وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
Öte yandan Mûsâ’nın annesinin üzüntüden aklı başından gitmiş, ne olup bittiğinden haber alamadığı için dehşete kapılmıştı. Haber almak için gösterdiği telâş sebebiyle neredeyse durumu ifşa edecekti, fakat Allah gönlünü pekiştirdi, ona sabretme gücü verdi ve sonunda çocuğuna kavuşacağı inancında karar kıldı. Anne, kızına gelişmeleri uzaktan takip etmesini söylemişti. O da hemen nehrin kenarında kardeşinin peşine düşmüş, Firavun’un adamlarına hissettirmeden, Mûsâ’nın Firavun’un sarayına götürülüşünü izlemişti.
Firavun’un hanımı çocuğa sütanne aramaya başladı; ancak Allah Teâlâ izin vermediği için Mûsâ saraya getirilen kadınlardan hiçbirinin memesini emmedi. Bu hususun 12. âyette, “Biz önceden onun, başka sütanne kabul etmesini engellemiştik” şeklinde ifade buyurulması, olayın tesadüfî bir gelişme olmayıp ilâhî irade tarafından özel olarak planlandığını göstermektedir. Durumu öğrenen ablası emzikli bir kadın olarak “annesini” tavsiye etti; teklifi kabul edildi ve Mûsâ emzirilmek üzere annesine iade edildi (Tevrat’a göre Mûsâ’yı nehirde bulan ve onu emzirmesi için annesine veren, Firavun’un kızıdır; bk. Çıkış, 2/5). Emzirme süresi bitince Mûsâ tekrar Firavun ailesine teslim edildi. Firavun, kendi ailesi içinde büyütülüp yetiştirilen çocuğun kendi yolundan gidecek ve ona mutluluk verecek bir evlât olacağını düşünmüştü. Genellikle ilgi ve eğitim bu sonucu verebilirdi, fakat Allah, Mûsâ vasıtasıyla Firavun’un zulmüne son vermek istiyordu ve sonunda O’nun muradı gerçekleşti.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 217وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
لِاُخْتِ car mecruru قَالَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli قُصّ۪يهِ ’dir. قَالَتْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
قُصّ۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mefulün bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. بَصُرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. بِه۪ car mecruru بَصُرَتْ fiiline mütealliktir.
عَنْ جُنُبٍ car mecruru بَصُرَتْ ’deki fiilin veya بِه۪ ’deki zamirin haline mütealliktir.
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَقَالَتْ لِاُخْتِه۪ قُصّ۪يهِۘ
Ayet, وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Allah Teâlâ, Hz. Musa’nın annesinin, kardeşine söylediklerini bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالَتِ fiilinin mekulü’l-kavli olan قُصّ۪يهِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Burada, ‘kızına’ denilmeyip de ‘’ablasına’’ denilmesi, emri yerine getirmeyi gerektiren muhabbet sebebini sarih olarak belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
فَبَصُرَتْ بِه۪ عَنْ جُنُبٍ
فَ atıftır. Cümle, mukadder istînâfa matuftur. Cümleler arasında meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
عَنْ جُنُبٍ car-mecruru, بِه۪ ’deki zamirin veya بَصُرَتْ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
Onu uzaktan gözetledi cümlesindeki; جُنُبٍ ’in (uzaktan) anlamına geldiğini Mücahid söylemiştir, ألأجْنَب /Yabancı kelimesi de buradan gelmektedir. (Kurtubî)
عَنْ harf-i ceri mücaveze (geçmek ve yönelme) içindir. عَنْ جُنُبٍ car mecruru بَصُرَتْ ’deki zamirin hali konumundadır. Çünkü burada mücaveze, mekânın değil ablasının durumundandır. (Âşûr)
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
Ayetin hal و ’ıyla gelen وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal olan cümle tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَشْعُرُونَۙ - بَصُرَتْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.