بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yahut kimdir? |
|
2 | يَبْدَأُ | başlayan |
|
3 | الْخَلْقَ | yaratmağa |
|
4 | ثُمَّ | sonra |
|
5 | يُعِيدُهُ | onu iade eden |
|
6 | وَمَنْ | ve kimdir? |
|
7 | يَرْزُقُكُمْ | sizi rızıklandıran |
|
8 | مِنَ | -ten |
|
9 | السَّمَاءِ | gök- |
|
10 | وَالْأَرْضِ | ve yerden |
|
11 | أَإِلَٰهٌ | tanrı mı var? |
|
12 | مَعَ | ile beraber |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | قُلْ | de ki |
|
15 | هَاتُوا | getirin |
|
16 | بُرْهَانَكُمْ | delilinizi |
|
17 | إِنْ | eğer |
|
18 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
19 | صَادِقِينَ | doğrular(dan) |
|
Diğerleri yanında varlığın, oluşun ve hayatın başlaması, devam etmesi ve yaratılışın yenilenmesi de Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren delillerdendir (yaratılış hakkında bilgi için bk. Yûnus 10/4, 34; Ankebût 29/19). Müşrikler, evrenin Allah tarafından yoktan yaratılıp yönetildiğine, Allah’ın gökten yağmur yağdırıp onunla yeryüzüne hayat verdiğine ve buradan canlıları rızıklandırdığına inanıyor (bk. Ankebût 29/61-63; Zümer 39/38) fakat öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlardı. Kendisini Allah’ın yaratmış olduğunu itiraf eden insan, bir soru yöneltilerek düşünmeye sevkedilmekte ve öldükten sonra yeniden diriltilebileceğine de iman etmeye çağrılmaktadır.
“Kesin delil” diye çevirdiğimiz burhân kelimesi “akıl, işaret ve alâmet” anlamlarına da gelir. Burada Allah’a ortak koşanların bu iddialarının doğruluğunu ispatlayacak kesin delil getirmeleri istendiği için bu şekilde tercüme edilmiştir (burhân hakkında bilgi için bk. en-Nisâ 4/174).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 202
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır.
Müşterek ism-i mevsûl مَّنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri; كمن لم يخلق (Yaratmayan gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يَبْدَؤُا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
يَبْدَؤُا merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْخَلْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُع۪يدُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَّنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri; كمن لم يخلق (Yaratmayan gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يَرْزُقُ ‘dur.Îrabdan mahalli yoktur.
يَرْزُقُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru يَرْزُقُ fiiline mütealliktir. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la السَّمَٓاءِ ‘ya matuftur.
يُع۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
Hemze istifhâm harfidir. اِلٰهٌ mübteda olup lafzen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَاتُوا fiili نَ ‘un hazfıyla camid, mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
هَاتُوا fiili, Kur'an'da dört kere geçmiştir. İbni Hişam'a göre camid bir fiildir. Mazisi, muzarisi yoktur. (İrabül Kur’an, Mahmud Sâfî) هات kelimesi, هاء konumunda ve ‘getir, ortaya koy’ anlamında bir sestir. (Keşşâf)
بُرْهَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncekinin delaletiyle mahzuftur.
صَادِق۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham, takrirî manadadır.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, herkes tarafından biliniyor olması ve sonraki habere dikkat çekme kastı sebebiyledir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama, ikrar manaları taşıması ve Allah Teâlâ’nın kudretine dikkat çekme kastına matuf olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir.
Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ‘in sılası olan يَبْدَؤُا الْخَلْقَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan مَّنْ ‘in haberi mahzuftur.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelerek sıla cümlesine atfedilen ثُمَّ يُع۪يدُهُ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atfın ثُمَّ ile yapılması az da olsa bir zamanın geçtiğine işarettir.
Ayetteki ikinci müşterek ism-i mevsûl مَنْ , önceki mevsûle matuftur. Sılası olan يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَبْدَؤُا الْخَلْقَ - ثُمَّ يُع۪يدُهُ cümleleri arasında mukabele sanatı mevcuttur.
يَبْدَؤُا - يُع۪يدُهُ kelimeleri arasında tıbak-ı hafiy sanatı vardır. سَّمَٓاءِ - اَرْضِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifhâm, inkârî manadadır. (Mahmut Sâfi)
Cümle istifhâm üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kınama ve ikrar manasına geldiği ve Allah Teâlâ’nın kudretini vurgulama amacına matuf olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Her şeyi bilen yaratıcının böyle bir sorunun cevabını beklemesi muhaldir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اِلٰهٌ ’un haberi mahzuftur. مَعَ اللّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin nekre gelişi, muayyen olmayan cins, adet ve tahkir ifade eder.
