir.
Ayette Lût’un (a.s.) karısına zevc değil امْرَاَتَ denmiştir. İlgili ayetler incelendiğinde زَوْجَة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür: Sadakat, Allah’ın dinine inanmada birlik, üreme imkânı bulunmak, nikahlı olmak.
اِمْرَأَة kelimesi زَوْجَة için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: – İhanet (Aldatma) – Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık – Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) – Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen زَوْجَة ve اِمْرَأَة Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)
قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Beyanî istînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiil azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. اَمْطَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru اَمْطَرْنَا fiiline mütealliktir. مَطَراًۚ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْطَرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مَطَر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
فَ istînâfiyyedir. سَٓاءَ zem fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
Zem fiili; bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı İsme Muzaf Olarak Gelmesi 2. سَاءَ ’nin Temyiz Alması
3. سَاءَ Fiilinin مَا Harfi ile Gelmesi (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَطَرُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْمُنْذَر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُنْذَر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ
Atıfla gelen ayet, önceki ayete وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlü mutlak olan مَطَراً cümleyi tekid etmiştir.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
اَمْطَرْنَا - مَطَراً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
Ayetin ikinci cümlesindeki فَ istînâfiyyedir. Gayrı talebî inşâî isnaddır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zem fiili سَٓاءَ ’in mahsusu, mahzuftur. Takdiri, مطرهم (onların yağmuru)’dur.
مَطَرُ kelimesinin ayette üç kere tekrarlanması, dikkatleri bu kelimeye çekerek önemini vurgulamak ve korkuyu artırmak içindir.
اَمْطَرْنَا - مَطَراًۚ - مَطَرُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayetle, bu suredeki kıssa anlatımları son bulmuştur.
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراً [Onların üzerine yağmur yağdırdık.] Kur’an’da مَطَراً kelimesi her zaman bir belayı çağrıştırır şekilde kullanılmıştır. Aslında yağmur demektir. Normal bir yağmur manasında hep غيث kelimesi kullanılmıştır. Yağmur anlamında ودق , rahmet, su kelimeleri de kullanılmıştır. Burada yağmur için انزل fiili değil, اَمْطَرْ fiili kullanılmış, böylece mef’ûl, mef’ûlu mutlak olmuştur. Türkçemizde kullandığımız matara kelimesi bu kökten gelir. Daha fazla bilgi için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.
http://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/1522/CokYor/10153/Mete-Firidin/Kuranda-Yagis-Kelimeleri
“Gerçekten berbattı!” anlamındaki فَسَٓاءَ fiilinin faili مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ (uyarılanların yağmuru) olup, uyarılanlar derken malum bir kavmi kastetmemektedir; çünkü lam-ı tarif cins ifade etmektedir. Zemmin asıl muhatabı hazf edilmiştir. (Keşşâf, Şuara Suresi 173)
Bu ayet Şuara Suresi 173. ayetle aynıdır. Bu ayetler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, S. 314)
Lût kavminin helakı şöyle anlatılmıştı: “Emrimiz” yani azabımız “geldiği zaman oranın altını üstüne getirdik.” Cebrail (a.s.) kanadını Lût kavminin şehirlerinin altına soktu -ki bunlar beş şehir idi: En büyükleri olan Sedûrn, Âmurâ (Goraora), Dâdumâ, Daûha ve Katem'dirler.- Yerin dibinden bu şehirleri İçindekilerle beraber semaya yaklaştıracak kadar yükseltti. Öyle ki semadakiler eşeklerinin anırmalarını, horozlarının ötmelerini dahi işitti; fakat bu yükseliş esnasında herhangi bir testilerinin suyu dökülmediği gibi hiçbir kapları da kırılmadı. Sonra da tepeleri üzeri yıkıldılar ve arkasından Allah onlara taş yağdırdı. (Kurtubî, Hud Suresi 82)
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | الْحَمْدُ | hamd olsun |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
4 | وَسَلَامٌ | ve selam |
|
5 | عَلَىٰ | üzerine |
|
6 | عِبَادِهِ | O’nun kulları |
|
7 | الَّذِينَ |
|
|
8 | اصْطَفَىٰ | seçtiği |
|
9 | اللَّهُ | Allah mı? |
|
10 | خَيْرٌ | hayırlı |
|
11 | أَمَّا | yoksa |
|
12 | يُشْرِكُونَ | ortak koştukları mı? |
|
Sûrenin başından buraya kadar anlatılan kıssalarda peygamberlerin ve getirdikleri mesajın önemi vurgulandıktan sonra bu âyetlerde de Allah’ın varlığı, birliği ve sonsuz kudretini gösteren kozmik deliller sıralanmakta, müşriklerin âhiret hakkındaki inanç ve tutumları tenkit edilmektedir. 59. âyette Allah, Hz. Peygamber’e bu âyetleri okumaya başlarken kendisine lutfettiği peygamberlik ve diğer nimetlerinden dolayı Allah’a hamdetmesini ve davetini tebliğ etmesi için seçtiği peygamberlere salâtü selâm getirmesini emretmektedir. Şevkânî, âyette geçen “Allah’ın seçkin kıldığı kullar” ifadesini genel anlamda yorumlar ve hem peygamberlerin hem de onlara iman eden müminlerin bu zümreye girdiğini söyler (IV, 141). Yazılı veya sözlü herhangi bir hitabede bulunurken sözün başında Allah’a hamdetme, bu buyruğa dayalı olarak Hz. Peygamber’e ve ailesine salâtü selâm getirme geleneği zamanımıza kadar devam etmiştir.
61. âyette iki deniz arasına konulduğu bildirilen engelden maksat, tuzluluk oranı farklı denizleri birbirinden ayıran sınırdır. Özgül ağırlığı farklı olan yani birinin suyu diğerine nisbetle daha tuzlu olan iki su kütlesi yan yana durdukları halde aralarında görünmeyen bir perde varmış gibi birbirine karışmamakta ve birleşimlerindeki farklılık değişmemektedir (krş. Furkan 25/53; Rahmân 55/19-20; bu âyette geçen diğer konular hakkında bilgi için bk. Nahl 16/14-16).
