Neml Sûresi 20. Ayet

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ  ...

Süleyman, kuşlara göz atıp yokladı ve şöyle dedi: “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَفَقَّدَ ve teftiş etti ف ق د
2 الطَّيْرَ kuşları ط ي ر
3 فَقَالَ dedi ki ق و ل
4 مَا neden
5 لِيَ ben
6 لَا
7 أَرَى göremiyorum ر ا ي
8 الْهُدْهُدَ hüdhüdü ه د ه د
9 أَمْ yoksa
10 كَانَ (mı) oldu? ك و ن
11 مِنَ
12 الْغَائِبِينَ kayıplardan- غ ي ب
 
Cin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir (cinler hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/100; Cin 72/1-19). 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu (İbn Âşûr, XIX, 240). Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir (Elmalılı, V, 3667). Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461). Sebe’ (Saba), aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur (bilgi için bk. Sebe’ 34/15). Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir (Elmalılı, V, 3670). Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir (şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. En‘âm 6/43; Nahl 16/63). 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır (Râzî, XXIV, 190). Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır (Zemahşerî, III, 143). Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir (bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.
 

 هدهد Hedhede :   Kur'an-ı Kerim'de هُدْهُد olarak geçen bu kuş iyi bilinen çavuş kuşu namı diğer ibibiktir. (Müfredat هدّ maddesi )

  Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli Hüdhüd Kuşudur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la  قَالَ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir. تَفَقَّدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. الطَّيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لِيَ  car mecruru mübteda  مَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.

لَٓا اَرَى  cümlesi  لِيَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

الْهُدْهُدَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ  ve Munkatı’  اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

تَفَقَّدَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فقد ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

غَٓائِب۪ينَ  kelimesi sülâsi mücerredi  غيب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ 

 

Ayet önceki ayetteki … وَقَالَ  cümlesine atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

تَفَقَّدَ : "Ortada olmayanı arayıp sormaktır. Nitekim, aramakla meşgul olan kişi, aradığının bir kısmını bulup bir kısmını bulamayabilir. Bu sebeple, söz konusu gözden geçirme işine tefekkud adı verilmiştir. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: ”Süleyman, kuşların durumunu öğrendiğinde Hüdhüd'ü görememiştir."(Ruhu-l Beyan)

Allah Teâlâ’nın, Süleyman (as)’ın sözlerini bildirdiği  فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ  cümlesi,  öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham ism-i  مَا  mübtedadır, haberi mahzuftur. Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لِيَ , bu mahzuf habere mütealliktir. 

لَٓا اَرَى  cümlesi  لِيَ ‘nin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

الطَّيْرَ - الْهُدْهُدَۘ  kelimeleri arasında râât-ı nazîr sanatı vardır.

Kamus tercemesinde der ki, "Hüdhüd" harflerinin ötre okunması ile mutlaka gargara eden yani nağme ve ezgilerle öten kuşa denir. Ve özellikle bilinen kuşun ismidir ki çavuş kuşu ve ibibik dedikleri kuştur. (Elmalılı)

مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ  [Hüdhüd'ü niçin göremiyorum?] Bu, hayret ifade eden bir üsluptur. (Safvetu’t Tefasir)

Taaccüp için olan soru cümlelerinde istifhâm anlamı her zaman mevcuttur. Zira bir şeye taaccüp eden kimse lisân-ı hâl ile taaccüp ettiği şeyin sebebini sormakta ve mesela bu ayette olduğu gibi sanki şöyle demektedir: Bana ne oldu ki Hüdhüd’ü göremiyorum? Bunu öğrenmek istiyorum.

Zemahşerî’de el-Keşşâf’ında, bu ayetin istifham anlamını kaybetmediğini ileri sürer. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)

Yüce Allah'ın [Neden hüdhüdü göremiyorum] ayeti "Hüdhüd’e ne oldu ki ben onu göremiyorum?" anlamındadır. Bu da sebebi bilinmeyen kalb (ifadelerin yer değiştirmesi) kabilindendir. Yine bir kimsenin diğerine; "Bana ne oluyor ki seni kederli görüyorum?" yani; "Neyin var” (kederlisin) demeye benzer. Bu da bir çeşit îcaz (veciz) konuşmaktır. (Kurtubî) 


اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp alay ve tehekküm anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْ  atıf ve idrâb harfidir yani  بل  ve hemze manasındadır.        

كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

أَمۡ  munkatı‘dır (öncesindeki ifadeden dönüp, soru sorma edatıdır) zira Hazret-i Süleyman Hüdhüd’ün yerine bakıp onu göremeyince ‘’Hüdhüd’ü neden görmüyorum?!’’ demişti ki bu, Hüdhüd orada iken onu örten bir engel veya bunun gibi bir şeyden ötürü onu göremediği anlamına gelir. Daha sonra, onun kayıp olduğu içine doğmuştu da bu sözden dönüp kayıplara mı karıştı? demeye başlamıştı. Sanki o içine doğan şeyin sıhhatini sorgulamıştı. Bunun bir örneği Arapların, إنَّهَا لإبِل أمْ شَاةٌ (Şu bir deve sürüsü mü yoksa koyun sürüsü mü?) demesine benzer. (Keşşâf)