اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | عِنْدَهُ | O’nun yanındadır |
|
4 | عِلْمُ | bilgisi |
|
5 | السَّاعَةِ | sa’atin |
|
6 | وَيُنَزِّلُ | ve O yağdırır |
|
7 | الْغَيْثَ | yağmuru |
|
8 | وَيَعْلَمُ | ve bilir |
|
9 | مَا | olanı |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْأَرْحَامِ | rahimlerde |
|
12 | وَمَا | ve |
|
13 | تَدْرِي | bilmez |
|
14 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
15 | مَاذَا | ne |
|
16 | تَكْسِبُ | kazanacağını |
|
17 | غَدًا | yarın |
|
18 | وَمَا | ve |
|
19 | تَدْرِي | bilmez |
|
20 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
21 | بِأَيِّ | hangi |
|
22 | أَرْضٍ | yerde |
|
23 | تَمُوتُ | öleceğini |
|
24 | إِنَّ | şüphesiz yalnız |
|
25 | اللَّهَ | Allah |
|
26 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
27 | خَبِيرٌ | haberi olandır |
|
Sûre, Allah’ın ilminin ve kudretinin kusursuzluğunu özetleyen ve ilâhî bilgi ile insan bilgisi arasındaki büyük farkı gösteren ifadelerle son bulmaktadır. Klasik tefsirlerde bu âyete dayanılarak, kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, rahimlerdeki bebeğin cinsiyetinin ve ten renginin ne olduğunu, insanın ileride neler elde edeceğini, gelecekte ne gibi durumlarla karşılaşacağını ve ne zaman nerede öleceğini Allah’tan başkasının bilemeyeceği ileri sürülmüş, dolayısıyla bunlara “mugayyebât-ı hams” (beş bilinmeyen) denilmiştir (meselâ bk. Taberî, XXI, 88-89; İbn Atıyye, IV, 356). Halbuki âyette kıyametin ne zaman kopacağı bilgisinin sadece Allah’a ait olduğu, kezâ hiç kimsenin yarın ne elde edeceğini ve nerede öleceğini bilemeyeceği, dolayısıyla bu bilgilerin de sadece Allah’a ait olduğu belirtilmekte; fakat yağmurun yağma zamanı ve rahimdeki bebek hakkında “Bunları da yalnız Allah bilir” gibi bir sınırlama bulunmamakta; sadece yağmuru Allah’ın yağdırdığı, dolayısıyla zamanını da bildiği; kezâ O’nun rahimlerdekini de bildiği ifade edilmektedir. Bu ifadeden kesinlikle bu iki konuda Allah’tan başkasının önceden bilgi sahibi olamayacağı anlamı çıkmaz; diğer bir ifadeyle âyette diğer üç konudaki bilginin yalnız Allah’a mahsus olduğu açıkça belirtilirken yağmurun vakti ve henüz doğmamış olan bebeğin cinsiyeti ve özellikleri hakkında, böyle bir sınırlamaya yer verilmemiştir; bu da –eski tefsircilerin iddiasının aksine– belirtilen iki konuda insanların önceden bilgi sahibi olabileceklerini gösterir. Nitekim çağımızda bilim bu noktaya gelmiştir. Ancak, kuşku yok ki bu, insanın belirtilen konularda veya benzerlerinde önceden bildiklerinin mutlaka aynıyla gerçekleşeceği anlamına gelmez; zira olmuş ve olacak tabiat olaylarını bütün yönleriyle eksiksiz bilen yüce Allah, insanların bilgilerini ve tahminlerini alt üst eden yeni durumlar yaratabilir ve böylece insanların olmasını bekledikleri olaylar gerçekleşmeyebilir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 344-345اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ cümlesi اِنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
عِنْدَ mekân zarfı olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِلْمُ muahhar mübteda olup merfûdur. السَّاعَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يُنَزِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الْغَيْثَۚ mef'ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
يُنَزِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُ merfû muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûl mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَرْحَامِۜ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَدْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur. مَاذَا istifhâm ismi, mukaddem mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَكْسِبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. غَداً zaman zarfı olup تَكْسِبُ fiiline mütealliktir.
مَاذَا تَكْسِبُ غَداً cümlesi تَدْر۪ي ’nin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَدْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. نَفْسٌ fail olup lafzen merfûdur. بِاَيِّ car mecruru تَمُوتُۜ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
اَرْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَمُوتُۜ fiili تَدْر۪ي ’nin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
تَمُوتُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. خَب۪يرٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ - خَب۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mukadder soruya cevap olarak (Âşûr) gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned olan عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عِنْدَهُ mahzuf mukaddem habere müteallık, عِلْمُ السَّاعَةِۚ ise muahhar mübtedadır. Haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu isim cümlesinin haberi takdim edilmiştir.
Ayetteki takdim kasr ifade ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. “Saatin bilgisi sadece Allah katındadır, başka hiç kimsede bu bilgi yoktur” anlamını verir.
عِنْدَهُ, maksurun aleyh/sıfat, عِلْمُ السَّاعَةِۚ, maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113)
عِنْدَهُٓ izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan عِنْدَ, tazim edilmiştir.
