يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْماً لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | اتَّقُوا | korkun |
|
4 | رَبَّكُمْ | Rabbinizden |
|
5 | وَاخْشَوْا | ve çekinin |
|
6 | يَوْمًا | günden (ki) |
|
7 | لَا |
|
|
8 | يَجْزِي | ödeyemez |
|
9 | وَالِدٌ | baba |
|
10 | عَنْ |
|
|
11 | وَلَدِهِ | çocuğunun |
|
12 | وَلَا | değildir |
|
13 | مَوْلُودٌ | çocuk da |
|
14 | هُوَ | o |
|
15 | جَازٍ | ödeyecek |
|
16 | عَنْ | için |
|
17 | وَالِدِهِ | babası |
|
18 | شَيْئًا | bir şey |
|
19 | إِنَّ | şüphesiz |
|
20 | وَعْدَ | va’di |
|
21 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
22 | حَقٌّ | gerçektir |
|
23 | فَلَا | asla |
|
24 | تَغُرَّنَّكُمُ | sizi aldatmasın |
|
25 | الْحَيَاةُ | hayatı |
|
26 | الدُّنْيَا | dünya |
|
27 | وَلَا | ve asla |
|
28 | يَغُرَّنَّكُمْ | sizi aldatmasın |
|
29 | بِاللَّهِ | Allah hakkında |
|
30 | الْغَرُورُ | aldatıcı (şeytan) |
|
Allah’ın insanlığa sayısız nimetlerinden biri daha hatırlatıldıktan sonra 32. âyette insanların çaresiz kaldığı zamanlarla esenlik zamanlarındaki dinî tutumları arasında görülen tutarsızlığa dikkat çekilmekte; 33. âyette ise ön yargı, inat, taassup gibi olumsuz şartlanmalarla gönül ve zihin dünyası yoksullaşmamış her normal insan için kurtarıcı değer taşıyan uyarılar yer almaktadır.
“... orta yolu tutar” diye çevirdiğimiz muktasıd kelimesi tefsirlerde farklı şekillerde açıklanmıştır. İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Râzî, Şevkânî gibi âlimler bu kelimeyi, “Tehlike sırasında ulaştığı samimi inancını kurtulunca da sürdürür” şeklinde olumlu bir tutum olarak açıklarken Mücâhid, Taberî gibi bazı müfessirler de “Sözüyle dengeli, ölçüye uygun yani doğru bir inancı ifade etmekle birlikte inkârını içinde saklar” şeklinde olumsuz bir anlamda yorumlamışlardır (bu yorumlar için bk. Taberî, XXI, 85; İbn Atıyye, IV, 355; İbn Kesîr, VI, 353-354; Râzî, XXV, 162; Şevkânî, IV, 281). Bize göre –Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ında, Fâtır sûresinin 32. âyetindeki aynı kelimeye getirdiği açıklama dikkate alındığında– âyetin bağlamına, “İnkâr etmekle inanmak arasında tereddüde düşer, ortada kalır” şeklindeki yorum daha uygun düşmektedir; meâlde de bu anlam tercih edilmiştir (muktasıd kelimesinin anlamı için ayrıca bk. Fâtır 35/32).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344
Ğarra غرّ: غَرَرْتُ فُلاناً falan kişiyi gaflet anında yakaladım ve istediğimi ondan aldım denir. غِرَّةٌ uyanık iken gaflete düşmektir. غِرارٌ ise uyuklama esnasında gaflet etmektir. Bu kelimenin aslı, bir şeyin belli ve aşikar olan izi ya da etkisi anlamına gelen غَرٌّ sözcüğünden gelir.
غَرَّهُ كَذا وَ غُرُوراً falan şey onu kandırdı, yani sanki kıvrımları üzere katladığı söylenmek istenir.
غَرُورٌ a gelince insanın aklını çelen mal, makam, şehvet ve şeytan gibi herşeydir.
غَرَرٌ tehlike manasındadır ve bu kökten gelir.
