بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | artık yoktur |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | لِمُؤْمِنٍ | inanmış bir erkek için |
|
4 | وَلَا | ve |
|
5 | مُؤْمِنَةٍ | inanmış kadın (için) |
|
6 | إِذَا | zaman |
|
7 | قَضَى | hüküm verdiği |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | وَرَسُولُهُ | ve Resulü |
|
10 | أَمْرًا | bir işte |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَكُونَ | olması |
|
13 | لَهُمُ | onlar için |
|
14 | الْخِيَرَةُ | seçme hakkı |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | أَمْرِهِمْ | o işi |
|
17 | وَمَنْ | ve kim |
|
18 | يَعْصِ | karşı gelirse |
|
19 | اللَّهَ | Allah’a |
|
20 | وَرَسُولَهُ | ve Resulüne |
|
21 | فَقَدْ | elbette |
|
22 | ضَلَّ | sapıklığa düşer |
|
23 | ضَلَالًا | bir sapkınlıkla |
|
24 | مُبِينًا | apaçık |
|
Tefsirciler bu âyetin iniş sebebi olarak Hz. Peygamber’in, Zeyd b. Hârise ile Zeyneb bint Cahş’ı evlendirmesini zikretmektedirler. İslâm’ın getirdiği yenilikler içinde kölelik, soyluluk ve evlâtlıkla ilgili olanlar da vardı. O çağlarda kölelik yaygındı, köleye mal gibi muamele ediliyordu, kurtuluş imkânı da sınırlı idi. Araplar soy bağına önem veriyorlar, insanları şahsî mârifet ve erdemlerinden ziyade, geldiği soya göre sınıflandırıp değerlendiriyorlardı. Evlâtlık edindikleri çocukları da kendi çocukları gibi tutuyorlardı. Allah Teâlâ bu üç âdeti ve uygulamayı fiilî örneklerle de pekiştirerek ortadan kaldırmayı murat etti. Önce Hz. Peygamber, halasının kızı olan Zeyneb ile âzatlı kölesi Zeyd’i evlendirdi. Zeyd Zeyneb’i boşadıktan sonra da Allah Teâlâ Hz. Peygamber’in Zeyneb ile evlenmesini istedi. Birinci evlilik, bir âzatlı köle ile bir soylu kadının evlenmesi idi, ikinci evlilik ise bir evlâtlığın boşadığı kadın ile boşayanın babalığının evlenmesiydi. Böylece insanın değerinin ve evlenmede denkliğin soya sopa göre değil, kişilerin şahsî faziletlerine göre olması gerektiği, Câhiliye’deki şekli ve mahiyeti ile evlâtlık uygulamasının kaldırıldığı, hukuk ve mahremiyet bakımından evlâtlığın, öz evlât gibi olamayacağı, Peygamber ve yakınlarının da içinde bulunduğu uygulama örnekleriyle tescil edilmiş oluyordu.
Allah ve resulü bir şeyi emrettiklerinde, başka bir ifade ile Kur’an’dan ve Sünnet’ten, bir şeyi yapmanın veya yapmamanın gerekli olduğu hükmü anlaşıldıktan sonra artık müminlerin önündeki tek seçenek hükme uymaktır; bunu bırakıp başka bir emri, isteği, arzuyu yerine getiremezler. Nitekim Hz. Peygamber âzatlı köle Zeyd için Zeyneb’e dünür gittiğinde, önce Zeyneb ve onun erkek kardeşi kendi soyluluklarını ve Zeyd’in daha dün bir köle olduğunu ileri sürerek buna razı olmadılar. Fakat açıklamakta olduğumuz âyet gelince “Dilediğini yap” diyerek Hz. Peygamber’in emrine boyun eğdiler (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1539; İbn Kesîr, VI, 417-418).
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لِمُؤْمِنٍ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. مُؤْمِنَةٍ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَضَى اللّٰهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
قَضَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رَسُولُهُٓ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَمْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
يَكُونَ mansub muzari fiildir. لَهُمُ car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
الْخِيَرَةُ kelimesi, يَكُونَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. مِنْ اَمْرِ car mecruru الْخِيَرَةُ ’e mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُؤْمِنٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. يَعْصِ اللّٰهَ cümlesi مَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْصِ şart fiili olup illet harfini hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. ضَلَالاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪يناً kelimesi ضَلَالاً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.
Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪يناً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ
Ayet önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَانُ مَا ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir, 3/79)
Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لِمُؤْمِنٍ car mecruru كان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Burada Allah'ın zikredilmesi, Resulüllah'ın emrini tazim içindir. Yahut Resulüllah'ın hükmünün, Allah'ın hükmü olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd-Âşûr)
مِنْ اَمْرِهِمْ (işlerinde) ifadesinde çoğul zamirinin kullanılması, mümin erkek ve mümine kadının genel olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)
كَانَ ’nin haberine atfedilen لَا مُؤْمِنَةٍ ’deki لَا olumsuzluğu te’kid için gelen zaid harftir.
لِمُؤْمِنٍ ve مُؤْمِنَةٍ kelimelerindeki tenvin herhangi bir manasında cins ve umum ifade eder.
Şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın dahil olduğu اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ , şart cümlesidir. Aynı zamanda اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَمْراً ’deki tenvin herhangi bir manası ve tazim ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, masdar teviliyle مَا كَانَ ’nin, muahhar ismi konumundadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَهُمُ, nakıs fiil كاَنَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْخِيَرَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Şart cümlesinin cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur.
Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
مِنْ اَمْرِهِمْۜ ’deki مِنْ teb’ıziyyedir. اَمْرِهِمْۜ onların hali anlamında cins ifade eder. Yani onların işleri demektir. Mana şöyle olur: “Onların bazı işlerinde kendilerine ait olan bir seçme hakları yoktur. Bilakis onlar doğrudan Allah ve Resulünün hükmüne ittiba ederler.” (Âşûr)
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlikle vuku bulacak olaylarda kullanılır.
اَمْرِ - kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ - يَكُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
رَسُولُهُٓ izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ [Hiçbir mümin erkek ve kadın için seçme hakkı yoktur] terkibinde, مُؤْمِنٍ ve مُؤْمِنَةٍ kelimeleri umum ifade etmek için nekra getirilmiştir. Çünkü olumsuz ifadeden sonra gelen nekra umum ifade eder. Yani onlardan hiçbir kimsenin, Allah ve Resulünün isteğinden başkasını isteme hakkı yoktur demektir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Şayet لَهُمُ kelimesindeki çoğul zamirin, مَا جَاءَني مِنْ رَجُلٍ لأمْرَءَةٍ إلاَّ كَانَ مِنْ شأْنِهِ كَذاَ sözünde olduğu gibi tekil olması gerekmiyor muydu? dersen şöyle derim: Evet, ancak ilgili kelimeler nefy olarak zikredilmiş ve kadın - erkek bütün müminlere şamil olmuş, dolayısıyla zamir lafza değil,manaya göre getirilmiştir. اَنْ يَكُونَ fiili تِ ile de يَ ile de okunmuştur. الْخِيَرَةُ muhayyer olma demektir. (Keşşâf)
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً
Atıfla gelen bu cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan مَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ, sübut ifade eden isim cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْصِ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
فَ karinesiyle gelen فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً cevap cümlesi, قَدْ ve mef’ûlü mutlak ile tekid edilmiş ile faide-i haber inkârî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مُب۪يناً kelimesi ضَلَالاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ضَلَالاً cümleyi tekid eden mef’ûlü mutlak olarak mansubdur.
ضَلَّ - ضَلَالاً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اللّٰهَ ve رَسُولَهُ ibaresinin tekrarı konudaki önemini vurgulamak ve muhatabın zihninde yer etmesini sağlamak için yapılan ıtnâbtır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُب۪يناً cümlesi, Resulüllah’ın emrine muhalefet etmekten sakındırmak için gelen, genelleştirici bir tezyil cümlesidir. Bu muhalefet ister muhayyer bırakıldıkları bir işte olsun isterse de kasıtlı olarak hevalarına uydukları bir muhalefet olsun, bir farkı yoktur. (Âşûr)وَاِذْ تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراًۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | تَقُولُ | diyordun |
|
3 | لِلَّذِي | kimseye |
|
4 | أَنْعَمَ | ni’met verdiği |
|
5 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
6 | عَلَيْهِ | ona |
|
7 | وَأَنْعَمْتَ | ve senin ni’met verdiğin |
|
8 | عَلَيْهِ | kendisine |
|
9 | أَمْسِكْ | tut |
|
10 | عَلَيْكَ | yanında |
|
11 | زَوْجَكَ | eşini |
|
12 | وَاتَّقِ | ve kork |
|
13 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
14 | وَتُخْفِي | fakat gizliyordun |
|
15 | فِي |
|
|
16 | نَفْسِكَ | içinde |
|
17 | مَا | şeyi |
|
18 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
19 | مُبْدِيهِ | açığa vuracağı |
|
20 | وَتَخْشَى | ve çekiniyordun |
|
21 | النَّاسَ | insanlardan |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah’tır |
|
23 | أَحَقُّ | layık olan |
|
24 | أَنْ |
|
|
25 | تَخْشَاهُ | çekinmene |
|
26 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
27 | قَضَىٰ | kesince |
|
28 | زَيْدٌ | Zeyd |
|
29 | مِنْهَا | o kadından |
|
30 | وَطَرًا | ilişiğini |
|
31 | زَوَّجْنَاكَهَا | biz onu sana nikahladık |
|
32 | لِكَيْ | için |
|
33 | لَا |
|
|
34 | يَكُونَ | olmaması |
|
35 | عَلَى | üzerine |
|
36 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler |
|
37 | حَرَجٌ | bir güçlük |
|
38 | فِي | hususunda |
|
39 | أَزْوَاجِ | evlenmek |
|
40 | أَدْعِيَائِهِمْ | evlatlıkları |
|
41 | إِذَا | zaman |
|
42 | قَضَوْا | kestikleri |
|
43 | مِنْهُنَّ | kadınlarıyle |
|
44 | وَطَرًا | ilişkilerini |
|
45 | وَكَانَ | ve |
|
46 | أَمْرُ | buyruğu |
|
47 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
48 | مَفْعُولًا | yerine getirilmiştir |
|