Önceki âyetlerde Allah’ın kudretini göstermek için dış âlemden deliller getirilmişti; 62. âyette ise Allah’ın insanlar üzerindeki iki türlü tasarrufundan bahsedilerek kudretinin sonsuzluğuna delil getirilmektedir. Bunlar: a) Allah’ın, ihtiyaçtan dolayı kendisine dua edenin duasını kabul edip imdadına yetişmesi, sıkıntılarını gidermesi; b) İnsanları yeryüzünün yöneticileri yapması veya nesilleri birbirinin ardından getirerek yeryüzünün sahipleri kılmasıdır.
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ ’dur. قُلِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
الْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ lafza-ı celâlİ, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
سَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ atıf harfi و ’la mekulü’l-kavl cümlesine matuftur.
سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلٰى عِبَادِهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl , عِبَادِهِ ’nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اصْطَفٰى ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اصْطَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir. للّٰهُ lafzâ-i celâli mübteda olarak lafzen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ماَ müşterek ism-i mevsûl lafza-i celâle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُشْرِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اصْطَفٰى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi صفو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُشْرِكُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan …الْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الْحَمْدُ’nün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
Mekulü’l-kavle matuf olan وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır., Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan سَلَامٌ ’un haberi mahzuftur. عَلٰى عِبَادِهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelmesi tazim ve teksir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّلامُ ’ın aslı, insanların birbirleri ile karşılaştıklarında سَلامٌ عَلَيْكَ ، السَّلامُ عَلَيْكَ lafızlarıyla söyedikleri bir isimdir. Anlamı da sapasağlam ve kalıcı olan emniyet ve güvenlik demektir. Buradaki عَلٰى temekkün anlamında mecazdır. (Âşûr)
عِبَادِهِ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
عِبَادِهِ için sıfat konumundaki has ismi mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اصْطَفٰى , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Bundan önce Allah, anılan peygamberlerin kıssalarını, onların, Allah'ın sonsuz kudretini ve yüce şânını ifade eden haberlerini, o peygamberlerin yüksek kadirlerine ve haberlerinin sıhhatine delalet eden o kendilerine tahsis buyurduğu kahredici ayetleri ve açık mucizeleri Resulullah'a (s.a.) beyan buyurdu; o peygamberlerin lisanıyla İslam'ın hak din olduğunu, küfür de şirkin ise batıl olduğunu, o peygamberlere uyan kimsenin hidayete eriştiğini, onlardan yüz çevirenin ise helak uçurumundan yuvarlandığını da açıkladı; o kıssaların içerdiği çeşitli ilâhi marifetlerle de Resulullah'ın kalbini ferahlandırdı; mukaddes âlemden akan sübhanî melekelerin nurlarıyla da Resulullah'ın (s.a.) kalbine nur doldurdu ve bütün bunlarla,
“Ey Resûlüm! Hiç şüphesiz bu Kur’an, Hakîm olan Allah tarafından sana verilmiştir.” ayetinde anlatılan hakikatin manasını takrir buyurdu, işte ondan sonra burada da Allah, Resulüne, herkesin istediği ve hiç kimsenin de daha ötesine göz dikmediği nimetlerden kendisine ihsan etmesinden dolayı hamd etmesini emir buyurduğu gibi öncelik hakkını ve din için çalışmalarının hakkını eda etmek üzere, haberleri Peygamberimize vahyedilen ilâhi marifetler cümlesinden olan o kıssalarda anlatılan peygamberlerin de dahil olduğu bütün peygamberlere selam etmesini de emir buyurdu. (Ebüssuûd)
آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Müste’nefe olan cümle mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takrirî manadadır.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İstifham, muhatabı zem, hatasını tenbih ve hakkı ikrar için gelmiştir. (Âşûr)
Buradaki istifham, hemze ile kullanılan أمِ ile birlikte gelmesi dolayısıyla hakikidir. Çünkü tehekküm (hicvetmek) anlamı, kelamın hakiki kullanımıyla bina edilir. (Âşûr)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkar ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
خَيْرٌ ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil mübalağa ifade eder.