Güzel huyluya da aldatılabildiği için غَرِيرٌ denmiştir.
غارَت النَّاقَةُ tabiri dişi devenin azalmayacağı zannedilirken sanki sütünün azalmasıdır. Dolayısıyla bu kullanımda sanki onu sahibini kandırdığı söylenmek istenir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 27 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri gurur ve mağrurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْماً لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef'ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اخْشَوْا atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اخْشَوْا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يَوْماً mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَا يَجْز۪ي fiili يَوْماً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَجْز۪ي fiili elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. وَالِدٌ fail olup lafzen merfûdur. عَنْ وَلَدِه۪ car mecruru يَجْز۪ي fiiline mütealliktir.
لَا مَوْلُودٌ atıf harfi وَ ’la وَالِدٌ ’e matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
هُوَ جَازٍ cümlesi مَوْلُودٌ ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. جَازٍ haber olup mahzuf يْ üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a) Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) irab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْ وَالِدِه۪ car mecruru جَازٍ ’e mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَيْـٔاً amili جَازٍ masdarından naib mef'ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlün mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlün mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlün mutlak cümle olmaz. Mef’ûlün mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef'ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef'ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef'ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Kökü وقي olup iftial babından gelmiştir. Not: a) İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت ’si ط harfine çevrilir.
b) İftial babının fael fiili د ذ ز olursa iftial babının ت ’si د harfine çevrilir.
c) İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
Burda gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَازٍ kelimesi, sülasi mücerredi جزي olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَوْلُودٌ kelimesi, sülasi mücerredi ولد olan fiilin ism-i mef'ûlüdür.
اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. وَعْدَ اللّٰهِ izafeti, اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَقٌّ kelimesi اِنّ ’nin haber olup lafzen merfûdur.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عرفتم هذه الأحكام فلا تغرّنكم (Bu hükümleri biliyorsanız, sizi aldatmasın.) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَغُرَّنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Muttasıl zamir كُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَيٰوةُ fail olup afzen merfûdur. الدُّنْيَا۠ kelimesi, الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَغُرَّنَّكُمْ atıf harfi وَ ’la لَا تَغُرَّنَّكُمُ ’ye matuftur. بِاللّٰهِ car mecruru يَغُرَّنَّكُمْ fiiline matuftur. الْغَرُورُ fail olup lafzen merfûdur.
الْغَرُورُ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْماً لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ
İbtidaiyye olarak fasılla gelen cümle nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur'an’da يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır.
İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Arkadan اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile arkadan gelen elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur'anî, s. 43) (Ahzab Suresi, 70)
Nidanın cevabı olan اتَّقُوا رَبَّكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
رَبَّكُمُ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla رَبْ isminde tecrîd sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur'an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur'an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nidanın çok olması, içinde tekit türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
Nidanın cevabına matuf olan وَاخْشَوْا يَوْماً cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَوْماً ’deki tenkir, özel bir nev ifadesi içindir.
اتَّقُوا - اخْشَوْا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
خَشْيَةُ اليَوْمِ (Günün korkusu): İçinde olacak olan şeylerin dehşetinden korkmaktır. Çünkü zamanın kendisinden korkulmaz. يَوْمًا mef'ûlun bih olarak gelmiştir. Günden korkmak; korkunun vukuunu içerir. Bu; ba’s’in yani yeniden dirilmenin ispatından kinayedir. (Âşûr)
لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ cümlesi, يَوْماً için sıfattır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber, talebî kelamdır.
لَا مَوْلُودٌ kelimesi وَالِدٌ ’a matuftur. Kelimeye dahil olan لَا, olumsuzluğu tekid için gelmiş, zaid harftir.
