اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الْمُسْلِمِينَ | müslüman erkekler |
|
3 | وَالْمُسْلِمَاتِ | ve müslüman kadınlar |
|
4 | وَالْمُؤْمِنِينَ | mü’min erkekler |
|
5 | وَالْمُؤْمِنَاتِ | ve mü’min kadınlar |
|
6 | وَالْقَانِتِينَ | ta’ate devam eden erkekler |
|
7 | وَالْقَانِتَاتِ | ve ta’ate devam eden kadınlar |
|
8 | وَالصَّادِقِينَ | doğru erkekler |
|
9 | وَالصَّادِقَاتِ | ve doğru kadınlar |
|
10 | وَالصَّابِرِينَ | sabreden erkekler |
|
11 | وَالصَّابِرَاتِ | ve sabreden kadınlar |
|
12 | وَالْخَاشِعِينَ | saygılı erkekler |
|
13 | وَالْخَاشِعَاتِ | ve saygılı kadınlar |
|
14 | وَالْمُتَصَدِّقِينَ | sadaka veren erkekler |
|
15 | وَالْمُتَصَدِّقَاتِ | ve sadaka veren kadınlar |
|
16 | وَالصَّائِمِينَ | oruç tutan erkekler |
|
17 | وَالصَّائِمَاتِ | ve oruç tutan kadınlar |
|
18 | وَالْحَافِظِينَ | koruyan erkekler |
|
19 | فُرُوجَهُمْ | ırzlarını |
|
20 | وَالْحَافِظَاتِ | ve koruyan kadınlar |
|
21 | وَالذَّاكِرِينَ | zikreden erkekler |
|
22 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
23 | كَثِيرًا | çok |
|
24 | وَالذَّاكِرَاتِ | ve zikreden kadınlar |
|
25 | أَعَدَّ | hazırlamıştır |
|
26 | اللَّهُ | Allah |
|
27 | لَهُمْ | bunlar için |
|
28 | مَغْفِرَةً | bağışlanma |
|
29 | وَأَجْرًا | ve bir mükafat |
|
30 | عَظِيمًا | büyük |
|
Bu âyette iki nokta dikkat çekicidir: 1. İbadet, iyilik ve erdem sahibi olmak, bunlar sayesinde kulluk imtihanını kazanmak, yüksek mânevî dereceler ve ödüller elde etmek, hâsılı kâmil insan olmak bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur; her iki cins, dindarlık ve ahlâkta kemale ermek için fırsat eşitliğine sahiptirler. 2. Allah’ın ve resulünün rızâsına ermek, âhirette eşi benzeri görülmemiş nimetler elde etmek için Peygamber eşi veya Ehl-i beyt olmak şart değildir. Onların özel bir yerleri bulunmakla beraber bütün müminlerin önünde ilâhî lutuf ve nimet kapıları açıktır; yeter ki insanlar, 35. âyette sıralanan iman, ibadet ve ahlâk kemaline sahip olmak için gayret etsinler.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 383-384Saveme صوم :
Bu صَوْمٌ kelimesinin asıl anlamı yemek yeme, konuşma ya da yürüme türünden bir fiili yapmaktan kendini tutma/geri durmaktır.
Şer'i dilde صَوْمٌ kavramı ise mükellefin beyaz iplikten siyah ipliğe (fecirden güneşin batımına) kadar niyet ederek yemekten, içmekten, cinsi münasebet ve kusmaktan kendini tutmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 14 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Sâim ve Sâime'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Hafeza حفظ :
حِفْظٌ sözcüğü; 1- Bazen anlama neticesinde ulaşılan bir şeyin zihinde sabitleşip kalıcı olmasını sağlayan nefsin (aklın ya da zihnin), bir kuvvesi anlamında, 2- Bazen bir şeyin nefiste (akılda veya zihinde) tutulması/ezberlenmesi anlamında kullanılır. Bunun zıddı unutmaktır. 3- Bazen de bu kuvvenin kullanılması hakkında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 44 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hafıza, hafız, hıfzetmek, mahfuz, muhafaza, hafaza(nallah), muhafız ve muhafazakardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. الْمُسْلِم۪ينَ kelimesi, اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُسْلِمَاتِ kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur. Nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra ile îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ - الْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ - الصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ - الصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ - الْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ - الْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ - الصَّٓائِم۪ينَ - الصَّٓائِمَاتِ ve الْحَافِظ۪ينَ kelimeleri, atıf harfi و ’la makabline matuftur.
