Lokman Sûresi 32. Ayet

وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ  ...

Onları, (denizde) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 غَشِيَهُمْ onları sardığı غ ش و
3 مَوْجٌ dalga(lar) م و ج
4 كَالظُّلَلِ gölgeler gibi ظ ل ل
5 دَعَوُا yalvarırlar د ع و
6 اللَّهَ Allah’a
7 مُخْلِصِينَ yalnız has kılarak خ ل ص
8 لَهُ O’na
9 الدِّينَ dini د ي ن
10 فَلَمَّا fakat o zaman
11 نَجَّاهُمْ onları kurtarınca ن ج و
12 إِلَى
13 الْبَرِّ karaya çıkarıp ب ر ر
14 فَمِنْهُمْ içlerinden bir kısmı
15 مُقْتَصِدٌ orta yolu tutar ق ص د
16 وَمَا zaten
17 يَجْحَدُ inkar etmez ج ح د
18 بِايَاتِنَا bizim ayetlerimizi ا ي ي
19 إِلَّا başkası
20 كُلُّ her ك ل ل
21 خَتَّارٍ gaddarlardan خ ت ر
22 كَفُورٍ inkarcıdan ك ف ر
 

Allah’ın insanlığa sayısız nimetlerinden biri daha hatırlatıldık­tan sonra 32. âyette insanların çaresiz kaldığı zamanlarla esenlik zamanlarındaki dinî tutumları arasında görülen tutarsızlığa dikkat çekilmekte; 33. âyette ise ön yargı, inat, taassup gibi olumsuz şartlanmalarla gönül ve zihin dünyası yoksullaşmamış her normal insan için kurtarıcı değer taşıyan uyarılar yer almaktadır.

... orta yolu tutar” diye çevirdiğimiz muktasıd kelimesi tefsirlerde farklı şekillerde açıklanmıştır. İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Râzî, Şevkânî gibi âlimler bu kelimeyi, “Tehlike sırasında ulaştığı samimi inancını kurtulunca da sürdürür” şeklinde olumlu bir tutum olarak açıklarken Mücâhid, Taberî gibi bazı müfessirler de “Sözüyle dengeli, ölçüye uygun yani doğru bir inancı ifade etmekle birlikte inkârını içinde saklar” şeklinde olumsuz bir anlamda yorumlamışlardır (bu yorumlar için bk. Taberî, XXI, 85; İbn Atıyye, IV, 355; İbn Kesîr, VI, 353-354; Râzî, XXV, 162; Şevkânî, IV, 281). Bize göre –Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ında, Fâtır sûresinin 32. âyetindeki aynı kelimeye getirdiği açıklama dikkate alındığında– âyetin bağlamına, “İnkâr etmekle inanmak arasında tereddüde düşer, ortada kalır” şeklindeki yorum daha uygun düşmektedir; meâlde de bu anlam tercih edilmiştir (muktasıd kelimesinin anlamı için ayrıca bk. Fâtır 35/32). 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344
 

وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.

c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

غَشِيَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

غَشِيَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مَوْجٌ  fail olup lafzen merfûdur.  كَالظُّلَلِ  car mecruru  مَوْجٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir.

فَ  karinesi olmadan gelen  دَعَوُا اللّٰهَ  cümlesi şartın cevabıdır.  

دَعَوُا  fiili mahzuf  وَ  üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و  ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مُخْلِص۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي  ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru  الدّ۪ينَ  ’nin mahzuf haline mütealliktir.  الدّ۪ينَ  kelimesi ism-i fail olan  مُخْلِص۪ينَnin mef'ûlü olup fetha ile mansubdur.

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır.  

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُخْلِص۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzâri fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَجّٰيهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَجّٰيهُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَى الْبَرِّ  car mecruru  نَجّٰيهُمْ ’e mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

مِنْهُمْ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مُقْتَصِدٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُقْتَصِدٌ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَجّٰيهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَجْحَدُ  merfû muzari fiildir.  بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  يَجْحَدُ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  خَتَّارٍ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  كَفُورٍ  kelimesi  خَتَّارٍ  ’nin sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَتَّارٍ كَفُورٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ

 

وَ  atıf harfidir. Şart üslubunda haberî isnad olan ayette şart cümlesi  غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ  , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ayetteki لِكُلِّ صَبّارٍ شَكُورٍ  ifadesinde hüsnü tehallus sanatı vardır. (Âşûr)

مَوْجٌ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

مَوْجٌ كَالظُّلَلِ  [Dağlar gibi dalga] ibaresi, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-u şebeh hazfedildiği için mücmeldir.

كَالظُّلَلِ  car mecruru,  مَوْجٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

الغِشْيانُ  (Örtmek) kelimesi gelmek manasında müsteardır. Çünkü gelmek örtmeye benzer.  Araf Suresi 54. ayetteki “يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهارَ  (Geceyi gündüze katar)” ifadesine benzer. (Âşûr)

فَ  karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi  دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  لَهُ , ihtimam için mef'ûl olan  الدّ۪ينَۚ  ’ye takdim edilmiştir.

دَعَوُا  fiilinin failinden hal olan  مُخْلِص۪ينَ, ism-i fail kalıbındadır.  الدّ۪ينَۚ ’yi mef'ûl,  لَهُ ’yu harf-i cer olarak alabilmesi bu sayededir.

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90, Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

مَوْجٌ كَالظُّلَلِ, mücmel teşbihtir.

 

 فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ 

 

Cümle  فَ  ile hükümde ortaklık nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ  cümlesi  aynı zamanda şart manalı zaman zarfı  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ, faide-i haber ibtidaî kelam, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنْهُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مُقْتَصِدٌ  muahhar mübtedadır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

اَنْجَيْنَاكُمْ  fiili  اِفعال  babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise  تفعيل  babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanimanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur'an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

 

 وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

 

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy harfi  مَٓا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiil ve fail arasında gerçekleşmiştir.  يَجْحَدُ  maksur/sıfat,  كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ  maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat alel’l-mevsûftur. Yani ayetlerimizi sadece nankör olanlar inkâr eder, başkaları ise tasdik eder manasındadır.

وَمَا يَجْحَدُ  cümlesi sonuna kadar tezyîldir. (Âşûr)

اٰيَاتِنَٓا  izafetinde ayetlerin azamet zamirine muzaf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

خَتَّارٍ  için sıfat olan  كَفُورٍ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

خَتَّارٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

نَجّٰيهُمْ  -  بِاٰيَاتِنَٓا  kelimeleri arasında gâipten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

خَتَّارٍ كَفُورٍ  (Çok hain, çok nan­kör) kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır ve aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.