Kemâl-i ittisal nedeniyle fasılla gelmiş olan هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ cümlesi ise مَوْلُودٌ için sıfattır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Haber جَازٍ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Sıfat cümleleri, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَالِدٌ - مَوْلُودٌ ismin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ cümlesiyle, هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـٔاًۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اتَّقُوا - اخْشَوْا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَوْلُودٌ - وَلَدِه۪ۘ - وَالِدِه۪ ve يَجْز۪ي - جَازٍ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَوْلُودٌ - وَلَدِه۪ۘ - وَالِدِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
شَيْـٔاً amili جَازٍ olan mahzuf mef'ûlün mutlaktan naibdir.
Allah Teâlâ يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ [Ey insanlar, Rabbinizden korkun] buyurarak insanların Rabblerine karşı takvalı olmalarını emretmiştir. Bu ibarede insanlara ait zamir çoğul gelirken Rabb kelimesi tekil olarak gelmiş ve Rabbin tek olduğuna; grupların, kabilelerin veya halkların ayrı ayrı Rabbleri olmadığına, hepsinin bütün insanların tek bir Rabbi olduğuna delalet edilmiştir.
Burada Rabb kelimesinin seçilmesi delaletleri dolayısıyladır. O; mürebbidir, maliktir, efendidir, nimetlendirendir, kayyimdir. Yani fayda ve zarar onun elindedir ve insana düşen zarar görmemek ve fayda temin etmek için bunlara sahip olan Rabbe karşı takvalı olmasıdır. İnsan adeten menfaati olan veya kendisine zarar verebilecek şeylere karşı tetikte olur. Böyle bir durum söz konusu olmadığında ise dikkatli olmaz. Bunun için burada O'nun rububiyeti hatırlatılmıştır ki bunun gereği olan takva yerine gelsin.
Bunun yanında Rabb isminin tercih edilmesi arkadan baba ve çocuğun zikredilmesine de münasiptir. Çünkü Rabb mürebbidir, muallimdir, mürşittir, kayyimdir. Baba da böyledir. O da çocuğunu yetiştirir, terbiye eder. Dolayısıyla bunların arasında latif bir münasebet vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 512)
Kelime seçimlerinde de te’kîd olabileceğini ifade eden Zemahşerî, kıyamet günü çocuklar ve babalarının birbirlerine fayda veremeyeceklerini, suçlarından dolayı sorumlu tutulamayacaklarını, cezalarını yüklenemeyeceklerini beyan eden ayet-i kerimede, (Lokman Suresi, 33) diğer tekid unsurlarının yanı sıra وَلَدِ kelimesi yerine مَوْلُودٌ kelimesinin kullanıldığını belirtir. Zira وَلَدِ kelimesi, birinci ve ikinci derece oğullar, مَوْلُودٌ kelimesi ise sadece birinci derece oğul anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kıyamet günü birbirlerine en yakın olan oğul-baba ilişkisinin bile cezayı yüklenme konusunda etkili olamayacağı tekid edilmektedir. (İsmail Bayer, Keşşaf Tefsirinde Belagat Uygulamaları)
Ayette, muktezâ-i zâhire göre وَلَا مَوْلُودٌ ibaresi yerine وَالدٌ عنْ وَلَدِهِ ifadesinin mukabili olan وﻻَ وَلَدٌ عَنْ وَالِدِهِ lafzı yer almalıydı. Ancak zâhirin hilâfına olarak nazım değişmiş ve وَلَدِ kelimesi yerine مَوْلُودٌ ismi kullanılmıştır. Ayetin zâhirin hilâfına geliş sebebini ve bundaki hikmeti Beyzâvî şöyle açıklar: Nazmın değişik gelmesi, çocuğun babasına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği hususunun, babanın çocuğuna fayda veremeyecek olmasından daha evla olduğuna delâlet etmek ve kâfir olan babasına ahirette fayda vereceğini uman müminlerin bu arzularının gerçekleşmeyeceğini göstermek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Baba hakkında لا يجزي والد [babanın evladına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği] buyurularak fiil, çocuk hakkında ise ولا مولود هو جاز عن والده [bizzat evladın babasına hiçbir şeyle fayda veremeyeceği] buyurularak isimle haber verilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ insana anne babasına ihsanda bulunmasını vasiyet etmiştir ve insan devam ve subut üzere bununla mükelleftir. Baba ise buluğ çağına kadar çocuğundan mükelleftir. Onu buluğ çağına kadar korur ve şefkat duygusuyla muamele eder. Aralarında fark vardır. Mükellefiyeti uzun olan isim sıygasıyla, mükellefiyeti buluğa kadar olan fiil cümlesiyle haber verilmiştir. Çünkü isim sübuta delalet eder, fiile göre daha sabit ve devamlıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 515)