أَمْ harfi atıftır. Lafza-i celâle matuf olan müşterek ismi mevsûl مَا ’nın sılası olan يُشْرِكُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَ (Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları mı?) cümlesi, azarlama ve alay üslubuyla söylenmiştir. (Safvetu’t Tefasir)
Şayet اَمَّا يُشْرِكُونَ ifadesindeki أَمْ ile ام من خلق ifadesinin ْ أَمْ ’i arasında ne fark vardır? dersen şöyle derim: Bu (O ikisinden hangisi daha hayırlıdır?) anlamından ötürü muttasıl (bitişik) أَمْ iken diğeri بل -e anlamında- em-i münkatıdır; “Allah mı daha hayırlı yoksa ilâhlar mı?” buyurduğunda “Evet, gökleri ve yeri yaratan mı daha hayırlı (yoksa ilâhlar mı?)” buyurmuş olmaktadır ki bu da evreni yaratmaya kādir olanın hiçbir şeye gücü yetmeyen bir cansızdan daha hayırlı olduğu hususunu onların zihinlerine yerleştirmek içindir. (Keşşâf)
Ayetteki, “Allah mı hayırlı, yoksa onların Allah'a ortak koştukları şeyler mi?” ifadesi, müşrikleri susturmak, susmaya mecbur bırakmak ve üzerinde oldukları hali küçümseyip onunla alay etmektir. Çünkü onlar putlara ibadeti, Allah'a ibadete tercih etmişlerdir. Halbuki bir kimse, bir şeyi bir şeye, ancak onda daha fazla hayır ve fayda olursa tercih eder. İşte bu sebeple onların sapıklıkta ve cehalette zirvede olduklarına dikkat çekmek için böyle denmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bahsedilen kıssalardan kudretinin yüceliği anlaşılan ve bu sebepten her türlü hamd, övgü ve yücelik kendisine ait olan Allah mı hayırlı, yoksa müşriklerin O'na ortak koşarak taptıkları şeyler mi? Nasıl, kime ibadet etmeli? Bütün hayır kudreti elinde olan Allah ile hiçbir şey denk ve benzer tutulamayacağından bu karşılaştırmanın sadece müşriklere başa kakma için olduğu apaçıktır. Bahsi geçen tarihi kıssalar Allah'ın hayırlı olduğu hususuna naklî birer delil olmuşlardır. (Elmalılı)
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kim? |
|
2 | خَلَقَ | yarattı |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
4 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
5 | وَأَنْزَلَ | ve indirdi |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | مِنَ | -ten |
|
8 | السَّمَاءِ | gök- |
|
9 | مَاءً | su |
|
10 | فَأَنْبَتْنَا | ve bitirdik |
|
11 | بِهِ | onunla |
|
12 | حَدَائِقَ | bahçeler |
|
13 | ذَاتَ | gönül açıcı |
|
14 | بَهْجَةٍ | gönül açıcı |
|
15 | مَا | olmayan |
|
16 | كَانَ | mümkün |
|
17 | لَكُمْ | sizin için |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | تُنْبِتُوا | bitirmeniz |
|
20 | شَجَرَهَا | bir ağacını (bile) |
|
21 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
22 | مَعَ | ile beraber |
|
23 | اللَّهِ | Allah |
|
24 | بَلْ | hayır |
|
25 | هُمْ | onlar |
|
26 | قَوْمٌ | bir kavimdir |
|
27 | يَعْدِلُونَ | (haktan) sapan |
|
Behece بهج: بَهْجَة kelimesi ten rengi güzel olmak ve sevincin zuhur etmesi anlamlarına gelir. Fiil olarak بَهُجَ şeklinde kullanılırken, ismi faili de بَهِيجٌ dur.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Behçet, Behiç, Behice ve İbtihaç'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم يخلق (Yaratmayan gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو’dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlün bih olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. مَٓاءً mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
اَنْزَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْبَتْنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو’dir. بِه۪ car mecruru اَخْرَجَ fiiline mütealliktir. حَدَٓائِقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müntehe’l cumû’ sıygasında olup gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.
ذَاتَ kelimesi حَدَٓائِقَ ’nın sıfatı olup, beş isimden olduğu için nasb alameti eliftir. بَهْجَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ
مَا كَانَ لَكُمْ cümlesi حَدَٓائِقَ ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin mahzuf muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
تُنْبِتُوا fiili نَ ’un hazfi ile mensub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُنْبِتُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نبت ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
İsim cümlesidir. بَلْ idrâb ve atıf harfidir.
بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Arapçada atıf harflerinden biri olan ام biri muttasıl, biri munkatı’ olmak üzere iki kısımdır. Muttasıl olan ام , soru “hemzesi” karşısında edilgen bir “terdîd” yani iki ihtimalli bir mana ifade eder. Munkatı' olan ام ise cümlenin başına gelerek بَلْ gibi idrâb (sözü başka yöne çevirme) ile “ ا “ hemze yani soru manasına gelir, ancak “Şu sizin askerleriniz, hani kimlerdir?” (Mülk Suresi, 20) gibi önünde açık bir soru edatı bulunduğu zaman hemze yani soru, var saymaya gerek olmaksızın yalnız بَلْ manasına idrâb olur. Yani bir sözden bir söze geçmeyi ifade eder. Biz bunların ikisini de ‘yoksa’ diye tercüme ediyorsak da ‘yoksa’ aslı itibariyle manasında bir şartıyye olduğundan doğrudan doğruya değil, dolayısıyla bir tercüme oluyor. Bunun için muttasıl ام ’e uygun olsa bile munkatı’ ام ’e her zaman uygun düştüğü iddia edilemeyecektir. Bu sebepten بَلْ yerinde “hayır, yok, daha doğrusu, fakat” tabirlerinden birini kullanıyoruz. (Elmalılı)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. يَعْدِلُونَ fiili قَوْمٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَعْدِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümleye dahil olan اَمَّ munkatı’ yani hemze ve بَلْ manasındadır.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ’in sılası olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen kınama manası ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme anlamı olduğu için için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ’in haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم يخلق (yaratmayan gibi) şeklindedir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümlesi, atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
مَٓاءً ‘deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
السَّمٰوَاتِ - السَّمَٓاءِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ifade mana itibariyle az öncekinin kapsamı içerisindedir. Böyle bir soruda onları azarlama manası ile Yüce Allah'ın kudretine, ilâhlarının da acizliklerine dikkat çekme anlamı vardır. (Kurtubî)
Bu tereddüdün mercii, kâfirlerin Allah tarafından susturulmasına, onların sakat görüşlerinin çürütülmesine ve onların tahkir edilmesine tarizdir. Zira pek açık bir gerçektir ki onların Allah'a ortak koştuklarında bir hayır ihtimali yoktur ki onların Allah'a ortak koştukları nesneler ile kendi hayrından başka hayır olmayan ve yegâne ilâh olan Allah arasında bir karşılaştırma yapılabilsin. (Ebüssuûd)
Bu istifham, takrir için olup onları zorunlu olarak hakkı ikrar etmeye sevk etmektedir. Zira asgarî temyize sahip olan hiçbir kimse, bütün mahlukları yaratan ve her birine onun layık olduğu faydaları bahşeden Allah'ın, o mahlukların en değersizinden ve aşağısından (putlardan) hayırlı olduğunu, hatta onların ortak koştukları nesnelerde kesinlikle hiçbir hayır bulunmadığını kabul etmemek kudretine malik değildir. (Ebüssuûd)
فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ
فَ ile öncesine atfedilmiş bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Fiil azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
ذَاتَ kelimesi حَدَٓائِقَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , mef’ûle ihtimam için takdim edilmiştir..
بَهْجَةٍۚ ’deki tenvin, kesret ve nev içindir.
حَدِيقَةٍ : İçinde su bulunan, göz bebeği gibi kıymetli bahçe, bostan.
بَهْجَةٍۚ : Göze, gönüle neşe ve sevinç veren güzellik demektir. (Elmalılı)
Ferrâ' dedi ki: حَدَٓائِقَ , duvar ile etrafı çevrilmiş ve başkalarına karşı korunmuş bahçe demektir. Eğer etrafında duvar yoksa ona بستان denilir, حَدَٓائِقَ ismi verilmez. Katade ve İkrime dedi ki; Bahçeler göz alıcı hurma ağaçlarıdır. Göz alıcı olmak ise süs ve güzellik demektir. Onu görenin gözlerini kamaştırır. (Kurtubî)
Ayette خَلَقَ/ اَنْزَلَ fiillerindeki üçüncü şahıstan daha çok tekid ifade eden birinci şahsa yani اَنْبَتْنَا fiiline dönülerek iltifât sanatı yapılmıştır. Beyzâvî buradaki iltifatın yönünü ve edebî nüktesini şu şekilde açıklar: Allah Teâlâ burada اَنْبَتْنَا (biz yetiştirdik) kelimesiyle bu fiilin zatına mahsus olduğunu vurgulamak ve tabiatları birbirine taban tabana zıt olan, içerisinde son derece güzel ve göz alıcı bitkilerin bulunduğu bahçeleri benzer maddelerden yaratmaya kendisinden başka hiçbir varlığın muktedir olamayacağına dikkat çekmek için üçüncü (gaib) şahıstan birinci şahsa (mütekellim) geçiş (iltifat) yapmıştır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
“Ayetteki, ‘Biz ... bitkilerini bitiririz’ ifadesindeki iltifatın (gaibden, mütekellim sıygasına geçişin) hikmeti şudur; İnsanın, göklerin ve yerin yaratıcısının, gökten yağmur indirenin ancak Allah Teâlâ olduğunda şüphesi yoktur. Fakat kalbine, zaman zaman, o ağacı bitirip yerleştirenin kendisi olduğu şüphesi arız olur. Çünkü o şöyle düşünür: ‘Sıcak yere tohumu atan benim. Onu sulayan benim. Onun güneş almasına gayret eden benim. Sebebi yapan, müsebbebin (neticenin) de faili sayılır. O halde, o ağacı bitiren benim.’ Binaenaleyh işte böyle bir şüphe ihtimali söz konusu olunca, Cenab-ı Hakk bu ihtimali ortadan kaldırmak için gaib sıygasından mütekellim sıygası olan, ‘Biz .... bitirdik’ sıygasına geçmiş ve ‘Siz onun bir ağacını bile bitiremezsiniz’ buyurmuştur. Çünkü insan bazan tohum atar, suyunu verir, bu hususta her türlü sıkıntı ve meşakkate katlanır, güneş almasını sağlar ama yine de istediği gibi bir mahsul elde edemez. İstediği gibi olanlarda ise o şeyin sebebini, yapısını, ölçüsünü ve nasıl olduğunu anlayamaz. Öyle ise o insan nasıl bu işin gerçek faili olabilir? İşte bu İncelikten ötürü, buradaki iltifat sanatı pek yerinde ve güzel olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ
Cümle حَدَٓائِقَ için ikinci sıfattır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur لَكُمْ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُنْبِتُوا شَجَرَهَا cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manadadır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama manasında ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bunun da takdiri “Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilâh mı var?” şeklindedir. [Allah ile birlikte…] ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubî)
Daha önce, onların ortak koştuklarında hiç hayır olmadığı delili ile o müşrikler mağlup edildikten sonra burada da istidlal yoluyla, külli nefiy (olumsuzluk) zımnında, Allah'a ortak koştuklarında İlahlık olmadığını ifade etmekle, o müşrikler susturulmaktadır. Zira asgari temyize sahip olan kimse, onların ortak koştuklarında hiç hayır bulunmadığını inkâr etmeye muktedir olmadığı gibi onlarda asla ilâhlık olmadığını inkâr etmeye de özellikle ilâhlık vasıflarının Allah'tan başkasında bulunmadığını düşündükten sonra muktedir olamaz. Bundan sonra dört kez gelecek bu ifadenin oralardaki izahı da böyledir. (Ebüssuûd)
بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
İdrâb ve ibtidaiyye harfinin dahil olduğu cümle müstenefedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعْدِلُونَ fiili haber olan قَوْمٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Bundan önce müşriklere hitap edilerek onlar kesin delillerle mağlup edildikten sonra burada da onların kötü halleri beyan edilmekte ve bu halleri başkasına hikâye edilmektedir. Yani o müşriklerin âdetleri, hak yoldan tamamıyla yan çizmek ve her hususta istikametten ayrılmaktır. İşte bundan dolayı onlar, yaptıklarını yapıyorlar; apaçık haktan ibaret olan tevhidden yan çiziyorlar ve batıl olduğu apaçık belli olan şirke kapılıyorlar. (Ebüssuûd)
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kimdir? |
|
2 | جَعَلَ | yapan |
|
3 | الْأَرْضَ | dünyayı |
|
4 | قَرَارًا | durulacak yer |
|
5 | وَجَعَلَ | ve yapan |
|
6 | خِلَالَهَا | arasında |
|
7 | أَنْهَارًا | ırmaklar |
|
8 | وَجَعَلَ | ve yaratan |
|
9 | لَهَا | üstünde |
|
10 | رَوَاسِيَ | sağlam dağlar |
|
11 | وَجَعَلَ | ve yaratan |
|
12 | بَيْنَ | arasında |
|
13 | الْبَحْرَيْنِ | iki deniz |
|
14 | حَاجِزًا | bir perde olarak |
|
15 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
16 | مَعَ | ile beraber |
|
17 | اللَّهِ | Allah |
|
18 | بَلْ | hayır |
|
19 | أَكْثَرُهُمْ | çokları |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَعْلَمُونَ | bilmiyorlar |
|
Haceze حجز : حَجْز iki şey arasına ayırıcı bir şey koyarak onların birbirine ulaşmasına mani olmaktır. Hicaz حِجاز denmesinin nedeni Şam ile Bâdiye arasında bir engel olmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri haciz, mahcuz ve Hicaz'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır.
