Lokman Sûresi 30. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟  ...

Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise batıldır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ böyledir
2 بِأَنَّ çünkü
3 اللَّهَ Allah
4 هُوَ O
5 الْحَقُّ haktır ح ق ق
6 وَأَنَّ ve elbette
7 مَا
8 يَدْعُونَ yalvardıkları د ع و
9 مِنْ
10 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
11 الْبَاطِلُ batıldır ب ط ل
12 وَأَنَّ ve gerçekten
13 اللَّهَ Allah’tır
14 هُوَ O
15 الْعَلِيُّ ulu ع ل و
16 الْكَبِيرُ ve büyük ك ب ر
 

Allah’ın irade, ilim ve kudreti hakkındaki bu kesin bilgilerden sonra 30. âyette artık reddedilmesi mümkün olmayan kesin hüküm ortaya konmaktadır: “Allah hakikatin kendisidir; O’nun dışında taptıkları şeyler ise asılsızdır ve Allah, yalnızca O, en yücedir, en büyüktür.”

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344
 

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ 

 

İsim cümlesidir. İşaret zamiri  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle mübteda  ذٰلِكَ  ’nin haberine mütealliktir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  أَنَّ  ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

هُوَ  fasıl zamiridir. (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsûf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsûf olma durumları ortadan kalkar, mevsûf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْحَقُّ  kelimesi  أَنَّ  ’nin haberi olarak lafzen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi  وَ  ’la birinci masdar-ı müevvele matuftur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  أَنَّ  ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَدْعُونَ  dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

مِنْ دُونِهِ  car mecruru mahzuf aid zamirin haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟

 

Ayet,  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi  وَ  ’la birinci masdar-ı müevvele matuftur.   

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli  أَنَّ  ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir. 

الْعَلِيُّ  kelimesi  أَنَّ  ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْكَب۪يرُ۟  kelimesi  الْعَلِيُّ  ’nün sıfatı olup merfûdur.
 

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ 

 

Önceki ayette bildirilenler için ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede haberin hazfi nedeniyle îcâz-ı hazif sanatı vardır. Işaret ismi  ذٰلِكَ, mübtedadır.

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilenin önemini belirtmek ve müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesini sağlamak içindir.

ذٰلِكَ  ile müşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 57, c. 7, s. 190)

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile insanın yaratılmasına ve yerin ölümünden sonra diriltilmesine yani Allah’ın kudretine işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyh, kalplerde haşyet duygularını artırmak tazim için lafza-i celâlle gelmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi, masdar tevilindedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel sebebiyye ifade eden  بِ  harfiyle birlikte mahzuf habere mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel olan  بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ  cümlesinde haber olan  هُوَ الْحَقُّ; sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  هُوَ, fasıl zamiridir.

Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedanın kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani Hakk olma vasfı O’ndan başkasında kemal derecede bulunmaz. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ  cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi tezattır.  اَنَّ ’nin ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası olan  يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzuf aid zamirden hal olan  دُونِه۪  izafeti gayrının tahkiri içindir.

الْبَاطِلُ  kelimesi,  اَنَّ ’nin haberidir. 

Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani batıl sadece onda bulunur, başkasında bulunmaz. 

Esnamdan başkasında batıl yokmuş gibi iddiaî kasr ve esnamı tahkirde mübalağadır. (Âşûr) 

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ  cümlesiyle,  وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الْحَقُّ  -  الْبَاطِلُۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْبَاطِلُۙ  ve  الْحَقُّ  kelimelerindeki tarif cins içindir. (Âşûr)

Keşşâf'ta da şöyle bir açıklama vardır:  ذٰلِكَ, kâdir ve âlim canlıların aciz kaldığı Allah'ın müthiş hikmeti ve kudretidir. O halde tapılan cansız şeylerin ne gibi bir gücü vardır! Çünkü Allah haktır, ilahlığı sabittir. Onun dışındaki şeylerin ilahlığı bâtıldır.

وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُ  (O’ndan başka taptıklarınız ise hiç şüphesiz bâtıldır) cümlesinde O'nun dışında tapılanların batıl olduğu manasını tekit etmek için  اَنَّ  harfi tekrarlanmıştır. Burada bu harf olmaksızın  وما يدعون من دونه الباطل buyurulabilirdi ama bu durumda tekid daha zayıf olurdu. Burada  الباطل  kelimesi de marife olarak gelmiştir. Halbuki burada  وأن ما يدعون من دونه باطل buyurulabilirdi. Böylece O'nun dışında dua edilenlerin hepsinin batıl olduğu ifade edilebilirdi. Ayette gelen ifade evladır, çünkü onların batıl olarak vasıflanmasının ikincil veya cüzi bir mesele olmadığını ifade eder. الباطل  kelimesinin marife oluşu, bunun en kamil ve açık batıl olduğuna delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 496)

Ayet-i kerimede  من يدعون  değil  ما يدعون  buyurulması onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade eder. Çünkü  ما  harfi akılsızlar için kullanılır ve onlar aslında akletmeyen şeylere tapmaktadır. İşte bu da en açık bâtıldır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 496)

 

وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟

 

Masdar harfi  اَنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki  اَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  cümlesi önceki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

اَنَّ ’nin haberi olan  هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Ya da  هُوَ  fasıl zamiridir,  الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ  mübtedanın iki haberidir. Müsnedin tarifi bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar O’ndan başkasında bulunmaz. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْعَلِيُّ  ,الْكَب۪يرُ  sıfatlarının aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Sıfat-ı müşebbehe kalıbındaki  الْعَلِيُّ, mecazî manevi yükseklik manasında kutsiyet ve şeref demektir. (Âşûr)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. 

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübûtu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devâmlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)