وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفاً خَب۪يراً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاذْكُرْنَ | ve hatırlayın |
|
2 | مَا |
|
|
3 | يُتْلَىٰ | okunanı |
|
4 | فِي |
|
|
5 | بُيُوتِكُنَّ | evlerinizde |
|
6 | مِنْ | -nden |
|
7 | ايَاتِ | ayetleri- |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | وَالْحِكْمَةِ | ve hikmeti |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | كَانَ |
|
|
13 | لَطِيفًا | latiftir |
|
14 | خَبِيرًا | haber alandır |
|
Peygamber hanımlarının taşıdıkları müstesna şeref ve nâil olacakları mükâfat, Allah’ın lutfu yanında kendilerinin de önemli bir katkısına bağlanmıştır. Bu katkı ittikadır, yani kendilerine yakışmayan her türlü kötülük, çirkinlik ve günahtan sakınmalarıdır. Takvanın bir uzantısı olarak başkalarıyla konuşurken takınacakları tavra ve seslerinin tonuna, seçecekleri kelimelerin etkisine, gerektiren bir durum olmadıkça evlerinden dışarı çıkmamaya varıncaya kadar buna riayet etmelidirler ki, kimse kendilerine dil uzatmaya, haklarında kötü fikirler kurmaya cesaret edemesin. Onların sorumlulukları yalnızca kötü olanı yapmamak, yani kötü ve zararlı olmamak değil, ayrıca iyi, erdemli ve itaatli olmaktır; namazı kılmak, zekâtı vermek, Allah ve resulünün rızâları doğrultusunda bir hayat sürmektir.
Bir zorunluluk bulunmadıkça evde oturmak, evden dışarı çıkmamak bu âyetle Peygamber hanımlarına farz kılınmıştır. Şu var ki, âyetin nüzûlünü takiben meydana gelen bazı olaylardan ve Resûlullah’ın konuya ilişkin açıklamalarından (meselâ bk. Buhârî, “Nikâh”, 115) bu emrin (farz) sınırlarının ve istisnalarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Hz. Âişe’nin, meşhur Cemel Vak‘ası’nda, anlaşmazlığa düşen iki müslüman grubun arasını bulmak maksadıyla evinden çıkıp Basra’ya gitmesine sahâbeden itiraz edenler olmuş; genellikle Hz. Ali taraftarı olanlar da bunu, Hz. Âişe’nin aleyhinde olmak üzere kullanmışlardır. Onunla beraber hareket eden Talha ve Zübeyr gibi ashap ile onların çizgisinde olan Sünnî âlimler şu görüşü savunurlar: Peygamber hanımları nasıl hac etmek üzere çıkabiliyorlarsa, ilâhî emir uyarınca (Hucurât 49/9), çatışmak üzere olan iki müslüman grubun arasını düzeltmek için de çıkabilirler. Hz. Âişe ve yanındakiler ictihad etmişler, bunun fayda vereceğini, bu bakımdan çıkmayı câiz kılan sebeplerden birinin gerçekleştiğini düşünmüşler, buna göre hareket etmişlerdir.
33. âyetin “daha önce Câhiliye dönemi” diye tercüme edilen kısmını, İslâm’dan önceki dönem olarak anlıyoruz. Hz. Âdem sonrasından başlayarak başka dönemler olarak yorumlayanlar da olmuştur (Câhiliye kavramının anlamı için bk. Mâide 5/50 ve Furkan 25/63-66’nın tefsiri).
Allah’ın bereketli ve temiz kıldığı, Hz. Peygamber sebebiyle özel bir saygınlık kazanmış bulunan, her salavat okuduğumuzda kendilerine de gönderme yaptığımız Peygamber ailesi (Ehl-i beyt) kimlerden oluşmaktadır? En azından buradaki Ehl-i beyt’e Hz. Peygamber’in eşlerinin de dahil bulunduğunda şüphe yoktur, hatta daha da ileri giderek burada yalnız eşlerinin kastedildiğini söylemek de mümkündür. Başka münasebetlerle Peygamber aleyhisselâm, Ehl-i beyt’ini zikrederken Hz. Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin’in isimlerini anmış, hatta bir defasında bunları abasının altına alarak (âl-i abâ) onlar için hayır duada bulunmuştur (fazla bilgi için bk. Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt”, DİA, X, 498-501).
