بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | بَلَغَ | (Musa) erişince |
|
3 | أَشُدَّهُ | güçlü çağına |
|
4 | وَاسْتَوَىٰ | ve olgunlaşınca |
|
5 | اتَيْنَاهُ | biz ona verdik |
|
6 | حُكْمًا | hüküm |
|
7 | وَعِلْمًا | ve ilim |
|
8 | وَكَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
9 | نَجْزِي | mükafatlandırırız |
|
10 | الْمُحْسِنِينَ | güzel davrananları |
|
Hz. Mûsâ sarayda iyi bir eğitim gördü. Olgunluk çağına ulaşınca Allah tarafından kendisine “hikmet ve ilim” verildi (krş. Çıkış, 2/2-10). Mûsâ, kendisine daha peygamberlik gelmeden Firavun’un yanlış yolda olduğunu biliyor ve İsrâiloğulları’na baskı uyguladığını görüyordu. O sebeple muhtemelen bu konudaki düşüncesini yakınlarına açmış, muhalefeti ağızdan ağıza yayılınca da gözden kaybolup kendini gizlemişti. Şehre ancak geceleri çıkıyordu. Ahalisinin haberi olmadığı bir sırada girdiği şehrin neresi olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber müfessirlerin çoğunluğuna göre Mısır’da Firavun’un ikamet ettiği şehirdir. Müfessir Dahhâk buranın geçmişte müstakil bir yerleşim merkezi olan bugünkü Aynişems olduğunu söylemiştir (Râzî, XXIV, 233); Şevkânî’ye göre ise Kahire’dir (IV, 158); Kuzey Mısır’ın merkezi Menfis olabileceğini söyleyenler de vardır (İbn Âşûr, XX, 88).
Rivayete göre Hz. Mûsâ, öğle vakti halkın istirahate çekilmiş olduğu bir sırada bu şehre girmiş, şehirde biri İsrâiloğulları’ndan, diğeri Kıptîler’den olan iki kişinin kavga ettiğini görmüş, İsrâilli’nin kendisinden yardım istemesi üzerine Kıptî’ye bir yumruk vurarak ölümüne sebep olmuştur.
Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın günahsız olduğunu göstermek için 15. âyeti çeşitli şekillerde yorumlayanlar olmuştur. Şevkânî bu yorumların, “Peygamberler günah işlemekten mâsumdur” prensibine dayandığını, ancak peygamberlerin (küçük günah değil) büyük günah işlemekten mâsum bulunduklarını, Mûsâ da adamı kasten öldürmediği için bu olayın büyük günah sayılmayacağını ifade etmektedir (IV, 158). Esasen bu sırada Hz. Mûsâ’ya peygamberliğin gelmemiş olduğu da göz önüne alınmalıdır.
Bize göre Hz. Mûsâ’nın kavgaya müdahalesi hor görülen ve ezilen topluluktan birinin imdat istemesi üzerine olmuştur ve bunda kusur yoktur. Yaptığı şey, sadece tedbirsizlikle bir tokat veya yumruk vurmaktı. Böyle bir darbenin ölüm sonucunu doğurması nâdirdir. Şu halde Mûsâ’nın yaptığı, “istemeden ölüme sebep olmak” şeklinde ifade edilebilir ve bu tutumu, zayıfın yanında yer almak şeklinde bir erdem olarak da değerlendirilebilir. Kavga esnasında haklıyı haksızdan ayırmak güçtür. Mûsa’nın kendisini günahkâr görmesi, fiilinin ölüme sebep olmasındandır. 15. âyete göre Mûsâ’nın şeytana gönderme yapması da kötü kastının olmadığını gösterir. İleride gelecek âyetlere bakılırsa bu sırada Mûsâ’ya peygamberlik de gelmiş değildir. Özellikle Tevrat’ın çok daha sonra, İsrâiloğulları’nı Mısır’dan Sînâ çölüne geçirmesinin ardından inzâl edildiği bilinmektedir.
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezm etmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلَغَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلَغَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَشُدَّهُٓ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اسْتَوٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ karînesi olmadan gelen اٰتَيْنَاهُ cümlesi şartın cevabıdır. اٰتَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حُكْماً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
عِلْماً atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل kelimesi “gibi” demektir. Bu ibare, amili نَجْزِي olan mahzuf masdarın sıfatına mütealliktir. Takdiri; وجزاءً مثلَ ذلك نجزي المحسنين (Bunun gibi muhsinleri mükâfatlandırırız.) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك muhatap zamiridir.
نَجْزِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْمُحْسِن۪ينَ mef’ûlün bih olup nasb alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ
وَ , istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. اٰتَيْنَاهُ ’ya mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan بَلَغَ اَشُدَّهُ şart cümlesidir ve لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Aynı üsluptaki وَاسْتَوٰٓى cümlesi وَ atıf harfiyle بَلَغَ اَشُدَّهُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Hudûs, temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اٰتَيْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
حُكْماً ve عِلْماًۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerin nekre gelişi, kesret, nev ve tazim ifade eder.