مَنْ müşterek ism-imevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم جَعَلَ (Yapmayan gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ الْاَرْضَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَرَاراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
خِلَالَـهَٓا mekân zarfı جَعَلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْهَاراً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. لَهَا car mecrur جَعَلَ fiiline mütealliktir. رَوَاسِيَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بَيْنَ zaman zarfı جَعَلَ fiiline mütealliktir. الْبَحْرَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için يْ ile mecrurdur.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
İsim cümlesidir. بَلْ idrâb ve atıf harfidir. بَلْ : Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَ mübteda olup lafzen merfûdur. Munfasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَۜ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْدِلُونَۜ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. أَمْ, hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatı’ أَمْ’dir.
Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama, ikrar ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ‘in sılası olan جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ’in haberi mahzuftur.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً ile وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ ve وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاً cümleleri, atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
جَعَلَ fiilinin tekrarlanması Allah Teâlâ’nın azim kudretini vurgulamak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اَنْهَاراً - رَوَاسِيَ - الْبَحْرَيْنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mef’ûl olan قَرَاراً - اَنْهَاراً - رَوَاسِيَ - حَاجِزاًۜ kelimelerindeki tenvin nev, teksir ve tazim içindir. Teksir kemiyet bakımından, tazim ise keyfiyet bakımından üstünlüğü ifade eder.
Allah Teâlâ, bu ayette yeryüzünün şu dört faydasını saymıştır:
Birinci fayda, onun bir karargâh oluşudur. Allah Teâlâ, yeryüzünü oval yaratmış ve üzerinde rahat durulabilsin, karar kılınabilsin diye onu düzenlemiştir. Yeri ne fazla sert, ne fazla yumuşak yaratmamış, orta bir halde yaratmıştır. Böylece yeryüzü, üzerinde oturan kimsenin rahatsız olacağı bir taş gibi sert değildir. Yine yer, içine batılıp gidilen bir su ve balçık gibi yumuşak değildir. Işığın aksetmesine kabil olması için kesif ve tozlu yaratmıştır. Eğer yeryüzü saydam olsaydı, ışıklar onda durmaz, o zaman da hiçbir canlının yaşayamayacağı bir soğuklukta olurdu. Güneşin dönme eksenini eğik yaratmıştır. Böyle olmasaydı mevsimlerdeki farklılıklar meydana gelmez, mevsimlerden hasıl olan faydalar da elde edilemezdi. Yeryüzü ölülerin de dirilerin de yer aldığı bir mekân kılınmıştır. Çünkü her çirkin şey onun üzerine atılır ve her güzel şey ondan çıkar.
İkinci fayda, Allah'ın o yeryüzünün aralarında ırmaklar akıtmış olmasıdır ki dört çeşit su çıkmaktadır: Akan gözelerin suyu... Bu, kendisi fazla, fışkırma gücü ileri, yer altı buharlarından kaynaklanan, yeri bu kuvvetiyle delip çıkan ve sonra devamlı olarak akan sulardır.
Durgun gözelerin suları... Bunlar da kuvveti, ancak yeryüzüne çıkacak kadar olan, fakat kuvveti ve kendisi, peşpeşe gelecek derecede olmayan buharlardan olan sulardır.
Nehir ve kanalların suları... Bunlar da yeryüzünü delecek güçte olmayan buharlardan elde edilen sulardır. Bunların üzerinden o toprak kazılıp kaldırıldığında, o buharlar çıkacak bir delik bulurlar ve az bir güç ile yeryüzüne çıkıp akmaya başlarlar.
Kuyuların suları... Bunlar da kanal ve nehir suları gibi yerden kaynayan sulardır. Fakat bunların, bir yere doğru akma imkânı yoktur. Binaenaleyh, yeryüzünün bu sertliğinin olmaması halinde, o buharların yerin altında bir araya gelemeyecekleri anlaşılır. Çünkü eğer o buharlar yerin altında bir araya gelmeselerdi, yerin üstündeki bu gözeler meydana gelemezlerdi.
Üçüncü fayda, Allah'ın yeryüzünde revasih yani kazık gibi çakılmış dağlar yerleştirmesidir. Gözelerin, su birikintilerinin ve madenlerin çoğu ya dağlarda ya da dağlara yakın yerlerde bulunur. Gözelerin dağlarda meydana gelmiş olması şöyle olur: Yer yumuşak ve nemsiz olsaydı oradan buharlar emilip zayi olur ve zikre değer bir su birikmezdi. Demek ki bu buharlar ancak sert toprak altında toplanabilir. Dağlar ise yerin en sert yerleridir. Dolayısıyla bu buharları tutmaya, toplamaya ve böylece de gözelerin esasını oluşturabilecek şeylerin bir araya gelmesine elverişli yerler olurlar. Dağ su deposuna benzer. Dağın huknası buharla doludur ki adeta damıtma işlemi için hazırlanmış imbiğe benzer. Buharın az bir kısmının bile dağılıp kaçmasına imkân vermez. Dağın alt kısmı ise damıtma kazanı durumunda olup kanallardan gelen su orada toplanır. İşte bundan ötürü gözelerin çoğu dağlardan, pek azı da sahralardan fışkırır. Bu az kısmın o sahralardan fışkırması da yine, oraların sert olmasına bağlıdır.
Dördüncü fayda: Allah'ın iki deniz arasına bir perde koymasıdır... Bundan murad, tatlı suyun karışma ile bozulmamasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan hemze, inkârî manadadır.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama, ikrar manası taşıdığı ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِلٰهٌ ’un tenkiri tahkir ve kıllet ifade eder.
Bunun da takdiri “Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilâh mı var?” şeklindedir. “Allah ile birlikte…” ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubî)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen de bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden لَا يَعْلَمُونَۜ cümlesi, müsneddir.
Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek: hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşrikler de Allah'ı inkâr etmiyorlar. Nitekim [Yemin olsun ki onlara, gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, hiç şüphesiz Allah! derler.] ayeti de bunu ifade etmektedir. Hayır, o müşrikleri asıl susturan delil, ilâhlığın zikredilen zorunlu vasıflarında ortağı olmadıklarını kabul ettikleri nesneleri ibadette ona ortak koşmalarıdır. Sanki şöyle denilmiştir: İlâhlığın hususiyetlerinde ortak olan Allah ile birlikte başka bir ilah var mı ki ibadette ona ortak kılınabilsin! Onların çoğu hiçbir hakikati anlamıyorlar, işte bundan dolayı apaçık olduğu halde içinde bulundukları şirkin batıl olduğunu anlamıyorlar. (Ebüssuûd)اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kimdir? |
|
2 | يُجِيبُ | yetişen |
|
3 | الْمُضْطَرَّ | darda kalmışa |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | دَعَاهُ | du’a ettiği |
|
6 | وَيَكْشِفُ | ve kaldıran |
|
7 | السُّوءَ | kötülüğü |
|
8 | وَيَجْعَلُكُمْ | ve sizi yapan |
|
9 | خُلَفَاءَ | sahipleri |
|
10 | الْأَرْضِ | yeryüzünün |
|
11 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
12 | مَعَ | ile beraber |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | قَلِيلًا | ne de az |
|
15 | مَا |
|
|
16 | تَذَكَّرُونَ | düşünüyorsunuz |
|
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. مَنْ müşterek ism-imevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم يُج۪يبُ (Cevap vermeyen, kabul etmeyen gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُج۪يبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الْمُضْطَرَّ mef’ûlün bih olup fetha ile mansudur. اِذَا zaman zarfı, يُج۪يبُ fiiline mütealliktir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
دَعَاهُ fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دَعَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكْشِفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. السُّٓوءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. يَجْعَلُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. خُلَـفَٓاءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.
يُج۪يبُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
قَل۪يلاً masdardan naib olarak gelen قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır.
مَا zaiddir. قَل۪يلاً ’i tekid etmek içindir.
تَذَكَّرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. أَم, hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatı’ أَمْ’dir. İstifham, inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama, ikrar manaları taşıması ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme kastına matuf olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir.
Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ‘in haberi mahzuftur.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ‘in sılası olan يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması herkes tarafından biliniyor olması ve sonraki habere dikkat çekme kastı sebebiyledir.
Bu ayette şarttan mücerret zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan دَعَاهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُج۪يبُ fiili, اِذَا ’nın müteallakıdır.
Aynı üslupta gelen وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ ve وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِ cümleleri, atıf harfi وَ ’la sılaya atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْمُضْطَرَّ - السُّٓوءَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْمُضْطَرَّ ’daki tarif, ahdi zihnidir. (Âşûr)
الْمُضْطَرَّ ile burada kastedilen cinstir. Bu sebepten her sıkılanın duasını kabul etmek gerekmez. “O dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır.” (Enam Suresi, 41) gibi dilemesiyle kayıtlıdır. Bununla birlikte çoğu zaman şiddetli ihtiyaç halinde duanın kabul olunacağına işaret, hatta vaat yani söz verme de var, demektir. Çünkü sıkışma halinde ihlas ortaya çıkar. Nice imansızların imana geldikleri görülür. (Elmalılı)
Keşşâf sahibi şöyle der: “Zaruret, insanı sığınmaya götüren, mecbur bırakan hal demektir. Iztırar da zaruret kökünün iftial vezni üzere olan şeklidir. Arapçada, اضدره الى كذ ‘Onu, ona mecbur kıldı’ denir. Bu babın, ism-i faili ve ism-i mef'ûlü aynı şekilde الْمُضْطَرَّ olarak gelir. الْمُضْطَرَّ , bir hastalığın veya fakirliğin veya zamanın belalarından herhangi birinin, Allah'a yalvarıp yakarmaya mecbur bıraktığı kimsedir.” (Fahreddin er-Râzî)
يَكْشِفُ ’da teşbih vardır. إزالَةِ anlamında müstear lafızdır. (Âşûr)
خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِ , yeryüzünün halifeleri, yeryüzünde geçmişlerin yerlerine kalanlar, demek olursa da ilâhi hükümlerin yerine getirilmesi kendilerine emredilmiş hilafet sahipleri yani yeryüzünün hükümdarları manasına olması da uygundur. Sıkıntıda bulunanın duası ile kötülüğün kaldırılmasına işaret edilmiş olması da ancak bununla uygun olur. Ve o halde bu cümle müminlere daha ta İslam'ın başlangıcında geleceğin İslamî hakimiyetini vadeden büyük bir müjdeyi ifade eder. (Elmalılı)
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan hemze inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama, ikrar manasında olduğu ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu kelam, Allah'tan başka ilah olmadığının takrir ve tahkikidir. (Ebüssuûd)
Bu cümlenin takdiri, “Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilah mı var?” şeklindedir. [Allah ile birlikte…] ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubi)
Bu cümle 60 ve 61. ayette geçen cümlenin tekrarıdır. Aralarında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, S. 314)
قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede قَل۪يلًا , mahzuf masdardan naib mef’ûlü mutlaktır. Amili تَذَكَّرُونَۜ ’dir. Cümlenin takdiri, تتذكرون تذكرا قليلا (Çok az düşünüyorsunuz) şeklindedir.
Bu takdire göre zaid harf مَا ve mef’ûlü mutlak ile tekid edilmiş fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
قَل۪يلا kelimesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki مَا edatı, bu belirsizlikten çıkan azlık manasını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kimdir? |
|
2 | يَهْدِيكُمْ | size yol gösteren |
|
3 | فِي | içinde |
|
4 | ظُلُمَاتِ | karanlıkları |
|
5 | الْبَرِّ | karanın |
|
6 | وَالْبَحْرِ | ve denizin |
|
7 | وَمَنْ | ve kimdir? |
|
8 | يُرْسِلُ | gönderen |
|
9 | الرِّيَاحَ | rüzgarları |
|
10 | بُشْرًا | müjdeci |
|
11 | بَيْنَ | önünde |
|
12 | يَدَيْ | önünde |
|
13 | رَحْمَتِهِ | rahmetinin |
|
14 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
15 | مَعَ | ile beraber |
|
16 | اللَّهِ | Allah |
|
17 | تَعَالَى | yücedir |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | عَمَّا | şeylerden |
|
20 | يُشْرِكُونَ | ortak koştukları |
|
İnsanların karada ve denizde gece karanlığında yolculuk yaparken yönlerini tayin etmelerine elverişli olarak yaratılmış olan yıldızlar, bunlardan faydalanacak özellikte yaratılmış olan insan zekâsı (krş. En‘âm 6/97), ayrıca denizlerden buharlaşan suyu kara parçalarının içlerine kadar götürüp oralarda yağmur veya kar olarak yağmasını sağlayan ve bu yağmurların (rahmet) müjdecisi olan rüzgâr, işte bütün bunlar Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretinin büyüklüğünü gösteren kevnî delillerdendir (krş. A‘râf 7/57).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 201-202
Raveha روح : رَوْح ve رُوح sözcükleri temelde aynıdırlar.
Fakat رُوح kelimesi; a)Nefese isim olmuştur, nefesin رُوح olarak adlandırılmasının nedeni ruhun bir bölümünü oluşturmasıdır. Bu yönüyle türe cinsinin adının verilmesine benzer. b) Ayrıca kendisiyle hayatın ve hareketin husule geldiği menfaatlerin celbedilip zararların def'edilmesinin Allah'dan dilendiği cüze isim olmuştur. c) Meleklerin eşrafı, büyükleri de رُوح olarak adlandırılmıştır. d) Cebrail (a.s.) رُوح القُدُسِ olarak isimlendirilmiştir. e) Hz. İsa (a.s.) da bu isimle adlandırılmıştır. f) Yüce Allh'ın ayetinde Kur'an-ı Kerim رُوح olarak adlandırılmıştır.
رَوْحٌ nefes alıp vermedir. رَيْحان sözcüğü temelde rızık anlamındadır. Bu temel anlamdan sonra yenen taneye denir. رِيحٌ bilinmekte olan rüzgardır. Hareket halindeki hava şeklinde tanımlanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de tekil formda geçtiği yerlerin genelinde azabı ifade ederken; çoğul lafızla zikredildiği yerlerin tümünde رِياحٌ şeklinde rahmeti ifade eder. رِيحٌ kelimesi bazen müstear olarak galip gelme manasında da kullanılır.
Türkçede de kullandığımız راحَةٌ kelimesi de رَوْحٌ kökünden gelmektedir ve rahat, huzur, sukun ve kolaylık manasındadır. Son olarak bu kökten olan راءِحة sözcüğü havaya koku yayılması demektir.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 57 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ruh, ruhi, ruhani, ervah, rahat, reyhan, rayiha, teravih, müsterih ve istirahattir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır.
مَنْ müşterek ism-imevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, كمن لم يَهْد۪يكُمْ (Size hidayet etmeyen gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يَهْد۪يكُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَهْد۪يكُمْ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي ظُلُمَاتِ car mecruru يَهْد۪يكُمْ fiiline mütealliktir. الْبَرِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْبَحْرِ atıf harfi و ’la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü يَهْد۪يكُمْ fiiline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يُرْسِلُ الرِّيَاحَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُرْسِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الرِّيَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بُشْراً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَيْنَ zaman zarfı بُشْراً ’ya mütealliktir. يَدَيْ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur. يَدَيْ ’in sonundaki نَ izafetten dolayı hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. رَحْمَتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُرْسِلُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Fiil cümlesidir. تَعَالَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هو’dir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl عَنْ harf-i ceriyle birlikte تَعَالَى fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُشْرِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يُشْرِكُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. أَمْ, hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatı’ أَمْ’dir.
Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham, inkârî manadadır.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ’in sılası olan يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması herkes tarafından biliniyor olması ve sonraki habere dikkat çekme kastı sebebiyledir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ’in haberi mahzuftur.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama, ikrar manaları taşıması ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme kastına matuf olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir.
Ayetteki ikinci müşterek ism-i mevsûl مَنْ, birinciye matuftur. İsm-i mevsûlün sılası يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
بُشْراً kelimesi الرِّيَاحَ ’den haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Kur’an-ı Kerim’de rüzgâr kelimesi rahmet bağlamında ise cemi, azap bağlamında ise müfred gelmiştir. (er-Ragıb el-Isfahânî, Müfredât, s. 370)
Rahmetin, Allah Teâlâ’ya ait zamire izafe edilmesi, tazim ve teşrif ifade eder.
رَحْمَتِه۪ۚ ibaresi, yağmurdan kinayedir.
الْبَحْرِ - الْبَرِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ [Rahmetinden önce] terkibinde latif bir istiare vardır. "Yağmur yağmadan önce" demektir. Burada, Yüce Allah, يَدَيْ (iki el) kelimesini, أمام (ön) yerinde müstear olarak kullanmıştır. (Safvetu’t Tefasir)
Bu ayette kara ve deniz yolculuklarında cihat ile İslam fetihlerinin ilerleyeceği haber veriliyor. Ve Hak rızasını takip ederek fiilen birlik ile neticelenecek olan farklı fikir ve görüş akımlarının “Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir” hadisinin açıkladığı üzere bir rahmet müjdecisi olduğuna da işaret edilmiştir. (Elmalılı)
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan hemze, inkârî manadadır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle kınama, ikrar manasında olduğu ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümle 60, 61 ve 62. ayette geçen cümlenin tekrarıdır. Aralarında tekrir, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
Bu kelam, Allah'tan başka ilâh olmadığının takrir ve tahkikidir. (Ebüssuûd)
Bu cümlenin takdiri “Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilâh mı var?” şeklindedir. [Allah ile birlikte…] ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubî)
تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte تَعَالٰى fiiline mütealliktir. Sılası olan يُشْرِكُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, teceddüt ve hudûsa delalet eder. (Vakafat s. 84)
تَعَالَى fiilinin تفاعل babında olması mübalağa içindir.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Misafirlikte otururlarken, aralarındaki en yaşlı ve bilgili olanını dinliyorlardı:
Misafirliğe giden insanın halinden alınacak çok ibret vardır. O, bulunduğu evin misafiri olduğu bilinci ile haline ve tavrına dikkat eder. Gelmeden üstüne başına çekidüzen verir. Evin sahibini ve eşyalarını incitmemek için ölçülü davranır. Yapılan ikramlara teşekkür eder. Mümkünse küçük bir hediye ile gönül yapar.
Misafirlikteki insanın, hoş vakit geçirdikten ve ikramı yedikten sonra verileni yalanlamasına ya da bir başkasına teşekkür etmesine ya da evin sahibinden değil de, bir başkasından daha fazlasını istemesine şahit olsan; onun hakkında ne düşünürsün? Belki sadece kalbinde ayıplarsın, belki de gider başkalarına anlatırsın ama illa ki doğru bir davranış olmadığını bilirsin.
İşte burada hatırlamalı insan: o bu dünyada misafirdir. Aslında hiçbir şey gerçek manada kendisinin değildir. Nefsinin umduğunu değil de bulduğunu yiyerek şükür etmelidir. Misafirlikteki süresi geçicidir, sonsuza kadar kalmayacağı kesindir. Sıkılsa da, mutlu olsa da biteceğini bilir. Planlarını da ona göre yapar yani gideceği evine hazırlık hali içindedir.
Atılan her adımda, bakılan her noktada ve yenilen her lokmada Rabbini hatırlamalı. O Allah ki: Gökleri, yeri ve suyu yaratandır. Su ile bitkileri yetiştiren ve manzaraları güzelleştirendir. Yeryüzünü; denizler, yollar ve dağlarla süsleyen ve bunlarla insana hayatı kolaylaştırandır. Darda kaldığında ferahlatan, yardımını istediğinde yetişen, mutluluklarını pekiştiren ve acılarını dindirendir. Sana dünyadan daha güzelini vaad edendir. Kalbini dönmek ve rızası uğruna şükür içinde yaşamak için, var mı O’ndan daha güzeli? Elhamdulillah.
Ey Allahım! Dünya üzerindeki misafirliğimizi hayırla ve rızanı kazanmış olarak tamamlamamız için bize yardım et ve bizi dosdoğru yoluna ilet. Asıl evimiz olan cennetine kavuşanlardan olmamızı nasip et. Şirkin ve nankörlüğün her türlüsünden uzak tut. Bulunduğumuz her mekanda ve zamanda; bizi Seni hatırlayanlardan eyle.
Amin.
***
Ey kullarını muhabbeti ile kuşatan Allahım!
İsteyince, oyun gibi basit konular da dahil, dünyadaki hedeflere odaklanmak ve hayatta geri kalanları görmemek kolaydır. Senin hoşnutluğunu kazanmayı ve ahiret huzurunu hedef belleyerek Senin rızana uygun şekilde yaşamamızı kolaylaştır. Ahirette hiçbir anlam ifade etmeyecek işlere ve ilişkilere gereksiz bir hevesle vaktimizi harcamaktan muhafaza buyur. Ahiret hayatımızı olumsuz yönde etkileyecek hallerin hepsinden ise uzaklaştır. Senin adın anıldığında, gözümüz sadece Sana ulaştıracak yolu görsün ve gönlümüz sadece Sana yakınlığı istesin. Her anımızda Sana layık bir kul olmamızı kolaylaştır. Hayatlarımızı zikrin ile, muhabbetin ile doldur. Severek ve sevdirerek Sana itaat edenlerden eyle.
Ey olmaz denileni olduran Allahım!
İsteyince, dünyada arzulanan bir şeye ya da bizi ona ulaştıracağına inandığımız sebebe sıkıca sarılmak ve gücümüz yettiğince onu aramak ya da bulunca bırakmamak kolaydır. Sana sımsıkı sarılmamızı, doğru sebeplere tutunmamızı, doğru şeyleri istememizi ve aramamızı kolaylaştır. Yanlış isteklere ve yanlış sebeplere tutunmaktan muhafaza buyur. Şüphesiz ki sebepleri bulduran ve onları işe yarar kılan ancak Sensin. Hastalıktan sağlığa, çaresizlikten umuda, darlıktan feraha, hüzünden mutluluğa ve diğer umduklarımıza kavuştuğumuz zaman sebepleri ön plana çıkartmak yerine daima hemen Sana şükür edenlerden olmamızı ve her hatırımıza geldiğinde de Senin adını şükür ile anmamızı nasip eyle.
Bizi takva sahibi şükür ehlinden eyle. İki cihanda da iyilik verdiğin, sevdiğin ve affettiğin kullarından eyle.
Amin.