34. âyetin “... Dilinizden düşürmeyiniz” şeklinde tercüme edilen kısmı Peygamber eşlerinin Kur’an âyetlerini, Hz. Peygamber’in bu âyetleri açıklama mahiyetindeki konuşmalarını ve davranışlarını devamlı göz önünde tutmaları, hayatlarını buna göre düzenlemeleri mânasına geldiği gibi, “başkalarına söyleyiniz, ulaştırınız” anlamını da içermektedir. Bu ikinci mânadan hareket eden yorumcular dürüst tek râvinin, kadın olsun erkek olsun rivayetinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmışlardır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1538).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 381-382وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اذْكُرْنَ fiili, (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni emir fiildir. Muttasıl zamir تُنَّ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُتْلٰى ’dir. İrabtan mahalli yoktur.
يُتْلٰى elif üzere mukadder damme ile ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir. ف۪ي بُيُوتِكُنَّ car mecruru يُتْلٰى fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ اٰيَاتِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْحِكْمَةِ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفاً خَب۪يراً۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup mansubdur.
اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir takdiri هو ’dir. لَط۪يفاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. خَب۪يراً۟ kelimesi ise كَانَ ’nin ikinci haber olup lafzen mansubdur.
لَط۪يفاً- خَب۪يراً۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ
Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ cümlesine yapılan atfın sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da ittifak vardır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil sayesinde, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
يُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır. Ayetlerin Allah'a izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
ف۪ي بُيُوتِكُنَّ car-mecruru يُتْلٰى fiiline, مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ car-mecruru ise naibu failin mahzuf haline müteallıktır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu bu ayetteki اللّٰهِ lafzında tecrîd sanatı vardır.
Ayetlerin nüzulü de evlerde gerçekleştiği halde ve vahyin nüzul hâdisesine daha münasip düştüğü halde “evlerinizde nazil olan…” denilmeyip “evlerinizde... okunan…” denilmesi, bu ifadenin, bütün ayetleri kapsaması ve bütün evlerde gerçekleşmesi ve onlara, hatırlamak ile hatırlatmak imkânını veren tekerrürün ve devamın lüzumunu bildirmek içindir. Nüzul ifadesi ise bunları bildirmez. (Ebüssuûd)
Bu ayette, Allah, Peygamberimizin hanımlarına ihsan ettiği nimetleri hatırlatmaktadır. Şöyle ki Allah, onları, Peygamberin ev halkı, vahyin nazil olduğu mekânın sakinleri kılmış ve onlar, vahyin nüzulü sırasında, imanlarının kuvvetlenmesini ve ibadet isteklerinin artmasını gerektiren zorluklar müşahede etmektedirler. Bütün bunlar da kendilerine yasak edilen hususlardan sakınmalarını ve emirlere uymalarını teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetleri okuyanın tayin edilmemesi, Hz. Cebrail’in tilavetini de Peygamberimizin tilavetini de Peygamberimizin hanımlarının okumasını ve diğerlerinin de öğrenmek ve öğretmek için okumalarını da kapsaması içindir. (Ebüssuûd)
Buradaki “Allah'ın ayetleri ile “Kur'an”, “hikmet” ile de Hz. Peygamberin (s.a.) sözleri (hadisleri) kastedilmiştir. Bu da mükellefiyetlerin sadece namaz ve zekâta münhasır olmadığına bir işarettir. Allah Teâlâ, bu ayette de yine mükellefiyetlerden bahsederek, “Okunup duran ayetleri hatırlayın” buyurmuştur ki bu, “Bütün farzları ve vâcibleri öğrenip hepsini hakkıyla yerine getirin; bütün haramları öğrenip onlardan da sakının” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفاً خَب۪يراً۟
Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنّ ’nin haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
كَانَ ’nin haberi olan لَط۪يفاً , خَب۪يراً۟ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Allah Teâlâ’ya ait iki haber olan لَط۪يفاً - خَب۪يراً۟ sıfatlarının arasında و۬ olmaması bu sıfatların Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder. Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mübalağa kalıbındaki لَط۪يفاً - خَب۪يراً۟ sıfatları arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
كَانَ fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Müfredât)
Sıfatı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Allah Teâlâ'nın, “Şüphesiz ki Allah latiftir; habirdir” ifadesi de Cenab-ı Hakk'ın içleri (bâtınları) bilen bir habîr ve bir latîf olduğuna işarettir. Binaenaleyh O'nun ilmi herşeye ulaşır. Dar deliklerden giren ve tıkanmış yollardan çıkabilen manasına olan “latîf”, bu manaya gelir. (Fahreddin er-Râzî)