Ahzâb Sûresi 36. Ayet

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً  ...

Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا artık yoktur
2 كَانَ ك و ن
3 لِمُؤْمِنٍ inanmış bir erkek için ا م ن
4 وَلَا ve
5 مُؤْمِنَةٍ inanmış kadın (için) ا م ن
6 إِذَا zaman
7 قَضَى hüküm verdiği ق ض ي
8 اللَّهُ Allah
9 وَرَسُولُهُ ve Resulü ر س ل
10 أَمْرًا bir işte ا م ر
11 أَنْ
12 يَكُونَ olması ك و ن
13 لَهُمُ onlar için
14 الْخِيَرَةُ seçme hakkı خ ي ر
15 مِنْ
16 أَمْرِهِمْ o işi ا م ر
17 وَمَنْ ve kim
18 يَعْصِ karşı gelirse ع ص ي
19 اللَّهَ Allah’a
20 وَرَسُولَهُ ve Resulüne ر س ل
21 فَقَدْ elbette
22 ضَلَّ sapıklığa düşer ض ل ل
23 ضَلَالًا bir sapkınlıkla ض ل ل
24 مُبِينًا apaçık ب ي ن
 

Tefsirciler bu âyetin iniş sebebi olarak Hz. Peygamber’in, Zeyd b. Hârise ile Zeyneb bint Cahş’ı evlendirmesini zikretmektedirler. İslâm’ın getirdiği yenilikler içinde kölelik, soyluluk ve evlâtlıkla ilgili olanlar da vardı. O çağlarda kölelik yaygındı, köleye mal gibi muamele ediliyordu, kurtuluş imkânı da sınırlı idi. Araplar soy bağına önem veriyorlar, insanları şahsî mârifet ve erdemlerinden ziyade, geldiği soya göre sınıflandırıp değerlendiriyorlardı. Evlâtlık edindikleri çocukları da kendi çocukları gibi tutuyorlardı. Allah Teâlâ bu üç âdeti ve uygulamayı fiilî örneklerle de pekiştirerek ortadan kaldırmayı murat etti. Önce Hz. Peygamber, halasının kızı olan Zeyneb ile âzatlı kölesi Zeyd’i evlendirdi. Zeyd Zeyneb’i boşadıktan sonra da Allah Teâlâ Hz. Peygamber’in Zeyneb ile evlenmesini istedi. Birinci evlilik, bir âzatlı köle ile bir soylu kadının evlenmesi idi, ikinci evlilik ise bir evlâtlığın boşadığı kadın ile boşayanın babalığının evlenmesiydi. Böylece insanın değerinin ve evlenmede denkliğin soya sopa göre değil, kişilerin şahsî faziletlerine göre olması gerektiği, Câhiliye’deki şekli ve mahiyeti ile evlâtlık uygulamasının kaldırıldığı, hukuk ve mahremiyet bakımından evlâtlığın, öz evlât gibi olamayacağı, Peygamber ve yakınlarının da içinde bulunduğu uygulama örnekleriyle tescil edilmiş oluyordu.

Allah ve resulü bir şeyi emrettiklerinde, başka bir ifade ile Kur’an’dan ve Sünnet’ten, bir şeyi yapmanın veya yapmamanın gerekli olduğu hükmü anlaşıldıktan sonra artık müminlerin önündeki tek seçenek hükme uymaktır; bunu bırakıp başka bir emri, isteği, arzuyu yerine getiremezler. Nitekim Hz. Peygamber âzatlı köle Zeyd için Zeyneb’e dünür gittiğinde, önce Zeyneb ve onun erkek kardeşi kendi soyluluklarını ve Zeyd’in daha dün bir köle olduğunu ileri sürerek buna razı olmadılar. Fakat açıklamakta olduğumuz âyet gelince “Dilediğini yap” diyerek Hz. Peygamber’in emrine boyun eğdiler (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1539; İbn Kesîr, VI, 417-418).

 

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لِمُؤْمِنٍ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  مُؤْمِنَةٍ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.

c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَضَى اللّٰهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. 

قَضَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رَسُولُهُٓ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَمْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. 

يَكُونَ  mansub muzari fiildir. لَهُمُ  car mecruru  يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

الْخِيَرَةُ  kelimesi, يَكُونَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. مِنْ اَمْرِ  car mecruru  الْخِيَرَةُ ’e mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُؤْمِنٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً

 

وَ  atıf harfidir. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْصِ اللّٰهَ  cümlesi  مَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْصِ  şart fiili olup illet harfini hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

رَسُولَهُ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. ضَلَالاً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪يناً  kelimesi   ضَلَالاً nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُب۪يناً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ 

 

Ayet önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

كَانُ مَا ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir, 3/79)

Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لِمُؤْمِنٍ  car mecruru  كان nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

Burada Allah'ın zikredilmesi, Resulüllah'ın emrini tazim içindir. Yahut Resulüllah'ın hükmünün, Allah'ın hükmü olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd-Âşûr)

مِنْ اَمْرِهِمْ (işlerinde) ifadesinde çoğul zamirinin kullanılması, mümin erkek ve mümine kadının genel olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)

كَانَ ’nin haberine atfedilen  لَا مُؤْمِنَةٍ ’deki  لَا  olumsuzluğu te’kid için gelen zaid harftir.

لِمُؤْمِنٍ  ve  مُؤْمِنَةٍ  kelimelerindeki tenvin herhangi bir manasında cins ve umum ifade eder. 

Şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın dahil olduğu  اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ ,  şart cümlesidir. Aynı zamanda  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

اَمْراً ’deki tenvin herhangi bir manası ve tazim ifade eder.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, masdar teviliyle  مَا كَانَ ’nin, muahhar ismi konumundadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمُ, nakıs fiil  كاَنَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْخِيَرَةُ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Şart cümlesinin cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur.

Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

مِنْ اَمْرِهِمْۜ ’deki مِنْ  teb’ıziyyedir. اَمْرِهِمْۜ  onların hali anlamında cins ifade eder. Yani onların işleri demektir. Mana şöyle olur: “Onların bazı işlerinde kendilerine ait olan bir seçme hakları yoktur. Bilakis onlar doğrudan Allah ve Resulünün hükmüne ittiba ederler.” (Âşûr) 

Burada  إنْ  değil, اِذَا  buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlikle vuku bulacak olaylarda kullanılır.

اَمْرِ - kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

كَانَ  -  يَكُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

رَسُولُهُٓ  izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ  [Hiçbir mümin erkek ve kadın için seçme hakkı yoktur] terkibinde, مُؤْمِنٍ  ve  مُؤْمِنَةٍ  kelimeleri umum ifade etmek için nekra getirilmiştir. Çünkü olumsuz ifadeden sonra gelen nekra umum ifade eder. Yani onlardan hiçbir kimsenin, Allah ve Resulünün isteğinden başkasını isteme hakkı yoktur demektir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Şayet  لَهُمُ  kelimesindeki çoğul zamirin, مَا جَاءَني مِنْ رَجُلٍ لأمْرَءَةٍ إلاَّ كَانَ مِنْ شأْنِهِ كَذاَ  sözünde olduğu gibi tekil olması gerekmiyor muydu? dersen şöyle derim: Evet, ancak ilgili kelimeler nefy olarak zikredilmiş ve kadın - erkek bütün müminlere şamil olmuş, dolayısıyla zamir lafza değil,manaya göre getirilmiştir. اَنْ يَكُونَ fiili  تِ  ile de  يَ  ile de okunmuştur. الْخِيَرَةُ  muhayyer olma demektir. (Keşşâf)

 

 وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً

 

Atıfla gelen bu cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ, sübut ifade eden isim cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْصِ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır. 

فَ  karinesiyle gelen  فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً  cevap cümlesi,  قَدْ  ve mef’ûlü mutlak ile tekid edilmiş ile faide-i haber inkârî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

مُب۪يناً  kelimesi  ضَلَالاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

ضَلَالاً  cümleyi tekid eden mef’ûlü mutlak olarak mansubdur. 

ضَلَّ  -  ضَلَالاً  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اللّٰهَ  ve  رَسُولَهُ  ibaresinin tekrarı konudaki önemini vurgulamak ve muhatabın zihninde yer etmesini sağlamak için yapılan ıtnâbtır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَسُولَهُ  izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.

وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً  cümlesi, Resulüllah’ın emrine muhalefet etmekten sakındırmak için gelen, genelleştirici bir tezyil cümlesidir. Bu muhalefet ister muhayyer bırakıldıkları bir işte olsun isterse de kasıtlı olarak hevalarına uydukları bir muhalefet olsun, bir farkı yoktur. (Âşûr)