فُرُوجَهُمْ kelimesi ism-i fail olan الْحَافِظ۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
الْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ atıf harfi و ’la الْحَافِظ۪ينَ ‘ ye matuftur.
اللّٰهَ lafza-i celâl, ism-i fail olan الذَّاكِر۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
كَث۪يراً mahzuf mef’ûlun mutlaktan sıfat olup fetha ile mansubdur.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً cümlesi اِنَّ ’nin haber olarak mahallen merfûdur.
اَعَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru اَعَدَّ fiiline müteallıktır. مَغْفِرَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَجْراً atıf harfi و ’la makabline matuftur.
عَظ۪يماً kelimesi اَجْراً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
اَلْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
الْقَانِت۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi قَٰنِتِينَ olan fiilin ism-i failidir.
الصَّابِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صبر olan fiilin ism-i failidir.
الْخَاشِع۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خشع olan fiilin ism-i failidir.
الْحَافِظ۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi حفظ olan fiilin ism-i failidir.
الصَّٓائِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صوم olan fiilin ism-i failidir.
الذَّاكِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ذكر olan fiilin ism-i failidir.
الْمُتَصَدِّق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعَدَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi عدد ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
Istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette 15 isim, اِنَّ ’nin ismi olan الْمُسْلِم۪ينَ ’ye atfedilmiştir.
وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ ibaresinde, فُرُوجَهُمْ izafeti, ism-i fail vezninde gelerek fiil gibi amel eden وَالْحَافِظ۪ينَ ’nin mef’ûlüdür.
Aynı üslupla gelen وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يراً terkibinde كَث۪يراً , mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır.
وَالذَّاكِرَاتِ ’nin mef’ûlü, önceki terkiplerin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu üç terkip, اِنَّ ’nin ismine matuftur.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَهُمْ, ihtimam için, mef’ûl olan مَغْفِرَةً ’e takdim edilmiştir.
اَجْراً ve مَغْفِرَةً ’deki tenvin kesret ve tazim içindir.
عَظ۪يماً kelimesi cümlesi اَجْراً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
الصَّادِق۪ينَ - الْمُتَصَدِّقَاتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُسْلِم۪ينَ - الْمُسْلِمَات ve الْمُؤْمِن۪ينَ - الْمُؤْمِنَاتِ ve الْقَانِت۪ينَ - الْقَانِتَاتِ ve الصَّادِق۪ينَ - الصَّادِقَاتِ ve الصَّابِر۪ين الصَّابِرَاتِ ve الْخَاشِع۪ينَ - الْخَاشِعَاتِ ve الْمُتَصَدِّق۪ينَ - الْمُتَصَدِّقَاتِ ve الصَّٓائِمَاتِ - الصَّٓائِم۪ينَ ve الْحَافِظ۪ينَ - الْحَافِظَاتِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası, ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْقَانِتَاتِ - الصَّادِقَاتِ - الصَّابِرَاتِ - الْخَاشِعَاتِ - الصَّٓائِمَاتِ - الْحَافِظَاتِ ve الْمُسْلِم۪ينَ - الْمُؤْمِن۪ينَ ve الْمُسْلِمَات - الْمُؤْمِنَاتِ gruplarındaki kelimeler arasında muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَث۪يراً - عَظ۪يماً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ’nın mağfiret edeceği ve azim bir ecirle mükâfatlandıracağı kimseleri teker teker sayması cem mea taksim sanatıdır.