Cümlede müsned عِلْمُ السَّاعَةِۚ şeklinde veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir.
يُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ cümlesi, haber olan عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Yağmurun indirilişi tahsis ifade eder. Maksat sadece yağmuru Allah’ın indirdiğini haber vermek değildir. Çünkü bunu inkâr eden yoktur. Aynı zamanda yağış vaktinin bilgisinin de Allah’ta olduğunu bildirmektir. Cümlenin muzari fiil üslubunda gelmesi bu evrelerin ve koşulların değişim bilgisinin Allah’ın tekelinde olduğuna delalet etmek ve bunun nimet olduğunu hatırlatmak içindir. (Âşûr)
Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-91)
Aynı üslupta gelen وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِ cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. Car-mecrur فِي الْاَرْحَامِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sonra ينزل الغيث [yağmuru O indirir] sözü gelmiştir. Bunun yerine aynı manada ويعلم نزول الغيث veya benzeri bir söz buyurulmamıştır. Çünkü yağmurun indirilmesi yaratmayı ifade eder. İnsanın hayatı onunla başlamıştır ve maslahatı da onunla tamamlanır. Onun için nimete daha çok delalet eden ibare seçilmiştir. Muzari fiil; teceddüd ve tekrar ifadesi sebebiyle tercih edilmiştir. Arkadan يعلم ما في الأرحام [Rahimlerde olanı O bilir] cümlesi gelmiştir. Bu ilim cinsiyeti kapsadığı gibi bunun yanında tam veya noksan oluşunu, zeki olup olmadığını, uzun veya kısa oluşunu, bedeni ve psikolojik istidatlarını vs. her türlü hali ile alakalı ilmi kapsar, bedene mahsus değildir. Bu ilim rahimlerde zaman içinde olan her şeyi kapsar. Bu ilmin tekrarlanarak devam ettiğine delalet için muzari fiil gelmiştir. Âşûr da şöyle açıklamıştır: Bu ayetin ilk cümlesindeki عنده [O'nun nezdindedir] sözünde bu ilmin sadece Allah katında olduğunu ifade eden ihtisas manası vardır. Çünkü bu kelime, tekelleşmeyi ifade eder. Ayrıca bu müsnedün ileyhe takdim edilmiş bir zarftır ve ihtisas ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 518)
يعلم - عِلْمُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayette yağdırma eylemi hakiki olarak sahibine isnad edildiği için hakikat manasındadır.
وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ
Cümle, istînaf cümlesi …إن الله عنده cümlesine matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidâî kelamdır.
مَاذَا şeklindeki istifhâm harfi تَكْسِبُ fiilinin mukaddem mef'ûlüdür. مَاذَا تَكْسِبُ غَداًۜ cümlesi تَدْر۪ي fiilinin mef'ûlü olarak mahallen mansubtur. Cümle talebî inşâî isnaddır.
Müsnedün ileyh olan نَفْسٌ ’deki tenvin kıllet ve cins ifade eder. Nefy sıyakında nekre selbin umumuna işarettir.
Aynı üslubta gelen وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ cümlesi, bu cümleye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ cümlesi, مَا تَدْر۪ي fiilinin iki mef'ûlü yerindedir. İstifham harfi بِاَيِّ , mecrur mahalde تَمُوتُۜ fiiline mütealliktir.
Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
بِاَيِّ ’nin muzafun ileyhi اَرْضٍ ’deki tenvin cins ifade eder.
Farklı görevdeki مَا ’larda tam cinas, نَفْسٌ ,تَدْر۪ي ve مَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَيِّ - مَاذَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاَيِّة أرضٍ şeklinde de okunmuştur. Sîbeveyhi أيُّ kelimesinin müennes yapılmasını, كُلُّ kelimesinin, Arapların كُلّتُهُنَّ (bütün kadınlar) sözünde müennes yapılmasına benzetmiştir. (Keşşâf)
Nefy siyakında gelen nekre müfred olursa, cemi olduğu hale göre daha umumi bir mana ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın, عَل۪يمٌ ve خَب۪يرٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
عَل۪يمٌ ve خَب۪يرٌ kelimelerinin her ikisi de mübalağa ifade eden kiplerdir. (Safvetu't Tefasir)
İlim ve haberdar olmak bir arada gelerek Allah'ın bunlarla kemal olarak vasıflandığını haber vermiştir. İlmi tamam ve kemal olan haberdar olur. İlminin çokluğuna ve haberdar olma kapasitesinin genişliğine delalet etmek için bu iki vasıf da mübalağa kalıbıyla gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 523)
Surenin son cümlesi mesel tarikinde tezyil olarak tetmim ıtnâbıdır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekîd etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an
Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- ر , ي - رٌ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalardaki secî gibi son derece dikkat çekicidir.
Kur'an’daki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de son ayeti, hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.
Bu sanatta mütekellim sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlar. Kur'an’daki sûrelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Kur'an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona erer ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer.
“Bir kimse, Lokman Suresini okursa kıyamet günü Hz. Lokman ona arkadaş olur ve bu surede zikredilen iyilikleri yapan ve zikredilen kötülüklerden sakınan insanların sayısının on katı kadar ona sevap verilir.” (Ebüssuûd)