Bazı tefsir kitaplarında Hz. Peygamber’in Zeyneb’le evlenmesi konusunda akla hayale gelmedik rivayetler nakledilmiştir. (bk. Zemahşerî, III, 427). İbn Kesîr ve İbnü’l-Arabî bu rivayetleri hatırlattıktan sonra çok önemli tenkitler yapmışlar, sened ve metin yönlerinden bu rivayetlerin sahih olmasının mümkün olmadığını belirtmişler, günümüz ilim yolcuları için de geçerli bulunan uyarılarda bulunmuşlardır (İbn Kesîr, VI, 420; İbnü’l-Arabî, III, 1542 vd.). Kur’an metnine, sahih rivayetlere ve genel ilkelere göre tesbit edildiğinde olayın gerçek öyküsü şöyledir: Zeyneb Hz. Peygamber’le evlenmeyi arzu ediyordu, mehir bile istemeksizin onun eşi olmayı teklif etmişti. Yakın akraba oldukları için örtünme emri gelmeden önce Peygamberimiz Zeyneb’i sık sık görüyor ve onu yakından tanıyordu, çekici bir kadın olmasına rağmen bu teklifi kabul etmedi. Aradan zaman geçmiş, yukarıda sözü edilen sosyal değişimin perçinlenmesine sıra gelmişti. Bu uygulama için uygun bir örnek olarak Zeyneb, pek de istekli olmamakla beraber, Resûlullah’ın tebliğ ettiği emre uydu, köle olarak Hz. Peygamber’e verildiği halde onun ve Allah’ın müstesna lutuflarına mazhar olan Zeyd ile evlendi. Bu evlilik bir yıldan biraz fazla sürdü. Sosyal değerler ve örfe dayalı duygular kısa zamanda değişmediği için Zeyneb kocasını küçük görüyor, ona karşı sert ve kırıcı davranıyordu. Zeyd’in de aklından onu boşamak geçiyor, fakat kendilerini Peygamber evlendirdiği için bunu yapamıyordu. Çok geçmeden Zeyd, boşama niyetini açmak üzere Hz. Peygamber’e geldi, Zeyneb’den şikâyette bulundu, boşamak istediğini açıkladı. Hz. Peygamber, âyette işaret edilen şahsî duygusuna göre değil, genel, objektif hukuk ve ahlâk kurallarına göre davranarak, bu arada halkın, özellikle münafıkların, “evlâtlığın boşadığı eş ile evlenme” konusunu kötüye kullanıp dedikodu yapmalarından da çekinerek Zeyd’e, eşini boşamamasını tavsiye etti. Buna rağmen Zeyd eşini boşadı. Dul kalan Zeyneb, önemli bir inkılâbın yerleşmesinde fedakârca rol aldığı için ödüllendirilmeyi hak etmişti. Allah ona dünyada bu ödülü, peygamber eşi olma şerefine nâil kılarak vermeyi murat etti. Muradını Peygamber’ine bildirdi, o da isteneni yerine getirdi.
Âyetteki “Allah’ın ileride açıklayacağı bir şeyi gizliyordun” cümlesi bir kınama değil vâkıanın ifadesidir. “Kendisinden çekinme hususunda Allah’ın önceliği bulunduğu halde sen halktan çekiniyordun” cümlesi de iki mânaya gelebilir: 1. “Sen Allah’tan çok halktan çekiniyorsun”; 2. “Kendisinden çekinilecek olan Allah’tır; O evlenmeni emrettiğine göre halk istediğini söylesin, onlardan çekinmene gerek yoktur.” Birinci mâna Hz. Peygamber için söz konusu olamaz; çünkü o bütün yapıp ettikleriyle yalnız Allah’tan korktuğunu ve O’na itaat ettiğini ispat etmiştir. İslâm’a inansın inanmasın hiçbir kimse onun, halkı memnun etmek için Hakk’ın emrine aykırı davrandığını söyleyemez. Geriye muteber ve tutarlı mâna olarak ikincisi kalmaktadır. Zaten sûrenin başında, hem Hz. Peygamber hem de müminler, münafıkların yapacakları dedikodular ve çevirecekleri dolaplar karşısında uyarılmışlar, bunlara hazırlanmışlardı. Yukarıdaki cümle de aynı mahiyette bir uyarı hatta teselliden ibarettir.
Muteber kaynaklarda geçen bir rivayete göre Hz. Peygamber’in hayatında onun en yakınında olmuş kimseler (Hz. Aişe, Enes b. Mâlik), konumuz olan 37. âyeti kastederek, “Resûlullah (s.a.v.) Kur’an’dan bir şeyi (insanlardan) saklasa, gizleseydi bu âyeti gizlerdi” demişlerdir (Buhârî, “Tevhid”, 22; Müslim, “İman” 288; Müsned, VI, 241, 266). Çünkü âyet, Resûl-i Ekrem’in âyetin gelişine kadar içinde sakladığı doğal ve insanî bir duygusunu açığa vuruyordu. Buna rağmen o, peygamber olmasının gereği olarak, bütün âyetler gibi bu âyeti de insanlara açıklamakta en küçük bir tereddüt göstermemiştir.
Haşeye خشي : خَشْيَةٌ bir tâzim, saygı, hürmetle karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Bu da çoğu zaman kendisinden haşyet duyulan şeyle ilgili bilinçli bir korku duyulduğunda olur. Bu sebeple özellikle âlimlerin gönül dünyalarının tanımlamada kullanılır. Allah-u Teâla'da Fâtır/28 de bununla ilgili kullanmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim formunda olmak üzere 48 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli haşyet (muhatabın azametiyle)tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri أذكر olan mahzuf fiile mütealliktir. تَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لِلَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle تَقُولُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اَنْعَمَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْعَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اَنْعَمَ fiiline mütealliktir. اَنْعَمْت atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
اَنْعَمْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اَنْعَمْتَ fiiline mütealliktir. Mekulü’l kavli, اَمْسِكْ عَلَيْكَ ’dir. تَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَمْسِكْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَيْكَ car mecruru اَمْسِكْ fiiline mütealliktir. زَوْجَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اتَّقِ atıf harfi وَ ’la اَمْسِكْ fiiline matuftur.
اتَّقِ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. اللّٰهَ Lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تُخْف۪ي atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
تُخْف۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. ف۪ي نَفْسِكَ car mecruru تُخْف۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اللّٰهُ مُبْد۪يهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اللّٰهُ Lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. مُبْد۪ي haber olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَخْشَى atıf harfi وَ ’la تُخْف۪ي fiiline mütealliktir.
تَخْشَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْعَمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نعم ’dir.
تُخْف۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dır.
اَمْسِكْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اتَّقِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث harflerinden biri olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُبْد۪يهِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. اَحَقُّ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i ceriyle اَحَقُّ ’ya mütealliktir.
تَخْشٰي elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَحَقُّ ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراًۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzâri fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَضٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. زَيْدٌ fail olup gayri munsarıftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
مِنْهَا car mecruru قَضٰى fiiline mütealliktir. وَطَراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
زَوَّجْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, يَكُونَ fiilini كَيْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. كَيْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte زَوَّجْنَا fiiline mütealliktir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَكُونَ mansub muzari fiildir. عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. حَرَجٌ kelimesi يَكُونَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
ف۪ٓي اَزْوَاجِ car mecruru حَرَجٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir. اَدْعِيَٓائِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَضَوْا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَضَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُنَّ car mecruru قَضَوْا fiiline mütealliktir. وَطَراًۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
زَوَّجْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زوج ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اَمْرُ اللّٰهِ izafeti كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَفْعُولاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
مَفْعُولاً kelimesi sülâsi mücerredi فعل olan fiilin ism-i mef'ûlüdür.
وَاِذْ تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر [Hatırla, düşün] olan müteallakı mahzuftur.
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan تَقُولُ لِلَّـذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ cümlesi اِذْ’in muzâfun ileyhidir.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ harfi-cerle birlikte تَقُولُ fiiline mütealliktir. Sılası olan اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. اَنْعَمْتَ عَلَيْهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاتَّقِ اللّٰهَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle, mekulü’l kavl cümlesi olan اَمْسِكْ عَلَيْكَ ’e atfedilmiştir. Cümleler arasında hüküm ve inşaî olmak bakımından ortaklık vardır.
اَنْعَمْتَ - اَنْعَمَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette geçen اِذْ lâfzı, mahzuf bir أذكر fiili ile mansûbdur. Bu ayette olduğu gibi muzari fiilden önce اِذْ kelimesi bulunduğunda geçmiş zaman ifade etmektedir. (Hasan Duran , Kur’an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manasi İçin Yapilan Udûl Çeşitleri)
Şayet “Hz. Peygamber Allah’tan kork! sözüyle neyi murat etmiştir?” dersen şöyle derim: Hz. Peygamber bu sözüyle Allah’tan kork ve onu boşama demek istemiş; bununla haram değil, tenzih ifade eden bir nehiy murat etmiştir. (Keşşâf)
وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَتُخْف۪ي şeklinde fiilin muzari olarak gelişi, bu gizli tutmanın tekerrürüne ve açıkça zikredilmemesine delalet etmek içindir. (Âşûr)
تُخْف۪ي fiilinin mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan اللّٰهُ مُبْد۪يهِ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
وَتَخْشَى النَّاسَ cümlesi تُخْف۪ي cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
النَّاسَ ’deki marifelik ahd içindir. Yani münafıklar kastedilmiştir. (Âşûr)
تُخْف۪ي - مُبْد۪يهِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
“وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ - وَتَخْشَى النَّاسَۚ - وَاللّٰهُ اَحَقُّ ifadelerindeki وَ ’lar ne vav’ıdır?” dersen şöyle derim: Hal وَ ’dır yani Sen Zeyd’e içinde onu elinde tutmaması duygusunu gizlediğin halde eşini elinde tut diyordun. İnsanların dedikodu etmesinden korkarak bu durumu gizliyor, bu hususta Allah’tan korkman gerekirken insanlardan korkuyordun. Bunlar atıf وَ ’ı da olabilirler. Adeta “Hani bir yandan eşini elinde tut diyor; öte yandan içinde bunun aksini taşıyor ve insanlardan korkuyordun. Oysa Allah senin kendisinden çekinmeni daha çok hak etmektedir ki böyle bir şey yapmayasın!” denilmektedir. (Keşşâf)
وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ
Cümle hal وَ ’ıyla gelmiştir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُ ifadesi, öncesinde insanlardan haşyet etmenin zikredilmesi münasebetiyle mu’tarıza cümlesidir. وَ ise hal vav’ı olmayıp yine itiraziyyedir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı vardır.
İsm-i tafdil vezninde gelen müsned اَحَقُّ , mübalağa ifade etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi تَخْشٰيهُ, masdar teviliyle, takdir edilen harf-i cerle, haber olan اَحَقُّ ’ya mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَخْشٰيهُۜ - تَخْشَى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراًۜ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَراً cümlesi aynı zamanda şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Peygamberimizin Hz. Zeyneb ile evlenmesi, bir cahiliye geleneği olan, boşanmalarından sonra da evlatlıkların eşleriyle evlenmenin haram olduğu geleneğini kaldırmak içindir. Zira Müslümanlar için en güzel örnek Resulüllah'tır. Bu ayet delalet ediyor ki başka delil ile yapılan tahsisler dışında bu hususta, Resulüllah ile ümmetin hükmü aynıdır. (Ebüssuûd)
زَوَّجْنَاكَهَا fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Ayetin başındaki lafza-i celâlden زَوَّجْنَاكَهَا fiilinde azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Masdar harfi كَيْ ve akabindeki لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ cümlesi, başındaki harf-i cerle birlikte mastar teviliyle زَوَّجْنَاكَهَا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, menfî كاَنَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لْ ve كَيْ harflerinin bir arada gelişi ta’lili tekid içindir. Sanki o şöyle demektedir: “Bundan başka bir sebep yoktur.” Ayet, Ahkam-ı Şeriyye’de asıl olanın hususiliğe delalet etmedikçe ister Resulüllah için olsun isterse de ümmeti için olsun aynı olduğunu göstermektedir. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ, nakıs fiil كاَنَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. حَرَجٌ kelimesi يَكُونَ ’nin muahhar ismidir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart cümlesi olan قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراً , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ifadenin delaletiyle cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda ibtidaî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَطَراًۜ - تَخْشَى - اللّٰهُ - عَلَيْهِ kelimelerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
زَوَّجْنَاكَهَا - اَزْوَاجِ - زَوْجَكَ ve قَضٰى - قَضَوْا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh izafet şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اَمْرُ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması اَمْر ’ya şan ve şeref kazandırmıştır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَانَ - يَكُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah’ın kudret ve celâlini hissettirmek için Allah lafzının ayette beş kez tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Allah’ın emri mutlaka yerine getirilir. Bu bir ara cümledir yani Allah’ın olmasını istediği bir şey mutlaka olur. Bu ifade, Allah Teâlâ’nın murat ettiği şey yani Zeyneb’i Peygambere eş kılacağını ve müminlerin evlatlıklarının eşlerini, aralarındaki karı koca bağlarının tamamen bitmesinden sonra öz-evlatlarının eşleri gibi mahrem görmemeleri gerektiğini anlatan bir meseldir. Allah’ın emri ile mükevven [var] da kastedilmiş olabilir; çünkü var olan bir şey كُنْ [ol] emri ile var olmaktadır. (Keşşâf)
Bu ayetteki وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولاً cümlesi evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde müminlerin o kadınlarla evlenmelerin mübahlığı konusunda güçlüğü kaldırmanın sebebine delalet eden birinci cümle olan لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَراً cümlesi ile bu cümlenin içeriğini tekit eden yani Peygamberimizin (s.a.) evlenmesinden de güçlüğü kaldıran 38. ayetteki ikinci cümle olan مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُ cümlesi arasına i’tirâziyye cümlesi olarak gelmiştir. (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler-Keşşâf)
İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَراً مَقْدُوراًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | yoktur |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | عَلَى | üzerine |
|
4 | النَّبِيِّ | Peygamber |
|
5 | مِنْ | herhangi |
|
6 | حَرَجٍ | bir güçlük |
|
7 | فِيمَا | bir şeyde |
|
8 | فَرَضَ | takdir ettiği |
|
9 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
10 | لَهُ | kendisine |
|
11 | سُنَّةَ | yasasıdır |
|
12 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
13 | فِي | arasında |
|
14 | الَّذِينَ |
|
|
15 | خَلَوْا | geçenler |
|
16 | مِنْ |
|
|
17 | قَبْلُ | sizden önce |
|
18 | وَكَانَ | ve |
|
19 | أَمْرُ | emri |
|
20 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
21 | قَدَرًا | bir kaderdir |
|
22 | مَقْدُورًا | takdir edilmiş |
|
مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَلَى النَّبِيِّ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. حَرَجٍ lafzen mecrur, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl ف۪ي harf-i ceriyle حَرَجٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası فَرَضَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
فَرَضَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَهُ car mecruru فَرَضَ fiiline mütealliktir.
سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ
Fiil cümlesidir. سُنَّةَ mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, سَنَّ (kanun koydu) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl فِي harf-i ceriyle سُنَّةَ اللّٰهِ ’ın mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَلَوْا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru خَلَوْا fiiline mütealliktir.
وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَراً مَقْدُوراًۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اَمْرُ اللّٰهِ izafeti كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَدَراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. مَقْدُوراً kelimesi قَدَراً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَقْدُوراً kelimesi, sülasi mücerredi قَدَر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا كَانُ ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى النَّبِيِّ car mecruru كان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ حَرَجٍ ’deki مِنْ zaiddir. حَرَجٍ lafzen mecrur mahallen merfû olarak كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte حَرَجٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan فَرَضَ اللّٰهُ لَهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَرَضَ fiilinin lam ile müteaddi olmasıyla ortaya çıkan mana, Ahzap Suresi 50. قَدْ عَلِمْنا ما فَرَضْنا عَلَيْهِمْ في أزْواجِهِمْ ayetinde olduğu gibi عَلَى ile müteaddi olmasıyla ortaya çıkan mananın hilafına قَدَّرَهُ (takdir etti) anlamındadır. (Âşûr)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
كان ’nin muahhar ismi olan حَرَجٍ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ
Beyanî istînâf veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. سُنَّةَ اللّٰهِ, mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, سنّ [kanun koydu]’dir.
Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, harfi-cerle birlikte سُنَّةَ اللّٰهِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Sılası olan خَلَوْا مِنْ قَبْلُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder.
Veciz anlatım kastıyla gelen سُنَّةَ اللّٰهِ izafetinde Allah Teâlâ'ya aid zamire muzaf olan سُنَّةَ şan ve şeref kazanmıştır.
مِنْ قَبْلُ car-mecruru, خَلَوْا fiiline mütealliktir. قَبْلُۜ , mahzufa muzaftır. Kelimedeki ötre, muzafun ileyhten ivazdır.
وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَراً مَقْدُوراًۙ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde مَقْدُوراًۙ kelimesi, قَدَراً ’i tekid için gelmiş sıfattır. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَمْرُ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzaf olan اَمْرُ için tazim ve teşrif ifade eder.
Allah lafzının ayette üç kez geçmesi, onun kudret ve celâlini hissettirmek içindir.
Tekrarlanan اللّٰهِ ve كَانَ kelimelerinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَدَراً - مَقْدُوراًۙ kelimeleri arasında cinâs-ı iştikâk ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَداً اِلَّا اللّٰهَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
2 | يُبَلِّغُونَ | duyururlar |
|
3 | رِسَالَاتِ | elçiliğini |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | وَيَخْشَوْنَهُ | ve O’ndan korkarlar |
|
6 | وَلَا | ve |
|
7 | يَخْشَوْنَ | korkmazlar |
|
8 | أَحَدًا | kimseden |
|
9 | إِلَّا | başka |
|
10 | اللَّهَ | Allah’dan |
|
11 | وَكَفَىٰ | ve yeter |
|
12 | بِاللَّهِ | Allah |
|
13 | حَسِيبًا | hesap görücü olarak |
|
اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَداً اِلَّا اللّٰهَۜ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, önceki ism-i mevsûlden bedel olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يُبَلِّغُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبَلِّغُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رِسَالَاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır.Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَخْشَوْنَهُ atıf harfi وَ ’la يُبَلِّغُونَ fiiline matuftur.
يَخْشَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَا يَخْشَوْنَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَخْشَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَحَداً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا istisnâ edatıdır. اللّٰهَ lafza-i celâl müstesnâ olup fetha ile mansubdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبَلِّغُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بلغ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
وَ istînâfiyyedir. كَفٰى elif üzere mukader fetha ile mebni mazi fiildir. بِ harf-i ceri zaiddir. اللّٰهِ lafza-i celâl lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur.
حَس۪يباً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki الَّذ۪ينَ خَلَوْا ’den bedel veya onun sıfattır.
Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Mevsûlün sılası olan يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil sayesinde yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
رِسَالَاتِ اللّٰهِ izafetinde اللّٰهِ lafzına muzaf olması رِسَالَاتِ için tazim ve teşrif ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَيَخْشَوْنَهُ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle, sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ [Allah’ın mesajlarını iletenler] ifadesinde üç i‘rab da muhtemeldir; peygamberlerin sıfatı olarak mecrûr, onlar tebliğ ederler anlamında merfû ve tebliğ edenleri kastediyorum anlamında fethalı olabilir. (Keşşâf)
Yukarıda وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ [ve Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun] ifadesiyle, Peygamberimizin, insanların yadırgamasından çekindiği sarahatle belirtildikten sonra bu ayette de eski peygamberlerin yalnız Allah'tan korktuklarının belirtilmesi, Peygamberimizin, halkın yadırgamasından çekindiğine bir tarizdir. (Ebüssuûd)
وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَداً اِلَّا اللّٰهَۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Nefiy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber, inkârî kelamdır.
İki tekid hükmündeki kasır, fiil ve mef’ûlü arasındadır. يَخْشَوْنَ maksur, اللّٰهَ maksurun aleyhtir. Kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur.
Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesiyle, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki uslubdan umum anlaşılmaktadır. اَحَداً kelimesi nefy siyakında nekra olarak gelmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekra, umuma dalalet eder.
وَيَخْشَوْنَهُ [Ondan korkarlar] وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَداً [Ondan başkasından korkmazlar] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır
لَا يَخْشَوْنَ - يَخْشَوْنَهُ fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
وَ istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِاللّٰهِ ’deki ب harfi zaidtir. Tekid ifade eder. للّٰهِ, lafzen mecrur mahallen merfû konumda müsnedün ileyhtir.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette lafzı celal üç kez geçmektedir. Çünkü makam; Hz. Peygamberi Allah’tan başkasından korkmaması için uyarma makamıdır. İsm-i celâl, peygambere yol göstermek, yardım etmek ve sabretmesini sağlamak için tekrar edilmiştir.
Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
حَس۪يبًا temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ ve وَكَفٰى بِرب ifadelerindeki بِ harf-i ceri, Kur’an’ın her yerinde zaiddir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr, Nisa Suresi 171)
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | değildir |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | مُحَمَّدٌ | Muhammed |
|
4 | أَبَا | babası |
|
5 | أَحَدٍ | birinin |
|
6 | مِنْ | -den |
|
7 | رِجَالِكُمْ | sizin erkekleriniz- |
|
8 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
9 | رَسُولَ | Elçisidir |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَخَاتَمَ | ve sonuncusudur |
|
12 | النَّبِيِّينَ | peygamberlerin |
|
13 | وَكَانَ | ve |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | بِكُلِّ | her |
|
16 | شَيْءٍ | şeyi |
|
17 | عَلِيمًا | bilendir |
|
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. مُحَمَّدٌ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
اَبَٓا kelimesi, harfle îrab olan beş isimden biri, كَانَ ’nin haberi olarak nasb alameti eliftir. اَحَدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ رِجَالِ car mecruru اَحَدٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَسُولَ kelimesi اَبَٓا ’ya matuftur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
النَّبِيّ۪نَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâl كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يماً۟ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يماً۟ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
عَل۪يماً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mukadder sorunun cevabıdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا كَانُ ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
اَبَٓا اَحَدٍ izafeti, كَانَ ’nin haberidir. اَبَٓا beş isimden biri olduğu için elif’le nasb olmuştur.
اَحَدٍ ’deki tenvin herhangi bir anlamında adet ifade eder.
مِنْ رِجَالِكُمْ car-mecruru, اَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir.
رِجَالِ ifadesinin muhatab zamirine izafeti ve elif-lam ile marife yapılmasından kaçınılması, sözü hata ve kabalığa vardıran bir biçime getirecek şekilde Zeynep annemizin evliliği olayına dalanlara hitabı yöneltme kastıyladır. (Âşûr)
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
رَسُولَ kelimesi, اَبَٓا ’ya matuftur.
رَسُولَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzaf olması Resulün şanı içindir.
Ayetteki uslubdan umum anlaşılmaktadır. اَحَدٍ kelimesi nefy siyakında nekra olarak gelmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekra, umuma dalalet eder ve tekid ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
رَسُولَ - النَّبِيّ۪نَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولَ اللّٰهِ , merfû olarak رَسُولُ اللّٰهِ şeklinde de okunmuştur ki bu durumda mahzûf mübtedanın haberi olur. لٰكِنْ ’de şedde ile okunmuştur ki haberi hazf edilmiş olur. Yani لَكِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ مَنْ عَرَفْتُمْ şeklinde olup ancak Allah'ın Resulü bildiğiniz kimsedir ve bildiğiniz gibi erkek evladı yaşamamıştır demektir. (Peygamberlerin sonuncusudur, onları mühürlemiştir). (Beyzâvî)
Görüldüğü gibi bu ayet-i kerimede gelen izâfetler daha fazla mana ifade eder. İlk izafet olan اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ ibaresinde tahsis manası varken, ikinci cümledeki izafetler رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ tazim ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ [Ve peygamberlerin sonuncusudur.] İsa’nın (a.s.) Hz. Peygamberden sonra inmesi, onun peygamberlerin sonuncusu olmasına ters düşmez. Çünkü Hz. Peygamberin peygamberlerin sonuncusu olmasının anlamı, kendisinden sonra hiç kimsenin peygamber olmamasıdır. Halbuki İsa (a.s.), O’ndan önce peygamber olanlardan biridir. İndiği zaman ise Resulüm Muhammed’in (s.a.) şeriatına bağlı, tıpkı O’nun ümmetinden biri gibi kıblesine yönelip namaz kılan bir kimliğe sahip olarak iner. Ona ne vahiy gelir ne de hüküm verilir. Doğrusu o, Resulüllah'ın temsilcisi olur. (Ruhu’l Beyan, Keşşâf)
خَاتَمَ النَّبِيّ۪نَ sıfatının رَسُولَ اللّٰهِ sıfatına atfedilmesi, O’nun makamının kemalatına ve yüksekliğine atıf içindir. Burada O’nun Allah’ın takdir ettiği bir hikmet olarak erkeklerden hiçbirinin babası olmamasına bir işaret vardır ve bu takdirden murad edilen, kendisinin en az önceki Resuller kadar faziletli veya onların en faziletlisi olduğudur. (Âşûr)
وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟
Ayetin son cümlesi, …مَا كَانَ مُحَمَّدٌ cümlesine matuftur. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِكُلِّ شَيْءٍ amili olan عَل۪يماً۟ ’e takdim edilmiştir.
كَانَ ’nin haberi olan عَل۪يماً۟, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Cümlede car mecrurun amiline takdimi hiçbir şeyin istisna olmadığına tenbih içindir.
Allah isminin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ
Öncelikle “anma”nın konusu ve şekli sınırlanmadan çok olması teşvik edilmiş, sonra, muhtemelen namazlar kastedilerek tenzih şeklindeki anmaya yönlendirme yapılmıştır. Allah’ı dil ve gönülle anmak, O’nu düşünmek ve bilincinde tutmak kulluğun vazgeçilmez enerjisini, hayat damarını teşkil etmektedir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراً ’dur.
اذْكُرُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Nidanın cevabıdır.
ذِكْراً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَث۪يراً kelimesi ذِكْراً ’nın sıfatı olup mansubdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan …اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراً cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَث۪يراً kelimesi, mef’ûlü mutlak olan ذِكْراً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. كَث۪يراًۙ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اذْكُرُوا - ذِكْراً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'anî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzab, s. 43)
Bu ayette ise ذِكْراً mastarı gelerek mecaz anlamını ortadan kaldırmış ve ifadeyi pekiştirmiştir. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâğatı İtnâb Üslubu)
ذِكْراً : Bir şeyi zihinden geçirmek ya da dille ifade etmektir. Bu unutmaktan dolayı olan bir hatırlamadır ki avamın durumu böyledir. Yahut zikir; sürekli zihninde olmak ve bellemektir. Bu hal, has kullara aittir. Nitekim o kullar için unutma, asla söz konusu değildir. Gerçekten onlar, kendilerini daima zikrettikleri varlığın yani Allah'ın yanında hissederler. (Ruhu’l Beyan)
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki اذْكُرُوا ’ya matuftur.
سَبِّحُوهُ damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بُكْرَةً zaman zarfı, سَبِّحُو fiiline mütealliktir. اَص۪يلاً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
سَبِّحُوهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً
Ayet öncesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
بُكْرَةً ve اَص۪يلاً zaman zarfları, سَبِّحُو fiiline mütealliktir.
بُكْرَةً - اَص۪يلاً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Yani dillerinizi hallerinizin çoğunda tesbih, tehlîl, tahmîd ve tekbîr ile meşgul ediniz. Mücahid dedi ki: Bu sözleri abdestli, abdestsiz ve cünüp olan herkes söyleyebilir. Bunun, O'na dua edin, anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً [Ve O'nu sabah-akşam tesbîh edin.] Yani Allah'ı, günün başında da sonunda da kendisine layık olmayan vasıflardan tenzih edin.
Burada sabah-akşam vakitlerinin zikre tahsis edilmesi, tesbihi bu vakitlere hasredip diğer vakitlerde yapmamak anlamında değil, fakat bu iki vaktin diğer vakitlerden daha faziletli, olduklarını belirtmek içindir. Çünkü bu iki vaktin zikir ve tesbihleri meleklerce şahitlidir. Nitekim tesbih de zikir kapsamına dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi de zikirler içinde umde sayılmasından dolayıdır. Diğer bir görüşe göre ise her iki fiil zikretmek ile tesbih etmek de anılan iki vakte müteveccihtir. Bir diğer görüşe göre ise tesbihten murat, namazdır. (Ebüssuûd)
هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي | (Allah) ki |
|
3 | يُصَلِّي | rahmet eder |
|
4 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
5 | وَمَلَائِكَتُهُ | ve melekleri |
|
6 | لِيُخْرِجَكُمْ | sizi çıkarmak için |
|
7 | مِنَ | -dan |
|
8 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklar- |
|
9 | إِلَى |
|
|
10 | النُّورِ | aydınlığa |
|
11 | وَكَانَ | ve |
|
12 | بِالْمُؤْمِنِينَ | inananlara karşı |
|
13 | رَحِيمًا | çok esirgeyendir |
|
llah kullarına inanmama ve günah işleme özgürlüğü vermiş olmakla beraber hoşnut olduğu davranış imandır ve sâlih ameldir. Kullar kendi kabiliyetleriyle O’nun hoşnut olduğu hayat tarzını gerçekleştirmekte zorluğa düşmesinler diye peygamberler göndermiş, vahiy yoluyla bilgiler vermiş, doğru yola ışık tutmuştur. İman ve sâlih amel ışıktır, nurdur; inançsızlık ve ibadetsizlik ise karanlıktır, bunalımdır.
هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُصَلّ۪ي ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُصَلّ۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru يُصَلّ۪ي fiiline mütealliktir.
مَلٰٓئِكَتُهُ atıf harfi وَ ’la يُصَلّ۪ي ’deki müstetir zamirine matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يُخْرِجَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُصَلّ۪ي fiiline mütealliktir.
يُخْرِجَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الظُّلُمَاتِ car mecruru يُخْرِجَكُمْ fiiline mütealliktir. اِلَى النُّورِۜ car mecruru يُخْرِجَكُمْ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,
2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamu’l cuhuddan sonra,
4) Lamu’t talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavu’l maiyye (وَ)’den sonra,
6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْرِجَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُصَلّ۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صلو ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِالْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru رَح۪يماً ’e mütealliktir. رَح۪يماً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
رَح۪يماً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ
Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ cümlesinde müsnedün ileyhin haber olan fiil cümlesine takdimi, mevcut hükmü takviye ve tahkik içindir. Maksat, يُصَلّ۪ي fiilinin لِيُخْرِجَكم مِنَ الظُّلُماتِ إلى النُّورِ ifadesiyle olan bağını tasdiktir. (Âşûr)
Müsnedin, ismi mevsûlle marife olması, ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle marife gelmesi haberin muhatablar tarafından bilindiğine işaret eder.
Namaz kılan [salat sahibi] kişi rükû ve secdede eğildiği için [salatın ism-i fâ‘ili olan] مصلي kelimesi; -merhametinden dolayı hasta ziyaretinde bulunan ve evladına şefkat gösteren kadın gibi- şefkat ve merhametinden dolayı birinin üzerine eğilen [yani onun üzerinde titreyen] biri için istiâre olarak kullanılmıştır. Salat daha sonra genişleyerek merhamet ve şefkat anlamında kullanılmıştır. صلٌَ الله عليك ifadesi de buradan gelmektedir ki “Allah sana rahmet ve şefkatiyle muamele etsin!” demektir. (Keşşâf)
Müsned olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah'ın kula salat getirmesi, ona rahmet buyurması ve ona bereketler vermesidir. Meleklerin salatı ise müminlere dua etmeleri, onlar için Allah'tan mağfiret dilemeleridir.
(Kurtubî, Ruhu’l Beyan)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı يُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ cümlesi, يُصَلّ۪ي fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
الظُّلُمَاتِ - النُّورِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayet-i kerimede iki tane istiâre vardır. Müsteâr lafızlar; الظُّلُمَاتِ ve النُّورِ kelimeleridir. الظُّلُمَاتِ kelimesi müsteardır. Bu kelime aynı zamanda müstearun minh yani müşebbehu bih (benzetilen)’dir. Müstearun leh yani müşebbeh (benzeyen şey), küfürdür. Bilindiği üzere mecaz için bir lafız ve iki mana gereklidir. Bu iki manadan biri hakîkî manadır ve burada o hakîkî mana müsteârun minh olmuştur. Mecâzî mana da müstearun leh olmuştur. Küfürle karanlık arasındaki ortak yön yani cihet-i câmia her ikisinin de insana zarar vermesidir. Karîne; ayetin başındaki يُصَلّ۪ي kelimesidir. Bu kelimenin karanlık, aydınlık kelimeleriyle bir alakası yoktur. O halde bu kelimelerin mecâzî manada kullanıldığı anlaşılır. النُّورِ kelimesi de müsteardır. Aynı zamanda müstearun minhdir. Müstearun leh, imandır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً
وَ atıf harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberine müteallık olan بِالْمُؤْمِن۪ينَ , ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
رَح۪يماً mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder.
Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Allah Teâlâ’nın müminlere rahmeti, salat etmesinden daha umumidir. Çünkü söz, amel ve ihsan ile onlara fayda ve hayır vermeyi de kapsar. (Âşûr)