الْحَافِظ۪ينَ [Koruyanlar] ifadesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Önceki ifadeden anlaşıldığı için mef'ûl hazfedilmiştir. الخافظات فروجهن [Avret yerlerini koruyan kadınlar] demektir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) Buna ihtibak sanatı denir.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ [Allah, onlar için hazırladı] ayetinde tağlîb sanatı vardır. Yüce Allah erkekleri çoğunluk saydı, kadınları onlarla bir araya getirdi. Sonra hepsini aynı zamirde birleştirdi. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
30.-27.-21. ayetlerdeki يَس۪يراً - قَد۪يراً۟ - كَث۪يراً gibi ayet sonlarında uygunluk vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Sayfadaki ayet sonlarındaki fasılaların biri hariç hepsinin ي - م۪ ve ي - ر harfleriyle meydana getirdikleri secî, işitenleri cezbeden ses uyumu oluşturmuştur. Bu kelimelerde ayrıca lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Allah Teâlâ onlara emirler verip, yasaklar koyup, onlar için gerekli şeyleri beyan edince, o kadınlar için şu on mertebeyi zikretmiştir: Birincisi, Müslüman olmak ve Allah'ın emrine boyun eğmek; İkincisi, sayesinde Allah'ın emirlerinin geldiği (öğrenildiği) şeye yani Kur'an'a imandır. Çünkü mükellef önce, “O'nun dediği her şeyi kabul ediyorum” der. İşte bu İslâm'dır. Binaenaleyh Cenab-ı Hak birşey söyleyip mükellef de onu kabul ettiğinde, Allah'ın o sözünü tasdik etmiş ve inancının doğruluğunu ortaya koymuştur. Bu da imandır. Sonra onun bu inancı, kendisini güzel işler yapmaya ve amel-i sâlihe sevk eder. Böylece de o itaatkar olur ve ibadet eder. İşte bu, ayetteki “itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar (kânitîn-kânitât)” ifadesi ile belirtilen üçüncü mertebedir. Daha sonra mükellef iman edip salih amelde bulunduğu zaman kendisi kâmil (olgun) olmuş olur ve başkalarını kemâle erdirmeye çalışır, emri marûfta bulunup kardeşlerine nasihat eder. Böylece de nasihati hususunda tasdik edilmiş (doğrulanmış) olur ki ayetteki, “Doğru erkeklerle doğru kadınlar (sâdıkîn-sâdikat)” tabiriyle kastedilen budur. Daha sonra bu kimse, iyiliği emredip kötülükten nehyederken karşısına birtakım sıkıntılar çıkar. O da buna sabreder. İşte Cenab-ı Hak bunu da “sabreden erkeklerle sabreden kadınlar” tabiri ile belirtmiştir. Sonra bu mükellef kemâle erip, başkalarını kemâle erdirdiğinde, kendini beğenmeye ve yaptığı ibadetlerden dolayı “ucb”e başlar. Cenab-ı Hakk onu bu halinden, “mütevazı erkeklerle mütevazı olan kadınlar” (haşiîn-hâşiât)” ifadesiyle men etmiştir. Yahut şöyle de diyebiliriz: Cenab-ı Hakk, bu güzel ve iyi sıfatlardan bahsedince bunlara manî hallere de işaret etmiştir. Bu da ya gözle görülecek şeylerden olan makam ve mal sevgisidir yahut da gözle görülemeyen şeylerden olan şehvettir. Gazap da bu iki hususa dahildir. Çünkü gazap (öfke), ya makam noksanlığı yahut bir mal elde edememe yahut da arzu edilen bir şeyden engellenme gibi sebeplerden dolayı ortaya