وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَتِ | ve dedi ki |
|
2 | امْرَأَتُ | karısı |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn’ın |
|
4 | قُرَّتُ | aydınlığı |
|
5 | عَيْنٍ | göz |
|
6 | لِي | bana da |
|
7 | وَلَكَ | ve sana da |
|
8 | لَا |
|
|
9 | تَقْتُلُوهُ | onu öldürmeyin |
|
10 | عَسَىٰ | belki |
|
11 | أَنْ | diye |
|
12 | يَنْفَعَنَا | bize yararı dokunur |
|
13 | أَوْ | ya da |
|
14 | نَتَّخِذَهُ | onu ediniriz |
|
15 | وَلَدًا | evlad |
|
16 | وَهُمْ | ve onlar |
|
17 | لَا |
|
|
18 | يَشْعُرُونَ | anlamıyorlardı |
|
Hz. Mûsâ’nın annesine yapılan vahiy muhtemelen peygamberlere yapılan vahiy değil, seçkin kulların kalbine doğan ilham anlamındadır. Sıkı bir şekilde uygulanan bu katliamdan Mûsâ’yı kurtarması için Allah tarafından annesine, onu bir süre emzirmesi, çocuğun hayatının tehlikeye düştüğünü hissettiği anda onu bir sandukaya koyup Nil nehrine bırakması ilham edilmiş, annesi de emredileni yapmıştı. Çünkü Allah ona, “Korkup kaygılanma, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye ilham etmişti. Nitekim sonunda ilâhî takdir tecelli etmiş, Firavun ailesi, İsrâiloğulları’na yapmış olduğu zulmün karşılığı olarak ileride kendilerine düşman ve üzüntü sebebi olacak bebeği Nil kıyısında bularak Firavun’a getirmişlerdir. 8. âyette Firavun ve beraberindekilerin gerek Allah’a karşı nankörlüklerinin gerekse İsrâiloğulları’na uyguladıkları zulmün yanlışlığına, dolayısıyla Hz. Mûsâ’nın ileride bunlara karşı vereceği mücadeleye işaret edilmektedir. Yüce Allah Mûsâ’nın korunup kollanması ve kendi gözetiminde yetiştirilip olgunlaşması için onu katından bir sevgi ile kuşatmış, kezâ ona karşı insanların kalbine de sevgi yerleştirmiştir (bk. Tâhâ 20/39). Bundan dolayı Firavun’un eşi Asiye (Râzî, XXIV, 228), çocuğun hayatına kıyılmaması ve kendisinde kalması için Firavun’a ricada bulunmuş; “O, senin ve benim göz aydınlığımız, muradımız olsun!” diyerek bir sevinç ve mutluluk kaynağı olduğuna işaret ettikten sonra ondan faydalanabilecek veya onu evlât edinebileceklerini söyleyip kocasını razı etmiştir. “Onlar işin farkında değillerdi” cümlesi Firavun ve adamlarının ileride Hz. Mûsâ sebebiyle başlarına gelecek olanları bilmediklerine işaret etmektedir (Razî, XXIV, 229).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 216-217وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَالَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. امْرَاَتُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي ’dir. قَالَتِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. فِرْعَوْنَ mef’ûlun bih olup gayri munsarifdir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُرَّتُ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri هو şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. عَيْنٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ل۪ي car mecruru قُرَّتُ عَيْنٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. لَكَ car mecruru atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُو fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً
Fiil cümlesidir. عَسَى terecci harfidir. عَسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَنْ ve masdar-ı müevvel fail olarak mahallen merfûdur. يَنْفَعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَتَّخِذَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. وَلَداً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نَتَّخِذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
وَ haliyyedir. İsim cümlesidir. Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَشْعُرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ
Cümle وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Ayette Allah Teâlâ, Firavun’un karısının sözlerini bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
قَالَتِ fiilinin mekulü’l-kavli olan قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو olan mübteda mahzuftur.
Ayette Firavun’un karısına زَوْجَة değil, اِمْرَأَة denmiştir. İlgili ayetler incelendiğinde زَوْجَة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür: Sadakat, Allah’ın dinine inanmada birlik, üreme imkânı bulunmak, nikâhlı olmak. اِمْرَأَة kelimesi زَوْجَة için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: – İhanet (Aldatma) – Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık – Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) – Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen زَوْجَة ve اِمْرَأَة Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)
قُرَّتُ عَيْنٍ ifadesi mahzuf bir mübtedanın haberidir; bunun mübteda, لَا تَقْتُلُوهُۗ ifadesinin ise haber yapılması pek kuvvetli değildir. Şayet قُرَّتَ عَيْنٍ diye mansub olsaydı daha kuvvetli olurdu. İbni Mesud’un (ra) okuyuşu bunun haber olduğuna delildir ki o, لَا تَقْتُلُوهُۗ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَ diye لَا تَقْتُلُوهُۗ ifadesini öne alarak okumuştur. (Keşşâf)
قُرَّتُ عَيْنٍ ifadesi sururdan kinayedir. Zıddı olan üzüntü ve keder dolayısıyla ağlamanın etkisi için kullanılan سُخْنَةُ العَيْنِ (gözün ateşlenmesi) deyimi dolayısıyla türemiş bir mecâzdır. (Âşûr)
لَا تَقْتُلُوهُۗ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l-kavle dahildir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تَقْتُلُوهُ [Onu öldürmeyin] cümlesinde, saygı ifade eden çoğul kipi kullanılmıştır. Karısı, saygı göstermek için, Firavun'a, onu öldürme dememiş, onu öldürmeyin diye hitap etmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
“Onu öldürmeyin” şeklinde çoğul sıyga ile hitap etmesi onu büyütmek içindir. (Beyzâvî)
عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Terecci manalı nakıs fiil عَسَى ’nın dahil olduğu …عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
عَسٰٓى mazi fiil sıygasında gelmiş tam fiildir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَنْفَعَنَٓا cümlesi, عَسٰٓى fiilinin faili konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki نَتَّخِذَهُ وَلَداً cümlesi اَوْ atıf harfiyle يَنْفَعَنَٓا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَلَداً ’deki tenvin herhangi bir manasında nev ifade eder.
عَسَىٰۤ muzarisi olmayan bir fiildir. Sadece mazisi çekilir. Bunun mazisinden de özellikle عَسَيْتُمَا , عَسَيْتُمْ şekilleri kullanılır. Kendisinden sonra gelen isim merfû kılınır. (Fahreddin er-Râzî)
Tereccî: Husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. Asıl olarak iki harfi vardır: عَسٰٓى ve لعل (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Ayetin hal و ’ıyla gelen وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal olan cümle tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şayet وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ifadesi haldir, bunun zü’l-hali nedir? dersen şöyle derim: Bunun zü’l-hali اٰلُ فِرْعَوْنَ ُifadesidir. Kelamın takdiri şöyledir: فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُواًّ وَحَزَناًۜ وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ كَذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ أنَّ هُمْ على خطأ عَظِيمٌ في الْتَقاطه ورجاء النفع منه وتبنيه ; yani Firavun hanedanı onu kendisine düşman ve üzüntü kaynağı olsun diye bulup aldı. Firavun’un hanımı böyle dedi; fakat onlar onu almakta, ondan fayda ummakta ve onu evlat edinmekte büyük bir yanılgı üzere olduklarının farkında değillerdi!
اِنَّ فِرْعَوْنَ ifadesi sonuna kadar onların hatalı oluşlarının manasını teyid eden matuf ile matufun aleyh arasında bir ara cümledir. Nazım güzelliklerinden anlayan kişiye göre bu ifadenin dizilişi ne güzeldir! (Keşşâf)