Allah Teâlâ'nın tek ilâh olduğunu zihinlere iyice yerleştirmek amacıyla bu cümle, surede 5. kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekitdedilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Bu kelam, Allah'tan başka ilâh olmadığının takrir ve tahkikidir. (Ebüssuûd)
Bu cümlenin takdiri "Vay sizin halinize! Allah ile birlikte bir ilâh mı var?" şeklindedir. [Allah ile birlikte…] ayeti üzerinde vakıf yapmak güzeldir. (Kurtubî)
قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve tahkir manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ [De ki: Delilinizi getirin!] cümlesinde, hasmı aciz bırakıp susturma sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Enbiya/24)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Takdiri, فهاتوا برهانكم (delilinizi getirin) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Bu takdire göre mezkur şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَان ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde müsned صَادِق۪ينَ şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübût manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fâil’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لَا |
|
|
3 | يَعْلَمُ | bilmez |
|
4 | مَنْ | kimse |
|
5 | فِي |
|
|
6 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
7 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
8 | الْغَيْبَ | gaybı |
|
9 | إِلَّا | başka |
|
10 | اللَّهُ | Allah’tan |
|
11 | وَمَا | ve |
|
12 | يَشْعُرُونَ | bilmezler |
|
13 | أَيَّانَ | ne zaman |
|
14 | يُبْعَثُونَ | dirileceklerini |
|
Rivayete göre putperestler, Resûlullah’ın peygamberliğini reddetmek için ona kıyametin ne zaman kopacağına dair bir soru yöneltmişler; bunun üzerine inen âyette kıyametin gayb olaylarından olduğu, Allah’tan başka kimsenin onu bilemeyeceği açıklanmıştır (İbn Âşûr, XX, 19; gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3). Âhiret hayatı insanın bu dünyada algılayabileceği alanın ötesinde yer alan bir gerçek olduğu için insanlar onu bilemez ve tam olarak tasavvur edemezler. Ancak 66. âyette putperest Araplar’ın bu bilgisizliği, kuşkuculuğa, hatta inkâra kadar götürdükleri bildirilmektedir. Ama onlar, âhirette gerçekle karşı karşıya geldiklerinde bilgileri tamamlanacaktır. Bu sebeple Kur’an, ölümden sonraki hayat hakkında bilgi verirken genellikle temsilî bir üslûp kullanmaktadır. “Onlar âhiretten yana kördürler” cümlesi, inkârcıların, âhiret hayatının ilâhî ilimdeki yaratma planının mantıkî bir sonucu olduğu gerçeğini idrakten âciz bulunduklarını ifade eder. Hakkıyla düşünselerdi insandaki sorumluluk ve adalet duygusu ve düşüncesinin ancak mutlak adaletin tecelli edeceği bir âhiret hesabı ve mahkemesiyle anlam kazanacağını, yerine oturacağını anlarlardı. Müfessirler “Hayır, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır” meâlindeki cümlede geçen ve “yetersiz kalmıştır” anlamına gelen “iddâreke” fiilinin farklı kıraatine göre cümleye şöyle de mâna vermişlerdir: “Hayır, onların âhiret hayatı hakkında bilgileri yoktur” (Şevkânî, IV, 170; İbn Âşûr, XX, 22).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 202-203
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli .. لَا يَعْلَمُ ‘dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur. الْغَيْبَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا istisna edatı, غير manasındadır. اللّٰهُ lafza-i celâli, ism-i mevsûl مَنْ ‘den bedel olarak mahallen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَيَّانَ يُبْعَثُونَ cümlesi, amili يَشْعُرُونَ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَيَّانَ zaman zarfı, amili يُبْعَثُونَ fiiline müteallik olup mahallen mansubdur.
يُبْعَثُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ cümlesi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. Car mecrur فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İstisna muttasıldır. (Âşûr)
Cümlenin takdiri şöyledir: لا يعلم الغيب أحد إلّا الله (Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez). Veya istisna edatı غير veya لكن manasındadır. Bu durumda istisna munkatı’ dır. Lafza-i celâl, ism-i mevsûlden bedel veya onun sıfatı olur. (Mahmud Safî)
وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
يَعْلَمُ - غَيْبَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ferrâ da şöyle demiştir: غير anlamındaki istisna edatından sonra (müstesnanın) merfû gelmesi, bu edattan önceki ifadelerin cahd (inkâr, red) olmasından dolayıdır. Bunu nasb ile okuyanlar da istisna olmak üzere nasb etmişlerdir. (Kurtubî)
وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
Cümle وَ ’la mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstifham ismi اَيَّانَ , cümlede zaman zarfı manasında olmak üzere يُبْعَثُونَ۟ fiiline mütealliktir.
Meçhul bina edilerek mef’ûlün vurgulandığı يُبْعَثُونَ۟ cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmişlerdir.
يُبْعَثُونَ fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مَا يَشْعُرُونَۙ - يُبْعَثُونَ۟ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
‘Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler’ manasındaki اَيَّانَ lâfzı اَيَّ ve آنَ 'dan oluşmuştur. Hemzenin kesri ile إياَن de okunmuştur. يُبْعَثُونَ 'daki zamir ismi mevsûl مَنْ 'e yahut kâfirlere racidir. (Beyzâvî)
يُبْعَثُونَ - يَشْعُرُونَ kelimeleri arasında, يَشْعُرُونَ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette olduğu gibi اَيَّانَ ile gelecek zamanda vuku bulacak dehşet verici şeyler sorulmuştur. Buna göre, mes’ul-i anhın (sorulan şey/kişi) tazim edilmek ve korkunç gösterilmek istendiği makamlarda soru edatlarından اَيَّانَ gelir. Sekkaki’ye (626/1229) göre اَيَّانَ sadece bu makamlarda kullanılır. Fakat nahiv alimlerinin meşhur görüşüne göre, tazim makamının haricinde de kullanılır. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifham Üslûbu)بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَلِ | doğrusu |
|
2 | ادَّارَكَ | ardarda geldi |
|
3 | عِلْمُهُمْ | onların bilgileri |
|
4 | فِي | hakkındaki |
|
5 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
6 | بَلْ | fakat |
|
7 | هُمْ | onlar |
|
8 | فِي | içindedirler |
|
9 | شَكٍّ | bir kuşku |
|
10 | مِنْهَا | ondan |
|
11 | بَلْ | daha doğrusu |
|
12 | هُمْ | onlar |
|
13 | مِنْهَا | ondan yana |
|
14 | عَمُونَ | kördürler |
|
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ادَّارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عِلْمُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِي الْاٰخِرَةِ۠ car mecruru ادَّارَكَ fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شَكٍّ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
مِنْهَا car mecruru شَكٍّ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıiktir.
ادَّارَكَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi درك ’dir. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefâ’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru عَمُونَ ‘a mütealliktir.
عَمُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh veciz anlatım kastıyla izafet formunda gelmiştir.
ادَّارَكَ fiili, تفاعل babındadır.
ادَّارَكَ aslında تدارك ‘dir. Tedarük, ardı ardına yetişip ulanmak, diğer bir ifade ile aralıksız birbiri ardınca gelmek: birbiri ardınca gelip katılmak, ara vermeden gelmek, demektir. (Elmalılı)
بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş cümlede بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan هُمْ ’un haberi mahzuftur. ف۪ي شَكٍّ bu mahzuf habere mütealliktir.
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal için bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından ma’tufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَكٍّ şüphe demektir. Şüphe edilen şeyde ihtimal ikiye düştüğünde شَكٍّ , ihtimal ikiden fazlaysa ر َيْب kullanılır. (İsmail Yakıt)
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
Önceki cümleyle aynı formdaki bu cümle de faide-i haber ibtidaî kelamdır. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْهَا , önemine binaen amili olan عَمُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
عَمُونَ kelimesi عمي ’nın cemisidir. عمي kalbi ve gözü görmeyen için kullanılır. أعمي ise gözü görmeyendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 107)
Allah Teâlâ ahireti onların körlüğünün kaynaklandığı başlangıç noktası kılmış, bu yüzden de onu[n âmilini] عَنْ ile değil de مِنْ ile geçişli kılmıştır; çünkü akıbetin ve amele verilecek karşılığın inkârı, onları düşünmeyen ve dikkat etmeyen hayvanlar gibi kılan şeydir. (Keşşâf)
بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ [Hatta onlar, kıyamet hakkında kördürler] cümlesinde istiare vardır. Körlük, hakkı görmezlikten gelmek, Allah'ın nimetlerini düşünmemek yerinde müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
عَمُونَ۟ ; kelimesi, gözü kör anlamında da kullanılır. Kalbin körelmesi ise körlükten daha kötüdür. Basiretin kaybedilmesine oranla gözün kaybedilmesinin pek önemi yoktur. Çünkü, gözleri kör olup kalp gözü açık nice insanlar vardır. Öte yandan kâfirlerin, münafıkların ve gafil kimselerin durumu gibi gözleri gördüğü halde, kalpleri körelmiş nice kimseler vardır. (Ruhûl-Beyan)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Âhiretin inkârı ve inkârcıların çeşitli oyunları son peygamberin muhataplarına özgü değildir; bütün peygamberler bu inkârla karşılaşmış, her şeye rağmen görevlerini yapmış, ilâhî adalet ve irade yerini bulmuştur. Şu halde son mesajın tebliğcisi de gördüğü tepkilere fazla üzülmemeli, canını sıkmamalıdır. Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in uyarılarına rağmen müşrikler âhiret hayatını inkâr etmekle yetinmeyip alaylı ifadelerle o hayatın ne zaman geleceğini sormaktadırlar. 72. âyette Hz. Peygamber’in bu soruya nasıl cevap vermesi gerektiği bildiriliyor. Genellikle müfessirler bu âyette müşriklerin tepesine inmek üzere olduğu bildirilen azabı Bedir Savaşı’nda başlarına gelen ölüm ve esaret olarak yorumlamışlardır (Râzî, XXIV, 214; Şevkânî, IV, 145).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 205
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifhâm harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنَّا ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamir كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تُرَاباً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.
اٰبَٓاؤُ۬نَٓا atıf harfi وَ ‘la كَانَ ‘nin ismi, muttasıl zamire matuftur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hemze istifham harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مُخْرَجُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُخْرَجُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا
وَ , istînâfiyyedir. Allah Teâlâ bu ayette küfredenlerin sözlerini bildirmektedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonradan gelecek habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir. Sılası olan كَفَرُٓوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mef’ûlü yani yalanladıkları şey belirtilmemiştir. كَذَّبُوا fiili, müteaddi olduğu halde mef’ûlünün hazf edilmesi umum ifade edip zihni devreye sokar, geniş düşünmeye imkân sağlar.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Burada kâfirlerin, ölümden sonra dirilmeyi inkâr etmeleri anlatılarak onların ahiret hakkındaki cehaletleri ve körlükleri beyan edilmektedir. Onların, "Kâfir olanlar" şeklinde zikredilmeleri, onları zemmetmek ve batıl hükümlerinin illetini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا cümlesidir. Şart manalı müstakbel zaman zarfı اِذَا ’nın dahil olduğu cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkarî manadadır.
Şart cümlesi olan كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İnkârcıların kullandıkları üslup, inkârlarının ne kadar derin olduğunun delilidir. Çünkü كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin cevap bekleme kastı olmadığı soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takdiri أنخرج إذا كنّا (...olduğumuz zaman çıkarır mıyız?) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebi inşai kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ [Biz toprak olduktan sonra, gerçekten, diriltilip çıkarılacak mıyız?] cümlesi istifhâm-i inkârîdir. اَئِنَّا (biz mi?) terkibinde soru hemzesinin tekrar edilmesi, daha çok hayret ve inkâr ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)
اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Mukadder şartın cevabı için tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan hemze inkarî manadadır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İstifhâm üslubunda gelmiş olsa da gerçek manada soru olmayıp inkâr ve tahkir manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اِنَّ ’nin haberi olan لَمُخْرَجُونَ ‘nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَئِنَّا (Biz mi) ifadesindeki zamir onlara ve atalarına aittir; çünkü onların toprak oluşu kendilerini de atalarını da içerir. (Keşşâf)
"Kâfirler: Bizler ve atalarımız toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten bizler mi elbette çıkarılacağız, dediler?” Bu da körlüklerini açıklama gibidir, ءَاِذَا 'daki âmil اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ 'un delalet ettiği şeydir, o da نَخْرُجُ 'dur; مُخْرَجُونَ değildir. Çünkü hemze, اِنَّ ve lam’ın her biri makablinde amel etmesine manidir. Hemzenin tekrar edilmesi, inkârı abartmak içindir. Çıkarmaktan murad edilen de kabirlerden çıkarmaktır ya da fani olduktan sonra hayata dönmektir. (Beyzâvî-Ebüssuûd)
Kastedilen, topraktan veya yokluk halinden hayata çıkarılmaktır. اِذَا ’nın ve اِنَّ ’nin başına getirilmiş hali ile istifham harfinin tekrar edilmesi topyekün yadırgama üstüne yadırgama, inkâr üstüne inkâr ve katmerli, aşırı küfre delildir.لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | وُعِدْنَا | vadedildi (yapıldı) |
|
3 | هَٰذَا | bu (tehdid) |
|
4 | نَحْنُ | bize |
|
5 | وَابَاؤُنَا | ve atalarımıza |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | قَبْلُ | önceden |
|
8 | إِنْ | değildir |
|
9 | هَٰذَا | bu |
|
10 | إِلَّا | başka bir şey |
|
11 | أَسَاطِيرُ | masallarından |
|
12 | الْأَوَّلِينَ | öncekilerin |
|
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ
Fiil cümlesidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
وُعِدْنَا fetha üzere mebni,meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i işaret هٰذَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir نَحْنُ , naib-i fail muttasıl zamirin tekidi olarak mahallen merfûdur.
اٰبَٓاؤُ۬نَا atıf harfi وَ ‘la mütekellim zamir نَا’ ya matuftur. مِنْ قَبْلُ car mecruru وُعِدْنَا fiiline mütealliktir.
قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İsm-i işaret هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَسَاط۪يرُ ism-i işaret هٰذَٓا ‘nın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاَوَّل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ
İnkârcıların sözlerine dahil olarak fasılla gelmiş olan ayette لَ , mahzuf kasemin cevabı için muvattiedir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
نَحْنُ munfasıl zamiri, وُعِدْنَا fiilindeki zamiri tekid içindir.