çıkar. O halde ayetteki, “hâşiîn ve haşiat” ifadesi, “makam ve mensupların kendilerini ibadetten alıkoyamadığı mütevazı kimseler” manasınadır. Daha sonra Cenab-ı Hakk, “sadaka veren erkeklerle, sadaka veren kadınlar” buyurmuştur. Bu da “çok sevdikleri için mal biriktirme özelliğinde olmayıp mallarını infak edenler” demektir. Allah Teâlâ daha sonra bâtınî arzu ve isteklerin, kendilerini Allah'a ibadetten alıkoyamadığı kimselere işaret olarak da “oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar.. .(sâimîn-sâimât)” buyurmuştur. Hakk Teâlâ, “namuslarını koruyan erkeklerle kadınlar…” buyurmuştur. Bu da “cinsî arzuların kendilerini Allah'a İbadetten alıkoyamadığı kimseler” demektir. Daha sonra Hakk Teâlâ, “Allah'ı çok zikreden erkeklerle kadınlar” buyurmuştur. Yani “Onlar bütün hallerinde, her halükârda, her zaman Allah'ı anarlar (hatırlarlar). Müslümanlıkları, imanları, taatları, sadakatleri, sabırları, tevazuları, sadakaları ve oruçları, hâlis bir niyyetle Allah için olur.” (Fahreddin er-Râzî)
Ayetin metninde kadınların, erkeklere atfedilmesi, cinsiyetleri değişik olduğu içindir. Bu atıf zorunludur. Çiftlerin (çift, çift zikredilenlerin) birbirlerine atfedilmesi ise iki vasfın farklı olmasından dolayıdır. Bu itibarla bu atıf, zorunlu değildir. Nitekim Tahrim Suresinin 5. ayetinde bu kelimeler arasında atıf yoktur. Burada bu atfın faydası, onlara hazırlanan nimetlerin sebebi, bu güzel vasıfları bir araya getirmeleri olduğunu bildirmektir. (Ebüssuûd, Âşûr)
Şayet iki atıf arasında yani müenneslerin müzekkerlere ve eşlerin eşlere atfı arasında ne fark var? dersen şöyle derim: Birinci atıf, ثَیِّبَـٰتࣲ ve أَبۡكَارࣰا [dul ve bekâr olarak] [Tahrim Suresi, 5]) ayetinde olduğu gibi iki farklı cinsin aynı hükümde müşterek olmaları halinde aralarına bir atıf harfinin girmesi şeklindedir. İkinci atıf ise bir sıfatın bir başka sıfatla cem‘i için olan bir atıfla atfedilmesi türündendir. Ve mana; [Bütün bu taatleri cem eden erkek ve kadınlar, işte Allah onlar için …] hazırlamıştır.” şeklindedir. (Keşşâf)
Allah Teâlâ, bir çok ayette “zikir”den bahsettiği zaman onunla birlikte “çok”luk vasfını da getirmiştir. Mesela, daha sonra gelecek olan, “Ey iman edenler Allah'ı çokça zikredin” (Ahzab Suresi, 40) ayetinde ve bundan önce geçmiş olan, “Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için” (Ahzab Suresi, 21) ayetinde böyledir. Çünkü bedenle yapılan fiilleri (amelleri) çok yapmak, ya mümkün değildir ya zordur. Mesela, insan yerken, içerken ve yiyeceğini-içeceğini elde etmeye çalışırken, bütün bunlar onun devamlı namaz kılmasına manidirler. Fakat insanın yerken, içerken, yürürken, alırken, satarken, Allah'ı zikretmesine bir mâni yoktur. İşte bu hususa Hakk Teâlâ, “Ayakta iken, otururken ve yanları üstü (yatarken) Allah'ı zikredenler…” (Âl-i İmran Suresi, 191) ifadesiyle işaret etmiştir. Bir de bütün amellerin sıhhati, Allah'ı zikir (anma) ile olur. İşte bu da niyettir. (Fahreddin er-Râzî)