14 Ağustos 2025
Neml Sûresi 89-93 / Kasas Sûresi 1-5 (384. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Neml Sûresi 89. Ayet

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ  ...


Her kim iyi amel getirirse, ona ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan emindirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 جَاءَ getirirse ج ي ا
3 بِالْحَسَنَةِ iyilik ح س ن
4 فَلَهُ ona vardır
5 خَيْرٌ daha hayırlısı خ ي ر
6 مِنْهَا ondan
7 وَهُمْ ve onlar
8 مِنْ
9 فَزَعٍ korkudan uzaktırlar ف ز ع
10 يَوْمَئِذٍ o gün
11 امِنُونَ güven içindedirler ا م ن

Dünya hayatında yapılanların âhirette karşılıksız kalmayacağı, ceza veya mükâfata lâyık olarak tanımlanan şeyin, dünya hayatında ortaya konan iyi ya da kötü tutum ve davranışların tabii sonucundan başka bir şey olmadığı ifade edilmektedir. Nitekim 89. âyet, kişilerin birey veya toplum olarak yaptıkları iyi eylemlerin bir sonucu olmak üzere kendilerine âhirette daha iyisinin verileceğini ve orada huzur ve güven içerisinde bulunacaklarını bildirirken, 90. âyet dünyada sadece kötü işler yapanların veya kötülükleri iyiliklerinden fazla olanların (İbn Kesîr, VI, 227) âhirette yüzüstü cehenneme sürükleneceklerini haber vermektedir (“hasene” ve “seyyie” kelimelerinin anlamı ve bu bağlamdaki izahı hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/160).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 210-211

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ 

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

جَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ‘dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.  بِالْحَسَنَةِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  خَيْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْهَا  car mecruru  خَيْرٌ ‘a mütealliktir.  خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ

 

Cümle hal olarak mahallen mansubdur. İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

مِنْ فَزَعٍ  car mecruru  اٰمِنُونَ  fiiline mütealliktir.  يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  اٰمِنُونَ  fiiline mütealliktir.

اٰمِنُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  امن  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda,  جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ  cümlesi, mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. 

Haberin mazi sıygasında fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَهُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  خَيْرٌ  muahhar mübtedadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

مِنْهَا ‘nın müteallakı olan  خَيْرٌ , daha hayırlıdır anlamında ism-i tafdildir.

خَيْرٌ  -  الْحَسَنَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

الْحَسَنَةِ  kelimesi, marife olan tekil bir kelimedir. Bunun, umûm ifade etmeyip aksine sadece tek şeyin meydana geldiğini ifade edebildiği daha önce sabit olmuştu. Hal böyle olunca, biz bunu, durum bakımından en mükemmel ve en yüce haseneye hamledelim ki bu da imandır. Bundan dolayıdır ki İbn Abbas, “Kelime-i şehâdet, tekil olarak hasenenin ifade ettiği anlamlardandır” demiştir. Bu ise iman ehlinin cezalandırılmayacağını kesin olarak söylemeyi gerektirir.” Buna da şöyle cevap verilir: Buradaki hayır, o müminin cezasının ebedi ve muhalled olmamasıdır. (Fahreddin er-Razi)

Bu cümle  فَفَزِعَ مَن في السَّماواتِ ومَن في الأرْضِ إلّا مَن شاءَ اللَّهُ  şeklindeki 87. ayetten kaynaklanan bir beyandır. Çünkü  الفَزَعَ  haşrı ve hesap için huzurda bulunmayı gerektirir.  جَٓاءَ  fiili hakiki manadadır.  بِالحَسَنَةِ وبِالسَّيِّئَةِ  ifadelerindeki  بِ  harfi musahabe içindir.  ذُو الحَسَنَةِ أوْ ذُو السَّيِّئَةِ  manasındadır. (Âşûr)


وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ

 

وَ , haliyyedir. Atıf olması da caizdir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنْ فَزَعٍ , ihtimam için amili olan  اٰمِنُونَ ’ye takdim edilmiştir. Kelimedeki tenvin nev ve kıllet içindir.

Müsned olan  اٰمِنُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  ’deki tenvin mahzuf muzafun ileyh cümlesinden ivazdır. Takdiri  يوم إذ جاء بالحسنة  (İyilik getirdiği gün) şeklinde olabilir.

اٰمِنُونَ  -  فَزَعٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.  

اٰمِنُونَ  kelimesi, hem harf-i cerle hem de harf-i cersiz teaddi eder.  اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِ فَلَا يَاْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ  [‘’Onlar artık, Allah’ın ihmalinden mi emin oldular? Fakat... Allah’ın ihmalinden emin olamaz”] (A’raf, 99) ayeti, harf-i cersiz teaddi ettiğine bir örnektir. Bu, muti kulların halini beyandır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Neml Sûresi 90. Ayet

وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


Kimler de kötü amel getirirse, yüzüstü ateşe atılırlar. (Onlara), “Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz” (denir.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 جَاءَ getirirse ج ي ا
3 بِالسَّيِّئَةِ kötülük س و ا
4 فَكُبَّتْ yıkılır ك ب ب
5 وُجُوهُهُمْ onların yüzleri و ج ه
6 فِي
7 النَّارِ cehenneme ن و ر
8 هَلْ -mi?
9 تُجْزَوْنَ cezalandırılıyorsunuz ج ز ي
10 إِلَّا başka bir şeyle-
11 مَا şeylerden
12 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
13 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

  Kebbe كبّ  :   كَبٌّ  kavramı bir nesneyi yüz üstü düşürmek demektir. İf'al babındaki إكْبابٌ formu bir işe tamamen kapanmaktır. كَبْكَبَة 'e gelince o bir şeyin aşağıya doğru yuvarlanıp gitmesidir.

  Son olarak كَواكِب sözcüğü apaçık biçimde ortada olan, parlak biçimde görünen yıldızlar anlamındadır. Bunlara كَواكِبُ denmesi ancak parladıkları zamanla sınırlıdır, bunun dışında bu isimle anılmazlar. Tekili كَوْكَبٌ olarak gelir ve Kur'an-ı Kerim'de tekil olarakta geçmektedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  bir kez fiil ve bir kez isim formunda olmak üzere 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kebaptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

جَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ‘dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.  بِالسَّيِّئَةِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.

كُبَّتْ  fetha üzere mebni mazi meçhul fiildir. Naib-i faili  وُجُوهُهُمْ  olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فِي النَّارِ  car mecruru  كُبَّتْ ‘e mütealliktir. 


هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

هَلْ  istifham harfidir.  تُجْزَوْنَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كُنْتُمْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ 

 

Önceki ayete atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi  مَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda,  جَٓاءَ  cümlesi mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberin mazi sıygasında fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كُبَّتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Henüz gerçekleşmemiş olduğu halde fiillerin mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiillerin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir.

Yüzlerin ateşe atılması tabirinde mecazî isnad vardır. Atılan yüzler değil yüzlerin sahibidir. Cüziyyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

 فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ  ile  تَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.

Önceki ayetteki  مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ  cümlesiyle,  وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ 

cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فِي النَّارِۜ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ateş, içi olan bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ   ‘’Bil ki bütünden yüz, kafa ve boyun ile bahsedilmiştir. Buna göre sanki, ateşte sürtülürler... (Bütün uzuvları) denilmiştir. (Fahreddin er-Razi)

Bu ifade de "Ellerinizi tehlikeye atmayınız!" ayetinde olduğu gibi önemli bir parçanın küll (bütün) yerinde kullanılması kabilindendir. Yani, onlar ateşe atılacaklar, demektir. (Ebüssuûd)


هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Cümle  وُجُوهُهُمْ ’deki  zamirden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

İstifham harfi  هَلْ , nefy manasındadır. Cümle muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Muzari sıygasının tecessüm özelliği, olayın göz önünde canlanmasını sağlayarak etkiyi artırmıştır.

Nefy manadaki  هَلْ  soru harfi  اِلَّا  ile birlikte kasr oluşturmuştur. İki tekid unsuru sayılan kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Sadece kazandıklarının karşılığı verilecektir. Kesbettiklerinin dışında bir şey için cezalandırılmayacaklardır. Azarlama ve kınama kastı vardır. Ayetin zahiri, cezanın bir amelden dolayı olması gerektiğine delalet eder.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , nakıs fiil  كان  ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayetin ilk cümlesindeki cemi gaib zamirden, ikinci cümlede cemi muhatap zamirine iltifat vardır.

Arkadan gelen istisna karinesiyle istifham nefy manasındadır.  هَلْ  kelimesinin nefy manasında oluşu Muğni’l Lebîb kitabında 9. kullanımı olarak yazılıdır. Bu harf olumsuzluk manasında kullanılacaksa haberin başına  إلّا  gelir.  هَلْ جَزاءُ الإحْسانِ إلّا الإحْسانُ (Rahmân/60) ayetinde olduğu gibi. Sözlerinin sonunda da şöyle demiştir: İnkâr manasında kullanılan kelimelerden biri de istifham harfidir ki bir şeyin vukuunu inkâr yani nefy manasındadır. Bu mana hemzeye değil  هَلْ  kelimesine mahsustur. Demâmînî bu mananın hakiki mana değil mecazî olduğunu söylemiştir. (Âşûr)

 
Neml Sûresi 91. Ayet

اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ  ...


91-92. Ayetler Meal  :   
“Bana ancak, bu beldenin (Mekke’nin); onu mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbine kulluk yapmam emredildi. Yine bana, müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi.” Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa, de ki: “Ben ancak uyarıcılardanım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا elbette
2 أُمِرْتُ ben emrolundum ا م ر
3 أَنْ
4 أَعْبُدَ sadece kulluk etmekle ع ب د
5 رَبَّ Rabbine ر ب ب
6 هَٰذِهِ bu
7 الْبَلْدَةِ kentin ب ل د
8 الَّذِي O
9 حَرَّمَهَا burayı saygıdeğer kıldı ح ر م
10 كُلُّ her ك ل ل
11 شَيْءٍ şey ش ي ا
12 وَأُمِرْتُ ve bana emredildi ا م ر
13 أَنْ
14 أَكُونَ olmam ك و ن
15 مِنَ -dan
16 الْمُسْلِمِينَ müslümanlar- س ل م

Allah’ın birliği, vahiy, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme gibi ana konuların ele alındığı Neml sûresinin bu âyetlerinde dinin özü ve amacı, Hz. Peygamber’in şahsında insanlara anlatılmakta, Mekke şehrini harem bölgesi (dokunulmazlık alanı) kılan bir tek Allah’a kulluk etmeleri, O’na teslim olduklarını açıklamaları ve Kur’an okumaları emredilmektedir. Allah Teâlâ, o dönemde can güvenliğinin bulunmadığı Arap yarımadasında, inşa edildiği günden itibaren Kâbe’yi müminlerin kıblesi yapmış, Mekke’de kan dökme, zulmetme, avlanma ve bitkileri koparma gibi eylemler konusunda yasaklar koymuş; bu şehri emniyetli, saygın ve dokunulmaz (harem) bir şehir haline getirmiştir. Arap yarımadasının her tarafında insanlar kan akıtırlarken Mekkeliler gerek buranın saygınlığından, gerekse güvenli bir belde oluşundan geniş olarak faydalanmışlardır. 92. âyet şu yalın gerçeği de hatırlatmaktadır: İnsanlara maddî nimetler bahşeden, kitap ve peygamber göndererek doğru yolu bulmalarına yardım eden Allah’ın, insanların doğru veya eğri yolu tutmalarında bir menfaati yoktur; bunun faydası ve zararı kullara aittir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 211
Resûl-i Ekrem Efendimiz Mekke’nin fethedildiği gün şöyle buyurmuştur:” Şüphesiz bu Şehir, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri saygın kıldığı bir şehirdir. Kıyamete kadar da Allah’ın ona verdiği bu hürmete değer oluşu devam edecektir. Burada savaşmak benden önce kimseye helâl kılınmamıştır. Benden sonra da kimseye helâl kılınmayacaktır. Bana da geçici olarak sadece günün belli saatlerinde helâl kılındı. Bu beldenin dikeni koparılmaz, av hayvanları ürkütülmez, bulduğu eşyayı, etrafa duyurandan başkası alamaz. Otu kesilmez. 
(Buhâri, Cezâü’s-sayd 10, Megâzi 53; Müslim, Hac 445).

اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ 

 

Cümle mukadder bir sözün mekulü’l kavlidir. Takdiri,  قل لهم (onlara söyle) şeklindedir. 

اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir. 

اُمِرْتُ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اُمِرْتُ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اَعْبُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir. رَبَّ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. هٰذِهِ  ism-i işareti muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْبَلْدَةِ  ism-i işaretten bedel olup kesra mecrurdur.

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  رَبَّ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  حَرَّمَهَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

حَرَّمَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ  cümlesi itiraziyyedir.

وَ  itiraziyyedir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  كُلُّ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

 

 وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ

 

وَ  atıf harfidir.  اُمِرْتُ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اُمِرْتُ  fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir.  اَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  انا ’dir.

مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  car mecruru  اَكُونَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْمُسْلِم۪ينَ ’nin cer alameti  ي  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Takdiri  قل لهم  (onlara söyle) olan mukadder bir sözün mekulü’l-kavli olmasına da caizdir. 

اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اُمِرْتُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümledeki kasr, fail ile mef’ûl arasında olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

اِنَّـمَٓا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip  اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ  cümlesi masdar teviliyle mef’ûlün bih konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الْبَلْدَةِ ’ye,  هٰذِهِ  ile işaret edilmesi ona dikkat çekmek ve tazim içindir. Ayrıca  رَبَّ  isminin  هٰذِهِ الْبَلْدَةِ ‘ye muzâf olması beldenin şeref ve şanı içindir.

رَبَّ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  حَرَّمَهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  هَا  zamiri, beldeye aiddir.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا  kısmındaki  الَّذ۪ي  kelimesini  الَّتى  okuyarak  الْبَلْدَةِ kelimesinin sıfatı kabul eden İbn Mes‘ûd (ö.36/653) ve İbn Abbas (ö.68/687) gibi meşhur sahabiler olmuştur. Bununla birlikte cumhurun kıraatine göre  رَبَّ  kelimesinin sıfatıdır. Bu durumda sıfata ve sıfatın ilgili olduğu her şeye bir tazim ve sıla cümlesinin hususiliğinin gücünü artırma söz konusudur. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ  [O, bu beldenin Rabbidir.] Bu belde Mekke'dir. O, diğer beldeleri değil de kendi ismini (رَبَّ adını) bu şehre nispet ederek, sadece Mekke'yi zikretmiştir. Çünkü Mekke, onun nezdinde beldelerin en sevgilisi ve en kıymetlisidir. Böylece ona, bu beldenin nebisinin vatanı, vahyinin de indiği yer olduğuna delalet edecek bir biçimde, tazim üslubuyla işarette bulunmuştur.

Bu şehir, Mekke'dir. Ayetin metninde  رَبَّ , özellikle bu şehre izafesinin zikre tahsis edilmesi, bu kutsal kentin şanını yüceltmek ve mekânını yükseltmek içindir. Allah'ın onu dokunulmaz kıldığının belirtilmesi de onun için teşrif üstüne teşriftir ve tazim üstüne tazimdir. İlave olarak bunda emrin illeti ve emre uymayı gerektiren hususun da izahı vardır.  (Ebüssuûd)


 وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ 

 

وَ , itiraziyyedir. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَهُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  كُلُّ شَيْءٍۘ  muahhar mubtedadır.  شَيْءٍۘ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.


 وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ

 

Cümle, ayetin başındaki …اُمِرْتُ  cümlesine atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûlün önemi vurgulanmıştır.

اُمِرْتُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Bu fiilin tekrarı iki durumun birbirinden farklı olduğuna işaret eder. İlk durum kendi kendine yaptığı bir şeydir ve bir ilhamladır. Çünkü Allah risaletten önce onu putlara tapmaktan korumuştur. İkincisi ise risaletin gereğidir. Halkı tevhide davet etmeyi de kapsar. Bunun için bu fiilin zikri tekrar değildir. (Aşûr) 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ  cümlesi masdar tevili ile mef’ûl konumundadır.  كانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  car mecruru  كانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اُمِرْتُ  ve  اَنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hz. Peygamberin emrolunduğu şeyler sayıldığında tüm iman edenlerin de bunları emir olarak kabul etmeleri gerektiği, cümlelerin zimni anlamıdır. Bu idmâc sanatı üslubudur.

الْمُسْلِم۪ينَ - اَعْبُدَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Neml Sûresi 92. Ayet

وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْ ve (emredildi)
2 أَتْلُوَ okumam ت ل و
3 الْقُرْانَ Kur’an ق ر ا
4 فَمَنِ şimdi kim
5 اهْتَدَىٰ yola gelirse ه د ي
6 فَإِنَّمَا elbette
7 يَهْتَدِي yola gelmiş olur ه د ي
8 لِنَفْسِهِ kendi yararına ن ف س
9 وَمَنْ ve kim
10 ضَلَّ saparsa ض ل ل
11 فَقُلْ de ki ق و ل
12 إِنَّمَا elbette
13 أَنَا ben
14 مِنَ
15 الْمُنْذِرِينَ ancak uyarıcılardanım ن ذ ر

وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, önceki ayetteki ikinci  اُمِرْتُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَتْلُوَا  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنَا ‘dir.  الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


 فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَنِ  iki fiili cezm eden şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  

اهْتَدٰى  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اهْتَدٰى  şart fiili olup elif üzere mukadder  fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  إنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  ما  demektir.

يَهْتَد۪ي  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

لِنَفْسِه۪  car mecrur  يَهْتَد۪ي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَهْتَد۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدي ‘dir.

İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki fiili cezm eden şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  ضَلَّ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

ضَلَّ  şart fiili olup fetha üzerine mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir. 

Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  الْمُنْذِر۪ينَ ‘nin cer alameti  ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْمُنْذِر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ

 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki …  اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَ  cümlesi, masdar tevili ile  önceki ayetteki ikinci  اُمِرْتُ ‘nun mef’ûlun bihi olan masdar-ı müevvele ( أن أكون ) atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hz. Peygamberin emrolunduğu şeylerin sayılması taksim sanatıdır. Hz. Peygamberin emrolunduğu şeyler sayıldığında tüm iman edenlerin de bunları emir olarak kabul etmeleri gerektiği, cümlelerin zimni anlamıdır. Bu idmâc sanatı üslubudur.

 

فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ

 

فَ  istînâfiyyedir. İlk cümle, şart üslubunda, haberî isnaddır. Şart cümlesi  مَنِ اهْتَدٰى  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنِ  mübteda konumundadır.  اهْتَدٰى , haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesiyle gelen şartın cevabı olan  فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille car mecrur arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

Hidayet üzere olmanın, insanın sadece kendi menfaatine olduğu  vurgulanmıştır.

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

يَهْتَد۪ي - اهْتَدٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ

 

Cümle, makabline atfedilmiştir. İnşaî olmak bakımından aralarında mutabakat bulunan iki cümlenin birbirine atıf sebebi tezattır.

Şart cümlesi  مَنْ ضَلَّ  şeklinde isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنِ  mübteda konumundadır.  ضَلَّ , haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Şartın cevabı olan  فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ  cümlesi, اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ  car mecruru lafzı bu mahzuf habere mütealliktir.

فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ  cümlesiyle  وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ  cümleleri arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.

اِنَّمَا  ve  مَنِ ’lerin tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

عَلَيْهَاۚ - لِنَفْسِه۪ۚ  ile  ضَلَّ - اهْتَدٰى  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab vardır.

Şart üslubu, sözlerin muhatabı etkilemesi açısından habere nispetle daha etkilidir.

 
Neml Sûresi 93. Ayet

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ  ...


De ki: “Hamd Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek ve siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلِ ve de ki ق و ل
2 الْحَمْدُ hamdolsun ح م د
3 لِلَّهِ Allah’a
4 سَيُرِيكُمْ O size gösterecek ر ا ي
5 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
6 فَتَعْرِفُونَهَا siz de onları tanıyacaksınız ع ر ف
7 وَمَا ve değildir
8 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
9 بِغَافِلٍ gafil غ ف ل
10 عَمَّا şeylerden
11 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل

Allah’ın göstereceği işaretlerden maksat, O’nun birliğini ve kudretini gösteren gerek dış dünyadaki gerekse insanın kendi varlığındaki delillerdir (bilgi için bk. Fussılet 41/53). Sûrenin bu son âyetinin son cümlesi ile Hz. Peygamber teselli edilmekte, müşrikler ise uyarılmaktadır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 211

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ ‘dir.  قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

الْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يُر۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اٰيَاتِه۪  ikinci mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَعْرِفُونَهَا  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

 

 وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  رَبُّكَ  lafzı  مَا ’nın ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِغَافِلٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. غَافِلٍ  lafzen mecrur mahallen  مَا ’nın haberi olarak mansubdur. 

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde  ل  harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا ’nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 142)

Kur’an-ı Kerim’de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik)

غَافِلٍ  kelimesi  sülâsîsi  غفل olan fiilin ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعْمَلُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ 

 

وَ  atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi 91. ayetteki … اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

قُلِ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  الْحَمْدُ لِلّٰهِ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  الْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere mütealliktir.

Yani de ki: "Allah'ın bana bolca ihsan buyurduğu nimetlerinden dolayı ve çeşitli dinî ve dünyevî nimetleri içeren peygamberlik nimetini bana bahşetmesinden, beni peygamberlik yüklerini taşımaya ve hükümlerini apaçık ayetlerle ve parlak delillerle bütün insanlığa tebliğ etmeye muvaffak kılmasından dolayı O'na hamd ederim."  (Ebüssuûd)


سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ 

 

Mekulü’l-kavle dahil istînâfiyye olan ikinci cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

İstikbal harfi  سَ , cümlede vaîd manası olduğu için tekid ifade etmektedir.

Ayetlerin Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması onları tazim ve teşrif işindir.

Buradaki görmek fiili yani  سَيُر۪يكُمْ  anlamak, bilmek manasındadır. 

فَتَعْرِفُونَهَا  cümlesi  فَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

سَيُر۪يكُمْ - تَعْرِفُونَهَاۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Bu cümle, size ayetlerini gösterdiğinde onları tanımanız size fayda vermeyecek, iş işten geçmiş olacak anlamındadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Bu kelam, makabli için bir izah mahiyetinde olup mükâfat ve ceza vaatlerini de zımnen içermektedir. Nitekim  رَبُّ  kelimesinin, Rasulullah'ın (sav) zamirine izafe edilmesi ve hitabın önce Rasulullah'a tahsis edilip sonra bütün kâfirlere tamim edilmesi (yaptıklarınızdan) de bu hakikati haber vermektedir. (Ebüssuûd)


وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

وَ   istînâfiyyedir. Nefy harfi  مَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  harfi  ليس  gibi amel etmiştir.

مَا ‘nın haberi olan  بِغَافِلٍ ’deki  بِ  harfi tekid ifade eden zaid harftir. 

رَبُّكَ  izafeti, muzâfun ileyhe şeref ve destek ifade eder. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi Allah’ın rubûbiyet sıfatını ön plana çıkarır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

غَـٰفِلٍ - تَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde  ل  harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا ’nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 142)

عن harf-i ceriyle birlikte  بِغَافِلٍ ‘ye müteallik masdar harfi  مَا ‘nın sılası olan  بِغَافِلٍ , ism-i fail sıygasında gelerek isim cümlesindeki sübut ve istimrar anlamını kuvvetlendirmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

[Allah gafil değildir.] sözü “Allah onların yaptıklarını bilir.” ifadesinden daha güçlüdür. Olumsuz cümlelerde daha fazla vurgu vardır.

Kur’an-ı Kerim’de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik) 

Allah yaptıklarınızdan gafil değildir cümlesi, bünyesinde ‘amellerinizin karşılığını verecek ve sizi mutlaka azaba uğratacaktır’ anlamını barındırmaktadır. Cümle, amellerinin karşılığının verilmesi konusunda tehdittir. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Cümlede iki farklı görevdeki  مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

[Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.] Hülasa mana şöyledir: Ey Resulüm! Senin Rabbin, onların amellerinden habersiz değildir. Bu itibarla o, mutlaka onları azaba uğratacaktır. Onun için onlar, azaplarının tehir edilmesi, Allah'ın onların yaptıklarından habersiz bulunmasından dolayı olduğunu sanmasınlar! Allah, doğrusunu herkesten iyi bilir.  (Ebüssuûd)

Surenin sonunda  konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet,  sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.  

Cemi  müzekker salim kalıbında gelen fasılalar surenin genelinde olduğu gibi bu sayfada da harika bir seci ahengi oluşturmuştur.

 
Kasas Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 88 âyettir. Sûre, adını 25. âyette geçen “el-Kasas” kelimesinden almıştır. Kasas, kıssalar anlamında olup Kur’an’da geçen kıssa ve olaylar için kullanılır. Sûrede başlıca Hz. Mûsâ’nın çocukluğunu, peygamber oluşunu, Musevîleri Mısır’dan çıkarmasını ve Firavun ile ordusunun boğulmasını kapsayan süreç anlatılmaktadır. Ayrıca küfre saplanıp maddî servet ve kudrete bel bağlamanın kötü akıbetini vurgulamak üzere Kârûn kıssasına yer verilmektedir.
Mushaftaki sıralamada yirmi sekizinci, iniş sırasına göre kırk dokuzuncu sûredir. Neml sûresinden sonra, İsrâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 85. âyetinin hicret esnasında Cuhfe denen yerde, 52-55. âyetlerinin de Medine’de indiğine dair bir rivayet bulunmaktadır (Şevkânî, IV, 152).
Başlangıçta Kur’an’ın aydınlatıcı âyetlerine dikkat çekildikten sonra büyük bir kısmında Hz. Mûsâ’nın hayat hikâyesi ve Firavun’la olan mücadelesi anlatılmakta; Şuarâ ve Neml sûrelerinde kısa olarak geçen konulara dair tamamlayıcı bilgiler verilmektedir. Ayrıca Mekkeli müşriklerin Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e karşı olumsuz tutum ve davranışları ile Ehl-i kitabın olumlu davranışlarından söz edilmekte, büyük bir servetin sahibi olan Karun’un kıssasından kesitler verilerek mümin zihniyet ile inkârcı zihniyet arasındaki fark ortaya konmaktadır. Sûrenin son bölümünde Mekke’nin fethine işaret edilerek Hz. Peygamber teselli edilmekte, Allah’ın âyetlerine bağlı kalması ve O’ndan başka hiçbir tanrı tanımaması istenmekte, var edilenlerin hepsinin yok olacağı ve hükümranlığın yalnız Allah’a ait olduğu hatırlatılarak sûre son bulmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kasas Sûresi 1. Ayet

طٰسٓمٓۜ  ...


Tâ-Sîn-Mîm.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 طسم Ta sin mim

Bazı sûrelerin başında bulunan bu tür harflere “hurûf-ı mukattaa” adı verilmektedir (bilgi için bk. Bakara 2/1). Müfessirlerin çoğunluğu bu ve benzeri yerlerdeki kitaptan maksadın Kur’an olduğunu ifade etmişlerdir (Râzî, XXIV, 118; Şevkânî, IV, 91; İbn Âşûr, XIX, 92; ayrıca krş. Ra‘d 13/1; Hicr 15/1). “Apaçık” diye tercüme ettiğimiz mübîn kelimesi “açıklayıcı” anlamına da gelmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de 136 yerde adı geçen Mûsâ aleyhisselâm, Kitâb-ı Mukaddes’te de kendisine en geniş yer verilmiş olan peygamberdir. Tevrat’a göre Mûsâ, Ya‘kub’un oğlu Levi’nin soyundandır. Babası Amran (İmrân), annesi Yokebed’dir (Çıkış, 6/18-20). Kur’an’da Hz. Mûsâ’nın hayat hikâyesine bazan kısa bazan da geniş bir şekilde yer verilmiştir. Kasas sûresinde de konu oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.

Mûsâ dünyaya geldiği sırada Mısır’ın yönetimini elinde bulunduran Firavun, ülkesinin sınırlarını genişletmiş, bu durum onu şımartmıştı. O, Kur’an’da değişik yönlerden eleştirilmekle birlikte asıl eleştirilen yönü tanrılık taslaması, kendini herkesten üstün görmesidir. Firavun, halkını tabakalara bölmüş, 4. âyette de işaret buyurulduğu üzere özellikle İsrâil asıllı olanlara insanlık onuruna yakışmayacak şekilde muamele etmiştir. Bu sebeple aynı âyetin son cümlesinde onun fesad çıkaranlardan olduğu ve normal düzeni bozduğu ifade edilmektedir. Mısır’da çoğalıp kendisine isyan edeceklerinden kaygılandığı için İsrâil asıllı olanların erkek çocuklarına kıyım uyguladı. Ayrıca insanları ağır işlerde çalıştırıp özellikle yaşlıların ölümüne sebep oldu (bilgi için bk. Bakara 2/49; A‘râf 7/103).

طٰسٓمٓۜ

 

طٰسٓمٓ  hurûf-u mukattaa harfidir.

طٰسٓمٓۜ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, Yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Kur'an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

Başında hurûf-u mukattaa bulunan surelerin hepsi vahiy ve nübüvvetin ispatıyla ilgili ayetlerle söze başladığı halde yalnızca üç tanesi; Meryem, Rûm ve Ankebût Sureleri bu genel üslubun dışında kalır. Meryem Suresi Hz. Zekeriyya’nın, Rûm Suresi uğradığı mağlubiyetten sonra Bizans’ın yakın bir gelecekte kazanacağı zaferin müjdesiyle başlamaktadır. Ankebût ise müminlerin birtakım fitne ve belalara uğratılıp imtihana çekileceklerini bildiren ayetlerle başlar ve kendisinden sonra yine başında “elif-lâm-mîm” bulunan diğer üç sure ile birlikte bir grup oluşturur. (TDV İslam Ansiklopedisi) 

طٰسٓمٓ  ifadesi,  ط ’daki uzatma sesinin kalın telaffuz edilmesi veya  ى ’ya meylettirilmesi ile س ’deki  ن ’un izhar veya idgamıyla okunmaktadır.
Kasas Sûresi 2. Ayet

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ  ...


Bunlar apaçık Kitab’ın âyetleridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ şunlar
2 ايَاتُ ayetleridir ا ي ي
3 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
4 الْمُبِينِ apaçık ب ي ن

Mûsâ dünyaya geldiği sırada Mısır’ın yönetimini elinde bulunduran Firavun, ülkesinin sınırlarını genişletmiş, bu durum onu şımartmıştı. O, Kur’an’da değişik yönlerden eleştirilmekle birlikte asıl eleştirilen yönü tanrılık taslaması, kendini herkesten üstün görmesidir. Firavun, halkını tabakalara bölmüş, 4. âyette de işaret buyurulduğu üzere özellikle İsrâil asıllı olanlara insanlık onuruna yakışmayacak şekilde muamele etmiştir. Bu sebeple aynı âyetin son cümlesinde onun fesad çıkaranlardan olduğu ve normal düzeni bozduğu ifade edilmektedir. Mısır’da çoğalıp kendisine isyan edeceklerinden kaygılandığı için İsrâil asıllı olanların erkek çocuklarına kıyım uyguladı. Ayrıca insanları ağır işlerde çalıştırıp özellikle yaşlıların ölümüne sebep oldu (bilgi için bk. Bakara 2/49; A‘râf 7/103).

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 215-216

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  muhatap zamiridir.

اٰيَاتُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْـكِتَابِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. الْمُب۪ينِ  kelimesi  الْـكِتَابِ ’nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat, 2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat: 

1. Müfred olan sıfatla, 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna; cinsiyet, daet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Burada  مُب۪ينٌ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُب۪ينِ۠  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin yani ayetlerin mertebesinin yüceliğini göstermek, dikkatleri işaret edilen ayetlere yoğunlaştırmak ve onları tazim ve teşrif etmek içindir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

اٰيَاتُ الْـكِتَابِ  izafeti hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.

اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ  mübtedanın haberidir. Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında tazim ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

الْمُب۪ينِ۠  kelimesi,  الْـكِتَابِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.  الْمُب۪ينِ۠, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

تِلْكَ  surenin ayetlerine işarettir. Apaçık Kitap ya Levh-i Mahfûz’dur ve apaçık oluşu, olacak her şeyin onda yazılı bulunması ve onun bunları kendisine bakanlara açıklıyor olmasıdır. Ya bu suredir ya da Kur’an’dır. Bu ikisinin apaçık oluşu ise kendilerine tevdî edilen ilim, hikmet ve kanunlardır ve her ikisinin mucizeliği de belli ve aşikârdır. Ayetlerin Kur’an’a ve ‘apaçık kitab’a izafe edilmesi ayetlerin mehabet ve azametini göstermek bakımındandır; çünkü azametli olana izafe edilen ona bağlı olarak azamet kazanır. (Keşşâf)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ  [Bunlar, o apaçık kitabın ayetleridir] cümlesin­de, kemâl derecesinin yüksekliğinden dolayı yakın olan ayetler, uzak için kullanılan işaret ismiyle gösterilmiştir. (Safvetü’t Tefasir)

الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ  sözüyle, ya Levh-i Mahfuz yahut da Allah Teâlâ’nın Hz. Muhammed’e (sav) indireceğini kastettiği kitap kastedilmiştir. Böylece Cenab-ı Hak, bu surenin ayetlerinin o kitabın ayetleri olduğunu beyan etmiş oldu. Allah (cc), bu kitabı ya kendisinde helal haram beyan edildiği için; ya fesahatiyle onun kulların kelamı değil Allah’ın kelamı olduğu yahut Hz. Muhammed'in (sav) nübüvvetinin doğruluğu yahut evvelkilerin ve sonrakilerin haberleri veyahut da sapıkların şüphelerinden nasıl kurtulunacağı beyan edildiği için  الْمُب۪ينِ  diye vasfetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kasas Sûresi 3. Ayet

نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَأِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...


İman eden bir kavm için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek olarak anlatacağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَتْلُو okuyacağız ت ل و
2 عَلَيْكَ sana
3 مِنْ bir parçayı
4 نَبَإِ haberinden ن ب ا
5 مُوسَىٰ Musa
6 وَفِرْعَوْنَ ve Fir’avn’ın
7 بِالْحَقِّ gerçek olarak ح ق ق
8 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
9 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَأِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Fiil cümlesidir.  نَتْلُوا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

عَلَیۡكَ  car mecruru نَتۡلُو  fiiline mütealliktir.  مِنْ نَبَأِ  car mecruru mahzuf mef’ûlun bihin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فِرْعَوْنَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

بِالْحَقِّ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  لِقَوْمٍ  car mecruru  نَتْلُوا  fiiline mütealliktir. 

يُؤْمِنُونَ  fiili  لِقَوْمٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  يُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَأِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

نَتْلُوا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

مِنْ نَبَأِ  ifadesindeki  مِنْ  harfi, ibtidaî gaye veya ba’diyet içindir. (Mahmud Sâfî)

لِقَوْمٍ ’deki tenvin, muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Nekre isimlerden sonra gelen cümleler sıfat olurlar. 

نَبَأِ , büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zann-ı galib oluşan haberdir. Bu iki özelliği taşımayan habere nebe denmez.  نَبَأِ  diye tanımlanan haberin hakkı, yalandan arınmış olmasıdır. (Müfredat) 

Her  نَبَأِ  haberdir fakat her haber  نَبَأِ  değildir.

Haberin, Musa ve Firavun’un haberi olmak üzere sayılması taksim sanatıdır.

نَبَأِ ’in haberden farkı ilkinin Kur’an, kıyamet gibi çok önemli konularla ilgili olmasıdır. Peygamberler de insanın kurtuluş ve saadetini sağlayacak son derece önemli haberler (enbâ’) getirdiklerinden nebi olarak nitelenirler. (Keşşâf)

مِنْ نَبَأِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ  ifadesi  نَتْلُوا  fiilinin mef‘ûlüdür; mana şöyledir: Musa ve Firavun’a dair önemli haberlerin bir kısmını iman edeceği ezelî ilmimizde daha evvel geçmiş bulunan bir toplum için)  -zira bu tilavet ve anlatım, başkalarına değil sadece bunlara fayda verir- “Sana doğru şekliyle anlatacağız.” بِالْحَقِّ  ifadesi, ‘gerçeği söyleyerek’ anlamında olup تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ  [Yağıyla birlikte biter/yetişir.] (Müminun Suresi, 20) ifadesi gibidir. Zeytin ağacının muhtevasında yağ olduğu gibi Allah’ın anlatımı da daima hak ile beraberdir; doğrudur, gerçektir. (Keşşâf)

Tilavet: Takip etmek, arkasına düşmektir. Rağıb’ın açıklamasına göre özellikle Allah Teâlâ’nın indirilmiş kitaplarını ya okumak veya içindeki emir ve yasağı, teşvik ve sakındırmayı dikkatle takip etmektir. (Rağıb el-İsfehani, a.g.e., 75) Demek ki tilavet okumaktan bir yönden daha özeldir. Burada ise Cebrail aracılığı ile okumak ve indirmekten mecazdır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Peygamberimizin davet ve beyanı genel olduğu halde burada iman eden kavmin zikre tahsis edilmiş olması, bundan faydalananlar, onlar oldukları içindir. (Ebüssuûd)

Tilavetin Allah Teâlâ’ya isnadı mecazîdir. Çünkü kendisine vahyedilen sözlerin okunmasını emreden ve hakkı okuyan, Allah'ın emriyle Cebrail'dir (as). (Âşûr)

 
Kasas Sûresi 4. Ayet

اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ  ...


Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 فِرْعَوْنَ Fir’avn
3 عَلَا ululandı (zorbalığa kalktı) ع ل و
4 فِي
5 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
6 وَجَعَلَ ve böldü ج ع ل
7 أَهْلَهَا halkını ا ه ل
8 شِيَعًا çeşitli gruplara ش ي ع
9 يَسْتَضْعِفُ eziyordu ض ع ف
10 طَائِفَةً bir zümreyi ط و ف
11 مِنْهُمْ onlardan
12 يُذَبِّحُ kesiyordu ذ ب ح
13 أَبْنَاءَهُمْ oğullarını ب ن ي
14 وَيَسْتَحْيِي ve sağ bırakıyordu ح ي ي
15 نِسَاءَهُمْ kadınlarını ن س و
16 إِنَّهُ çünkü o
17 كَانَ idi ك و ن
18 مِنَ -dan
19 الْمُفْسِدِينَ bozguncular- ف س د

   Daufe ضعف:   ضَعْفٌ kuvvet sözcüğünün zıddıdır. Fiil olarak zayıf ve güçsüz idi ya da o hale geldi anlamında ضَعُفَ şeklinde kullanılır.

  Zayıf, güçsüz, kolay kırılır ve dayanıksız olana da ضَعِيفٌ denir ve çoğulu ضِعافٌ ve ضُعَفاء şekillerinde gelir. 

  ضَعْفٌ, yani zayıflık ve güçsüzlük nefiste, bedende ve hâlde de olabilir. El- Halil şöyle demiştir: Dammeli ضُعْفٌ sözcüğü  bedendeki zayıflıkla/güçsüzlükle ilgili, fethalı ضَعْفٌ sözcüğü ise akıl ve reydeki zayıflıkla/güçsüzlükle ilgili kullanılır.

  İstif'al babı formundaki إسْتِضْعافٌ kullanımı zayıf, güçsüz ve dayanıksız bulmak anlamı taşır.

  ضِعْفٌ sözcüğüne gelince birbirine denk iki miktarın birleşmesi anlamına gelir ve yalnızca sayılar için kullanılır. Mufâale ve tef'il babı formlarıyla (مُضاعَفَة -  تَضْعِيفٌ) bir nesneye kendisinin bir ya da daha fazla mislinin; benzerinin veya katının eklenmesi kastedilir. Bazıları ise mufâale babındaki kullanımının tef'il den daha mübalağalı olduğunu ifade etmişlerdir.

  Netice olarak bu köke ait iki farklı temel anlam vardır. Bu duruma da  Âli İmran, 3/130 ayeti misal verilebilir: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ   Bir görüşe göre bu ayette geçen aynı köke ait lafızlar te'kid/pekiştirme amacıyla gelmiştir. Diğer bazılarına göre ise bilakis مُضاعَفَة sözcüğü ضِعْفٌ kökünden değil, aksine ضَعْفٌ kökünden gelir. Buna göre de ayetin manası şöyledir: 'Sizin bir ضَعْفٌ (iki katına çıkarma) olarak gördüğünüz şey aslında bir ضِعْفٌ dur yani bir eksiltmedir.'(Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de  farklı formlarda 52 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

Türkçede kullanılan şekilleri zayıf, zaaf ve zâfiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  فِرْعَوْنَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup gayri munsariftir.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَا فِي الْاَرْضِ cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

عَلَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  عَلَا  fiiline mütealliktir. وَ  atıf harfidir. 

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَهْلَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  شِيَعاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَسْتَضْعِفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  يَسْتَضْعِفُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  ضعف ’dir.

طَٓائِفَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  يَسْتَضْعِفُ  fiiline mütealliktir. 

يُذَبِّـحُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  اَبْنَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.

يَسْتَحْـي۪  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  يَسْتَحْـي۪  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  حىى ’dir

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.  

نِسَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُذَبِّـحُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذبح ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

ل  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur.

مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْمُفْسِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Ayetin ilk cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  عَلَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعاً  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle habere atfedilmiştir.  شِيَعاً ’daki tenvin, nev ve kesret ifade eder.

اِنَّ فِرْعَوْنَ  ِifadesi mücmeli tefsir etme kabilinden istînâf cümlesidir. Sanki biri “Musa ve Firavun’un önemli haberleri nasıldır?” diye sormakta, Allah Teâlâ da akla gelen bu soruyu  اِنَّ فِرْعَوْنَ  diyerek cevaplamaktadır. (Keşşâf)

عَلَا kelimesi, ‘tekebbür etti, zorba oldu, büyüklük tasladı ve azdı’ anlamlarına gelip bununla, o kralın kuvvet ve kudreti kastedilmiştir. Yerde büyüklük taslamak ise idare ettiği beldede böyle oldu, dünyanın her tarafında değil... demektir. (Fahreddin er-Râzî)


 يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

طَٓائِفَةً ’deki tenvin, muayyen olmayan cinse işaret eder.

Aynı üslupta gelen  يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ  cümlesi  يَسْتَضْعِفُ  cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.

وَيَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَبْنَٓاءَهُمْ  (Oğullarını) sözünün karşılığında  بناتهم (kızları) yerine  نِسَٓاءَهُمْۜ  (Kadınlarını) buyurulması, kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

يُذَبِّـحُ  fiili,  تفعيل  babındadır. Bu bab fiile, çokluk anlamı katmıştır.

يُذَبِّـحُ اَبْنَٓاءَهُمْ  cümlesiyle  يَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Muzari fiil, teceddüd ve hudusa delâlet eder. (Vakafat, s. 84)

Burada Allah Teâlâ bize Firavun’dan haber veriyor. Ayet-i kerimede erkek çocukları öldürüp kız çocukları diri bırakma fiili Firavun’a isnad edilmiş. Halbuki Firavun emir veriyor, adamları bu işi yapıyordu. İşte fiili yapma işinde emiri veren ve emre uyan arasındaki yakınlıktan dolayı fiil; emri veren ve böylece sebep olan Firavun’a isnad edilmiş. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümle ve devamı  نَتْلُو  cümlesinin veya  نَبَإ مُوسى وفِرْعَوْنَ  cümlesinin beyanıdır. Büyük önem ve tehlike arz eden bir haber olduğunu belirtmek için çeşitli dersler içerecek şekilde önce özet olarak sunulmuştur. Haberin önemi dolayısıyla tekid harfiyle başlamıştır. (Âşûr)


اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliye veya beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ  car mecruru,  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  

يَسْتَضْعِفُ  fiili,  جَعَلَ ’deki zamirden hal yahut  شِيَعاً  kelimesinin sıfatı veya yeni bir sözdür.  يُذَبِّـحُ  da  يَسْتَضْعِفُ  fiilinden bedeldir.

اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ  [Gerçekten bozgunculardandı.] ifadesi, haksız olarak çocukları boğazlayıp öldürmenin sadece bozguncuların işi olduğunu göstermektedir. (Keşşâf) 

Yine bu ifade, öldürme işinin sadece bir fesat olup Allah’ın kazasını def etme hususunda bir tesirinin bulunmadığını gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kasas Sûresi 5. Ayet

وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ  ...


Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنُرِيدُ biz istiyorduk ر و د
2 أَنْ
3 نَمُنَّ lutfetmeyi م ن ن
4 عَلَى üzerine
5 الَّذِينَ kimseler
6 اسْتُضْعِفُوا ezilen(ler) ض ع ف
7 فِي
8 الْأَرْضِ o yerde ا ر ض
9 وَنَجْعَلَهُمْ ve onları yapmayı ج ع ل
10 أَئِمَّةً önderler ا م م
11 وَنَجْعَلَهُمُ ve onları kılmayı ج ع ل
12 الْوَارِثِينَ mirasçı و ر ث
Hâmân, Firavun’un veziri veya saraydaki önemli şahsiyetlerden biri olup adı Kur’an’da altı yerde Firavun’la birlikte anılmaktadır (bk. Kasas 28/6, 8, 38; Ankebût 29/39; Gāfir 40/24, 36; bilgi için bk. Şaban Kuzgun, “Hâmân”, DİA, XV, 436-437). İlâhî irade Firavun’un istediği istikamette tecelli etmedi. Tam tersine Allah Teâlâ, onun zulmü altında ezilen, horlanan, fakir ve muhtaç duruma düşürülmüş olan, yok edilmek istenen İsrâiloğulları’nı zulümden kurtarıp hayırlı işlerde insanlara önderler yapmak, ülkelerinin vârisleri kılıp vaad ettiği topraklara güvenlik içinde yerleştirmek, kendilerine iktidar vermek istiyordu. Nitekim İsrâiloğulları soyundan insanlara din ve dünya hayatında önderlik etmiş olan birçok peygamber gelmiş, onlar Dâvûd ve Süleyman zamanında bölgenin en güçlü devletine sahip olmuşlardı (bk. Neml 27/ 15-44).

وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  نُر۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  نُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

نَمُنَّ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü  عَلَى  harf-i ceriyle birlikte  نَمُنَّ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اسْتُضْعِفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  اسْتُضْعِفُوا  fiiline mütealliktir.  اسْتُضْعِفُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  ضعف ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.  

وَ  atıf harfidir.  نَجْعَلَهُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef ‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  اَئِمَّةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

نَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.  نَجْعَلَهُمُ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.   

الْوَارِث۪ينَ  ikinci mef’ûlun bih olup  nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

الْوَارِث۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ورث  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki …اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi  اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ , masdar teviliyle  نُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlü yerindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlünün sarih değil de müevvel masdarla ifade edilmesi bu durumun bir defaya mahsus olmadığına işaret olabilir.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , harfi-cerle birlikte  نَمُنَّ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

اسْتُضْعِفُوا  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً  cümlesi ve  وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ  cümlesi, aynı üslupta gelerek …نَمُنَّ عَلَى  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Ayette fiillerin, azamet zamirine isnadı tazim, muzari fiil sıygasında gelmeleri hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ  sözündeki varis olmaktan murad onlara verilen ve geri alınmayan ihsanlardır. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Ruveynî, Teemülat fi Sureti Meryem Suresi, Meryem 63, s. 243) 

Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

اَئِمَّةً ’deki tenvin, muayyen olmayan cins ve tazim ifadesi içindir.

نَجْعَلَهُمُ  fiilinin tekrarlanması işin gerçekleşeceğinin kesinliğine işaret olabilir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsrailoğullarının din önderleri kılınmaları, zaman itibariyle Firavun’a varis kılınmalarından sonra olduğu halde burada verasetlerinin ondan sonra zikredilmiş olması, varis kılınmalarının mertebesi din önderleri kılınmalarının mertebesinden daha aşağı olduğu içindir. Bir de verasetin devamı olan hususlar ile onun arasına başka bir şeyin girmemesi içindir. (Ebüssuûd)

Şayet  وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ  ifadesinin  نَتْلُوا  ve  يَسْتَضْعِفُ  cümlelerine atfedilmesi doğru olmaz; öyleyse bu söz nereye atfedilmiştir? dersen şöyle derim: Bu, اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ  ifadesine matuftur; zira bu ifade Musa ve Firavun’un haberlerini tefsir ve beyan sadedinde bu ِifadenin dengidir.  وَنُر۪يدُ  (istiyorduk) ifadesi geçmiş halin hikâyesidir; يَسْتَضْعِفُ  fiilinden hal de olabilir yani Firavun onları köleleştirmek istiyor, biz ise onlara iyilik etmek istiyorduk. Şayet “Bunların paryalaştırılmak istenmesiyle Allah’ın onlara iyilik murad etmesi nasıl bir arada mütalaa edilebilir? Oysa Allah bir şeyi gerçekleştirmek istediği zaman başka bir vakte muhtaç olmaksızın o iş olmaktadır.” dersen şöyle derim: Allah Teâlâ’nın onları Firavun’dan kurtararak kendilerine yapacağı iyiliğin gerçekleşmesi yakın olunca sanki Allah’ın onlara iyilik murad etmesi onların zavallılaştırılmaları ile berabermiş gibi kabul edilmiştir. (Keşşâf) 

وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ  [Biz, ihsan etmek istiyorduk] cümlesinde, o manzarayı zihinde canlandırmak için, şimdiki zamanın hikâye kipi kullanılmıştır. (Safvetü’t Tefasir)
Günün Mesajı
Allah'ın yardımını alan bir kimse için korku yoktur. İsterse onun başka bir gücü olmasın. Allah'ın gücü kendisine karşı olan kimseler için ise güven ve huzur olamaz. İsterse yaratılmış bütün güçler onun yanında yer alsın, onu desteklesin.
Salih kimselerle hayırlı kişiler şerrin ve fesadın etkilerini ortadan kaldıramayacak olursa, zalimlerin ifsad ettiklerini düzeltmek için işe Allah'ın kudreti müdâhil olur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah Teala, kulları için muazzam bir imtihan düzeni yaratmıştır. Allah için yaşayanlara ve O’nun rızasını kazanmak için çalışanlara; iki müjde vardır yani onlar iki cihanda da kazanacaktır. 

Allah’ın emirlerine itaat eden kulun gönlü ferahtır. Zira o, her emirde gizlenmiş veya açıklanmış hikmetlere de iman etmiştir. Allah, kulu için en iyisini bilendir; nefsi isterse hoşnut kalsın, isterse kalmasın. 

Günümüzde ilim dallarının gelişmesiyle; bazı ibadetlerdeki çeşitli dünyalık faydalar ve bazı haramlardan uzak durarak korunduğumuz zararlar; daha kesin bilimsel bir dille anlatılmaktadır.

Bunları işiten mümin: SubhanAllah! diyerek tebessüm eder. Sebepler aleminde, kendisine anlaşılır kılınan bazı sebeplere hayran kalır. Ve kendisine iki cihanda da kazanma fırsatı veren Allah’a hamd eder.

Şüphesiz ki; Allah yolunda iyilik yapanın iyiliği kendisinedir.

Ey her şeyin sahibi olan Allahım! Biz, yalnız Sana kulluk eder ve yalnız Sana yalvarırız. Şüphesiz ki; dünya imtihan yeridir ve ölüm haktır. Huzuruna, biriktirdiğimiz nice hayırlarla çıkmamızı nasip et ve bize merhametin ile muamele et. Kıyamet gününün dehşetinden ve sevdiklerinden kaçanların halinden: Sana sığınırız. Bizi; Sana hakiki manada teslim olanlardan, Kur’an’ı okuyup yaşayanlardan, her zaman Senin rızanı umarak çabalayanlardan ve rızana kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji