13 Ağustos 2025
Neml Sûresi 77-88 (383. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Neml Sûresi 77. Ayet

وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Şüphesiz o, elbette mü’minler için bir hidayet ve bir rahmettir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُ ve elbette O
2 لَهُدًى bir yol göstericidir ه د ي
3 وَرَحْمَةٌ ve rahmettir ر ح م
4 لِلْمُؤْمِنِينَ mü’minlere ا م ن

وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  هُدًى  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. رَحْمَةٌ  atıf harfi   وَ  ‘la makabline matuftur.  لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  رَحْمَةٌ ‘e mütealliktir.  مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

 

Ayet  وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. Birden fazla tekid içererek, onun müminler için yol gösterici olduğunu kesin bir dille belirtmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Özellikle müminleri söz konusu etmesi yararlananların onlar olmasından dolayıdır. (Kurtubî)   

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  ‘nin müteallakı olan  رَحْمَةٌ  kelimesiهُدًى ’e matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

هُدًى  -  رَحْمَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Neml Sûresi 78. Ayet

اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ  ...


Şüphesiz senin Rabbin, onların arasında hükmünü verecektir. O, mutlak güç sahibidir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
3 يَقْضِي icra eder ق ض ي
4 بَيْنَهُمْ onlar arasında ب ي ن
5 بِحُكْمِهِ hükmünü ح ك م
6 وَهُوَ ve O
7 الْعَزِيزُ azizdir ع ز ز
8 الْعَلِيمُ hakkiyle bilendir ع ل م

اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَبَّ  kelimesi,  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَقْض۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو  ‘dir.  بَيْنَ  mekân zarfı,  يَقْض۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِحُكْمِه۪  car mecruru  يَقْض۪ي  fiiline mütealliktir.


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ

 

وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَز۪يزُ  ve  الْعَل۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca  رَبَّكَ  izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ‘nin haberi olan  يَقْض۪ي , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِحُكْمِه۪  izafetinde  حُكْمِ , Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olarak tazim edilmiştir.

يَقْض۪ي  بِحُكْمِه۪ۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ

 

وَ , haliyyedir. Atıf olması da caizdir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Allah Teâlâ’ya ait haber olan iki vasıf yani  الْعَز۪يزُ  ve  الْعَل۪يمُ ’nun marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Aralarında  وَ  olmadan gelmeleri, her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ -  الْعَل۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. 

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz, Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ  [Çok güçlü ve çok bilgili] kelimeleri çokluk ifade eder. Çünkü  فعيل  vezni mübalağa sıygalarındandır. (Safvetü’t Tefasir)

وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ  sözleriyle tezyîl cümlesinde iki ism-i celil izhar edilmiştir. Muhakkak ki Azîz olan, kimseyi aldatmaz. Alîm olan da hiç bir şekilde haktan ayrılmaz. Bu söz ile tefri’ sanatının güzelliği ortaya çıkmaktadır. (Âşûr)
Neml Sûresi 79. Ayet

فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ  ...


Öyle ise Allah’a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üzere bulunuyorsun.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَوَكَّلْ o halde tevekkül et و ك ل
2 عَلَى
3 اللَّهِ Allah’a
4 إِنَّكَ çünkü sen
5 عَلَى üzerindesin
6 الْحَقِّ gerçek ح ق ق
7 الْمُبِينِ apaçık ب ي ن

İnkârcıların haksız ve inatçı tutumları karşısında Hz. Peygam­ber teselli edilmekte, gittiği yol doğru ve apaçık olduğu için ümitsizliğe kapılmaması ve Allah’a dayanıp güvenmesi tavsiye edilmektedir. Bununla birlikte inanmayanları Allah Teâlâ 80. âyette ölü ve sağırlara, 81. âyette ise yolunu yitirmiş körlere benzetmektedir. Çünkü duyularını ve aklını amaçlarına uygun olarak kullanmayanın bunlardan yoksun olandan farkı yoktur.

 


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 206

فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردت الفوز فتوكّل …(Kurtuluş istersen tevekkül et.) şeklindedir.

تَوَكَّلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَوَكَّلْ  fiiline mütealliktir. 

تَوَكَّلْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ   babındadır. Sülâsi  وكل ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.


 اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

عَلَى الْحَقِّ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْمُب۪ينِ  kelimesi  الْحَقِّ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ 

 

فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Takdiri; إن أردت الفوز  …(Kurtuluş istersen …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَتَوَكَّلْ  lafzının tefa’ul babından gelişi mübalağa ifade eder. (Âşûr) 

Cevap cümlesi olan  فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

 

 اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Resulü apaçık bir hak üzere bulunduğunu bilmekte ve buna yakînen inanmakta olduğu için cümle lâzım-ı faide-i haberdir.

Peygamber Efendimize ait muhatap zamiri,  اِنَّ ‘nin ismi olarak nasb mahallindedir.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَى الْحَقِّ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden  الْمُب۪ينِ  kelimesi  الْحَقِّ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Bu ayet-i kerime, tekid edatının muhataptaki bir şüphe için değil sebep belirtmek üzere gelmesinin bir örneğidir. Ayette tekid edatı kullanılması zâhiren durumun gereğine uygun değildir. Zira muhatap olan Allah Resulü apaçık bir hak üzere bulunduğunu bilmekte ve buna yakînen inanmaktadır. Ancak  اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ  ifadesi başında bulunan bir  اِنَّ  tekid edatıyla desteklenerek inkârî haber şeklinde verilmiş ve haber muktezâ-i zâhirden çıkmıştır. 

Elmalılı Hamdi Yazır’ın ‘’O halde Allah'a güven ve itimat et. Ya Muhammed! Çünkü sen, apaçık hakikatin üzerindesin. Onun için itimat etmelisin’’ şeklindeki açıklamaları, tekid edatının bu ayette sebep belirtmek üzere geldiğini teyit etmektedir. Apaçık bir hakikat üzere olduğu gerekçesiyle artık kendisinin yapabileceği bir şey olmadığı, bu sebeple de Allah'a tevekkül etmesi gerektiği belirtilen ayet, muktezâ-i hâle mutabakat sağlamaktadır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu, (Kur’an-ı Kerîm Örneği) ) 

"Çünkü şüphe yok ki sen apaçık hak üzeresin."

Bu kelam sarahatle Allah'a tevekkül etmek illeti olarak Peygamberimizin apaçık hak üzere olduğunu yahut hak ile batılı birbirinden tefrik eden yahut haklı ile batılcıyı birbirinden ayırtan bir düstur üzere olduğunu belirtmektedir. Zira Peygamberimizin böyle olması, onun, Allah'ın hıfzına, yardımına ve desteğine mutlaka güvenmesini gerektirmektedir. (Ebüssuûd)

إنَّ , ta’lil bağlamında geldiği zaman  فَ  manasındadır. Bu durumda tekid ifade etmez. İhtimam için gelir. (Âşûr)
Neml Sûresi 80. Ayet

اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  ...


Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّكَ elbette sen
2 لَا
3 تُسْمِعُ duyuramazsın س م ع
4 الْمَوْتَىٰ ölülere م و ت
5 وَلَا ve
6 تُسْمِعُ işittiremezsin س م ع
7 الصُّمَّ sağırlara ص م م
8 الدُّعَاءَ çağrıyı د ع و
9 إِذَا zaman
10 وَلَّوْا kaçtıkları و ل ي
11 مُدْبِرِينَ arkalarını dönerek د ب ر

اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُسْمِــعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الْمَوْتٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  لَا تُسْمِــعُ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُسْمِــعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الصُّمَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الدُّعَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur.

وَلَّوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  وَلَّوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مُدْبِر۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُسْمِــعُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.   

وَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ولي  ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

مُدْبِر۪ين  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ

 

Önceki ayetteki  تَوَكَّلْ  fiilinin ikinci ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى , menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ  cümlesi, matufun aleyhle aynı üslupla gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَا تُسْمِــعُ ’nun tekrarı önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى  لَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ  cümleleri arasında mukabele oluşmuştur.

تُسْمِــعُ  -  صُّمَّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Anlamayan kişilere yapılan hitabı içeren temsîlî bir istiaredir. Kendisine söylenen şeyleri anlamayan insanlara hitap eden kişinin hali; ölü ya da sağır bir kavme hitab eden ve onlara duyurmaya, onları etkilemeye çalışan kişinin haline benzetilmiştir. Câmi’; boş bir iş olması, abesliktir. Bunun sebebi de öğüt ve ibret almak için gerekli olan hâsselerin yokluğudur. Kelamın bu şekilde gelmesi açıktır ki hakiki kelamdan çok daha etkilidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Peygamber Efendimizin (sav) müşriklerin hidayeti konusundaki hırsı ve onlara vahyi işittirebilme çabası sebebiyle kelam tekidli olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

O kâfirler ölülere benzetilmişler çünkü onlara okunan bunca uyarılardan hiç etkilenmemektedirler. (Ebüssuûd)

Ayette işittirmenin mutlak olarak zikredilip mef’ûlünün (tümlecinin) zikredilmemesi, onların hak adına hiçbir şeyi işitmediklerini beyân etmek içindir.

Belki de burada kastedilen, onların kalplerinin, zikredilen şuursuzlukta ölülere benzetilmesidir. Zira kalp de şuurlardan biridir. Bu şuurun tamamen muattal (işlemez) olduğuna işaret edildikten sonra kulak ve göz şuurlarının da kullanılmaz olduğu beyân edilmiştir.  (Ebüssuûd)

المَوْتى والصُّمُّ  kelimeleri gerçeği kabul etmeyen ve bunu onlara bildiren kişilere karşı büyüklenen bir kavim için müstear iki kelime olarak gelmiştir. Kur’an’ın manalarını anlamadıkları için istiare yoluyla ölülere, elfazındaki belâgatın tesirinin kendilerinde hiçbir karşılık bulmayışı sebebiyle de sağır kimselere benzetilmişlerdir. (Âşûr)


اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

 

Fasılla gelen ikinci cümle  وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Aynı zamanda şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

مُدْبِر۪ينَ  kelimesi haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

وَلَّوْا  -  مُدْبِر۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin sonundaki  اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  bölümü mübalağayı arttırmak içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetin bütününde verilen anlama uyumlu olarak getirilen ayetin sonundaki  اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  kısmı olmadan ayet, yine doğru anlaşılmakta ve çıkarıldığı zaman cümle yine tamamlanmış gözükmektedir. Fakat ayetin fasıla kısmı sözü edilen sağırın işaretle bir şeyleri anlayacak biri olması veya sırtını dönmeksizin kulak tıkamış olması veya sadece yüz yüze olmaması ihtimallerini de ortadan kaldıracak bir nükteye sahiptir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Burada dönüp gitmek manasındaki  وَلَّوْا  fiiliyle anlam tamamlanmıştır. Eğer sağır olan kimse sesin geldiği yöne dönük ise jest ve mimiklerden yola çıkarak seslenen kişinin farkına varır. Ancak eğer sırtı dönük ve uzakta ise ne bir ses işitir, ne de onu gösterecek bir hareketin farkına varır. Burada bahsedilen sağırlık onların küfür ve inanmayışlarını gösteren manevi bir sağırlıktır. Bu kişiler yüz yüze olduklarında bile etkilenmeksizin söylenenlerin bir kısmını ancak işitirler. Eğer arkaya dönüp giderlerse hiçbir şeyi duymayacakları aşikârdır. Ancak hemen ardından gelen  مُدْبِر۪ينَ  (arkaya dönerek) lafzı dönüp gitmenin arkaya doğru olduğu, başka bir yöne doğru olmadığını da ifade etmektedir. “Geriye dönüp gitme” ifadesi daveti duymayacak kimselerin durumunu en güzel biçimde ortaya koymaktadır. Bu ifadeyle mana pekiştirilmiştir. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatında Itnâb Üslubu) 

Burada "Arkalarını dönüp gittikleri zaman" kaydının zikredilmesi, teşbihi tamamlamak ve olumsuzluk manasını pekiştirmek içindir. Zira onlar, hakka olan çağrıdan sağır olmanın yanı sıra davetçiden yüz çevirip ona arkalarını dönüyorlar. Ve hiç şüphe yok ki sağır olan, çağıran ona yakın ve kulağının karşısında da olsa yine duymaz. Şu halde ondan uzak ve arkasında olduğu zaman nasıl duyabilir! (Ebüssuûd)

 
Neml Sûresi 81. Ayet

وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ  ...


Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da müslüman olmuş olanlara duyurabilirsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değilsin
2 أَنْتَ sen
3 بِهَادِي doğru yola getirecek ه د ي
4 الْعُمْيِ kör(ler)i ع م ي
5 عَنْ -ndan
6 ضَلَالَتِهِمْ sapıklıkları- ض ل ل
7 إِنْ
8 تُسْمِعُ sen duyuramazsın س م ع
9 إِلَّا dışındakilere
10 مَنْ
11 يُؤْمِنُ inananlar ا م ن
12 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
13 فَهُمْ işte onlar
14 مُسْلِمُونَ müslümanlardır س ل م

وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  اَنْتَ  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur.  بِهَادِي  lafzen mecrur,  مَٓا  ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

هَادِي  kelimesi; sülâsî mücerredi  هدي  olan fiilin ism-i failidir.  هَادِي  mankus isimdir.  ي  üzere mukadder kesra ile mecrur olup muzâftır.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzî olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعُمْيِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَنْ ضَلَالَتِ  car mecruru  هَادِي ‘ye mütealliktir.

ضَلَالَتِهِمْۜ izafetinde yer alan هِمْۜ muttasıl zamiri muzafun ileyh olup cer mahallinde sukun üzere mebnidir.

 


اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُسْمِــعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. تُسْمِــعُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

اِلَّا  hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُؤْمِنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. يُؤْمِنُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن  ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

بِاٰيَاتِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

مُسْلِمُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُسْلِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ 

 

Ayet hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki …اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ  cümlesine atfedilmiştir. Allah Teâlâ, Hz.Peygamber’e hitap etmektedir.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

ليس ‘nin haberi  بِهَادِي ’ye dahil olan  بِ  , tekid ifade eden zaid harftir.

هَادِي  ضَلَالَتِهِمْۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Kendilerine gelen haktan yüz çevirmeleri sebebiyle teşbih yoluyla ölülere ve sağırlara benzetilen bu kavim son olarak yine istiare yapılarak ıtnab yolu ile kör kimselere benzetilmiştir. (Âşûr)

Hal karinesiyle  عَنْ ضَلالَتِهِمْ ifadesinde meknî istiare vardır. Hak din açık bir yola benzetilmiştir. Dalaletin ise saliklerine isnadı, tahayyül yoluyla terşîh içindir. Burada  dalalet, hakkı idrak etmemek manasında meknî istiare yoluyla müstear olarak gelmiştir. (Âşûr)


اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiil ve mef’ûlü arasındadır.

Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘nın sılası olan  يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اٰيَاتِنَا  izafetinde, azamet zamirine muzâf olan ayetlere, tazim ve teşrif ifadesi vardır.

Ayette Müslüman olup da dalaletten ayrılmamış kişi, kör bir insana benzetilerek istiare yapılmıştır.  الْعُمْيِ  kelimesi kâfir için müstear olmuştur.  Çünkü kâfir eşyanın hakikatini görmez. Âmâ gibidir.


فَهُمْ مُسْلِمُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde müsned  مُسْلِمُونَ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

مُسْلِمُونَ  -  يُؤْمِنُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Rum Suresi 53. ayetle aynı olan bu ayet arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

 
Neml Sûresi 82. Ayet

وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟  ...


(Kıyametin kopacağına dair) o söz başlarına gelince, onlar için yerden kendilerine bir dâbbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 وَقَعَ geldiği و ق ع
3 الْقَوْلُ söz ق و ل
4 عَلَيْهِمْ başlarına
5 أَخْرَجْنَا çıkarırız خ ر ج
6 لَهُمْ onlara
7 دَابَّةً bir Dabbe (canlı) د ب ب
8 مِنَ -den
9 الْأَرْضِ yer- ا ر ض
10 تُكَلِّمُهُمْ o onlara söyler ك ل م
11 أَنَّ elbetteki
12 النَّاسَ insanların ن و س
13 كَانُوا olduklarını ك و ن
14 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
15 لَا
16 يُوقِنُونَ inanmıyor(lar) ي ق ن

“Söylenen”den maksat, 71. âyette ne zaman meydana geleceği sorulan kıyamettir (İbn Âşûr, XX, 38). Nitekim bir sonraki âyette de kıyamet kopmadan önce meydana gelecek olaylar açıklanmaktadır. “Yerden bir yaratık” diye çevrilen ve insanlarla konuşacağı bildirilen dâbbetü’l-arz, tefsirlerdeki bilgilere göre kıyametin yaklaştığını bildiren büyük alâmetlerden biri olarak ortaya çıkacak olan garip bir yaratıktır. Hadislerde bildirildiğine göre inkârcıların, öncekilerin masalları olarak gördükleri ne varsa hepsinin meydana geleceği ve gerçeğin bütün çıplaklığıyla görüleceği kıyamet günü yaklaştığında bunun bir alâmeti olarak “dâbbetü’l-arz” ortaya çıkacaktır (Müslim, “Fiten”, 118, 128-129; Müsned, IV, 7). İslâmî kaynaklarda dâbbetü’l-arz ile ilgili olarak bazı ayrıntılar olmakla birlikte bunun tek bir hayvan mı, yoksa yeryüzünü kaplayacak bir hayvan türü mü veya bunun temsilî bir anlatım mı olduğu hususu açık değildir. Dâbbetü’l-arzın çıkacağı Kur’an-ı Kerîm’de bildirilmekle beraber, onun mahiyeti, ne zaman, nerede ve nasıl çıkacağıyla ilgili ayrıntılara dair bilgilerin çoğu sağlam rivayetlere dayanmamaktadır. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgileri özetleyen Râzî kendi kanaatini şöyle ifade eder: “Şunu bilmelisin ki Kur’an’da bu hususların hiçbiri hakkında herhangi bir delil mevcut değildir. Eğer Hz. Peygamber’den sahih bir haber gelmişse kabul edilir, değilse hiçbir açıklama dikkate alınmaz” (XXIV, 218). Bu sebeple dâbbetü’l-arza Kur’an’da işaret edildiği şekliyle inanıp ondan ötesine gaybî mesele olarak bakmak ve bunu kıyamet alâmetlerinin hikmetleri içerisinde değerlendirmek gerekir (gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3). Dâbbetü’l-arz kavramının yeryüzündeki bütün insanları kapsamayan, belli olumsuz şartların ortaya çıkması halinde sadece belli yerlerde vuku bulan veya vuku bulacak olan sosyal bir sarsıntıyı sembolize ettiğini düşünenler de vardır (bilgi için bk. İlyas Çelebi, İtikadî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, s. 132-142; Zeki Sarıtoprak, “Dâbbetü’l-arz”, DİA, VIII, 393).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 206-207

وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَعَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَقَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْقَوْلُ  fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  وَقَعَ  fiiline mütealliktir. 

اَخْرَجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  اَخْرَجْنَا  fiiline mütealliktir.  دَٓابَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  اَخْرَجْنَا  fiiline mütealliktir. 

تُكَلِّمُهُمْ  cümlesi  دَٓابَّة ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُكَلِّمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i ceriyle  تُكَلِّمُ  fiiline mütealliktir.  النَّاسَ  kelimesi,  أَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

كَانُوا  ile başlayan isim cümlesi  أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.  كَانُوا  ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِ  car mecruru  يُوقِنُونَ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَا يُوقِنُونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُوقِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُوقِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  يقن ‘dir.

اَخْرَجْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

تُكَلِّمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كلم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ  şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümle öncesindeki cümleye matuftur. Kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. (Âşûr)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)

الْقَوْلُ  sözündeki tarif ahid içindir. (Âşûr)

فَ  karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi  اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَخْرَجْنَا  fiilinin, azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , ihtimam için mef’ûl olan  دَٓابَّةً ’e takdim edilmiştir.

Debb ve debib: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi hareketi gözle tesbit olunamayan şeylerde de kullanılır. "Dabbe" kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte " يَدُبُِّ " yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de lügatın aslına göre " دَٓابَّ " demek uygun olabilecekse de dilde kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfde dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. 

Bundan dolayı hayvan gibi insan için de kullanılır. Bu ayette  دَٓابَّةً  diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden bambaşka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan yani insan olmasıdır. (Elmalılı)

Ebussuud da diyor ki: Bu dabbe, casustur. Bundan cins isim söylenip bir de tefhim (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğin tekid edilmesi, şanının garipliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder. (Elmalılı)

دَٓابَّةً ‘deki tenvin muayyen olmayan cins ve adet ifade eder.

تُكَلِّمُهُمْ  cümlesi ise  دَٓابَّةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

الْقَوْلُ  تُكَلِّمُهُمْۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  دَٓابَّةً  النَّاسَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وُقُوعُ الْقول  ifadesinde istiare vardır. Bu ifadeyle kastedilen, Allah’ın, onların başlarına geleceğini bildirdiği azabı gerçekleştirmesidir. Bu söz; sahibinin, korktuğu bir şeyden dolayı daha önce uyardığı birisine ‘’ قَدْ وَقَعَ مَا كُنْتُ خَوَّفْتُكَ مِنْهُ حَذَّرْتُكَ إيَّاهُ ’’ (Kendisi hakkında daha önce seni korkutmuş, uyarmış ve sakındırmış olduğum şey şimdi gerçekleşmiştir) demesi gibidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

الوُقُوعُ , vaktinin gelmesinden müsteardır. Bu vakit, cennet ehlinin cennete, cehennem ehlininse cehenneme girmesine kadar dünyanın yok olmaya hazırlandığı vakittir. (Âşûr)

O sözden murad, onların acele gelmesini istedikleri kıyameti ve onun korkunç hallerini anlatan ayetlerdir. Onun vaki olmasından murad da kıyametin kopmasıdır. Bu şekilde ifade edilmesi, onun vukuunun ve tesirinin şiddetini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve müteakip  اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi olan  كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Menfi muzari fiil sıygasında gelen  لَا يُوقِنُونَ۟  cümlesi  كَان ’nin haberidir.

Masdar-ı müevvel, takdir edilen  ب  harf-i ceriyle birlikte  تُكَلِّمُهُمْ  fiiline mütealliktir.

اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟  cümlesi, müşriklerin Kuran’ın ayetlerine inanmadıkları bu olağanüstü durumun izharı için talil cümlesidir. (Âşûr)

كَان  ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)

كَان  ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait zamirin  بِاٰيَاتِ  ile izafeti, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

لَا يُوقِنُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Neml Sûresi 83. Ayet

وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ  ...


Her ümmetten âyetlerimizi yalanlayanlarından bir grubu toplayacağımız ve bunların (topluca hesap yerine) sevk edilecekleri günü hatırla.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ o gün ي و م
2 نَحْشُرُ toplarız ح ش ر
3 مِنْ -ten
4 كُلِّ her ك ل ل
5 أُمَّةٍ ümmet- ا م م
6 فَوْجًا bir cemaat ف و ج
7 مِمَّنْ -dan
8 يُكَذِّبُ yalanlayanlar- ك ذ ب
9 بِايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
10 فَهُمْ onlar
11 يُوزَعُونَ (ilahi huzura) sevk edilirler و ز ع

Bu ve devamındaki âyetlerde kıyamet hallerinden bir kesit verilmektedir. Bu âyetlere getirilen yorumlara göre kıyamet gününde mahlûkatın diriltilip mahşer yerinde toplandığında her ümmetin içinden dünyada peygamberleri yalancılıkla itham edip Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş olanlar (veya bunların liderleri) çıkarılarak başka bir yerde toplanacak ve özel olarak hesaba çekileceklerdir. Dünyada Allah’ın kevnî ve vahyî âyetleri üzerinde düşünmeden O’na ortak koşmaları ve bunun sonucu olarak Allah’a ve kullarına karşı işlemiş oldukları haksızlıklar sebebiyle ağır bir şekilde cezaya çarptırılacaklardır (Râzî, XXIV, 218; Şevkânî, IV, 148; İbn Âşûr, XX, 42). Elmalılı Muhammed Hamdi ise bu âyetlerin dâbbetü’l-arz olayını anlatan âyetin hemen ardından geldiğini dikkate alarak bu olayın kıyâmet-i kübrâdan önce meydana gelecek küçük veya orta bir kıyamet olduğunu söylemektedir (V, 3705).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 209

وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا

 

وَ  istînâfiyyedir.  يَوْمَ  zaman zarfı mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mansubdur. Takdiri;  أذكر  (Düşün, hatırla!) şeklindedir.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَحْشُرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَحْشُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  فَوْجاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.

كُلَّ  kelimesi zaman veya mekân zarflarına muzâf olduğu zaman mef’ûlün fih manasında da değerlendirilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فَوْجاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَّنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  فَوْجاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Çünkü önceki car mecrurdan bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  يُكَذِّبُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُكَذِّبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  يُكَذِّبُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُكَذِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

İsim cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُوزَعُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُوزَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla meçhul, merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا 

 

وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri  اذكر  (Düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh konumundaki  نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُمَّةٍ  ve  فَوْجاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harfi cerle birlikte,  فَوْجاً ‘nin mahzuf haline müteallik olan  مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ ‘den bedeldir. Sılası olan  يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sılanın muzari fiil sıygasında gelmesi bu yalanlamanın bir defaya mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiil, teceddüt ve hudûsa delalet eder. (Vakafat, s. 84)

اُمَّةٍ  -  فَوْجاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Azamet zamirinin  بِاٰيَاتِ  ile izafeti, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

Şayet  مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ  ifadesinde birinci  مِنْ  ile ikinci  مِنْ  arasında ne fark vardır? dersen şöyle derim: Birincisi kısmîlik ifade ederken, ikincisi  مِنَ الاوثانِ (yani putlardan) [Hac 22/30]) ayetindeki gibi beyan etmek içindir. (Keşşâf)

الفَوْجُ: İnsanlardan oluşan bir topluluk demektir.  كُلِّ أُمَّةٍ  sözündeki  مِنْ  harfi teb’iz (bir kısım) manasındadır.  مِمَّنْ يُكَذِّبُ  sözündeki  مِنْ  harfine ise beyaniyye manası verilebilir ve o halde mana, her bir ümmetin topluluğu(fevci) olur. Bu fevc ise o ümmetin yalancılarının önderleri ve imamlarıdır. İşte bu sebeple onlar, azaba uğrayanların ilkleri, öncüleri olurlar. (Âşûr)

نَحْشُرُ  haşirden murad, bütün mahlukları kapsayan genel haşirden sonra azap için olan haşirdir. (Ebüssuûd)


 فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

Cümle  فَ  ile …نَحْشُرُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meâni İlmi)

يُوزَعُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُوزَعُونَ  -  نَحْشُرُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُوزَعُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Neml Sûresi 84. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


Hesap yerine geldiklerinde Allah şöyle der: “Siz benim âyetlerimi, onları ilmen kavramamışken yalanladınız öyle mi? Yoksa ne yapıyordunuz ki?!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا
3 جَاءُوا geldiklerinde ج ي ا
4 قَالَ (Allah onlara) der ki ق و ل
5 أَكَذَّبْتُمْ yalanladınız mı? ك ذ ب
6 بِايَاتِي ayetlerimi ا ي ي
7 وَلَمْ
8 تُحِيطُوا anlamadığınız halde ح و ط
9 بِهَا onları
10 عِلْمًا ilmen ع ل م
11 أَمَّاذَا yoksa nedir?
12 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
13 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

حَتّٰٓى  ibtidâiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاؤُ۫  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاؤُ۫  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي  cümlesi şartın cevabıdır. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  كَذَّبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  بِاٰيَات۪ي  car mecruru  كَذَّبْتُمْ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَمْ تُح۪يطُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تُح۪يطُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِهَا  car mecruru  تُح۪يطُوا  fiiline mütealliktir. 

عِلْماً  kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl ve Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَاذَا  istifham ismi olup, amili  تَعْمَلُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  cümlesi  كُنْتُمْ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُح۪يطُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً

 


حَتّٰٓى  ibtida harfi olarak cümleye dahil olmuştur. Akabindeki cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.

حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫  sözündeki  حَتّٰٓى  ibtidaiyedir.  حَتّٰٓى ‘dan sonra gelen  إِذَا  ise zarftır. Onlar geldikleri zaman demektir. (Âşûr)

Şart cümlesi olan  جَٓاؤُ۫ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı olan  قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي  cümlesi,  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp açıkça kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

قالَ  fiilinde mütekellimden gayba iltifat vardır. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabının bilinmeme durumu söz konusu olmadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Mekulü’l-kavle matuf olan  وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً  cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

عِلْماً , kendisinden önceki manayı açıklayan temyizdir.

Allah Teâlâ’ya ait mütekellim zamirinin  بِاٰيَات۪ي  ile izafesi, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

لَمْ تُح۪يطُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümledeki munkatı’  اَمَّ  harfi  بل  manasında intikal içindir.  اَمَّاذَا ‘daki soru harfi  مَّا  mübteda, mevsûl olan  ذَا , haber konumundadır

مَاذَا ‘nın istifham edatı olarak  تَعْمَلُونَ  fiilinin mukaddem mef’ûlü olması da caizdir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp açıkça kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun  cevabının bilinmeme durumu söz konusu olmadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

كان ’nin dahil olduğu  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  isim cümlesi, mevsûlün sılasıdır.  كُنْتُمْ ‘un haberi olan  تَعْلَمُونَ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, sayı 41)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِلْماً  تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında gayrı tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

نَحْشُرُ  -  جَٓاؤُ۫  kelimeleri arasında mütekellimden gibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  [Yoksa, yaptığınız (başka) ne idi?]; bir kınama ve azarlama üslubudur.

Bu ayette menfi cümle açıkça müspet olan cümleye atfedilmiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifham Üslûbu)

وَلَمْ تُح۪يطُوا ‘daki  وَ  hal bildirir; sanki Allah Teâlâ, (Tasdik edilmeye mi yoksa tekzip edilmeye mi yaraştığını ve künhünü etraflıca bilmeye sizi götürecek herhangi bir fikir ve tetkikiniz söz konusu olmaksızın, o ayetleri bir çırpıda yalanladınız ha!?) buyurmuş gibidir. Yahut atıf edatıdır; (inkârınız zihinlerinizi, gerçekleşmesi ve dikkatlice incelenmesi ile buluşturmadığı halde o ayetleri inkâr ettiniz ha!?) demektir; zira kendisine mektup yazılan kişi, bazen olur ki mektubun, onu yazan kişi tarafından olduğunu inkar etse bile onu okumayı ve içeriğini anlamaya gayret etmeyi ve manalarını kavramayı elden bırakmaz. (Keşşâf)

Ayet-i kerîme’de geçen  اَمَّا  terkibinde  اَمَّ  lafzındaki mim, istifham  مَّا  'sına idgam edilmiştir. Ayrıca  ذَا  lafzı da mevsûldur, Yani ‘’ne şey’’dir. (Celaleyn Tefsiri)

ماذا  terkibi istifham ve ism-i işarettir. Ama  مَا ‘dan sonra gelen ism-i işaret, ism-i mevsûl manasındadır. (Âşûr)

تَعْمَلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Neml Sûresi 85. Ayet

وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ  ...


Zulümlerinden dolayı sözü edilen azap tepelerine iner de artık konuşamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَقَعَ ve vuku bulmuştur و ق ع
2 الْقَوْلُ karar ق و ل
3 عَلَيْهِمْ başlarına
4 بِمَا yüzünden
5 ظَلَمُوا zulmetmeleri ظ ل م
6 فَهُمْ onlar artık
7 لَا
8 يَنْطِقُونَ konuşmazlar ن ط ق

وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا 

 

وَ  istînâfiyyedir.  وَقَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْقَوْلُ  fail olup lafzen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  وَقَعَ  fiiline mütealliktir.  بِ  sebebiyyedir.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  وَقَعَ  fiiline mütealliktir. 

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


 فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ

 

İsim cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Muttasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يَنْطِقُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْطِقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

Harf-i cerle birlikte  وَقَعَ  fiiline müteallik masdar harfi  مَّا ’nın sılası olan  ظَلَمُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Henüz gerçekleşmemiş olayların mazi fiil siygasıyla ifade edilmesi, bu olayların kesinlikle gerçekleşeceğinin belirtilmesi ve konuya dikkat çekip önemini vurgulamak içindir. 

اَكَذَّبْتُمْ  عَلَيْهِمْ  kelimeleri arasında muhatabtan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Önceki cümleye matuf son cümle  فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ  , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْقَوْلُ  -  يَنْطِقُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin haberi üslupla gelmesine rağmen tehdit ve korkutma anlamı taşıdığı barizdir. 

وُقُوعُ الْقول  ifadesinde istiare vardır. Bu ifadeyle kastedilen, Allah’ın, onların başlarına geleceğini bildirdiği azabı gerçekleştirmesidir. Bu; söz sahibinin, korktuğu bir şeyden dolayı daha önce uyardığı birisine ‘’ قَدْ وَقَعَ مَا كُنْتُ خَوَّفْتُكَ مِنْهُ حَذَّرْتُكَ إيَّاهُ ’’ (Kendisi hakkında daha önce seni korkutmuş, uyarmış ve sakındırmış olduğum şey şimdi gerçekleşmiştir) demesi gibidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

“Söz (azap) onlara gerçekleşti” vadedilen azap onlara geldi, o da yüzükoyun cehenneme düşmeleridir, ettikleri zulüm yüzünden haksızlıkları sebebiyle ki o da Allah'ın ayetlerini yalanlamalarıdır. (Fahreddin er-Râzî)  

ظَلَمُوا  -  لَا يَنْطِقُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Neml Sûresi 86. Ayet

اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...


Onlar görmüyorlar mı ki, biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah varlığını gösteren) deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 أَنَّا elbette biz
4 جَعَلْنَا yarattık ج ع ل
5 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
6 لِيَسْكُنُوا istirahat etmeleri için س ك ن
7 فِيهِ içinde
8 وَالنَّهَارَ ve gündüzü ن ه ر
9 مُبْصِرًا aydınlık yaptık ب ص ر
10 إِنَّ şüphesiz
11 فِي vardır
12 ذَٰلِكَ bunda
13 لَايَاتٍ ayetler ا ي ي
14 لِقَوْمٍ bir kavim için ق و م
15 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ 

 

Hemze istifhâm harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  أَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

جَعَلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  الَّيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  جَعَلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İkinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri,  مظلما  (Karanlık) şeklindedir. 

لِ  harfi,  يَسْكُنُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

يَسْكُنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  يَسْكُنُوا  fiiline mütealliktir. 

لنَّهَارَ  atıf harfi  وَ ‘la  الَّيْلَ ‘e matuftur.  مُبْصِراًۜ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mukaddem haberine müteallıktır.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  لِقَوْمٍ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ  ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و  ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Hemze, takrirî istifham anlamındadır. Yani böyle bir şey olamaz, görmemiş olmanız mümkün değil anlamındadır. Soru anlamı dışında, inkâr ve Allah’ın sonsuz güç ve kudretini görünür kılma amacı için gelen bu cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَلَمْ  يَرَوْا , dikkat çekme ve azarlama ifadesidir. Burada  يَرَوْا  (görmek) kelimesi, ‘bilmek, idrak etmek’ anlamındadır. 

Bu görme, kalbî görmedir. Çünkü gece ve gündüz her ne kadar gözle görülen nesneler ise de onların böyle kılınmaları, akıl ile idrak edilen şeyler kabilindendir. (Ebüssuûd)

الرُّؤْيَةُ ‘nin kalben görmek manasında olması mümkündür ve ”أنّا جَعَلْنا“ cümlesi iki mef’ûlünün yerini almıştır. Yaratılışın bizzat varlıklarının Allah’a delalet etmesine rağmen nasıl olur da geceyi onlar için bir dinlenme ve gündüzü de çalışmak için apaydınlık yaptığımızı bilmezler. Burada bilmek manasını ihtiva eden fiiller arasından  الرُّؤْيَةِ ‘nin seçilmiş olması, buradaki bilginin apaçık görülen (المُبْصَرَةِ) olarak vasfedilecek bilgilerden olmasındandır. (Âşûr) 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve müteakip isim cümlesi olan  اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ , faide-i haber talebî kelamdır. Masdar-ı müevvel,  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Sebep  bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ  ‘le masdar yaptığı  لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  جَعَلْنَا  fiiline mütealliktir.

Cümle, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Ayette ihtibak sanatı vardır.  وَالنَّهَارَ مُبْصِراً  cümlesinde önceki cümlenin delaletiyle  جَعَلْنَا  fiili zikredilmemiştir. 

İhtibâk, bir belâgat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, c. II, s. 163, Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Bu ayette sırasıyla cem’ (جَعَلْنَا), tefrik (الَّيْلَ  ve  النَّهَارَ) ve taksim (لِيَسْكُنُوا  ve  مُبْصِراًۜ) sanatları vardır. 

Görme fiilinin yani  مُبْصِراًۜ  kelimesinin gündüze isnad edilmesi, sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

يَرَوْا  -  مُبْصِراًۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  الَّيْلَ  -  النَّهَارَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

إبْصَاروَالنٌَهار  ifadesinde istiare vardır. Gündüzün görmek ile nitelenmesinin maksadı, o gündüz içinde görme organına sahip varlıkların görmesi ve onların gözlerinin ışınlarının (görme duyusunun) gündüzün ziyası ve aydınlığı sayesinde görülür varlıklara ulaşmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)   

[Biz, geceyi dinlenmeleri için kıldık “uyku ve kararla” gündüzü de çalışmaları için görücü (aydınlık) kıldık]  مُبْصِراًۜ  aslında  لِيَبْصَرُ فِيهِ  ‘görmeleri için’ demektir. Bunda görme ondan ayrılmayacak şekilde gündüzün yaratılışında olan bir hal kılınmakla mübalağa yapılmıştır (herkes onda gördüğü için o da her zaman görür gibi olmuştur). "Şüphesiz bunda mümin bir toplum için gerçekten ibretler vardır” çünkü o üç şeye delalet etmektedir (tevhide, haşre ve peygamber göndermeye). (Beyzâvî) 

Burada gecenin koyu sükuneti ve sonrasında onu takip eden gündüzün ortaya çıkışı üzerinden, temsilî bir anlatımla ölüm ve ondan sonraki hayata dair bir hatırlatma vardır. (Âşûr)

Buradaki 86. ayet,  ووَقَعَ القَوْلُ عَلَيْهِمْ (neml/85) ifadesi ile ويَوْمَ يُنْفَخُ في الصُّورِ (neml/87) ifadesi arasında gelmiş bir muteriza cümlesidir. Ta ki var olan delillerle o tehdit (vaîd) gözlerinde canlansın. Nitekim hakka olan çağrı kimi zaman korkutma ile kimi zaman ise yalnızca dikkat çekmekle olur. (Âşûr)

Burada istifham, onların hallerine taaccüpten kinayedir. (Âşûr)

المُبْصِرُ  kelimesi أبْصَر  fiilinden ism-i faildir ve  رَأى  manasındadır. Gündüzün  مُبْصِرٌ   ile vasıflandırılması da mecâz-ı aklîdir. Çünkü görmeyi sağlayan şey, gündüzün nurudur(ışığıdır). Kelime eğer  أبْصَرَهُ (onu gördü) örneğindeki gibi müteaddi gelirse hemze ile kullanılır. (Âşûr) 

   

 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim,  لِقَوْمٍ ’deki tenvin ise muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ  , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tecessüm ve cem ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Bu ayetle ilgili şöyle iki soru sorulabilir:

Birinci Soru: Görme işinin, insanlara ait olduğu halde gündüze nispet edilmesinin sebebi nedir?

Cevap: Bu vasfın, görmenin gündüz mükemmel ve tam oluşuna dikkat çekmek içindir.

İkinci Soru: Cenab-ı Hak niçin "Sükun bulmaları için geceyi..." demiş de aynı şekilde onda görebilsinler diye gündüzü" dememiştir?

Cevap: Çünkü gecede sükunet, ondan beklenen asıl maksattır. Ama gündüz görme işi ise asıl maksat olmayıp, dinî ve dünyevî birtakım menfaatleri elde etmeye sebeptir.

Hak Teâlâ'nın, "Bunda, iman edecek kimseler için elbette kat'i ibretler vardır" ifadesine gelince, her ne kadar bu ayetler herkes için bir delil ve ibret ise de sadece müminler bunları kabul ettiği, -daha önce de belirtildiği gibi-, sadece onlar bundan istifade ettiği için Cenab-ı Allah sadece "iman edecek kimseler için..." buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Bil ki Allah Teâlâ, kesin delillerle kudret ve ilminin kemâlini anlatmış, sonra bunlara haşrin (dirilişin) mümkün olduğu meselesini dayandırmış, sonra Kur'an'ın mucize oluşundaki yönü ortaya koymuş, sonra buna dayalı olarak, Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini anlatmış, sonra bu ayetlerde de Kıyametin kopuşunun mukaddimelerinden (alametlerinden) bahsetmiştir. Cenab-ı Hak bu konudaki sözü, peygamberlik müessesesini ispattan sonraya bırakmıştır. Çünkü bu şeyler ancak sadık bir peygamberin sözü ile bilinebilir. Bu, son derece güzel bir sıralamadır. (Fahreddin er-Râzî)

إنَّ في ذَلِكَ لَآياتٍ  cümlesi, değişen gece ve gündüzün Allah’ın vahdaniyetine ve ba’se delil olmasına rağmen bu delili görmeyen hallerine duyulan taaccübün sebebi olarak gelmiştir. (Âşûr)

 
Neml Sûresi 87. Ayet

وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ  ...


Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 يُنْفَخُ üfleneceği ن ف خ
3 فِي
4 الصُّورِ Sur’a ص و ر
5 فَفَزِعَ korku içinde kalırlar (bayılır) ف ز ع
6 مَنْ kimseler
7 فِي
8 السَّمَاوَاتِ göklerde bulunan س م و
9 وَمَنْ ve kimseler
10 فِي
11 الْأَرْضِ ve yerde bulunan ا ر ض
12 إِلَّا dışındaki
13 مَنْ kimseler
14 شَاءَ diledikleri ش ي ا
15 اللَّهُ Allah’ın
16 وَكُلٌّ ve hepsi ك ل ل
17 أَتَوْهُ O’na gelirler ا ت ي
18 دَاخِرِينَ boyun bükerek د خ ر

Sözlüklerde “üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru” diye açıklanan sûr, geleneksel İslâmî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrâfil’in kıyamet gününde biri bütün canlıların ölmesi, diğeri ise tekrar dirilip kabirlerden kalkması için iki defa üfleyeceği çok güçlü ve alışılmadık bir ses çıkaran borudur. Sûrun iki defa üfleneceği kanaatinde olan müfessirlere göre bu âyette haber verilen üfleme birinci, yani bütün canlıların ölmesini sağlayacak olan üflemedir. Üç defa üfleneceği kanaatinde olanlara göre ise bu üfleme, korkutma üflemesidir; bundan sonra öldürme üflemesi, onun ardından da yeniden diriltme üflemesi gelecektir (krş. Zümer 39/68; Elmalılı, V, 3708; sûr ve kıyamet sahneleri hakkında bilgi için ayrıca bk. En‘âm 6/73).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 209-210

وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  يَوْمَ  zaman zarfı mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mansubdur. Takdiri,  أذكر  (zikret) şeklindedir.  يُنْفَخُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُنْفَخُ  merfû meçhul muzari fiildir.  فِي الصُّورِ  car mecruru  يُنْفَخُ  fiilinin naib-i failidir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَزِعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  fail olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

مَنْ فِي الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matufur. 

اِلَّا  istisnâ edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُۜ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

وَ  haliyyedir.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَتَوْ  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  دَاخِر۪ينَ  kelimesi  اَتَوْ ‘deki failin hali olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  دَاخِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  دخر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri  اذكر (Düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh konumundaki  يُنْفَخُ فِي الصُّورِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يُنْفَخُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الصُّورِ ,suret” kelimesinin çoğuludur. Sûr’a üfleme, suretlere (bedenlere) ruh üflenmesi tarzında düşünülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)


فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ

 

Ayetin atıfla gelen ikinci cümlesi, …  يُنْفَخُ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

Henüz gerçekleşmemiş olduğu halde mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir. 

فَزِعَ : Korkunç bir şeyden insanda meydana gelen tutukluk ve ürkeklik yani şiddetli korku ile sarsılıp belinlemek demektir. Ancak Allah'ın dilediği kimseler müstesna olarak korkudan emindirler. (Elmalılı)

Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. 

سَّمٰوَاتِ  لْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.  السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  شَٓاءَ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, tazim ve teberrük ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette  اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ  [Allah'ın diledikleri bir yana] ifadesiyle istisna edilenler, kimisine göre Cebraîl, Mikâil, İsrafil ve Azrail'dir (as). Kimilerine göre ise huriler, cennet ile cehennemin görevli melekleri ve arşı taşıyan meleklerdir. (Ebüssuûd)

Gelecekte olacak olan bir konu hakkında “korku saracaktır” yerine [korku sarmıştır] ifadesinin yer alması bunun kesin bir gerçek olduğunu vurgulamak içindir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

Bu ayet-i kerimenin siyak ve sibakına göre burada murad olan üfürme, ikinci üfürmedir ve "Bütün göklerde olanlar ve yerde bulunanlar dehşet içindedir" cümlesindeki dehşetten de insanlar dirilip mahşer yerine gönderilecekleri zaman, görecekleri harikulade korkunç manzaralar karşısında hepsini kaplayacak olan korku ve dehşettir.  (Ebüssuûd)

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ  cümlesi, ilk iki mevsuftakilerin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh umum ifadesi için nekre gelmiş ve takdim edilmiştir. Tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsned olan  اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ ‘nin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

دَاخِر۪ينَ  kelimesiاَتَوْهُ  fiilinin failinden haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. İsm-i fail vezninde gelerek devamlılık ifade etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Ayet-i kerîme’de geçen  أتي  fiili ism-i fail sıygasıyla da okunmuştur. Bu işin meydana gelmesi kesin olmasına binaen mazi sıygasıyla ifade edilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)

 
Neml Sûresi 88. Ayet

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ  ...


Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَرَى görürsün ر ا ي
2 الْجِبَالَ dağları ج ب ل
3 تَحْسَبُهَا sandığın ح س ب
4 جَامِدَةً cansız ج م د
5 وَهِيَ o
6 تَمُرُّ yürümektedir م ر ر
7 مَرَّ yürümesi gibi م ر ر
8 السَّحَابِ bulutun س ح ب
9 صُنْعَ yapısıdır ص ن ع
10 اللَّهِ Allah’ın
11 الَّذِي
12 أَتْقَنَ gayet iyi yapan ت ق ن
13 كُلَّ her ك ل ل
14 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
15 إِنَّهُ doğrusu O
16 خَبِيرٌ haber almaktadır خ ب ر
17 بِمَا şeyleri
18 تَفْعَلُونَ yaptıklarınız ف ع ل

Bazı müfessirler bu âyeti dünyanın güneş etrafındaki dönüşüne işaret olarak değerlendirmişlerdir (bk. Celal Kırca, s. 76). Bazı tefsircilere göre ise bu vâkıa, kıyametin ilâhî kudretle kopacağının delilidir. Dünya gibi büyük bir kütleyi uzay boşluğunda yaratılış amacına uygun, düzenli bir şekilde ve bulutlar gibi yürüten Allah Teâlâ, zamanı geldiğinde bu dünyayı başka bir âleme dönüştürebilecek bilgi ve kudrete sahiptir ve bunu yapacaktır. Nitekim müfessirler sûrun üflenmesinden sonra Allah Teâlâ’nın dağları yok ederek yeryüzünü başka bir âleme dönüştüreceğini ifade etmişlerdir (bk. İbn Âşûr, XX, 47; bu konuda bilgi için bk. İbrâhim 14/48; ayrıca krş. Kehf 18/47; Tâhâ 20/105-107; Kāria 101/5). Bir yoruma göre bu âyette geçen “dağların yürümesi olayı” kıyamette vuku bulacak ve her şey Allah’a gelirken dağlar da O’na doğru yürüyüp gelecektir.

“Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır” cümlesi, sadece dünyanın ve dağların değil, evrendeki her şeyin Allah’ın ilmi, kudreti ve sanatıyla mükemmel bir şekilde yaratıldığını ve yaratılış amacına uygun, düzenli bir şekilde idare edildiğini, hiçbir şeyin tesadüfe bırakılmadığını ifade etmektedir. “Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haber­dardır” meâlindeki son cümle ise bu değişimin meydana geldiği kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın insanları dünyada yaptıklarından hesaba çekeceğine işaret etmektedir. Nitekim bundan sonra gelen âyetler de bu yorumu destekler mahiyettedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 210

    Cemede جمد :   Bu kelimedeki asıl anlam maddi ya da manevi cereyan edişin mukabili olan hareketsizlik ve buz kesme halidir. Maddi olanına suyun donması ve bir şeyin katılaşması; manevi haline ise cimrilik misal verilebilir. Zira cimrilik adeta kalbin bâtınındaki ve ruhundaki cereyanı hareketsiz kılarak katılaştırır.

  Geçtiği ayeti kerimede جامِدَة sözcüğü مَرٌّ un yani geçip gitmenin zıddı olarak zikredilmiştir: جُمُود kavramında iki ana koşul vardır; Katılık ve sukunet. Nitekim dağa bakan da onun böyle olduğunu sanır ancak gökyüzünde bulutların hareket ettiği gibi o da daima hareket halindedir. (Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri câmid ve cemâdattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 Fe'ale  فعل :    فِعْلٌ bir müessirden/etkileyiciden bir tesirin, etkinin sudur etmesidir. Bu kavramın kapsamına güzel ve uygun bir şekilde yapılan ya da yapılmayan; bir bilgiyle yapılan veya yapılmayan, kasıtlı ya da kasıtsız; insandan, hayvandan veya bir cansızdan sadır olanların hepsi girer.

  Yakın anlamlısı عَمَلٌ sözcüğü de buna benzer. Ancak صُنْعٌ sözcüğü bu ikisinden daha özel anlamlıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 108 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

  Türkçede kullanılan şekilleri fiil, fail, efal, meful, faal, faaliyet ve infialdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la  يُنْفَخُ فِي الصُّورِ  cümlesine matuftur. 

تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت  ‘dir.  الْجِبَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  تَحْسَبُهَا  cümlesi  تَرَى ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَحْسَبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  جَامِدَةً  ikinci mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.

هِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ  cümlesi  جَامِدَةً ‘deki müstetir zamirin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَمُرُّ   mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

مَرَّ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السَّحَابِۜ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  صُنْعَ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَتْقَنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتْقَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  كُلَّ   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍۜ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

       

اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. خَب۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  خَب۪يرٌ ‘a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَفْعَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تَفْعَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

خَب۪يرٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ

 

Önceki ayete matuf olan ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Vav harfi, matuf ve matufun aleyhin bir tertip üzere bulunmasını gerektirmez, yani ilk ikinci zikredilenden daha sonra vaki olsa da maksat sadece atıftır. (Âşûr) 

تَحْسَبُهَا جَامِدَةً  cümlesi,  تَرَى ’nın failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.  جَامِدَةً  temyizdir. Mef’ûl olduğu da söylenmiştir.  

وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ  cümlesi,  جَامِدَةً ’deki müstetir zamirden haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Hal cümlesinde  سَّحَابِۜ ’ye muzâf olan  مَرَّ  mef’ûlu mutlaktır.

تَمُرُّ  -  مَرَّ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَرَّجَامِدَةً  kelilmeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الْجِبَالَ  -  السَّحَابِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Meydânî, bu ayet-i kerimede müşebbehün bih olan  مَرَّ السَّحَابِۜ  ibaresinin,  تَمُرُّ  fiilinin nev‘ini bildiren masdar olması nedeniyle ayet-i kerimeyi teşbih olarak addetmiştir.

Mef’ûlu mutlaklı ifadelerde masdarlar mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. ( Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhâtabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17, 2011)

Muhatap dağların yürüdüğünü yani hareket ettiğini bilmekle beraber süratini bilmemektedir. Bu ayet-i kerîmede dağların hızının bulutlarınki gibi olduğu açıklanmaktadır. Kıyamet gününde dağların yürütülmesinin rüzgârın önündeki seri bulutlara benzetildiği bu teşbih kurgusunda, benzetme edatı zikredilmediği için bu teşbih müekked bir teşbihtir. Takdiri;  تَمُرُّ مَرَّ كَمَرِّا لسَحَابِ  şeklindedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

Ayetteki teşbihe Beyzâvî şu açıklamalarla işaret eder: Sûra ilk üfürüldüğünde uzaktan bakan bir insan, dağları yerinde sabit bir halde görür. Oysa dağlar rüzgârın hızlı bir şekilde sürükleyip götürdüğü bulutlar gibi hareket ederler. Ancak göz bunların hareketini fark edemez. Çünkü dağlar gibi büyük cisimler aynı yörüngede hızlı bir şekilde hareket ettiklerinde, onlara bakan, seri bir şekilde gitmelerine rağmen, onların durduğunu zanneder. Bu teşbihin içerisinde ikinci bir teşbihin daha bulunduğunu ifade eden Ebüssuûd, bu teşbihi şu şekilde açıklar: “Küçük tepecikleriyle birbirine eklenen zincir halkaları gibi algılanan dağların görüntüsü, ipçiklerle birbirine bağlanan atılmış pamuk yığını gibi rüzgârın önünde sürüklenen bulutların görüntüsüne benzetilir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 


صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

صُنْعَ اللّٰهِ  mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Takdiri  صنعت (Sanatla yaptı) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Lafza-i celâl için sıfat konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nın sılası olan  اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

شَيْءٍۜ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim içindir.

صُنْعَ  -  اَتْقَنَ  -  فعل  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Mef’ûlu mutlak, lafzî tekidlerden biridir. Mef’ûlu mutlakta temel anlam tekiddir. Mef’ûlu mutlakın bütün çeşitlerinde tekid bulunur. Amilin masdarı olarak geldiğinde mef’ûlu mutlakta tekid, temel anlam; çeşit ve sayı ifade ettiğinde ise ikincil anlam olarak kullanılır. Mef’ûlu mutlakta masdarlar mecazî anlam ifade etmez. Masdar, fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar. (Doç. Dr. Mehmet Akif ÖZDOĞAN, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 25 (2015), 1 Arap Dilinde Lafız Ve Anlam Açısından Mef’ûlu Mutlak)


اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. خَب۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَفْعَلُونَ , hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. 

إنَّهُ خَبِيرٌ بِما تَفْعَلُونَ  cümlesi tezyîl veya ifadenin sonunda hatırlatma, teşvik ve uyarı için gelmiş bir itiraz cümlesidir. (Âşûr)

Bu cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

Surenin bu sayfasındaki ayetlerin fasılaları  ي  -  نَ  ve  و  -  نَ  harfleriyle gelerek mükemmel bir ses uyumu oluşturmuştur.
Günün Mesajı
82. âyette sözü edilen dâbbe (canlı) hakkında yorumlar yapılmış ve hadis-i şerifler rivayet edilmiştir. Bütün bunlardan çıkan sonuç -Allahü «lemşu olabilir Bilhassa bilimlerin gelişmesiyle Allah, Kur'ân'ın ve onda anlatılan her şeyin doğruluğu konusunda insanların gerek kendi iç dünyalarındaki gerekse dış dünyadaki bütün delilleri bir bir sergileyecek, yapısı ve bütün hususiyetleriyle insan ve kâinatın inkârda bile bile ısrar etmeyen ruhlar için baştan başa deliller meşheri olduğu ortaya çıkacaktır. Fakat insanların pek çoğu, özellikle Kıyamet'e yakın neredeyse tamamı, hevâ ve heveslerinin peşinde, Allah'ın kendilerine bahşettiği başarıların gurur ve şımarıklığı içinde inkâr ve zulümde direteceklerdir. İşte bu zamanda, insan ve kâinat hakkındaki yanlış telâkkilerinin neticesinde bilim, belki de mikrop türü, biyolojik ajanlar türü veya daha başka, canlı gibi hareket eden nesnelerin, makine varlıkların üremesine yol açacak ve bunların meydana getirdiği tahrip ve hastalıklar, bütün bunların asıl sebebinin imansızlık olduğunu ortaya koyacaktır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bir zamanlar sahip olduklarına bakarsın. Yaşadığını bilmesen, bir hayal gibi geçer gider gözlerinin önünden. O hayalleri, kayan bulutları takip ettiğin gibi izlerken, bir zamanlar kalbinden çıkmayacak sandığın duygularını hatırlarsın. Herhalde bu halden asla çıkamayacağım dediğin hallerini düşünürsün. 

Zaman öyle bir oyun oynamış ki seninle o hallerin senliğinden sıyrılmaya, o duyguların kalbini terk etmeye, sahip olduklarının yitip gitmeye başladığı anın farkına bile varamamışsın. Sanki sırtında taşla dolu taşıdığın çuvalın dibinde delik açılmış da taşlar yürüdüğün yollarda, ardında bıraktığın adımlarda düşüp kalmış. 

Sen hafiflemişsin ama ne kadar hafiflediğini ancak bir dahaki durakta dinlenmek için çuvalı sırtından indirdiğinde anlarsın. Kendine ne zaman ve nasıl diye sorarsın. Bir iki hesap yaparsın, adımlarını kafanın içinde tekrarlarsın, kendince teoriler üretirsin. 

Halbuki o halleri o kadar derinden yaşamışsın ki, belki ağlamışsın. Dualarla uyuyup, dualarla uyanmışsın. Endişe kalbini sarıp sarmaladığında kalbini hava alması için yerinden çıkarma duygusuyla dolmuşsun. Bu kadar derinlerdeyken yine de bittiği anı nasıl kaçırmışsın?

İnsan, özellikle de belli hallerin içindeyken hayatını, hareketine gözle şahit olunan bulutlara değil de, sabit görünen dağlara benzetir. Halbuki o dağlarda bulutlarla beraber hareket halindedir. Bir değişimi an be an hissetmemek veya ona şahit olmamak, o değişimin gerçekleşmediği anlamına gelmez.

Velhasıl bitmeyecek sanılan her hal, duygu ve hatta ömür de eninde sonunda bitecek. 

Rabbim! Bizi; her halinde Sana sığınan kullarından eyle. Bunaltıcı hallerde Sana yalvaralım ve hafiflediğimizi anladığımız anlarda da hemen Sana hamd edenlerden olalım. Yeryüzündeki ve gökyüzündeki hareketliliğe baktığımızda, Senin rahmetini ve kudretini hatırlayarak yüreğimizi umutla dolduralım.

***

Kendisine şöyle kısa bir not yazdı:

Her şeyi başarabileceği ya da elde edebileceği hayalleriyle yaşayan bir nefse sahipsin. Elindekiler hakkında tefekkür ederek şükürle Allah’ı anmak yerine mutluluk ihtimallerini belli şartlara bağlarsın. Dünyalıkların peşinden koştukça da çeşitli beklentiler içine sonra da hayal kırıklıklarına düşersin.

Mutsuzu mutlu, görmezi görür ve duymazı duyar hale getiremezsin. Sen kimsin ki, herhangi bir kul olarak başka bir kulu değiştirme hevesindesin. Bu değişimi elde etmek için çabalamak yerine her işi ya da iyiliği Allah rızası için yaptığını düşün, kendine yüksek sesle tekrarla ve zamanla bunun sıfatını kalbine yerleştirerek inan. Böylece durup neyi neden yaptığını farkedersin ve kendinle yüzleşerek dünyaya dair hırslarından sıyrılırsın. Dünyada ve ahirette her şeyin karşılığını ancak ve ancak Allah’ın verdiğini idrak edersin. Verilmeyende ise bir hikmet olduğu inancına teslim olur, Allah’a sığınırsın. 

İstemeye sınır koymayan Allah’a hamd ederek lişkilerinin ve işlerinin selametini sabırla O’ndan iste. Değişmesi gerektiğine inandıklarını da Allah’tan iste. Değişmemesi gereken bir hal ise de bunu kabul etme gücünü ya da hatta gerekiyorsa uzaklaşma azmini vermesini yine Allah’tan iste.

Ey Allahım! Sınırsız rahmetine ve kudretine iman ettik. Dualarımızı küçültmekten ve başka kapılara dayanmaktan; başkaları ve kendimiz hakkında en doğrusunu bildiğimizi ya da istediğimizi düşünmekten Sana sığındık.

Ey Allahım! Aranan mutluluk ve huzur Sensin. İstenen şifa ve derman Sensin. Korkulardan emin kılansın ve umulandan güzeline ulaştıransın.

Ey Allahım! İstediklerimizi ferahlık ile hakkımızda hayırlı kıl, hayırlı olmayan istekleri ise gönlümüze sevdirerek hayırlı olanlarla değiştir. Yapmamız gerekenleri gözlerimize ve gönüllerimize sevimli göster. Yapmamamız gerekenleri ise çirkinleştir. Bizi her adımında ve nefesinde, Seni anan şükür ve tevekkül ehlinden eyle. Her işinde ve ilişkisinde Senin rızanı gözetenlerden eyle. İki cihanda da iyilik verdiklerinden ve iyilerle beraber kıldıklarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji