Neml Sûresi 21. Ayet

لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  ...

“Bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَأُعَذِّبَنَّهُ ona azabedeceğim ع ذ ب
2 عَذَابًا bir azapla ع ذ ب
3 شَدِيدًا çetin ش د د
4 أَوْ ya da
5 لَأَذْبَحَنَّهُ onu keseceğim ذ ب ح
6 أَوْ yahut da
7 لَيَأْتِيَنِّي bana getirecek ا ت ي
8 بِسُلْطَانٍ bir delil س ل ط
9 مُبِينٍ açık ب ي ن
 
Cin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir (cinler hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/100; Cin 72/1-19). 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu (İbn Âşûr, XIX, 240). Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir (Elmalılı, V, 3667). Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461). Sebe’ (Saba), aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur (bilgi için bk. Sebe’ 34/15). Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir (Elmalılı, V, 3670). Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir (şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. En‘âm 6/43; Nahl 16/63). 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır (Râzî, XXIV, 190). Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır (Zemahşerî, III, 143). Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir (bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.
 

لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

اُعَذِّبَنَّ  fetha izere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

عَذَاباً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَد۪يداً  kelimesi  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

اَذْبَحَنَّ  fetha izere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

يَأْتِيَنّ۪ي  elif üzere mukader fetha ile mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِسُلْطَانٍ  car mecruru  يَأْتِيَنّ۪ي  fiiline mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ ‘nın sıfatı olup mecrurdur. 

عَذِّبَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اَذْبَحَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ذبح ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayete dahil olan  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nun-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş  لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

شَد۪يداً  kelimesi,  عَذَاباً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

عَذَاباً ’deki tenvin tazim, kesret ve nev içindir.

اُعَذِّبَنَّهُ  - عَذَاباً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sıfat olan  شَد۪يداً , mevsûfu  عَذَاباً ‘in bir özelliğini belirtmek için gelen tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ  cümlesi ve  اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir.

Cümlelere dahil olan  اَوْ  atıf harfi, cümleleri irab bakımından matufun aleyhe ortak eder. Ancak burada ilk  أو  harfi  إلّا  manasındadır. Cümlelerin anlamı şöyledir: … لأعذّبنّه إلّا أن يأتيني، أو لأذبحنّه إلّا أن يأتينيّ  [Eğer bana gelmezse ona azap ederim veya keserim] (https://tafsir.app/30/60, Mahmud Sâfî)

Ayetteki fiillerin sonundaki şeddeli  نَّ , muzari fiile bitişir ve tekid ifade eder. Tekid nunları bitiştikleri fiillere istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. Bu ayette mahzuf kaseme işaret eden lam gelmiştir. 

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍۙ  kelimesi,  بِسُلْطَانٍ  için sıfattır.  بِسُلْطَانٍ ‘ki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

لأعذّبنّه - لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ - شَد۪يداً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَاُعَذِّبَنَّهُ [Onu mutlaka cezalandıracağım], لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ [onu mutlaka keseceğim.], اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي [ya da mutlaka bana delil getirir] lafızlarında tekid ve pekiştirme edatının tekrarlanması yapılacak işlerin kesinlikle yapılması gerektiğini gösterir. (Safvetu’t Tefasir)

Şayet Hazret-i Süleyman üç şeyden biri için yemin etmişti, kendi iki fiili için yemin etmesine diyecek yok; fakat Hüdhüd’e ait fiil için yemin etmesi nasıl sağlıklı olabilir ve onun bir kanıt getireceğini nerden bilebilmiştir de vallahi, bana mutlaka bir kanıt getirecek! diyebilmiştir? dersen şöyle derim: Allah Teâlâ üçünü de yeminden ibaret bir hüküm bünyesinde اَوْ  edatıyla kompoze edince, onun sözü nihaî kertede senin ‘’Şu işlerden biri mutlaka olacak!’’ demene dönmüştür; yani apaçık bir kanıt getirilmesi vuku bulursa, ne herhangi bir cezalandırma ne de kafa kopartma söz konusu olacaktır; ama bu olmazsa, ikisinden biri olacaktır. Burada, Hz. Süleyman’ın o iki fiile yemin etmesinin akabinde, Hüdhüd’ün apaçık bir kanıt getireceğine dair bir vahiy gelmiş olabileceği çerçevesinde bir dirayet iddiası yoktur ki, Süleyman Yahut bana apaçık, güçlü bir kanıt getirir! şeklindeki üçlü taksimi bir dirayet ve yakin ile yapmış olsun. (Keşşâf)

لَيَأْتِيَنّ۪ي (Bana... getirir)" lafzındaki  لَ  lâm-ı kasem değildir. Çünkü Süleyman Hüdhüd’ün yapacağı bir iş için kasem etmez. Ancak bu ayet  لَاُعَذِّبَنَّهُ (Onu elbette... azaplandırırım) 'ın akabinde geldiğinden dolayı -ki bu da kasemin caiz olduğu hususlardandır- sonraki bu fiili de aynı şekilde kullanmıştır. (Kurtubî)