Babanınki fiil cümlesi ile evladın ki ise isim cümlesi ile zikredilmesi, şunun içindir: babanın, evladına faydası olmayacağına göre evladın, babasına faydası haydi haydi olmayacaktır. Bir de bazı müminlerin, kâfir olan babalarına ahirette faydaları olacağı beklentisini tamamen kesmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette geçen شَيْـٔاًۜ kelimesinin iki manası vardır:
- Masdariyyedir yani çocuk babası için herhangi bir karşılık ödemez, demektir.
- Mefuliyyedir yani çocuk babası için herhangi bir şey ödemez, demektir.
Burada her iki mana da murad edilmiştir. Çocuk o gün babası için ne bir şey ne de bir karşılık verebilir demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 516)
اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle nidaya dahildir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan وَعْدَ اللّٰهِ, veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَعْدَ kelimesinin Allah lafzına izafeti, vaade dikkat çekip önemini vurgulamak ve tazim içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu mananın içine bütün vaadler, vaad edilen şeyler dahildir. Ahirette kullara verilen vadedilen şeyler de bu kapsamdadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, Lokman Suresi s. 516)
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
فَ, mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri, إن عرفتم هذه الأحكام [Eğer bu hükümleri biliyorsanız…] olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkur cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Fiilin, dünya hayatına isnadı mecâz- aklîdir.
الْحَيٰوةُ için sıfat olan الدُّنْيَا۠, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Aynı üslubla gelen وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayetteki tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَغُرَّنَّكُمُ - الْغَرُورُ - يَغُرَّنَّكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَقٌّ - الْغَرُورُ kelimeleri arasında tıbakı hafiy sanatı vardır.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ [O halde zinhar sizi dünya hayatı aldatmasın] ki dünya ile meşgul olarak ahireti unutmayın. Fiil, dünya hayatına isnad edilmiştir. Mana şöyledir: Dünya hayatının çağrısına aldanıp bu konuda tedbir almamazlık etmeyin. Buna ilaveten burada bir mecazi kullanım da söz konusudur. Sanki hayat toy insanlar arasında şirki yayar.
الْغَرُورُ ; mübalağa kalıbıdır. İnsanları çok kandırdığı için şeytanın sıfatı olmuştur. Şeytan için bu sıfatın seçilmesi, kandırdığı her şeyi kapsaması ve bunu ilk olarak şeytanın yapması dolayısıyladır. Olumsuz emri pekiştirmek ve hem şeytanın hem de dünyanın insanları aldattığını pekiştirerek ifade etmek için her iki fiil de şeddeli tekid nunu ile tekid edilmiştir. Hatta bu ikisi aldatmaya sebep olan en büyük iki şeydir, Allahu alem. Dünya hayatı şeytana takdim edilmiştir, çünkü insanın arzu ettiği ve en çok önem verdiği şeyler dünya ile ilgilidir. İnsan dünya hayatında istediği şeyler nedeniyle her türlü zorluğa katlanır. Şeytan da insanı dünya hayatıyla kandırır ve aldatmasının ortağı olarak kullanır. Ayet-i kerimede sadece dünya değil, dünya hayatı buyurulmuştur, çünkü insanın istediği ve murad ettiği ilk şey hayattır, Allahu alem. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 516)