وُعِدْنَا meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Burada ba‘s hadisesi hissî bir şeymiş gibi yakınlık ifade eden ism-i işaretle zikredilmiştir.
İşaret ismi هٰذَا ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هٰذَا 'nın نَحْنُ 'dan önce gelmesi, bunu anlatmaktan maksadın yeniden dirilme olmasındandır. (Beyzâvî)
Şayet “Ayette هٰذَا ifadesi نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا (biz ve atalarımız) ifadesinden önce söylenmiş iken, başka bir ayette نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا ifadesi هٰذَا ifadesinden önce söylenmiş?” dersen şöyle derim: Öncelik vermek, önce anılanın, sözün kendisi için sevkedildiği, anlatılmak istenen aslî maksat olduğuna delildir. Buna göre iki ayetten birinde diriltmenin esas alındığı, diğerinde ise sadedin, diriltileceklerle ilgili olduğu gösterilmiş olmaktadır (Keşşâf)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Ayetin, mekulü’l-kavli yerinde olan son cümlesi olan اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ , istînâfiyyedir. Kasrla tekid edilmiş menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi, işaret edilene tahkir kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır.
Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
İnkârcıların kullandıkları üslup, inkârlarının ne kadar derin olduğunun delilidir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve kasr üslubu sebebiyle üç katlı bir tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هٰذَٓا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَبْلُ - الْاَوَّل۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
اَسَاط۪يرُ kelimesi, ya سَطْرٍ kelimesinin çoğulu olan أسْطارٍ kelimesinin çoğuludur ki buna göre mana, "Bu, evvelkilerin aslı esası olmayan şeylere dair yazıp çizdikleri şeylerdendir" şeklinde olur. Yahut da bu, أُسْطُورَةٍ (efsane, masal, hurafe) kelimesinin çoğuludur. Daha uygun olan ikinci görüştür. (Fahreddin er-Râzî, Müminun/83)
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. س۪يرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru س۪يرُوا fiiline mütealliktir.
فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْظُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ cümlesi mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَيْفَ istifhâm ismi, كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubur. عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْمُجْرِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُجْرِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
عَاقِبَةُ kelimesi sülâsî mücerredi عقب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Allah Teâlâ’nın Peygamber Efendimize hitabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve korkutma manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Yine aynı üslupla gelen فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ , mekulü’l-kavl cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler inşâî olmak bakımından mutabıktır.
كَانَ ’nin dahil olduğu كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ isim cümlesi, انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. الْمُجْرِم۪ينَ ’ye muzâf olan عَاقِبَةُ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehdit ve korkutma manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi soru isimleri veya haber ifade eden كَمْ gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa, bu durumda haber, كَانَ ’den ve isminden önce gelir. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
Bu ayetin son cümlesi, 51. ayetin ilk cümlesiyle bir kelime hariç aynıdır. Bu ayette
عَاقِبَةُ مُكْرِهِمْ yerine عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ gelmiştir. Bu tekrar, konuyu hatırlatmak amacıyla yapılmış ıtnâb sanatıdır. Ayrıca iki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَاقِبَةُ ‘i anlatan كَانَ fiiline müenneslik alametinin bitişmeme sebebi, bunun müennesliğinin gerçek olmaması ve anlamın كَيْفَ كَانَ آخِرُ أمرِهِمْ (işlerinin sonu nasıl oldu!) şeklinde müzekker olmasıdır. Allah Teâlâ الْمُجْرِم۪ينَ ifadesiyle inkârcı kesimi kastetmiştir. İnkârın cürümkârlık ile ifade edilmesinin yegâne sebebi, cerimelerin terki ve bu cerimelerin varacağı akıbetle korkutma hususunda Müslümanlar için bir lütuf olmasıdır. (Keşşâf)
Ayette tekzipçiler (yalanlayanlar) yerine mücrimler (günahkârlar) ifadesinin kullanılmış olması, müminlerin, günahların terkini Allah'ın lütfu keremiyle başardıklarını hatırlatmak içindir. (Ebüssuûd)
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَحْزَنْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru تَحْزَنْ fiiline mütealliktir. لَا تَكُنْ atıf harfi وَ ‘la لَا تَحْزَنْ ‘e matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُنْ nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُنْ ‘ün ismi müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
ف۪ي ضَيْقٍ car mecruru تَكُنْ ‘ün mahzuf haberine mütealliktir. مَّا ve masdar-ı müevvel مِنْ harf-i ceriyle ضَيْقٍ ‘a mütealliktir.
يَمْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
Ayet, Allah Teâlâ’nın Peygamber Efendimize hitabıdır. Cümle önceki ayetteki … قُلْ cümlesine, atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. İki ayet arasında inşâî olmak bakımından mutabakat da vardır.
Yine وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ cümlesi, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki … قُلْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي ضَيْقٍ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte ضَيْقٍ ‘a mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hak bu cümlede, onların inkârları sebebiyle Hz. Peygamber‘in üzülmemesini ve onlardan gelecek şeylerden korkmamasını aynı anda zikretmiştir. Bu da adeta, onlara karşı kendisine yardım edeceğini tekeffül etme gibi olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَتٰى istifhâm harfi, mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
İşaret ismi هٰذَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. الْوَعْدُ kelimesi, işaret ismi هٰذَا ‘dan bedel yada atf-ı beyan olarak mahallen merfûdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada ism-i işaretten sonra gelen camid isim (muşârun ileyh) atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ‘dir.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
صَادِق۪ينَ kelimesi,sülâsi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ , istifhâm üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifhâm üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İnkârcıların sahabeye yönelttikleri bu soruyla asıl maksatları alay etmektir.
مَتٰى soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da dokuz yerde kullanılmıştır ve buralarda istifhamın dışında herhangi bir mana ifade etmemiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifham Üslûbu)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَتٰى mahzuf mukaddem habere mütealliktir. هٰذَا muahhar mübtedadır. الْوَعْد ’in, işaret ismi هٰذَا ile işaret edilmesi mütekellimin tahkir amacını ifade etmiştir.
هٰذَا ’dan bedel olan الْوَعْدُ nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
‘’Bu tehdit’’ buyurulurken ذلك değil, yakın için kullanılan هٰذَا işaret ismi gelmiştir. Böylece bu sözü, onların tehdit edildiği vakit söylediklerine delalet edilmiştir. Yani bunu tehditten bir süre sonra söylememişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
هٰذَا الْوَعْدُ ifadesinde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olması onların işaret ettikleri şeyi yani muşârun ileyhi tahkir ifade eder.
يَقُولُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fasılla gelen cümle müstenefedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.
Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şarttır. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
كَان ’nin haberi صَادِق۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
Radefe ردف : رِدْفٌ tâbi olan, izleyen veya takip edendir. Teradüfe تَرادُف gelince o birbirini takip eder, müteakip ya da art arda olmak demektir. رادِفٌ ise sonra gelen veya arkada, geride kalandır.
Yine Kur'an-ı Kerim'de geçen bu kökün bir türevi olan مُرْدِفٌ sözcüğü aslen aynı bineğin üstünde, bir başkasını arkasına bindirmiş olan öndeki kişidir. Ancak ayetteki manası için üç görüş ileri sürülmüştür: a) Sonra gelenler b) Diğer meleklerden önce gelenler c) ordunun önünden gidip düşmanların yüreklerine korku salanlar (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de her biri farklı formda olmak üzere 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri redif, müradif, müteradif ve Râdife'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
عَسٰٓى camid, fetha üzere mebni mazi fiildir. اَنْ ve masdar-ı müevvel fail olarak mahallen merfûdur. يَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكُونَ ‘nin ismi mahzuf şan zamiridir. رَدِفَ لَكُمْ cümlesi يَكُونَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamiru şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamiru kıssa (هِيَ – هَا)
Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiru şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker.
Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَدِفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru رَدِفَ fiiline mütealliktir. بَعْضُ fail olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَسْتَعْجِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَسْتَعْجِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَسْتَعْجِلُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عجل ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, terecci manalı nakıs fiil عَسَى ’nın dahil olduğu …عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. عَسٰٓى bu cümlede tam fiildir.
Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. Onların başına geleceği haber verilen azap, Bedir Savaşında uğradıkları azaptır.
Bu ayetin metninde kullanılan عَسٰٓى kelimesi, şüphe ifade etmemektedir. Zira başkalarının kelamında kullanıldığında şüphe ifade eden عَسٰٓى , لَعَلَّ ve سَوْفَ kelimeleri, hükümdarların vaatlerinde kullanılmadıklarında kesinlik ifade etmektedir. Onların bu şekilde (belki) ifade etmeleri, vakar izhar etmek ve kendi emsalinin işaretlerinin bile başkalarının sarahatleri gibi kesindir. İşte Allah'ın mükâfat ve ceza vaatleri de böyledir. (Ebüssuûd)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ cümlesi, masdar tevili ile عَسٰى ‘nın faili konumundadır. Masdar-ı müevvel, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , faile ihtimam için takdim edilmiştir.
Mazi fiil sıygasındaki رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ cümlesi كَان ’nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder.
Eğer كَان ’nin haberi mazi fiil ise bu, olayın bir kez vuku bulduğunu gösterir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Meani’n-Nahvi, C. 1, S. 211)
Muzâfun ileyh konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan تَسْتَعْجِلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَكُمْ ’de bulunan لَ , tekid için ziyade kılınmıştır. Yahut da لَ ile teaddî eden bir fiil manası içerdiği için bu lam gelmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
رَدَفَ العَذاب ifadesinde istiare vardır. Çünkü ألردف ’in gerçek anlamı, insanın altındaki binitin terkisine başkasını bindirmesidir. Birinin terkisine binen (ألردف) ile birine tabi olan arasındaki fark, tabi kavramında öndekine uymayı isteme anlamının bulunmasıdır. Halbuki bu anlam ألردف ’te yoktur. Buna göre burada Allah Teâlâ’nın رَدِفَ لَكُمْ sözünden kastedilen,-Allahu alem- ‘’çabucak gelmesini beklediğiniz azap herhalde size yaklaşmış, sizin peşinizde size yetişmek üzere’’ manasındadır. Bedir savaşında bazı müşriklerin katledilmesine telmih bulunmaktadır. Yine denilmiştir ki رَدِفَ لَكُمْ ile ردِفَكُمْ aynı anlamdadır ki bu da ‘’Size yanaşıp yapışmakta olan azap, terkinize binen kişinin size yanaşıp yapışmasına benzer’’ demektir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Bu ayet-i kerîmede de onların alay etmek için sordukları kıyamet hakkındaki soru gerçek bir soru kabul edilerek onlara bu gibi sorular sormak yerine belki de çok yakın olan o gün için hazırlık yapmaları konusunda ikazda bulunulmuştur. (İbn Âşûr eṭ Ṭâhir, et Taḥrîru’t Tenvîr, XX, 27)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ذُو harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ‘dır. Aynı zamanda muzâftır. فَضْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَى النَّاسِ car mecruru فَضْلٍ ‘e mütealliktir.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de cümleyi tekid eder.
İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرَهُمْ kelimesi لٰكِنَّ ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَشْكُرُونَ cümlesi لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
وَ , istînâfiyyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca رَبَّكَ izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi لَذُو فَضْلٍ şeklinde izafet terkibiyle marife gelerek bu vasfın kemâl derecede olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca izafet az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir.
فَضْلٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. İstînafa matuf olan cümlenin atıf sebebi tezattır. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَشْكُرُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. يَعْلَمُ fiili اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تُكِنُّ صُدُورُهُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
تُكِنُّ merfû muzari fiildir. صُدُورُهُمْ kelimesi fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا يُعْلِنُونَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
تُكِنُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi كنن ‘dir.
يُعْلِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi علن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki …إنّ ربّك لذو cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca رَبَّكَ izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan يَعْلَمُ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَيَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan, تُكِنُّ صُدُورُهُمْ كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İkinci ism-i mevsûl مَا , birinciye matuftur. Sılası olan يُعْلِنُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
مَا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Kalplerin gizledikleri tabirinde mecazi isnad vardır. Gizleyen صُدُورُ değil onun sahibidir. Mahalliyet alakasıyla mecazı mürseldir.
تُكِنُّ fiilindeki gaib müennes zamirden يُعْلِنُونَ ’deki gaib cemi müzekker zamire geçilerek iltifat yapılmıştır.
يَعْلَمُ - يُعْلِنُونَ kelimeleri arasında cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve mürâât-ı nazîr vardır.
تُكِنُّ صُدُورُهُمْ cümlesiyle يُعْلِنُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ [Göğüslerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir] cümlesinde tıbâk-ı hafî vardır. Çünkü تُكِنُّ ‘gizler’ manasınadır. (Safvetü’t Tefasir)وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
“Apaçık kitap” ifadesi, “ana kitap, levh-i mahfûz veya Allah’ın ilmi” olarak yorumlanmıştır (krş. Taberî, XX, 11; Şevkânî, IV, 145; İbn Âşûr, XX, 29). Muhammed Esed ise “Allah’ın, yarattığı âlem için koyduğu yasalar ve ilkeler örgüsü” olarak tercüme etmiştir (II, 775).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 205
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
مِنْ zaidir. مِنْ غَٓائِبَةٍ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمَٓاءِ car mecruru غَٓائِبَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la لسَّمَٓاءِ ‘ya matuftur.
اِلَّا hasr edatıdır. ف۪ي كِتَابٍ car mecruru mübteda غَٓائِبَةٍ nin haberine mütealliktir.
مُب۪ينٍ kelimesi كِتَابٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Ayet وَ ’la 73.ayetteki …إنّ ربّك لذو cümlesine atfedilmiştir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mübteda olan مَا مِنْ غَٓائِبَةٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
Zaid harfler tekid ifade ederler. Car mecrur فِي السَّمَٓاءِ , mübteda olan غَٓائِبَةٍ ’e mütealliktir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ , mahzuf habere mütealliktir.
Ayet nefy ve istisna harfleriyle oluşmuş kasrla tekid edilmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani, hiçbir gaib müstesna olmamak üzere her şey levhi mahfuzda kayıtlıdır.
غَٓائِبَةٍ , ism-i fail veznindedir. Masdar vezninde olduğu da söylenmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
غَٓائِبَةٍ ’deki tenvin azlık içindir. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. كِتَابٍ ’deki tenvin tazim ve nev için olabilir.
سَّمَٓاءِ - اَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden مُب۪ينٍ kelimesi كِتَابٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
غَٓائِبَةٍ ’in sonuna ةٍ ‘nin gelmesinin sebebi çoğula işaret içindir, Yani insanlardan, yaratıklardan ne kadar gizli bir husus var ise mutlaka Yüce Allah onu bilir ve onu nezdindeki Ana Kitap'ta tespit etmiştir. (Kurtubî)
Bu kitap, Levh-i Mahfuz'dur. Ayetin metnindeki مُب۪ينٍ kelimesi, ‘apaçık’ manasında kullanıldığı gibi ‘açıklayıcı’ manasında da kullanılmaktadır. Buna göre bu kitap, onu mütalâa edene içindekini açıklamaktadır. Diğer bir görüşe göre ise apaçık kitap, mecazî olarak adil hüküm demektir. (Ebüssuûd)
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
“İsrâiloğulları” ifadesi hem yahudileri hem de ilk hıristiyanları içermektedir (bk. Zemahşerî, III, 159; Esed, II, 776). Zira her iki grup da Eski Ahid’e bağlı oldukları halde orada daha önce açıkça ortaya konmuş olan birçok temel gerçek üzerinde sonradan ayrılığa düşmüşler, neticede birbirlerini yalanlamış hatta lânetlemişlerdir. Kur’an’ın mesajı evrensel olmakla birlikte Ehl-i kitabın inanç ve kültürlerinin insanlığın büyük bir kısmı üzerindeki etkisinden dolayı açıklamanın İsrâiloğulları’na yapıldığı söylenmiştir. Kur’an’ın, İsrâiloğulları’nın ihtilâf ettiği meselelerin hepsini değil de çoğunu açıklamış olması, ihtilâf konusu bazı meselelerin âhirette açıklanacağına (Esed, II, 776), bazılarının ise açıklanmasına ihtiyaç bulunmadığına işaret etmektedir (İbn Âşûr, XX, 30-31).
Kur’an bütün insanlığa doğru yolu gösteren bir kılavuz, onları her türlü kötülükten ve bunun neticesi olan azaptan koruyan bir rahmet olmakla birlikte inanmayanlar onun hidayetinden faydalanamadıklarından dolayı 77. âyette Kur’an sadece “müminler için bir hidayet rehberi ve bir rahmet” olarak tanıtılmıştır. Yukarıda da işaret edildiği üzere gerek Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham edenler hakkında gerekse Ehl-i kitabın bu dünyada ihtilâfa düşüp birbirlerini yalanladıkları konularda Allah âhirette gereken açıklamayı yapacak, hikmet ve adâletiyle aralarında hükmünü verecektir.
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا işaret ismi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
الْقُرْاٰنَ işaret isminden bedel olup lafzen mansubdur. يَقُصُّ ile başlayan fiil cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَقُصُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلٰى بَن۪ٓي car mecruru يَقُصُّ fiiline mütalliktir. بَن۪ٓي cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ي ‘dir. اِسْرَٓائ۪لَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru يَخْتَلِفُونَ fiiline mütealliktir. يَخْتَلِفُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَخْتَلِفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَخْتَلِفُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
اِنَّ ‘nin haberi olan يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ cümlesi , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ ihtimam için mef’ûl olan اَكْثَرَ ‘ya takdim edilmiştir.
Muzâfun ileyh konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nın sılası olan هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهِ ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Gerçekten bu Kur’an, İsrailoğullarına hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeylerin çoğunu anlatır. Çünkü onlar bir çok hususta anlaşmazlığa düşmüşlerdir ve nihayet biri diğerine lanet okuyacak hale gelmiştir. Ayet bunun üzerine nazil olmuştur. Ayetin anlamı şudur: Bu Kur'an eğer onun gereğini kabul edecek olurlarsa, onlara hakkında ihtilafa düştükleri bütün hususları açık açık bildirmektedir. Anlaşmazlığa düştükleri hususlar ise Tevrat ve İncil'deki tahrifler ile kitaplarında (tahrif sonucu) kaldırılmış olan hükümlerdir. (Kurtubî)
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ [Kuşkusuz bu Kur'an anlatıyor] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Çünkü anlatma sıfatıyla, ancak konuşan ve temyiz gücüne sahip kimseler nitelenebilir. Fakat Kur'an-ı Kerim, öncekilerin haberlerini kapsadığı için insanlara haberlerini anlatan şahıs gibi olmuştur. Dolayısıyle burada istiare-i tebeiyye vardır. (Safvetü’t Tefasir)