بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنُمَكِّنَ | ve iktidara getirmeyi |
|
2 | لَهُمْ | onları |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَرْضِ | o yerde |
|
5 | وَنُرِيَ | ve göstermeyi |
|
6 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn’a |
|
7 | وَهَامَانَ | ve Haman’a |
|
8 | وَجُنُودَهُمَا | ve askerlerine |
|
9 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
10 | مَا | şeyi |
|
11 | كَانُوا | oldukları |
|
12 | يَحْذَرُونَ | korkmuş |
|
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki masdar-ı müevvele matuftur. Fiil cümlesidir.
نُمَكِّنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. لَهُمْ car mecruru نُمَكِّنَ fiiline mütealliktir. فِي الْاَرْضِ car mecruru نُمَكِّنَ fiiline mütealliktir.
نُرِيَ atıf harfi وَ ’la نُمَكِّنَ ’e matuftur. نُرِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. Bu ayette نُرِيَ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِرْعَوْنَ mef’ûlun bih olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَامَانَ ve جُنُودَهُمَا atıf harfi وَ ’la makabine matuftur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْهُمْ car mecruru يَحْذَرُونَ fiiline mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl نُرِيَ ’nin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَحْذَرُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَحْذَرُونَ fiili, كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur. يَحْذَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
نُمَكِّنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi مكن ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
نُرِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رأي ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
….وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ cümlesi وَ ’la 5. ayetteki …نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette نُمَكِّنَ ve نُرِيَ fiillerinin, azamet zamirine isnadı tazim, muzari fiil sıygasında gelmeleri cümlelere hudûs, istimrar ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
نُرِيَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كَانُوا يَحْذَرُونَ cümlesi; كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
“O yerde onlara imkân verelim.” Mısır ve Şam toprağında. İmkan vermenin aslı; bir şeye içine gireceği yer vermektir, sonra istiare yolu ile musallat kılmaya ve kayıtsız şartsız bırakmaya denildi. (Beyzâvî)
Ayette geçen ve kudret sahibi kılmak manasında olan نُمَكِّنَ fiilinden alınmadır. Bu kelime; bir kimseye üzerine oturup yerleşebileceği veya yatıp uyuyabileceği bir yer hazırlanması veya yer edinmesi manasınadır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
الجُنْدُ kelimesi çoğul bir isimdir. Bu lafzın tekili yoktur. Bir işi yerine getirmek üzere bir araya gelen insan grubudur, buna ordu denir. Çünkü onların işi tek bir şeydir, o da amire hizmet etmek ve itaat etmektir. (Âşûr)
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَوْحَيْنَا | ve vahyettik |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | أُمِّ | annesine |
|
4 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
5 | أَنْ | diye |
|
6 | أَرْضِعِيهِ | O(çocuğu)nu emzir |
|
7 | فَإِذَا | ne zaman ki |
|
8 | خِفْتِ | korkarsan |
|
9 | عَلَيْهِ | başına bir şey gelmesinden |
|
10 | فَأَلْقِيهِ | onu bırak |
|
11 | فِي |
|
|
12 | الْيَمِّ | suya |
|
13 | وَلَا | ve |
|
14 | تَخَافِي | korkma |
|
15 | وَلَا | ve |
|
16 | تَحْزَنِي | üzülme |
|
17 | إِنَّا | elbette biz |
|
18 | رَادُّوهُ | onu tekrar geri vereceğiz |
|
19 | إِلَيْكِ | sana |
|
20 | وَجَاعِلُوهُ | ve onu yapacağız |
|
21 | مِنَ | -den |
|
22 | الْمُرْسَلِينَ | elçiler- |
|
Hz. Mûsâ’nın annesine yapılan vahiy muhtemelen peygamberlere yapılan vahiy değil, seçkin kulların kalbine doğan ilham anlamındadır. Sıkı bir şekilde uygulanan bu katliamdan Mûsâ’yı kurtarması için Allah tarafından annesine, onu bir süre emzirmesi, çocuğun hayatının tehlikeye düştüğünü hissettiği anda onu bir sandukaya koyup Nil nehrine bırakması ilham edilmiş, annesi de emredileni yapmıştı. Çünkü Allah ona, “Korkup kaygılanma, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye ilham etmişti. Nitekim sonunda ilâhî takdir tecelli etmiş, Firavun ailesi, İsrâiloğulları’na yapmış olduğu zulmün karşılığı olarak ileride kendilerine düşman ve üzüntü sebebi olacak bebeği Nil kıyısında bularak Firavun’a getirmişlerdir. 8. âyette Firavun ve beraberindekilerin gerek Allah’a karşı nankörlüklerinin gerekse İsrâiloğulları’na uyguladıkları zulmün yanlışlığına, dolayısıyla Hz. Mûsâ’nın ileride bunlara karşı vereceği mücadeleye işaret edilmektedir. Yüce Allah Mûsâ’nın korunup kollanması ve kendi gözetiminde yetiştirilip olgunlaşması için onu katından bir sevgi ile kuşatmış, kezâ ona karşı insanların kalbine de sevgi yerleştirmiştir (bk. Tâhâ 20/39). Bundan dolayı Firavun’un eşi Asiye (Râzî, XXIV, 228), çocuğun hayatına kıyılmaması ve kendisinde kalması için Firavun’a ricada bulunmuş; “O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun!” diyerek bir sevinç ve mutluluk kaynağı olduğuna işaret ettikten sonra ondan faydalanabilecek veya onu evlât edinebileceklerini söyleyip kocasını razı etmiştir. “Onlar işin farkında değillerdi” cümlesi Firavun ve adamlarının ileride Hz. Mûsâ sebebiyle başlarına gelecek olanları bilmediklerine işaret etmektedir (Razî, XXIV, 229).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 216-217Rada'a رضع : Çocuk ya da yavru annesinin memesini emdi anlamında ikinci babdan رَضَعَ - يَرْضِعُ şeklinde ve üçüncü babdan رَضَعَ - يَرْضَعُ şeklinde kullanılır. Mastarı رَضاعٌ ve رَضاعَةٌ olarak gelir.
İstif'al babı formundaki إسْتَرْضَعَ fiili ise emzirtmek istemek anlamındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 11 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki masdar-ı müevvele matuftur. Fiil cümlesidir.
اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰٓى اُمِّ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. مُوسٰٓى muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ tefsiriyyedir. اَرْضِع۪يهِ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
اَرْضِع۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رضع ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خِفْتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خِفْتِ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تِ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru خِفْتِ fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اَلْق۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْيَمِّ car mecruru اَلْق۪يهِ fiiline mütealliktir.
اَلْق۪يهِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَاف۪ي fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. لَا تَحْزَن۪ي atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَحْزَن۪ي fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَٓا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رَٓادُّوهُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup cemi müzekker salim olduğu için ref alameti و ’dır. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَيْكِ car mecruru رَٓادُّوهُ ’ya mütealliktir.
رَٓادُّو sülâsi mücerredi ردد olan fiilin ism-i failidir.
جَاعِلُوهُ atıf harfi وَ ’la رَٓادُّوهُ matuf olup cemi müzekker salim olduğu için ref alameti و ’dır. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَاعِلُو kelimesi, sülâsi mücerredi جعل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ car mecruru ism-i fail olan جَاعِلُوهُ ’nin mahzuf mef’ûlun bihine müteallik olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُرْسَل۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ
Ayet نُرِيَ fiiline matuftur. Faide-i haber ibtidai kelam formunda gelen cümle mazi fiil sıygasındadır. Önceki ayette نُمَكِّنَ , نُرِيَ şeklinde muzari fiil kullanılıyorken bu ayette mazi fiile iltifat edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اُمِّ مُوسٰٓى izafeti, muzafa tazim ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَرْضِع۪يهِۚ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen ب harf-i ceriyle birlikte اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette geçen ‘emzir’ manasında olan اَرْضِع۪يهِ kelimesinin başında yer alan اَنْ harfi, ‘ey, yani’ anlamındadır. Ya da bu harf, masdar manasında olan bir edattır.
Burada geçen اَوْحَيْنَٓا (vahyettik) ifadesi ilham yoluyla bildirdik ya da rüya yoluyla veya bir melek aracılığıyla haber verdik, demektir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle اَرْضِع۪يهِۚ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
اِذَا , cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan خِفْتِ عَلَيْهِ aynı zamanda اِذَا ’nın muzafun ileyhidir.
Rabıta harfi فَ ile gelen فَاَلْق۪يهِ فِي الْيَمِّ cümlesi şartın cezasıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَلَا تَخَاف۪ي وَلَا تَحْزَن۪يۚ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. İki cümle de nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خِفْتِ عَلَيْهِ cümlesiyle وَلَا تَخَاف۪ي cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayette بحر yerine الْيَمِّ kullanılması lafız-mana uyumu olan mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Deniz anlamındaki بحر değil de يَمِّ kelimesinin kullanım sebebi bu kelimenin İbranice olması ve Hz. Musa’nın kavminin de İbranî olduğu için bu kelimeyi kullanmasıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an’ın Beyânî Sırları, s. 69)
لَا تَخَاف۪ي - خِفْتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı, خِفْتِ - تَحْزَن۪يۚ ve اُمِّ - اَرْضِع۪يهِۚ gruplarındaki kelimeler arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette iki emir, iki yasak, iki haber ve iki müjde yer almaktadır. Emirlerin ikisi, emzirme ile denize atma emridir. İki nehiy, (yasak) korkma ve üzülme yasağıdır. Söz konusu iki haberden biri “Musa'nın annesine vahyettik” ve “korktuğu zaman” haberiydi. İki müjde ise: Musa'yı yeniden ailesine döndürmesi ve onun peygamber kılınacağı müjdeleriydi. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Âşûr)
Şayet korku ile hüzün arasında ne fark vardır? dersen şöyle derim: Korku, vukuu beklenen bir bela ve musibetten dolayı insana arız olan bir gam ve kederdir. Üzüntü ise fiilen vaki olup gerçekleşen ve yaşanan bir olaydan dolayı insana arız olan şeydir ki bu olay, annenin çocuğundan ayrılması ve onu tehlikeye atmasıdır. İşte Musa’nın annesi her iki halden (korku ve hüzün) de nehyedilmiş; kendisine vahiy ile güven verilmiştir. Ayrıca onu teselli edecek, kalbini, gönlünü yatıştıracak, sevinç ve mutlulukla dolduracak şey kendisine vaat edilmiştir ki bu da Musa’yı annesine iade etme ve onu peygamberlerden biri yapma sözüdür. (Keşşâf, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Önceki nehiy için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Cümle, lafza-i celâle isnadla tazim edilmiştir.
اِنَّ ’nin haberi olan رَٓادُّوهُ kelimesinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan رَٓادُّوهُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
جَاعِلُوهُ kelimesi, اِنَّ ’nin haberine matuftur.
رَٓادُّوهُ ve جَاعِلُوهُ izafetlerinde muzâf olan kelimeler cemi müzekker salim oldukları için sonlarındaki nun düşmüştür.
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkar makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ [Biz onu sana geri verecek ve onu peygamberlerden biri yapacağız] ifadesinde, isim cümlesi fiil cümlesine tercih edilmiş ve سَنَرُدٌُهُ ve نَجْعَلُهُ denilmemiştir. Bu da müjdeye verilen önemden dolayıdır. Çünkü isim cümlesi sübût ve devamlılık ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)
فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ وَحَزَناًۜ اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَالْتَقَطَهُ | nihayet onu aldı |
|
2 | الُ | ailesi |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
4 | لِيَكُونَ | olsunası için |
|
5 | لَهُمْ | kendilerine |
|
6 | عَدُوًّا | bir düşman |
|
7 | وَحَزَنًا | ve başlarına derd |
|
8 | إِنَّ | gerçekten |
|
9 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
10 | وَهَامَانَ | ve Haman |
|
11 | وَجُنُودَهُمَا | ve askerleri |
|
12 | كَانُوا |
|
|
13 | خَاطِئِينَ | yanılıyorlardı |
|
Leqata لقط :
لَقْطٌ Atılmış veya ıskartaya çıkarılmış önemsenmeyen bir şeyi alıp kabzetmektir.
Bu kökün anlamında iki asli esas vardır: Biri kabzetmek, diğeri ise önemsiz bir şey olması. Bu kelimeyi َأخَذ yani almak fiili ile değilde قَبَضَ yani kabzetmek ile açıklamak daha munasiptir. Zira kabzetmek bir şeyi hükmü altına almak niyetiyle toplayıp bir araya getirmektir. أخذ ise daha umumi bir fiildir.
Kur'an-ı Kerim'de iftial babındaki formla kullanılmasına gelince ( إلْتَقَطَ ) bu da, kabzetmenin gönüllü olarak gerçekleştiğini ifade etmesi içindir. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de fiil formunda 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli lukatadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ وَحَزَناًۜ
Ayet, فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; فوضعته في التابوت وألقته في اليم فقذفه الموج إلى الساحل (Bu yüzden onu tabuta koyup denize attı ve dalgalar onu kıyıya fırlattı.) şeklindedir.
الْتَقَطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اٰلُ fail olup lafzen merfûdur. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, يَكُونَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte الْتَقَطَهُٓ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُونَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir.
لَهُمْ car mecruru عَدُواًّ’nin mahzuf haline mütealliktir. عَدُواًّ kelimesi يَكُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. حَزَناً atıf harfi وَ ’la عَدُواًّ ’e matuftur.
الْتَقَطَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi لقط ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. فِرْعَوْنَ ismi اِنَّ ’nin ismi olarak mansubdur. Gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَامَانَ ve جُنُودَهُمَا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
خَاطِـ۪ٔينَ kelimesi, كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
خَاطِـ۪ٔينَ kelimesi, sülâsi mücerredi خطأ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ وَحَزَناًۜ
Ayetler arasındaki meskutun anh sebebiyle takdir edilmiş bir istînâf cümlesine matuftur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
يَكُونَ fiiline dahil olan لِ , muzari fiili gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel cer mahallinde olup başındaki harf-i cerle birlikte الْتَقَطَهُٓ fiiline mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهُمْ car mecruru ihtimam için nakıs fiil لِيَكُونَ ’nin haberi olan عَدُواًّ ’e takdim edilmiştir.
حَزَناً , tezâyüf nedeniyle müsned olan عَدُواًّ ’e atfedilmiştir.
Sülasisi لقط olan فَالْتَقَطَهُٓ fiili اِفْتِعال babındadır. Bu bab fiile mutavaat, müşareket, ittihaz, izhar, talep gibi anlamlar katar.
لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ [Düşman olsun diye] tabirinde kevniyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Burada لِيَكُونَ (olsun) ifadesindeki لِ gerekçelendirme manasında olan كَىْ lâmıdır. Bu ifade senin birebir جِأْتُكَ لِتّكْرِمُنِي (Senin yanına bana değer veresin diye geldim) sözün gibidir; ancak ayetteki gerekçelendirme manası hakikat olmayıp mecazdır; zira onların Musa’yı bulup almalarının gerçek sebebi onlara düşman ve tasa kaynağı olması değil, ona olan muhabbetleri ve onu evlat edinme arzularıdır. Ne var ki bu düşmanlık ve tasa onu bulup almalarının neticesi ve semeresi olunca bu durum kişinin yaptığı işin gerekçe ve gayesine benzetilmiştir ki bu da misalimizde gelmenin sonucu olan değer verme, yani ikramdır. Yine senin ضَرَبْتُهُ لِيَتَأَدَّبَ (Ona, uslansın diye vurdum) sözündeki vurmanın semeresi uslanmaktır. Bunun daha açık izahı şudur: أسد lafzı, aslana benzeyen kimse için istiare edildiği gibi bu لِ da gerekçelendirmeye benzeyen şeyde istiare olarak kullanılmıştır. Bu لِ ’ın durumu ve hükmü ذَيْدٌ كَأسدٍ (Zeyd aslan gibidir) misalindeki أسد ’in durumu ve hükmü gibidir. (Keşşâf, Âşûr)
Aslında Firavun ve ailesi Musa’yı (as) bu amaçla almadılar. Mutlu olmak için aldılar. Bunların ikisi de yani mutlu olmak da üzülmek de onu almaları ve evlat edinmelerine terettüb etmektedir. İllet, akıbete benzetilmiştir. Tebeî, tasrîhî istiâre olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ
اِنَّ فِرْعَوْنَ cümlesi hatalarını pekiştirmek ya da başlarına o belayı getiren şeyi açıklamak için itiraziyedir. (Beyzâvî)
İtiraziyye olarak fasılla gelen bu cümle, اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
كان ’nin haberi olan خَاطِـ۪ٔينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Taksim sanatı üslubuyla sayılan Firavun, Haman ve onların orduları خَاطِـ۪ٔينَ ’de cem’ edilmiştir.
لِيَكُونَ - كَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası, فِرْعَوْنَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”In Kullanımı)وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَتِ | ve dedi ki |
|
2 | امْرَأَتُ | karısı |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn’ın |
|
4 | قُرَّتُ | aydınlığı |
|
5 | عَيْنٍ | göz |
|
6 | لِي | bana da |
|
7 | وَلَكَ | ve sana da |
|
8 | لَا |
|
|
9 | تَقْتُلُوهُ | onu öldürmeyin |
|
10 | عَسَىٰ | belki |
|
11 | أَنْ | diye |
|
12 | يَنْفَعَنَا | bize yararı dokunur |
|
13 | أَوْ | ya da |
|
14 | نَتَّخِذَهُ | onu ediniriz |
|
15 | وَلَدًا | evlad |
|
16 | وَهُمْ | ve onlar |
|
17 | لَا |
|
|
18 | يَشْعُرُونَ | anlamıyorlardı |
|
وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. امْرَاَتُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي ’dir. قَالَتِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. فِرْعَوْنَ mef’ûlun bih olup gayri munsarifdir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُرَّتُ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri هو şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. عَيْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ل۪ي car mecruru قُرَّتُ عَيْنٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. لَكَ car mecruru atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُو fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً
Fiil cümlesidir. عَسَى terecci harfidir. عَسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَنْ ve masdar-ı müevvel fail olarak mahallen merfûdur. يَنْفَعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَتَّخِذَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. وَلَداً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نَتَّخِذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَشْعُرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ
Cümle وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Ayette Allah Teâlâ, Firavun’un karısının sözlerini bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
قَالَتِ fiilinin mekulü’l-kavli olan قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو olan mübteda mahzuftur.
Ayette Firavun’un karısına زَوْجَة değil, اِمْرَأَة denmiştir. İlgili ayetler incelendiğinde زَوْجَة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür: Sadakat, Allah’ın dinine inanmada birlik, üreme imkânı bulunmak, nikâhlı olmak. اِمْرَأَة kelimesi زَوْجَة için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: – İhanet (Aldatma) – Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık – Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) – Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen زَوْجَة ve اِمْرَأَة Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)
قُرَّتُ عَيْنٍ ifadesi mahzuf bir mübtedanın haberidir; bunun mübteda, لَا تَقْتُلُوهُۗ ifadesinin ise haber yapılması pek kuvvetli değildir. Şayet قُرَّتَ عَيْنٍ diye mansub olsaydı daha kuvvetli olurdu. İbni Mesud’un (ra) okuyuşu bunun haber olduğuna delildir ki o, لَا تَقْتُلُوهُۗ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَ diye لَا تَقْتُلُوهُۗ ifadesini öne alarak okumuştur. (Keşşâf)
قُرَّتُ عَيْنٍ ifadesi sururdan kinayedir. Zıddı olan üzüntü ve keder dolayısıyla ağlamanın etkisi için kullanılan سُخْنَةُ العَيْنِ (gözün ateşlenmesi) deyimi dolayısıyla türemiş bir mecâzdır. (Âşûr)
لَا تَقْتُلُوهُۗ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l-kavle dahildir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تَقْتُلُوهُ [Onu öldürmeyin] cümlesinde, saygı ifade eden çoğul kipi kullanılmıştır. Karısı, saygı göstermek için, Firavun'a, onu öldürme dememiş, onu öldürmeyin diye hitap etmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
“Onu öldürmeyin” şeklinde çoğul sıyga ile hitap etmesi onu büyütmek içindir. (Beyzâvî)
عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Terecci manalı nakıs fiil عَسَى ’nın dahil olduğu …عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
عَسٰٓى mazi fiil sıygasında gelmiş tam fiildir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَنْفَعَنَٓا cümlesi, عَسٰٓى fiilinin faili konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki نَتَّخِذَهُ وَلَداً cümlesi اَوْ atıf harfiyle يَنْفَعَنَٓا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَلَداً ’deki tenvin herhangi bir manasında nev ifade eder.
عَسَىٰۤ muzarisi olmayan bir fiildir. Sadece mazisi çekilir. Bunun mazisinden de özellikle عَسَيْتُمَا , عَسَيْتُمْ şekilleri kullanılır. Kendisinden sonra gelen isim merfû kılınır. (Fahreddin er-Râzî)
Tereccî: Husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. Asıl olarak iki harfi vardır: عَسٰٓى ve لعل (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Ayetin hal و ’ıyla gelen وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal olan cümle tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şayet وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ifadesi haldir, bunun zü’l-hali nedir? dersen şöyle derim: Bunun zü’l-hali اٰلُ فِرْعَوْنَ ُifadesidir. Kelamın takdiri şöyledir: فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ وَحَزَناًۜ وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ كَذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ أنَّ هُمْ على خطأ عَظِيمٌ في الْتَقاطه ورجاء النفع منه وتبنيه ; yani Firavun hanedanı onu kendisine düşman ve üzüntü kaynağı olsun diye bulup aldı. Firavun’un hanımı böyle dedi; fakat onlar onu almakta, ondan fayda ummakta ve onu evlat edinmekte büyük bir yanılgı üzere olduklarının farkında değillerdi!
اِنَّ فِرْعَوْنَ ifadesi sonuna kadar onların hatalı oluşlarının manasını teyid eden matuf ile matufun aleyh arasında bir ara cümledir. Nazım güzelliklerinden anlayan kişiye göre bu ifadenin dizilişi ne güzeldir! (Keşşâf)وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغاًۜ اِنْ كَادَتْ لَتُبْد۪ي بِه۪ لَوْلَٓا اَنْ رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَصْبَحَ | ve sabahladı |
|
2 | فُؤَادُ | gönlü |
|
3 | أُمِّ | annesinin |
|
4 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
5 | فَارِغًا | bomboştu |
|
6 | إِنْ |
|
|
7 | كَادَتْ | neredeyse |
|
8 | لَتُبْدِي | açığa vuracaktı |
|
9 | بِهِ | onu |
|
10 | لَوْلَا | eğer olmasaydık |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | رَبَطْنَا | biz iyice pekiştirmiş |
|
13 | عَلَىٰ | üzerine |
|
14 | قَلْبِهَا | onun kalbi |
|
15 | لِتَكُونَ | olması için |
|
16 | مِنَ | -dan |
|
17 | الْمُؤْمِنِينَ | inananlar- |
|
Öte yandan Mûsâ’nın annesinin üzüntüden aklı başından gitmiş, ne olup bittiğinden haber alamadığı için dehşete kapılmıştı. Haber almak için gösterdiği telâş sebebiyle neredeyse durumu ifşa edecekti, fakat Allah gönlünü pekiştirdi, ona sabretme gücü verdi ve sonunda çocuğuna kavuşacağı inancında karar kıldı. Anne, kızına gelişmeleri uzaktan takip etmesini söylemişti. O da hemen nehrin kenarında kardeşinin peşine düşmüş, Firavun’un adamlarına hissettirmeden, Mûsâ’nın Firavun’un sarayına götürülüşünü izlemişti.
Firavun’un hanımı çocuğa sütanne aramaya başladı; ancak Allah Teâlâ izin vermediği için Mûsâ saraya getirilen kadınlardan hiçbirinin memesini emmedi. Bu hususun 12. âyette, “Biz önceden onun, başka sütanne kabul etmesini engellemiştik” şeklinde ifade buyurulması, olayın tesadüfî bir gelişme olmayıp ilâhî irade tarafından özel olarak planlandığını göstermektedir. Durumu öğrenen ablası emzikli bir kadın olarak “annesini” tavsiye etti; teklifi kabul edildi ve Mûsâ emzirilmek üzere annesine iade edildi (Tevrat’a göre Mûsâ’yı nehirde bulan ve onu emzirmesi için annesine veren, Firavun’un kızıdır; bk. Çıkış, 2/5). Emzirme süresi bitince Mûsâ tekrar Firavun ailesine teslim edildi. Firavun, kendi ailesi içinde büyütülüp yetiştirilen çocuğun kendi yolundan gidecek ve ona mutluluk verecek bir evlât olacağını düşünmüştü. Genellikle ilgi ve eğitim bu sonucu verebilirdi, fakat Allah, Mûsâ vasıtasıyla Firavun’un zulmüne son vermek istiyordu ve sonunda O’nun muradı gerçekleşti.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 217وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغاًۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir.
اَصْبَحَ nakıs, mebni mazi fiildir. فُؤٰادُ kelimesi, اَصْبَحَ ’nın ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اُمِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُوسٰى muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَارِغاً kelimesi اَصْبَحَ ’nın haberi olup lafzen mansubdur. فَارِغاً kelimesi, sülâsi mücerredi فرغ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كَادَتْ لَتُبْد۪ي بِه۪
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri, أنه şeklindedir.
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)
Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. İş zamirleri 3’e ayrılır:
- Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır.
- Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır.
- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri) كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ’nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ , إِنْ ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.Burada şan zamiri hazfedilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَادَتْ mukarebe fiillerinden olup nakıs,mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تْ te’nis alametidir. كَادَتْ ’in ismi, müstetir olup takdiri هى ’dir. تُبْد۪ي بِه۪ cümlesi كَادَتْ ’in haberi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi, اِنْ ’in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.
تُبْد۪ي fiili اِنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. تُبْد۪ي merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
بِ sebebiyyedir. بِه۪ car mecruru تُبْد۪ي fiiline mütealliktir.
لَوْلَٓا اَنْ رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır.Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (mevcuttur) şeklindedir.
رَبَطْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى قَلْبِهَا car mecruru رَبَطْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لأبدت قولها (Muhakkak ki sözü açık ederdi) şeklindedir.
لِ harfi, تَكُونَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte رَبَطْنَا fiiline mütealliktir.
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُونَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هى ‘dir.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
تُبْد۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بدو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغاًۜ
وَ , istînâfiyyedir. Nakıs fiil اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمِّ مُوسٰى izafeti, muzâfun ileyhe tazim ifade eder.
Ayette قَلْبُ yerine فُؤٰادُ kelimesinin kullanılması, konunun akıl yerine daha çok duygularla ilgili olması sebebiyledir. Bu kelimenin tercih edilmesinde, murâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَصْبَحَ ’nın haberi olan فَارِغاًۜ ’nın ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Duygularını açığa vurmama anlamındaki kalbin boş olması tabirinde istiare vardır. Kalp, içi dolup boşalabilen bir kaba benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki ihata ve muhafaza kabiliyetidir.
قَلْبُ (kalp) فُؤٰادُ (yürek, gönül) denilen organın bir parçasıdır ve insan bünyesinde asılı durmaktadır. فُؤٰادُ , kalbin örtüsüdür; kalp onun özüdür de denilmiştir. (İbni Manzur, Lisanu’l Arab, III, 329) Kalp diye isimlendirilmiş olması olaylar ve niyetlerle değişmesinden dolayıdır. (Ragıb, Müfredat, II, 282)
فُؤٰادُ kelimesi akıl ve öz manasında kullanılır. (Âşûr)
فُؤٰادُ , insan bedenindeki en latif ve en şerefli şeydir. Dolayısıyla tüm beden için de فُؤٰادُ lafzı kullanılabilir. فَاجْعَلْ أفْءدةً مِنَ الناسِ تَهْوي إليهم [Sen de insanlardan bazı gönülleri, onlardan hoşlanır yap.] (İbrahim Suresi, 37)
İnsan bedeninin en hassas kısmı فُؤٰادُ (gönül)’dür. Dolayısıyla kişi en ufak bir sıkıntı ile karşılaşırsa bundan en çok etkilenen de فُؤٰادُ ’dır. Bu hassasiyette olan bir organı ateş kuşatırsa hali nice olur. (Nesefi, Medâriku’t Tenzil ve Hakâikut Tevil )
İşte bu sebepten korku yerinde فُؤٰادُ ’ın aşırı hassasiyetinden dolayı Kur’an-ı Kerim’de فُؤٰادُ kelimesi, فَرَغ lafzı ile birlikte zikredilmiştir. وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغاًۜ اِنْ كَادَتْ لَتُبْد۪ي بِه۪ (Kasas Suresi, 10) El-Kisâi, ayetteki فَارِغاً lafzını نَاسِياً ve ذاهِلاً (unutarak) olarak yorumlamıştır. (En-nehhâs, Maâni’l Kur’an, V, 160)
Birçok ayetten anlaşıldığına göre فُؤٰادُ bir kalp inceliğidir. Dolayısıyla birçok yerde kalbin yerine kullanılmıştır. Ancak bu somut bir durum değildir. Aklın iradesi dışında فُؤٰادُ ’da meydana gelen düşünce, fikir ve inançlardır. Bu insanın şuuru sebebiyle ortaya çıkan şeyler gibidir. Zira şuur فُؤٰادُ ’ın bir özelliğidir. (Duri, Dekâik, s. 108)
Meydânî; وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغاًۜ ayet-i kerimesinde فَارِغاًۜ kelimesinin müfessirler tarafından iki manaya hamledildiğini ifade eder. Birincisi kalbin derinliklerinin gamdan, kederden, endişeden uzak olup huzur, güven ve sükunetten kinaye olmasıdır. İkincisi ise Hz. Musa’nın annesinin düşünme ve akletme kuvvesini korku, endişe ve kederden kaybetmesidir. Meydânî, فَارِغاًۜ kelimesinin birbirinden kelimesinin farklı iki anlama hamledilmesinin mümkün olması nedeniyle bu kinayenin anlaşılmasının güç olduğunu düşünmektedir. Ancak o, birinci manayı ayetin siyak ve sibakına daha uygun olduğu gerekçesine dayanarak tercihe daha layık görmektedir.
Ancak müellifin tefsirinde ayeti daha farklı yorumladığı görülmüştür. Ona göre Hz. Musa’nın annesi oğlunu sandala bıraktıktan sonra kalbi bir şaşkınlık ve zafiyet içindeydi. Onun kalbinden geçen duyguları kontrol altında tutacak bir mekanizma o anda neredeyse atıl haldeydi. Bu nedenle hislerine hakim olamayabilir ve sandalda bulunan çocuğun kendisine ait olduğunu haykırabilirdi. Netice olarak oğlu öldürülmeye maruz kalabilirdi. Ancak Allah onun kalbine sebat vererek ona yardım etmiş ve Hz. Musa bu şekilde ölümden kurtulmuştur. Meydânî, bu açıklamalarından hareketle فَارِغاًۜ kelimesini kalbin şaşkınlık ve zafiyet içinde olması şeklinde takdir etmiştir. (İbrahim Kara, Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Belâgat İlmine Katkıları)
اِنْ كَادَتْ لَتُبْد۪ي بِه۪
Önceki istînâf için ta’lil hükmümdeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنْ , muhaffefe اِنَّ ’dir. Nakıs fiil كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. كَاد ’nin haberi olan …لَتُبْد۪ي بِه۪ cümlesine dahil olan lam, اِنْ ’in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır.
كَادَ , ‘az kalsın.. ola yazdı’ anlamındadır. لَتُبْد۪ي بِه۪ (Açıklayacaktı) ifadesinde كَادَ fiilinin gelmesi, açıklama olgusunun gerçekleşme halinin, son raddesini ifade eder. Yani açığa vurmaması imkânsızdır. Bu mübalağa sanatıdır. كَادَ (Neredeyse) kelimesi bu sözü imkânsızlık dairesinden çıkararak hakikate yaklaştırmıştır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِه۪ kelimesindeki zamir, Musa'ya racidir. Bundan kasıt, Musa ile ilgili durumu, onun kıssasını, onun kendisinin çocuğu olduğunu söyleyecekti. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَوْلَٓا اَنْ رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا cümlesi masdar teviliyle mahzuf haber için mübteda konumundadır. Takdiri, موجود olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَوْلَٓا ’nın, takdiri لأبدت قولها (Muhakkak ki Onun sözünü açığa vururdu) olan cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde رَبَطْنَا fiiline mütealliktir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَلْبِهَا - فُؤٰادُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَوْلَٓا اَنْ رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا [Biz onun kalbini kuvvetlendirmeseydik…] cümlesinde istiare vardır. Musa'nın (as) annesinin kalbine Allah'ın attığı sabır, çözülmüş bir şeyi kaybolur korkusuyla bağlamaya benzetildi ve رَبَطْ (bağlamak) lafzı sabır için müstear olarak kullanıldı. (Safvetü’t Tefasir)
رَبَطْ koparılmış, çözülmüş bir şeyin oradan ayrılmaması için bağlanması, çivilenmesi demektir. “İnananlardan olması için” ifadesi, “Allah'ın vaadine güvenen, tasdik edenlerden olması için” demek olup bu vaat, Hak Teâlâ'nın, [Biz onu yine sana geri döndüreceğiz] şeklindeki sözüdür. (Fahreddin er-Râzî)
وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
لِاُخْتِ car mecruru قَالَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli قُصّ۪يهِ ’dir. قَالَتْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
قُصّ۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mefulün bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. بَصُرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. بِه۪ car mecruru بَصُرَتْ fiiline mütealliktir.
عَنْ جُنُبٍ car mecruru بَصُرَتْ ’deki fiilin veya بِه۪ ’deki zamirin haline mütealliktir.
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ
Ayet, وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Allah Teâlâ, Hz. Musa’nın annesinin, kardeşine söylediklerini bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالَتِ fiilinin mekulü’l-kavli olan قُصّ۪يهِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Burada, ‘kızına’ denilmeyip de ‘’ablasına’’ denilmesi, emri yerine getirmeyi gerektiren muhabbet sebebini sarih olarak belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ
فَ atıftır. Cümle, mukadder istînâfa matuftur. Cümleler arasında meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
عَنْ جُنُبٍ car-mecruru, بِه۪ ’deki zamirin veya بَصُرَتْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
Onu uzaktan gözetledi cümlesindeki; جُنُبٍ ’in (uzaktan) anlamına geldiğini Mücahid söylemiştir, ألأجْنَب /Yabancı kelimesi de buradan gelmektedir. (Kurtubî)
عَنْ harf-i ceri mücaveze (geçmek ve yönelme) içindir. عَنْ جُنُبٍ car mecruru بَصُرَتْ ’deki zamirin hali konumundadır. Çünkü burada mücaveze, mekânın değil ablasının durumundandır. (Âşûr)
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
Ayetin hal و ’ıyla gelen وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal olan cümle tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَشْعُرُونَۙ - بَصُرَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَحَرَّمْنَا | ve haram etmiştik |
|
2 | عَلَيْهِ | ona |
|
3 | الْمَرَاضِعَ | süt anneleri |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | قَبْلُ | daha önce |
|
6 | فَقَالَتْ | dedi ki |
|
7 | هَلْ | -mi? |
|
8 | أَدُلُّكُمْ | size göstereyim- |
|
9 | عَلَىٰ |
|
|
10 | أَهْلِ | halkını (aile) |
|
11 | بَيْتٍ | bir ev (aile) |
|
12 | يَكْفُلُونَهُ | onun bakımını üstlenecek |
|
13 | لَكُمْ | sizin için |
|
14 | وَهُمْ | ve onlar |
|
15 | لَهُ | ona |
|
16 | نَاصِحُونَ | öğüt verecek |
|
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَرَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru حَرَّمْنَا fiiline mütealliktir.
مَرَاضِعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru حَرَّمْنَا fiiline mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Mekulü’l-kavli هَلْ اَدُلُّكُمْ ’dür. قَالَتْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifhâm harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
اَدُلُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰٓى اَهْلِ car mecruru اَدُلُّكُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. بَيْتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَكْفُلُونَهُ cümlesi اَهْلِ بَيْتٍ sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكْفُلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لَكُمْ car mecruru يَكْفُلُونَ fiiline mütealliktir.
حَرَّمْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru نَاصِحُونَ ’a mütealliktir.
نَاصِحُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
نَاصِحُونَ kelimesi sülâsi mücerredi نصح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
تفعيل babındaki حَرَّمْنَا fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ , ihtimam için mef’ûl olan الْمَرَاضِعَ ’e takdim edilmiştir.
Haram kılma tabiri menetmeden istiaredir; çünkü birine bir şeyi haram eden onu o şeyden men etmiştir. Arapların مَحْظور ve حِجْر kelimelerine bakılabilir. Burada tahrim; men ve yasaklama demektir; çünkü Allah Teâlâ Musa’yı herhangi bir memeyi emmekten menetmiştir. Artık Musa emziren hiçbir kadının memesini kabul etmiyordu. Tabi ki bu durum onları endişelendirdi. ألْمَرِاضع kelimesi emziren kadın anlamındaki مُرْضِع kelimesinin çoğuludur. Yahut مَرْضَع kelimesinin çoğuludur ki o da emme yeridir; bundan da maksat meme yahut emme işidir. (Biz de tâ baştan itibaren) ablası Musa’nın izini takip etmeden önce (ona başka memeleri haram kılmıştık.) (Keşşâf)
الْمَرَاضِعَ /Süt emzirenler kelimesi مرضع 'in çoğuludur. Çoğul olarak مراضيع kullanılırsa bunun tekili مرضاع ’dan gelir. Bu kelimenin vezni olan مفعال vezni çokluk anlatmak içindir. Müennes ile müzekkeri birbirinden ayırmak için de bunun sonuna ayrıca “te” (müenneslik “te”si) girmez. Çünkü bu iş fiil üzerinde cereyan etmemektedir. Bununla birlikte “ مرضاعة / Çok süt emziren” denilecek olursa buradaki “he” (yuvarlak te) mübalağa içindir. “ مطرابة / Çokça çalgı çalan” anlamında; denilmesi gibi. (Kurtubî)
Burada geçen حَرَّمْنَا / haram kılma ifadesi emmemesini sağlamak manasınadır. Yoksa şer'i manada kesin haramlık ve yasak manasında bir haramlık demek değildir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
فَقَالَتْ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ
Cümle atıf harfi فَ ile …حَرَّمْنَا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالَتِ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Buradaki soru teşvik, doğruyu gösterme manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ cümlesi بَيْتٍ için sıfatttır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بَيْتٍ ’deki tenvin, mütekellimin tazim amacına işaret eder.
اَهْلِ - هَلْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ cümlesi يَكْفُلُونَهُ ’daki failin halidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , ihtimam için amili olan نَاصِحُونَ ’ye takdim edilmiştir. Cümlenin müsnedi olan نَاصِحُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Nasihat: İşi, fesat şaibesinden kurtarmak demektir. (Fahreddin er-Râzî)
فَرَدَدْنَاهُ اِلٰٓى اُمِّه۪ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَرَدَدْنَاهُ | böylece onu geri verdik |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | أُمِّهِ | annesine |
|
4 | كَيْ | için |
|
5 | تَقَرَّ | aydın olması |
|
6 | عَيْنُهَا | gözü |
|
7 | وَلَا | ve |
|
8 | تَحْزَنَ | üzülmesin (diye) |
|
9 | وَلِتَعْلَمَ | ve bilmesi için |
|
10 | أَنَّ | şüphesiz ki |
|
11 | وَعْدَ | va’di |
|
12 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
13 | حَقٌّ | haktır |
|
14 | وَلَٰكِنَّ | ve fakat |
|
15 | أَكْثَرَهُمْ | çokları |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
فَرَدَدْنَاهُ اِلٰٓى اُمِّه۪ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
Ayet, atıf harfi فَ ile mahzuf müste’nefe matuftur. Takdiri, فأجيبت فجاءت بأمّه فأذن لها فأرضعته (Kabul ettiler, o da annesini getirdi, ona izin verdi, o da onu emzirdi.) şeklindedir.
رَدَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰٓى اُمِّ car mecruru رَدَدْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَيْ masdar harfidir. Muzariyi nasb ederek manasını masdara çevirir.
تَقَرَّ mansub muzari fiildir. عَيْنُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَيْ ve masdar-ı müevvel mukadder لِ harf-i ceriyle رَدَدْنَا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَحْزَنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. لِتَعْلَمَ atıf harfi وَ ’la önceki masdar-ı müevvele matuftur.
لِ harfi تَعْلَمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte رَدَدْنَا fiiline mütealliktir.
تَعْلَمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَعْلَمَ fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. وَعْدَ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَقٌّ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ۟
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre cümleyi tekid eder.
İstidrak: Düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرَ kelimesi لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ cümlesi لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.فَرَدَدْنَاهُ اِلٰٓى اُمِّه۪ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
Bu ayette, Musa'nın anasının, onun Firavun’un eline düştüğünü duyduğunda gösterdiği olumsuz tepkilere târiz vardır. (Ebüssuûd)
فَ atıftır. Cümle, mukadder istînâfa matuftur. Cümleler arasında meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
رَدَدْنَاهُ fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Masdar harfi كَيْ ve akabindeki تَقَرَّ عَيْنُهَا cümlesi, mukadder ل harfi ile birlikte رَدَدْنَاهُ fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَقَرَّ عَيْنُهَا ifadesinde göz zikredilip insan kastedilmiştir. Burada maksat en çok gözden anlaşılan sevinç ve mutluluktur. Cüziyyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَلَا تَحْزَنَ cümlesi tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.
كَيْ تَقَرَّ ve وَلَا تَحْزَنَ cümleleri mukabele oluşturmuştur.
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde رَدَدْنَا fiiline mütealliktir.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi, masdar teviliyle تَعْلَمَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan وَعْدَ اللّٰهِ , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
وَعْدَ kelimesinin Allah lafzına izafeti, vaade dikkat çekip önemini vurgulamak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ۟
Hal و ’ıyla gelen وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ cümlesi, istidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, “önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لِتَعْلَمَ - لَا يَعْلَمُونَ۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
11-12 ve 13. ayetleri وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ (Onlar farketmeden), وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ (Onlar ona iyi davranırlar) ve وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ۟ (Fakat çoğu, bilmezler) gibi birçok ayetin sonları birbirine uygun düşmüştür. Bu da edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefasir)Hz. Musa, Kur’an-ı Kerim’de, kıssası en çok anlatılan peygamberdir. Anlatılan her farklı yerde, farklı bölümler ön plana çıkarılmıştır.
Kasas suresinde de, hz. Musa’nın hayatının farklı dönemlerine daha yakından bakılmıştır. Annesinin onu nehre bıraktıktan sonraki hali ve Allah’ın onun kalbini rahatlatmış olması. Annesinin bu hali düşündürür:
Hayatın içindeyken, insan olumsuz duyguları (üzüntü, kızgınlık, endişe vb.) hissetmek istemez ve hatta mümkünse onlardan kaçmak ister. Halbuki, aşırıya kaçmadığı sürece, olumsuz duygular da imtihan hayatının önemli bir parçasıdır. Onların varlığıyla barışan insan, onlarla çok daha kolay başa çıkar. Allah’a tevekkül eden kul; hiç olumsuz duygu hissetmeyen midir? Yoksa hissettiklerini Allah’a arzederek, Allah rızası için elinden geleni yapmaya devam eden midir? Yani bu halde de bilinmeyen bir hikmet vardır’a inanarak, Allah’ın yardımı ile bu halin illa ki geçeceğine inanan mıdır?
Nehrin başında bebeği bulanların hali. Ne demişti Firavun’un karısı: bize gözaydınlığı olsun. Onca insanın erkek evladını öldüren Firavun, kendi krallığını yıkacak olan hz. Musa’ya kendi yuvasında bakmıştır. Alınacak ne çok ders vardır:
Her şey göründüğü gibi değildir. Bizi, bugün sevindirenin, yarın da sevindireceğinin garantisi yoktur. O yüzden; Allah’tan hayırlısını isteyin ve dualarınızı kendi ellerinizle daraltmayın denilmiştir. Bizi, bugün üzenin, yarın da üzeceğinin garantisi yoktur. Nefsimize ağır gelenleri, elinin tersiyle itmeden önce daha net düşünmelidir. Zira; sevindiğinde de, üzüldüğünde de acele eden nefsin kendisidir. Kalb ise ya şükür ile, ya da niyaz ile meşgul olarak; sevincini ve hüznünü sindirmeye çalışandır. En önemli ders ise: olduran da, oldurmayan da Allah’tır.
Ey Allahım! Nefsimin aceleciliğinden Sana sığınırım. Olumlu ya da olumsuz, her duygumu ve düşüncemi Sana arzederim. Kalbimi ferahlatanlar için hamd eder, iki cihanda da daim etmeni isterim. Daraltanlardan ise Sana sığınır, ecrini Senden ister ve daha hayırlısıyla değiştirerek kalbimi genişletmen için dua ederim. Beni; olanda da, olmayanda da vardır bir hikmet diyerek, hemen Sana sığınanlardan eyle. Kalbimin sahibi Sensin! Onu nefsime bırakma ve dünyalık bütün şerlerden muhafaza buyur. İman nuru ile yıka ve cennet rüzgarları ile ferahlandır. Yüzümü Sana döndür ve müslüman olarak beni Sana kavuştur.
Amin.
***
İnsanın her gördüğünü ve duyduğunu kontrol etmesi zordur. Ancak nereye bakacağını ve neyi dinleyeceğini seçmesi mümkündür ve önemli bir iştir. Yanlış bir resimle ya da sözle karşılaştığında bakışlarını çevirir ya da kulaklarını kapatır.
Tercihlerini sadece keyfine göre yaptığında bir çeşit kısır döngüye hapsolur ve bazen kaybolur. Allah’ın rızasına uygun hareket etmeye çalıştığında ise kendisini daima faydalı bir sonuca ulaştıracak verimli bir yolda bulur.
Yaptığı seçimleriyle hayatta değer verdiği ve olmazsa olmaz dediği öncelikleri belirlenir. Muhabbetle kalbine aldıklarının ve şüphesiz güvendiklerinin listesi yazılır. Bunlara göre de duyguları ve düşünceleri şekillenir.
Böylelikle yalnız eğlenceyle meşguliyeti değil; bir hedef için rahatlığından taviz vermeyi öğrenir. Buna doktorun yazdığı ilacı içmesi, işi için uykusunu kesmesi ya da öğretmenin verdiği ödevi yapması gibi gündelik örnekler verilebilir.
Yeryüzünde üstesinden gelinen kimi zorlukların bireysel ya da toplumsal iyiliğimiz için olduğu konusunda hemfikirizdir. Bu yüzden de dünyalık hedefler için -saçma gelsin veya gelmesin- sınırlarını zorlayan insan sayısı çok fazladır.
Müslümanın gözleri ve kulakları, hep Allah’ın ayetlerini aramalı ve itaate hazır olmalıdır. Ancak o zaman kendisini yaratan Allah’ı sever ve O’nun için yaşamak için elinden geleni yapar. Nefsinin hoşuna gitmeyen işlerinde de O’na sığınır.
Zira bazen hayat, sevdiğin evladını korumak için ondan bir süre uzaklaşmak ve onu hz. Musa’nın annesi gibi suya bırakmak gibidir. Belki, Allah’ın emirlerine itaat ile nefsi kimi zaman sıkıştırmak ve heveslerinden uzaklaştırmak da buna benzer.
Allah Teâlâ, emir ve yasaklarıyla kullarını her türlü aşırılıktan korur. Ebedi hayata kıyasla anlık zorlanmaların sonu feraha ve selamete çıkar. Allah için heveslerden kısa ayrılıklar, asıl sevgiliye ve hakiki kurtuluşa vuslatın habercisidir.
Ey Allahım! Bizi doğru sözleri dinleyenlerden, doğru yerlere bakanlardan, doğru yollarda yürüyenlerden, doğru tercihleri yapanlardan ve doğru kişileri sevenlerden eyle. Nefsimizle ve nefsi için yaşayanlarla yalnız bırakma. Bizi şeksiz ve şüphesiz kuvvetli bir iman ile Sana güvenenlerden ve ayetlerine samimiyetle itaat edenlerden eyle. Senin rızana ulaştıracak amelleri gönüllerimize sevdir, gözlerimize kolaylaştır. Hayatımızı müslüman olarak yaşat ve canımızı müslüman olarak al. Bizi iyi kulların arasına kat ve Sana kavuşarak kurtuluşa erenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji