وَاِذْ تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراًۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | تَقُولُ | diyordun |
|
3 | لِلَّذِي | kimseye |
|
4 | أَنْعَمَ | ni’met verdiği |
|
5 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
6 | عَلَيْهِ | ona |
|
7 | وَأَنْعَمْتَ | ve senin ni’met verdiğin |
|
8 | عَلَيْهِ | kendisine |
|
9 | أَمْسِكْ | tut |
|
10 | عَلَيْكَ | yanında |
|
11 | زَوْجَكَ | eşini |
|
12 | وَاتَّقِ | ve kork |
|
13 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
14 | وَتُخْفِي | fakat gizliyordun |
|
15 | فِي |
|
|
16 | نَفْسِكَ | içinde |
|
17 | مَا | şeyi |
|
18 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
19 | مُبْدِيهِ | açığa vuracağı |
|
20 | وَتَخْشَى | ve çekiniyordun |
|
21 | النَّاسَ | insanlardan |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah’tır |
|
23 | أَحَقُّ | layık olan |
|
24 | أَنْ |
|
|
25 | تَخْشَاهُ | çekinmene |
|
26 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
27 | قَضَىٰ | kesince |
|
28 | زَيْدٌ | Zeyd |
|
29 | مِنْهَا | o kadından |
|
30 | وَطَرًا | ilişiğini |
|
31 | زَوَّجْنَاكَهَا | biz onu sana nikahladık |
|
32 | لِكَيْ | için |
|
33 | لَا |
|
|
34 | يَكُونَ | olmaması |
|
35 | عَلَى | üzerine |
|
36 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler |
|
37 | حَرَجٌ | bir güçlük |
|
38 | فِي | hususunda |
|
39 | أَزْوَاجِ | evlenmek |
|
40 | أَدْعِيَائِهِمْ | evlatlıkları |
|
41 | إِذَا | zaman |
|
42 | قَضَوْا | kestikleri |
|
43 | مِنْهُنَّ | kadınlarıyle |
|
44 | وَطَرًا | ilişkilerini |
|
45 | وَكَانَ | ve |
|
46 | أَمْرُ | buyruğu |
|
47 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
48 | مَفْعُولًا | yerine getirilmiştir |
|
Bazı tefsir kitaplarında Hz. Peygamber’in Zeyneb’le evlenmesi konusunda akla hayale gelmedik rivayetler nakledilmiştir. (bk. Zemahşerî, III, 427). İbn Kesîr ve İbnü’l-Arabî bu rivayetleri hatırlattıktan sonra çok önemli tenkitler yapmışlar, sened ve metin yönlerinden bu rivayetlerin sahih olmasının mümkün olmadığını belirtmişler, günümüz ilim yolcuları için de geçerli bulunan uyarılarda bulunmuşlardır (İbn Kesîr, VI, 420; İbnü’l-Arabî, III, 1542 vd.). Kur’an metnine, sahih rivayetlere ve genel ilkelere göre tesbit edildiğinde olayın gerçek öyküsü şöyledir: Zeyneb Hz. Peygamber’le evlenmeyi arzu ediyordu, mehir bile istemeksizin onun eşi olmayı teklif etmişti. Yakın akraba oldukları için örtünme emri gelmeden önce Peygamberimiz Zeyneb’i sık sık görüyor ve onu yakından tanıyordu, çekici bir kadın olmasına rağmen bu teklifi kabul etmedi. Aradan zaman geçmiş, yukarıda sözü edilen sosyal değişimin perçinlenmesine sıra gelmişti. Bu uygulama için uygun bir örnek olarak Zeyneb, pek de istekli olmamakla beraber, Resûlullah’ın tebliğ ettiği emre uydu, köle olarak Hz. Peygamber’e verildiği halde onun ve Allah’ın müstesna lutuflarına mazhar olan Zeyd ile evlendi. Bu evlilik bir yıldan biraz fazla sürdü. Sosyal değerler ve örfe dayalı duygular kısa zamanda değişmediği için Zeyneb kocasını küçük görüyor, ona karşı sert ve kırıcı davranıyordu. Zeyd’in de aklından onu boşamak geçiyor, fakat kendilerini Peygamber evlendirdiği için bunu yapamıyordu. Çok geçmeden Zeyd, boşama niyetini açmak üzere Hz. Peygamber’e geldi, Zeyneb’den şikâyette bulundu, boşamak istediğini açıkladı. Hz. Peygamber, âyette işaret edilen şahsî duygusuna göre değil, genel, objektif hukuk ve ahlâk kurallarına göre davranarak, bu arada halkın, özellikle münafıkların, “evlâtlığın boşadığı eş ile evlenme” konusunu kötüye kullanıp dedikodu yapmalarından da çekinerek Zeyd’e, eşini boşamamasını tavsiye etti. Buna rağmen Zeyd eşini boşadı. Dul kalan Zeyneb, önemli bir inkılâbın yerleşmesinde fedakârca rol aldığı için ödüllendirilmeyi hak etmişti. Allah ona dünyada bu ödülü, peygamber eşi olma şerefine nâil kılarak vermeyi murat etti. Muradını Peygamber’ine bildirdi, o da isteneni yerine getirdi.
Âyetteki “Allah’ın ileride açıklayacağı bir şeyi gizliyordun” cümlesi bir kınama değil vâkıanın ifadesidir. “Kendisinden çekinme hususunda Allah’ın önceliği bulunduğu halde sen halktan çekiniyordun” cümlesi de iki mânaya gelebilir: 1. “Sen Allah’tan çok halktan çekiniyorsun”; 2. “Kendisinden çekinilecek olan Allah’tır; O evlenmeni emrettiğine göre halk istediğini söylesin, onlardan çekinmene gerek yoktur.” Birinci mâna Hz. Peygamber için söz konusu olamaz; çünkü o bütün yapıp ettikleriyle yalnız Allah’tan korktuğunu ve O’na itaat ettiğini ispat etmiştir. İslâm’a inansın inanmasın hiçbir kimse onun, halkı memnun etmek için Hakk’ın emrine aykırı davrandığını söyleyemez. Geriye muteber ve tutarlı mâna olarak ikincisi kalmaktadır. Zaten sûrenin başında, hem Hz. Peygamber hem de müminler, münafıkların yapacakları dedikodular ve çevirecekleri dolaplar karşısında uyarılmışlar, bunlara hazırlanmışlardı. Yukarıdaki cümle de aynı mahiyette bir uyarı hatta teselliden ibarettir.
Muteber kaynaklarda geçen bir rivayete göre Hz. Peygamber’in hayatında onun en yakınında olmuş kimseler (Hz. Aişe, Enes b. Mâlik), konumuz olan 37. âyeti kastederek, “Resûlullah (s.a.v.) Kur’an’dan bir şeyi (insanlardan) saklasa, gizleseydi bu âyeti gizlerdi” demişlerdir (Buhârî, “Tevhid”, 22; Müslim, “İman” 288; Müsned, VI, 241, 266). Çünkü âyet, Resûl-i Ekrem’in âyetin gelişine kadar içinde sakladığı doğal ve insanî bir duygusunu açığa vuruyordu. Buna rağmen o, peygamber olmasının gereği olarak, bütün âyetler gibi bu âyeti de insanlara açıklamakta en küçük bir tereddüt göstermemiştir.
Haşeye خشي : خَشْيَةٌ bir tâzim, saygı, hürmetle karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Bu da çoğu zaman kendisinden haşyet duyulan şeyle ilgili bilinçli bir korku duyulduğunda olur. Bu sebeple özellikle âlimlerin gönül dünyalarının tanımlamada kullanılır. Allah-u Teâla'da Fâtır/28 de bununla ilgili kullanmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim formunda olmak üzere 48 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli haşyet (muhatabın azametiyle)tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir. تَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لِلَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle تَقُولُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْعَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اَنْعَمَ fiiline mütealliktir. اَنْعَمْت atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
اَنْعَمْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اَنْعَمْتَ fiiline mütealliktir. Mekulü’l kavli, اَمْسِكْ عَلَيْكَ ’dir. تَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَمْسِكْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَيْكَ car mecruru اَمْسِكْ fiiline mütealliktir. زَوْجَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اتَّقِ atıf harfi وَ ’la اَمْسِكْ fiiline matuftur.
اتَّقِ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اللّٰهَ Lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تُخْف۪ي atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
تُخْف۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. ف۪ي نَفْسِكَ car mecruru تُخْف۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اللّٰهُ مُبْد۪يهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اللّٰهُ Lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. مُبْد۪ي haber olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَخْشَى atıf harfi وَ ’la تُخْف۪ي fiiline mütealliktir.
تَخْشَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْعَمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نعم ’dir.
تُخْف۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dır.
اَمْسِكْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اتَّقِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث harflerinden biri olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُبْد۪يهِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. اَحَقُّ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle اَحَقُّ ’ya mütealliktir.
تَخْشٰي elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَحَقُّ ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراًۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzâri fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَضٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. زَيْدٌ fail olup gayri munsarıftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
مِنْهَا car mecruru قَضٰى fiiline mütealliktir. وَطَراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
زَوَّجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, يَكُونَ fiilini كَيْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. كَيْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte زَوَّجْنَا fiiline mütealliktir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَكُونَ mansub muzari fiildir. عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. حَرَجٌ kelimesi يَكُونَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
ف۪ٓي اَزْوَاجِ car mecruru حَرَجٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir. اَدْعِيَٓائِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَضَوْا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَضَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُنَّ car mecruru قَضَوْا fiiline mütealliktir. وَطَراًۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
زَوَّجْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زوج ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اَمْرُ اللّٰهِ izafeti كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَفْعُولاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
مَفْعُولاً kelimesi sülâsi mücerredi فعل olan fiilin ism-i mef'ûlüdür.
وَاِذْ تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر [Hatırla, düşün] olan müteallakı mahzuftur.
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ cümlesi اِذْ’in muzâfun ileyhidir.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ harfi-cerle birlikte تَقُولُ fiiline mütealliktir. Sılası olan اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. اَنْعَمْتَ عَلَيْهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاتَّقِ اللّٰهَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle, mekulü’l kavl cümlesi olan اَمْسِكْ عَلَيْكَ ’e atfedilmiştir. Cümleler arasında hüküm ve inşaî olmak bakımından ortaklık vardır.
اَنْعَمْتَ - اَنْعَمَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette geçen اِذْ lâfzı, mahzuf bir أذكر fiili ile mansûbdur. Bu ayette olduğu gibi muzari fiilden önce اِذْ kelimesi bulunduğunda geçmiş zaman ifade etmektedir. (Hasan Duran , Kur’an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manasi İçin Yapilan Udûl Çeşitleri)
Şayet “Hz. Peygamber Allah’tan kork! sözüyle neyi murat etmiştir?” dersen şöyle derim: Hz. Peygamber bu sözüyle Allah’tan kork ve onu boşama demek istemiş; bununla haram değil, tenzih ifade eden bir nehiy murat etmiştir. (Keşşâf)
وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَتُخْف۪ي şeklinde fiilin muzari olarak gelişi, bu gizli tutmanın tekerrürüne ve açıkça zikredilmemesine delalet etmek içindir. (Âşûr)
تُخْف۪ي fiilinin mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan اللّٰهُ مُبْد۪يهِ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
وَتَخْشَى النَّاسَ cümlesi تُخْف۪ي cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
النَّاسَ ’deki marifelik ahd içindir. Yani münafıklar kastedilmiştir. (Âşûr)
تُخْف۪ي - مُبْد۪يهِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
“وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ - وَتَخْشَى النَّاسَۚ - وَاللّٰهُ اَحَقُّ ifadelerindeki وَ ’lar ne vav’ıdır?” dersen şöyle derim: Hal وَ ’dır yani Sen Zeyd’e içinde onu elinde tutmaması duygusunu gizlediğin halde eşini elinde tut diyordun. İnsanların dedikodu etmesinden korkarak bu durumu gizliyor, bu hususta Allah’tan korkman gerekirken insanlardan korkuyordun. Bunlar atıf وَ ’ı da olabilirler. Adeta “Hani bir yandan eşini elinde tut diyor; öte yandan içinde bunun aksini taşıyor ve insanlardan korkuyordun. Oysa Allah senin kendisinden çekinmeni daha çok hak etmektedir ki böyle bir şey yapmayasın!” denilmektedir. (Keşşâf)
وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ
Cümle hal وَ ’ıyla gelmiştir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُ ifadesi, öncesinde insanlardan haşyet etmenin zikredilmesi münasebetiyle mu’tarıza cümlesidir. وَ ise hal vav’ı olmayıp yine itiraziyyedir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
İsm-i tafdil vezninde gelen müsned اَحَقُّ , mübalağa ifade etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi تَخْشٰيهُ, masdar teviliyle, takdir edilen harf-i cerle, haber olan اَحَقُّ ’ya mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَخْشٰيهُۜ - تَخْشَى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراًۜ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً cümlesi aynı zamanda şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Peygamberimizin Hz. Zeyneb ile evlenmesi, bir cahiliye geleneği olan, boşanmalarından sonra da evlatlıkların eşleriyle evlenmenin haram olduğu geleneğini kaldırmak içindir. Zira Müslümanlar için en güzel örnek Resulüllah'tır. Bu ayet delalet ediyor ki başka delil ile yapılan tahsisler dışında bu hususta, Resulüllah ile ümmetin hükmü aynıdır. (Ebüssuûd)
زَوَّجْنَاكَهَا fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Ayetin başındaki lafza-i celâlden زَوَّجْنَاكَهَا fiilinde azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Masdar harfi كَيْ ve akabindeki لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ cümlesi, başındaki harf-i cerle birlikte mastar teviliyle زَوَّجْنَاكَهَا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, menfî كاَنَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لْ ve كَيْ harflerinin bir arada gelişi ta’lili tekid içindir. Sanki o şöyle demektedir: “Bundan başka bir sebep yoktur.” Ayet, Ahkam-ı Şeriyye’de asıl olanın hususiliğe delalet etmedikçe ister Resulüllah için olsun isterse de ümmeti için olsun aynı olduğunu göstermektedir. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ, nakıs fiil كاَنَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. حَرَجٌ kelimesi يَكُونَ ’nin muahhar ismidir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart cümlesi olan قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراً , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ifadenin delaletiyle cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda ibtidaî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَطَراًۜ - تَخْشَى - اللّٰهُ - عَلَيْهِ kelimelerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زَوَّجْنَاكَهَا - اَزْوَاجِ - زَوْجَكَ ve قَضٰى - قَضَوْا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh izafet şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اَمْرُ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması اَمْر ’ya şan ve şeref kazandırmıştır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَانَ - يَكُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah’ın kudret ve celâlini hissettirmek için Allah lafzının ayette beş kez tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Allah’ın emri mutlaka yerine getirilir. Bu bir ara cümledir yani Allah’ın olmasını istediği bir şey mutlaka olur. Bu ifade, Allah Teâlâ’nın murat ettiği şey yani Zeyneb’i Peygambere eş kılacağını ve müminlerin evlatlıklarının eşlerini, aralarındaki karı koca bağlarının tamamen bitmesinden sonra öz-evlatlarının eşleri gibi mahrem görmemeleri gerektiğini anlatan bir meseldir. Allah’ın emri ile mükevven [var] da kastedilmiş olabilir; çünkü var olan bir şey كُنْ [ol] emri ile var olmaktadır. (Keşşâf)
Bu ayetteki وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً cümlesi evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde müminlerin o kadınlarla evlenmelerin mübahlığı konusunda güçlüğü kaldırmanın sebebine delalet eden birinci cümle olan لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراً cümlesi ile bu cümlenin içeriğini tekit eden yani Peygamberimizin (s.a.) evlenmesinden de güçlüğü kaldıran 38. ayetteki ikinci cümle olan مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُ cümlesi arasına i’tirâziyye cümlesi olarak gelmiştir. (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler-Keşşâf)
İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)