حُكْماً hikmet, عِلْماًۜ de Allah’ı bilmektir. (Âşûr)
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Musa (as) bedeni ve aklî olgunluk ve kemâle erişince, ona peygamberlik ve din ilmi yahut hikmet ehli ile alimlerin ilmini ve vasıflarını verdik. Musa'ya ilim ve hikmet verilmesi, peygamberliğinden önce idi. Böylece kendisine ilim ve hikmet verildikten sonra artık ondan cahilce sözler ve hareketler hiç sadır olmadı. Allah (cc) Musa'ya (as), Peygamberliği ancak Medyen'e hicretinden sonra Mısır'a geri dönerken yolda vermişti. (Ebüssuûd)
وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
İtiraziyye olan son cümlede îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili نَجْزِي olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Mef’ûl olan الْمُحْسِن۪ينَ ism-i fail vezninde gelmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 )
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَدَخَلَ | ve girdi |
|
2 | الْمَدِينَةَ | şehre |
|
3 | عَلَىٰ |
|
|
4 | حِينِ | bir sırada |
|
5 | غَفْلَةٍ | (kendisinden) habersiz olduğu |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | أَهْلِهَا | halkının |
|
8 | فَوَجَدَ | ve buldu |
|
9 | فِيهَا | orada |
|
10 | رَجُلَيْنِ | iki adamı |
|
11 | يَقْتَتِلَانِ | öldüresiye dövüşürlerken |
|
12 | هَٰذَا | biri |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | شِيعَتِهِ | kendi taraftarları- |
|
15 | وَهَٰذَا | ve öbürü de |
|
16 | مِنْ | -ndan |
|
17 | عَدُوِّهِ | düşmanları- |
|
18 | فَاسْتَغَاثَهُ | (Musa’dan) yardım istedi |
|
19 | الَّذِي | olan kimse |
|
20 | مِنْ | -ndan |
|
21 | شِيعَتِهِ | kendi taraftarları- |
|
22 | عَلَى | karşı |
|
23 | الَّذِي | olana |
|
24 | مِنْ | -ndan |
|
25 | عَدُوِّهِ | düşmanları- |
|
26 | فَوَكَزَهُ | bir yumruk indirdi |
|
27 | مُوسَىٰ | Musa |
|
28 | فَقَضَىٰ | işini bitirdi |
|
29 | عَلَيْهِ | onun |
|
30 | قَالَ | (sonra) dedi ki |
|
31 | هَٰذَا | bu |
|
32 | مِنْ | -ndendir |
|
33 | عَمَلِ | işi- |
|
34 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
35 | إِنَّهُ | o gerçekten |
|
36 | عَدُوٌّ | bir düşmandır |
|
37 | مُضِلٌّ | şaşırtıcı |
|
38 | مُبِينٌ | apaçık |
|
Ğafele غفل : غَفْلَةٌ düşünce, tedbir ve ihtiyat azlığından dolayı insana ârız olan sehv ve dikkatsizliktir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 35 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri gafil, gaflet, iğfal ve teğâfüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. دَخَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَد۪ينَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلٰى ح۪ينِ car mecruru دَخَلَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. غَفْلَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ اَهْلِهَا car mecruru غَفْلَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪يهَا car mecruru وَجَدَ fiiline mütealliktir. رَجُلَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti ى ’dir. يَقْتَتِلَانِ fiil cümlesi رَجُلَيْنِ ‘nin sıfatı olup mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقْتَتِلَانِ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ cümlesi يَقْتَتِلَانِۘ ‘in faili olan tesniye elifinin hali olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i işaret هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ ش۪يعَتِه۪ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
يَقْتَتِلَانِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi قتل ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اسْتَغَاثَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ ش۪يعَتِه۪ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, عَلَى harf-i ceriyle birlikte اسْتَغَاثَهُ fiiline mütealliktir.
مِنْ عَدُوِّه۪ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَغَاثَهُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غوث ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. وَكَزَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مُوسٰى fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. قَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِ car mecruru قَضٰى fiiline mütealliktir.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i işaret هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ عَمَلِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. الشَّيْطَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَدُوٌّ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. مُضِلٌّ - مُب۪ينٌ kelimeleri عَدُوٌّ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
مُضِلٌّ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ
İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesi olan وَدَخَلَ الْمَد۪ينَةَ عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا ; müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلٰى ح۪ينِ غَفْلَةٍ car mecruru الْمَد۪ينَةَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
غَفْلَةٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
غَفْلَةٍ lafzı ile öğle vaktinde istirahat için yapılan kaylule uykusu kastedilmiştir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen فَوَجَدَ ف۪يهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِۘ cümlesi فَ ile … دَخَلَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
رَجُلَيْنِ için sıfat olan يَقْتَتِلَانِۘ fiili, اِفْتِعال babındadır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. Bu cümlede müşareket anlamı öne çıkmıştır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek tecessüm ifade etmiştir.
هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ cümlesi, يَقْتَتِلَانِۘ fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubdur. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنْ ش۪يعَتِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ cümlesinin atıf sebebi tezattır.
هٰذَا مِنْ ش۪يعَتِه۪ cümlesiyle, وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّه۪ۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ش۪يعَتِه۪ - عَدُوِّه۪ۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي مِنْ ش۪يعَتِه۪ عَلَى الَّذ۪ي مِنْ عَدُوِّه۪ۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِۘ
فَ atıf harfiyle … وَجَدَ cümlesine atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ ش۪يعَتِه۪ mevsûlün mahzuf sılasına mütealliktir.
İkinci mevsûl cer mahallinde olup فَاسْتَغَاثَهُ fiiline mütealliktir. مِنْ عَدُوِّه۪ۙ , ikinci mevsûlün mahzuf sılasına mütealliktir. Sıla cümlelerinin hazfedilmiş olması îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَاسْتَغَاثَهُ fiili استفعال babındadır. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. Babın bu fiilde talep anlamı öne çıkmıştır.
هٰذَا - الَّذ۪ي - عَدُوٌّ- ش۪يعَتِه۪ - مِنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَوَكَزَهُ مُوسٰى ve فَقَضٰى عَلَيْهِۘ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle ..فَاسْتَغَاثَهُ الَّذ۪ي cümlesine atfedilmiştir.
وَكَزَ , parmaklarını yumruk yapıp vurmaktır. (Âşûr)
قَضٰى , lafzı ماتَ anlamındadır. (Âşûr)
قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ , cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Musa (as)’ın sözleridir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemi ve tahkiri içindir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden هٰذَا ile duruma işaret edilmiştir.
İşaret ismi هٰذَا ’da istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, S. 62, Duhan/11)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ , mahzuf habere mütealliktir.
عَمَلِ الشَّيْطَانِۜ izafeti, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, muzâfı tahkir ifade eder.
اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُب۪ينٌ
Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. إِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مُب۪ينٌ ve مُضِلٌّ , müsned olan عَدُوٌّ için iki sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
الشَّيْطَانِۜ - عَدُوٌّ - مُضِلٌّ - يَقْتَتِلَانِۘ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Bu hadise, Hazret-i Musa'nın ismet vasfına halel getirmez. Çünkü bu öldürme hata ile olmuştur. Hz. Musa'nın bu fiilini şeytanın işinden sayması, onu zulüm olarak isimlendirmesi ve ondan dolayı istiğfarda bulunması, Allah'a (cc) pek yakın olan kulların âdetidir ki, kendilerinden sadır olan küçük günahları da büyük sayarlar. (Ebüssuûd)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | رَبِّ | Rabbim |
|
3 | إِنِّي | gerçekten ben |
|
4 | ظَلَمْتُ | zulmettim |
|
5 | نَفْسِي | nefsime |
|
6 | فَاغْفِرْ | bağışla |
|
7 | لِي | beni |
|
8 | فَغَفَرَ | (Allah) bağışladı |
|
9 | لَهُ | onu |
|
10 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
11 | هُوَ | O |
|
12 | الْغَفُورُ | çok bağışlayandır |
|
13 | الرَّحِيمُ | çok esirgeyendir |
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli رَبِّ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Nidanın cevabı اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي ’dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ظَلَمْتُ نَفْس۪ي cümlesi, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
ظَلَمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
نَفْس۪ي mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنت مذنبا بهذا (Eğer bununla günahkâr olduysam) şeklindedir.
اغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. ل۪ي car mecruru اغْفِرْ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle)
غَفَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُ car mecruru غَفَرَ fiiline mütealliktir.
اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْغَفُورُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ kelimesi ikinci haberdir.
الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan … رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Münada konumundaki رَبِّ izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبِّ izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي , sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedinin mazi fiil olarak gelmesi hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Nida üslubunda gelen cümle dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Burada اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي şeklindeki haber cümlesinden maksad, Allah Teâlâ’ya haber vermek değil, O’nun merhametini harekete geçirmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي buyurulurken, Neml/44 te اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي , Araf/23 te رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا buyurulmuştur. İlk iki ayet, اِنَّ ile, اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي [Ben gerçekten kendime zulmettim!] şeklinde tekidli gelmiş; fakat üçüncü ayet, tekidsiz olarak رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا [Kendimize zulmettik] şeklinde gelmiştir. Her üç ayette de tekide olan ihtiyacı, kendine zulmetmenin miktarı belirlemiştir. Musa (as), Kasas ayetindeki bu sözü, Kıptî’yi yumruklayıp onun ölümüne yol açtıktan sonra söylemiştir. Çünkü adam öldürmek (katl), büyük bir günahtır; Adem (as)’ın işlediği günahtan daha büyüktür. Ayrıca kul hakkı ile bağlantılı olduğu için zulüm tekidli gelmiştir. Sebe Kraliçesi Belkıs’ın zulmü ise bundan çok daha büyük bir zulümdür. Çünkü güneşe tapmaktaydı. Allah Teâlâ, onunla ilgili [onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm] (Neml/24) buyurmaktadır. İşlediği zulmü اِنَّ ile vurgulamış [Artık Süleyman'la birlikte ben de alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim (olan bir Müslüman) oldum] demek suretiyle İslam’a girip tövbe ettiğini ilan etmiştir. Musa (as)’ın dediği gibi فَاغْفِرْ ل۪ي [Beni bağışla] dememiştir! اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ [Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez] (Nisa/48) ayetinde görüldüğü gibi şirkin affı yoktur. Belkıs’ın önünde tek yol vardı; o da İslam’a girmekti. Çünkü İslâm, geçmişte işlenen hata ve günahları siler. Musa ise adamı kasıtlı öldürmediği için tövbe ve istiğfarla silenecek bu zulmünü Allah'a arz ederek O’ndan bağışlanma dilemiştir. Dolayısıyla burada işlenen suçun miktarına göre اِنّ۪ ile tekid yapılmıştır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
فَاغْفِرْ ل۪ي فَغَفَرَ لَهُۜ
Nidanın cevabına dahil olan cümlede فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن كنت مذنبا بهذا (Eğer bununla günahkar olduysam …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاغْفِرْ ل۪ي , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir (ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَغَفَرَ لَهُۜ cümlesi, istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Hz Musa'nın iki kelamı arasına başka kelamın girmesi, ikisinin birbirinden farklı olduklarını göstermek içindir. Zira bu kelamı, yakarış ve duadır; birincisi ise böyle değildir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ , kasr ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin yani الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.
Munfasıl zamir, اِنَّ ’nin ismini tekid için gelmiştir. (Mahmud Safî, Âşûr)
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.
الْغَفُورُ - فَغَفَرَ - فَاغْفِرْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
ظَلَمْتُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يراً لِلْمُجْرِم۪ينَ
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يراً لِلْمُجْرِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ‘dir. Mekulü’l-kavli رَبِّ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceri ile birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اعصمني (Beni koru) şeklindedir. İsm-i mevsûlün sılası اَنْعَمْتَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَمْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيَّ car mecruru اَنْعَمْتَ fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تعصمني (Beni korursan) şeklindedir.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. اَكُونَ mansub nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri اَنَا ’dir.
ظَه۪يراً kelimesi اَكُونَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. لِلْمُجْرِم۪ينَ car mecruru ظَه۪يراً ‘na mütealliktir. Cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُجْرِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ
Ayet istînâfiyye cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin, münadaya yakın olma isteği sebebiyledir.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla رَبّ kelimesinden önce nida harfi hazf olur. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nidanın cevabı بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ cümlesindeki müşterek ism-i mevsûl, harf-i cerle birlikte takdiri اعصمني (beni koru) olan mahzuf fiile mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası olan اَنْعَمْتَ عَلَيَّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَٓا ’nın masdariye olması ve car mecrurun mahzuf kasem fiiline müteallik olması da caizdir.
Hz. Musa’nın muhatabı Allah Teâlâ olduğu ve sözleri dua manasını taşıdığı için emir üslubundaki bu cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يراً لِلْمُجْرِم۪ينَ
فَ , takdiri إن تعصمني (Eğer beni korursan…) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Cevap olan فَلَنْ اَكُونَ ظَه۪يراً لِلْمُجْرِم۪ينَ cümlesi, menfi muzari sıygadaki nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Car mecrur لِلْمُجْرِم۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin haberi olan ظَه۪يراً ’a mütealliktir.
لن muzariyi nasb edip zamanı müstakbele çevirmiş ve asla manası vererek olumsuz yapmıştır. Ayrıca cümleyi de tekid etmiştir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Bu ayette isti'tâf, yani merhamet talebi vardır. (Safvetü’t Tefasir)
"Rabbim, bana ihsan ettiğin şey hakkı için” cevabı verilmemiş bir kasemdir yani beni bağışlama nimetine ve diğerlerine yemin ederim ki, elbette tövbe edeceğim, demektir "suçlulara asla arka olmayacağım, dedi". İbn Abbâs (ra) şöyle buyurmuştur: Eğer Musa inşallah suçlulara yardımcı olmayacağım dese idi başına ikinci kez böyle bir şey gelmezdi. (Beydâvî)
فَاَصْبَحَ فِي الْمَد۪ينَةِ خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُ فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُۜ قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَصْبَحَ | sabahladı |
|
2 | فِي |
|
|
3 | الْمَدِينَةِ | şehirde |
|
4 | خَائِفًا | korku içinde |
|
5 | يَتَرَقَّبُ | gözetleyerek |
|
6 | فَإِذَا | bir de baktı ki |
|
7 | الَّذِي |
|
|
8 | اسْتَنْصَرَهُ | kendisinden yardım isteyen |
|
9 | بِالْأَمْسِ | dün |
|
10 | يَسْتَصْرِخُهُ | yine feryadediyor |
|
11 | قَالَ | dedi |
|
12 | لَهُ | ona |
|
13 | مُوسَىٰ | Musa |
|
14 | إِنَّكَ | gerçekten sen |
|
15 | لَغَوِيٌّ | bir azgınsın |
|
16 | مُبِينٌ | belli ki |
|
Kıptî’nin kim tarafından öldürüldüğü henüz duyulmamıştı. Hz. Mûsâ ise onu öldürdüğü için başına gelebilecek kötülükleri düşünerek geceyi korku içinde geçirdi. Ertesi gün etrafı gözetleyerek şehirde dolaşırken bir gün önce başını derde sokan İsrâilli’nin yine bir Kıptî ile kavga ettiğini gördü. İsrâilli, Mûsâ’dan yine yardım istedi. Mûsâ dün başını belâya sokmuş olan İsrâilli’yi, “Doğrusu sen azgının birisin” diyerek azarladı. Bununla birlikte her ikisine de düşmanca davranan Kıptî’ye vurmak isteyince, İsrâilli azarlanmış olmanın da etkisiyle kendisine vuracağını sanarak, “Ey Mûsâ! Dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldüreceksin?” dedi. Konuşmanın akışına bakarak bu sözün Kıptî’ye ait olduğunu söyleyenler de vardır. Bunlara göre Kıptî olayın fâilini daha önce İsrâilli’den öğrenmişti (bk. Şevkânî, IV, 159).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 221فَاَصْبَحَ فِي الْمَد۪ينَةِ خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اَصْبَحَ fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اَصْبَحَ ’nın ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. خَٓائِفاً kelimesi اَصْبَحَ ’nın haberi olup fetha ile mansubdur. فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru خَٓائِفاً kelimesine mütealliktir. يَتَرَقَّبُ fiili اَصْبَحَ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen mansubdur.
يَتَرَقَّبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
خَٓائِفاً kelimesi sülâsi mücerredi خوف olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَرَقَّبُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi رقب ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّذِي mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَنْصَرَهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتَنْصَرَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِالْاَمْسِ car mecruru اسْتَنْصَرَهُ fiiline mütealliktir.
يَسْتَصْرِخُهُ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَصْرِخُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَصْرِخُهُ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi صرخ ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لَهُ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir.
مُوسٰى kelimesi قَالَ fiilinin failidir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كَ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. غَوِيٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi غَوِيٌّ ‘un sıfatı olup damme ile merfudur.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَصْبَحَ فِي الْمَد۪ينَةِ خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُ
فَ , istînâfiyyedir. Nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَصْبَح ’nın haberi olan خَٓائِفاً , ism-i fail kalıbında gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru, ihtimam için amili olan خَٓائِفاً ’e takdim edilmiştir.
يَتَرَقَّبُ fiili اَصْبَحَ ‘nin ikinci haberidir. اَصْبَحَ ’nin haberi olan يَتَرَقَّبُ ‘nun, muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayetteki, "Bunun üzerine Musa, korkarak ve etrafı gözleyerek oradan çıktı" ifadesi, "Firavun hanedanına karşı, canından korkarak, arkasına düşen ve kendisini yakalamaya gelmiş birisinin olup-olmadığını gözetleyerek çıktı" demektir. Daha sonra, Hz Musa (as), Allah'tan başka sığınılacak birisinin olmadığını bildiği için, Allah'a iltica edip, "Ya Rabbi, beni o zalimler güruhundan kurtar" dedi. Bu, Hz Musa (as)'nın, o Kıptî'yi öldürmesinin bir günah olmadığına delalet eder. Aksi halde, kendisi onlara zulmeden olmuş olurdu ve onlar ise, Hz Musa'yı kısasen öldürmek için, peşine düşüp aradıkları için zalim olmuş olmazlardı. (Fahreddin er- Râzî)
فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُۜ
Cümle فَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.
Mübteda konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذِي ‘nin sılası olan اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْاَمْسِ deki tarif, muzâfun ileyhten ivazdır. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. ( Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Müsned olan يَسْتَصْرِخُهُ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اسْتَنْصَرَهُ ve يَسْتَصْرِخُهُۜ fiilleri استفعال babındadır. Babın fiile kattığı ‘istemek’ manası barizdir.
اسْتَنْصَرَهُ - يَسْتَصْرِخُهُۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ Musa (as)’ın sözlerini bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُب۪ينٌ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُب۪ينٌ kelimesi, غَوِيٌّ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. مُب۪ينِ۠ ve غَوِيٌّ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Dilciler şöyle derler, غَوِيٌّ "gavîy" kelimesi, "müf'il" (azdıran) manasında فَعِيلً vezninde bir kelime olabilir. Buna göre mana, "Sen benim kavmimi iğvâ eden, azdıransın. Çünkü dün senin yüzünden o belaya düştüm" şeklinde olur. غَوِيٌّ "Gaviy" kelimesinin "gâvî" (azgın) manasında olması da mümkündür. (Fahreddin er-Râzî)
غَوِيٌّ (azgın) kelimesi vurgu ifade eden mübalağa kiplerindendir. Çünkü فعيل kalıbı sıfat-ı müşebbehe olup bu kiplerdendir.فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّاراً فِي الْاَرْضِ وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | nihayet |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | أَرَادَ | isteyince |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَبْطِشَ | yakalamak |
|
6 | بِالَّذِي | olanı |
|
7 | هُوَ | o |
|
8 | عَدُوٌّ | düşman |
|
9 | لَهُمَا | ikisine de |
|
10 | قَالَ | dedi ki |
|
11 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
12 | أَتُرِيدُ | -mi istiyorsun? |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | تَقْتُلَنِي | beni öldürmek |
|
15 | كَمَا | gibi |
|
16 | قَتَلْتَ | öldürdüğün |
|
17 | نَفْسًا | bir canı |
|
18 | بِالْأَمْسِ | dün |
|
19 | إِنْ | (oysa) |
|
20 | تُرِيدُ | istemiyorsun |
|
21 | إِلَّا | dışında bir şey |
|
22 | أَنْ |
|
|
23 | تَكُونَ | olmak |
|
24 | جَبَّارًا | bir zorba |
|
25 | فِي |
|
|
26 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
27 | وَمَا | ve |
|
28 | تُرِيدُ | istemiyorsun |
|
29 | أَنْ |
|
|
30 | تَكُونَ | olmak |
|
31 | مِنَ | -dan |
|
32 | الْمُصْلِحِينَ | arabulucular- |
|
فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezmeden harf olur.
b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ zaid harftir. اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَادَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَبْطِشَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte يَبْطِشَ fiiline mütealliktir.İsm-i mevsûlun sılası هُوَ عَدُوٌّ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَدُوٌّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لَهُمَا car mecruru عَدُوٌّ ‘e mütealliktir.
قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. مُوسٰٓى münadadır. Müfred alem olup elif üzere mukadder damme ile mebni mahallen mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada müfred alem olduğu için mebni münadaya girer ve mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hemze istifham harfidir. تُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel تُر۪يدُ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَقْتُلَن۪ي mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel كَ harf-i ceriyle amili تَقْتُلَن۪ي ‘un mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir.
قَتَلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen mansubdur.
نَفْساً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالْاَمْسِ car mecruru قَتَلْتَ fiiline mütealliktir.
تُر۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّاراً فِي الْاَرْضِ
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harf-i ceriyle birlikte تُر۪يدُ fiiline mütealliktir.
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَكُونَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
جَبَّاراً kelimesi تَكُونَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru جَبَّاراً ‘e mütealliktir.
وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i ceriyle birlikte تُر۪يدُ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ car mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الْمُصْلِح۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ
Atıfla gelen ayette لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ şart cümlesi, cevap cümlesine müteallik olan لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. Cümleye dahil olan birinci اَنْ , zaiddir. Zaid harfler tekid ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَبْطِشَ بِالَّذ۪ي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ cümlesi, masdar teviliyle اَرَادَ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl بِ harfi-ceriyle birlikte يَبْطِشَ fiiline mütealliktir. Sılası olan هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَبْطِشَ - عَدُوٌّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ
, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا مُوسٰٓى اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اَتُر۪يدُ اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَنْ ve akabindeki اَنْ تَقْتُلَن۪ي كَمَا قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِۗ cümlesi, masdar teviliyle تُر۪يدُ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl ما ’nın sılası olan قَتَلْتَ نَفْساً بِالْاَمْسِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
نَفْساً ’deki tenvin, muayyen olmayan cins ve adet ifade eder.
اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّاراً فِي الْاَرْضِ وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l kavle dahildir. Menfi muzari fiil sıygasında kizb-i haber inkâri kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ تَكُونَ جَبَّاراً فِي الْاَرْضِ cümlesi, masdar teviliyle تُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr fiil ve mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Öncesine matuf olan وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ cümlesinin atıf sebebi tezattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle تُر۪يدُ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ , nakıs fiil تَكُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümlelerdeki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
اِنْ تُر۪يدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّاراً فِي الْاَرْضِ cümlesiyle وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تُر۪يدُ - مَا تُر۪يدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, الْمُصْلِح۪ينَ - جَبَّاراً kelimeleri arasında ise, tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
تَقْتُلَن۪ي - قَتَلْتَ ve اَرَادَ - تُر۪يدُ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جَبَّاراً (Zorba) vurgu ifade eden mübalağa kiplerindendir. جَبَّاراً ile وَمَا تُر۪يدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِح۪ينَ [İslah edenlerden olmak istemiyorsun] arasında manevî tıbâk vardır. Çünkü Cebbar, bozgunluk çıkaran, tahrip eden, çok öldüren ve çok kan döken demektir. Burada mana yönünden tıbâk vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Alimler, ayetteki, "O dedi ki: "Musa, dün bir cana kıydığın gibi, şimdi beni de mi öldürmek istiyorsun?" ifadesinin, o İsraillinin mi yoksa o Kıptî'nin mi sözü olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bazıları şöyle demişlerdir: "Hz Musa o İsrailliye "azgın" deyip, İsrailli de onu öfkeli görünce, Hz Musa onu yakalamak istediğinde, İsrailli onun kendisini öldüreceğini sanmış ve bu sözü söylemiştir." Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: "Çünkü dün o adamı öldürdüğünü ondan başkası bilmiyordu. Böylece bu, o katlin zuhuruna ve adamın korkusunun artmasına bir sebep teşkil etmiştir." Diğer alimler ise, "Aksine bu, Kıptînin sözüdür. Çünkü bu hadiseyi Kıptî, o İsrailliden öğrenmişti" demişlerdir. Doğru izah da budur. Çünkü Allahü teâlâ, "Derken Musa, ikisinin de düşmanı olan o adamı yakalamak isteyince, o dedi ki: "Musa..." buyurmuştur. Binaenaleyh bu söz, başkasına değil o adama aittir. O halde ayetteki, "Bu yerde illa yaman bir zorba olmak istiyorsun sen" ifadesi, ancak o kâfir tarafından söylenmeye uygundur. (Fahreddin er- Râzî)
وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ اِنّ۪ي لَكَ مِنَ النَّاصِح۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَاءَ | ve geldi |
|
2 | رَجُلٌ | bir adam |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | أَقْصَى | öbür ucundan |
|
5 | الْمَدِينَةِ | şehrin |
|
6 | يَسْعَىٰ | koşarak |
|
7 | قَالَ | dedi |
|
8 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz ki |
|
10 | الْمَلَأَ | ileri gelenler |
|
11 | يَأْتَمِرُونَ | aralarında konuşuyorlar |
|
12 | بِكَ | seni |
|
13 | لِيَقْتُلُوكَ | seni öldürmek için |
|
14 | فَاخْرُجْ | sen çık (git) |
|
15 | إِنِّي | elbette ben |
|
16 | لَكَ | sana |
|
17 | مِنَ | -den(im) |
|
18 | النَّاصِحِينَ | öğüt verenler- |
|
Kıptî’yi kimin öldürdüğü ortaya çıkınca haber Mûsâ’nın durumundan rahatsız olan Firavun’a ulaştırıldı ve hemen yakalanması için gereken tedbir alındı. Hz. Mûsâ’nın iyiliğini düşünen bir kişi koşarak gelip bu durumdan onu haberdar etti ve şehirden çıkıp gitmesi için nasihatte bulundu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ Medyen’e gitmek üzere şehri terketti.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 221
وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ
وَ istînâfiyyedir. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَجُلٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ اَقْصَا car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir. الْمَد۪ينَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَسْعٰى fiili رَجُلٌ ‘un sıfatı olup mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْعٰى fiili elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوك ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. مُوسٰٓى münadadır. Müfred alem olup elif üzere mukadder damme ile mebni mahallen mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada müfred alem olduğu için mebni münadaya girer ve mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الْمَلَاَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَأْتَمِرُونَ fiili اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. بِكَ car mecruru يَأْتَمِرُونَ fiiline mütealliktir.
لِ harfi يَقْتُلُوك fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel يَأْتَمِرُونَ fiiline mütealliktir.
يَقْتُلُوك fiili نَ ‘un hazfi ile mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَأْتَمِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أمر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاخْرُجْ اِنّ۪ي لَكَ مِنَ النَّاصِح۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. اخْرُجْ mukadder şartın cevap cümlesidir. Takdiri; إن أردت السلامة (Kurtulmak istiyorsan) şeklindedir.
اخْرُجْ sükûn üzere emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَكَ car mecruru النَّاصِح۪ينَ ‘ye mütealliktir.
مِنَ النَّاصِح۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. النَّاصِح۪ينَ ‘nin cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
النَّاصِح۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi نصح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ
Meskutun anh sebebiyle ayet, mahzufa atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ car mecruru رَجُلٌ ’un mahzuf sıfatına veya جَٓاءَ ’ye mütealliktir.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade eden يَسْعٰىۘ cümlesi رَجُلٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
جَٓاءَ - يَسْعٰىۘ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan رَجُلٌ kelimesi bu cinsten belirsiz birini kastederek nekre gelmiştir. Çünkü o kişinin belirli olmasının getirdiği bir fayda yoktur. Anlatılmak istenen Musa’ya (as) haberin ulaşmasıdır. (Kur’an Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)
يَسْعٰىۘ ifadesi رَجُلٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfu olabilir. Ya da مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ kavli ile vasıflanarak tahsisleşmiş nekre olduğu için, يَسْعٰىۘ fiili رَجُلٌ ’den hal de olabilir (Hal nekre, zül-hal ise ya marife ya da tahsisleşmiş nekre olur). ِمِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ ifadesi doğrudan جَٓاءَ fiiline bağlanırsa bu durumda يَسْعٰىۘ fiili sadece sıfat olur, hal olamaz. (Keşşâf)
Müfessirlerin çoğu, ayette bahsedilen bu adamın Firavun hanedanından iman etmiş bir kimse olduğu kanaatindedirler. İşte onun bu şefkatinden ötürü, Hazret-i Musa'yı o toplumun kendisini öldürmek için ve kendisi hakkında görüştüklerini haber vermek, Hazret-i Musa'yı ikaz etmek için koşup ona geldi. (Fahreddin er- Râzî)
قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ
İstînâfiye olarak fasılla gelen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ, koşarak gelen adamın sözlerini bildiriyor.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.
لِيَقْتُلُوكَ fiiline dahil olan lam-ı ta’lil akabindeki يَقْتُلُوكَ cümlesini gizli اَنْ ’le nasb ederek sebep bildiren masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harfiyle birlikte يَأْتَمِرُونَ fiiline mutealliktir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ [İleri gelenler, seni öldürmek için hakkında meşveret ediyorlar] cümlesinde, durumun gereğine uygun olarak اِنَّ ve lam ile pekiştirme yapılmıştır. (Safvetü’t Tefasir)
فَاخْرُجْ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن أردت السلامة (Eğer bununla kurtulmak istiyorsan …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاخْرُجْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنّ۪ي لَكَ مِنَ النَّاصِح۪ينَ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنَ النَّاصِح۪ينَ mahzuf habere mütealliktir. Car mecrur لَكَ , amil olan مِنَ النَّاصِح۪ينَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
Mütekellim, muhatabını inandırmak için sözlerini اِنّ۪ ile tekid etmiştir.فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُۘ قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُۘ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. خَرَجَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهَا car mecruru خَرَجَ fiiline mütealliktir. خَٓائِفاً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. يَتَرَقَّبُ fiili ikinci hal olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَرَقَّبُۘ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi رقب ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ‘dir.
Mekulü’l-kavli رَبِّ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzaf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجَوْت sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْقَوْمِ car mecruru نَجَوْتَ fiiline mütealliktir. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجِّن۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar
ظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفاً يَتَرَقَّبُۘ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki …قَالَ يَا مُوسٰٓى cümlesine, atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
خَٓائِفاً ve يَتَرَقَّبُۘ failin halidir. Hal, anlama açıklık getiren ıtnâb sanatıdır.
يَتَرَقَّبُۘ cümlesi, yine failden hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Cümlenin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
يَتَرَقَّبُۘ fiili, تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüf /zorlanmaktır.
Yine fiilin muzari olarak gelip teceddüt ve tekerrür manasında olmasına bu ayeti örnek verebiliriz. Bu ayette يَتَرَقَّبُۘ kelimesi, ne mazi ne de isim olarak kullanılmıştır. Mazi gelmiş olsa bir defalık gerçekleşecek bir eylem, isim olarak gelecek olsaydı bu fiilin sürekli bir hal olarak kişide bulunduğu anlatılmış olacaktı. Oysa olayın gerçekleşmesi bu iki noktaya da müsait değildir ve eylemin mahiyetine bağlı olarak muzari fiil şeklinde gelmiştir. (Ali Karataş, Kur’an’daki Yüklemlerin (Müsnedlerin) İsim ve Fiil Olarak Kullanımları)
قَالَ رَبِّ نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبِّ nidası, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.
Nida harfinin ve mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma ve onun rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan نَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ cümlesi, emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda olmasına rağmen, dua manası taşıması sebebiyle lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
الظَّالِم۪ينَ۟ kelimesi الْقَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الظَّالِم۪ينَ۟ , ism-i fail vezinde gelerek süreklilik ifade etmiştir.
Sıfat olarak kullanılan ism-i fail isimleşse de zaman özelliğini kaybetmez. Mesela: المدرس kelimesi, ders veren anlamında bir sıfat fiildir, bu kelime hoca anlamında kullanılsa da hocaya hoca adı, ders vermesinden dolayı verildiğinden, sıfat fiil ve zaman özelliği devam eder ve muzari fiil anlamında kullanılır. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55-90 Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri)
Dünya bir imtihan yeri, dolayısı ile herkesin bir imtihanı vardır. İmtihanları yarıştırmak ya da hafife almak ya da büyütmek faydasız; herkesin gücü, öncelikleri ve algısı farklıdır.
Herkese aynı imtihan yüklense, o zaman imtihan olmazdı. Herkese eşsiz imtihanlar yüklense, o zaman da insan yalnızlaşırdı. Aynı imtihanla dünyası kararanları da görürsün, imtihanını kucaklayarak her gününü değerlendirmeye çalışanını da.
Hz. Musa’nın kavga sırasında ölümüne sebep olduğu adamı okuduğunda, düşünür insan. Der ki; herhalde insanın başına gelen en zor meselelerden bir tanesi: sonunu hesaplayamadığı kazalara sebep olmak olsa gerek.
Geri dönüşü olmayan dipsiz bir kuyu sanki. Neyi yapmasaydım ya da hangi adımı atsaydım olmazdı. Bu soruların sonu yok. Bu imtihanı satsan alanı da yok. Hz. Musa’nın kıssası, ne güzel bir ibrettir. Kur’an-ı Kerim, her derde ne güzel bir şifadır.
Kazanın ardından hz. Musa’nın ilk yaptığı; Allah’a sığınmak ve O’ndan af dilemek olmuştur. Taha Suresinde, Allah Teala şöyle buyurmuştur: ‘..birisini öldürmüştün de, seni gamdan kurtarmıştık..’ Kulun imtihanı ne olursa olsun; yükü hafifleten, hüznü gideren ve kul için tek kurtarıcı olan Allah’tır.
İmtihanıyla başa çıkamadığını hisseden kul durur. Zihninin sokaklarında, geriye doğru bir adım atar. Aslında bilir, hayatı bundan ibaret değildir. Bu imtihanı yaşayan tek kişi de değildir. Derin bir nefes alıp bekler. Bu imtihanla başa çıkabileceği gücü veren Allah’a güvenir. Hz. Musa’nın nereye gideceğini bilmeden kaçarken ettiği duayı hatırlar ve der ki: umarım Rabbim beni doğru yola iletir.
Ey sahibimiz olan Allahım! Kurtarıcımız Sensin. Bizi; Sana şeksiz ve şüphesiz güvenen kullarından eyle. Bize, dünya hayatını ve hesap gününü kolaylaştır. İmtihanların sebep olduğu sıkıntılardan kurtar. Sıkıntılarla, Senin rızanı kazanacak şekilde başa çıkmanın yollarını göster. Yükümüzü hafiflet. Hüznümüzü gider. Kalbimizi imanın ile doldur, halimizi takva ile süsle ve hayatımızı salih amellerle bereketlendir.
Peygamber Efendimiz (sav)’in öğrettiği dua ile yardımını isteriz: Ey Allahım! Musibetimin ecrini senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et ve benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.
Ömrünü, Allah yolunda, en güzel şekilde değerlendirenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji