8 Ekim 2025
Ahzâb Sûresi 44-50 (423. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ahzâb Sûresi 44. Ayet

تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌۚ وَاَعَدَّ لَهُمْ اَجْراً كَر۪يماً  ...


Allah’a kavuşacakları gün mü’minlere yönelik esenlik dileği “Selâm”dır. Allah, onlara bol bir mükâfat hazırlamıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَحِيَّتُهُمْ karşılanırlar ح ي ي
2 يَوْمَ gün ي و م
3 يَلْقَوْنَهُ kendisine kavuştukları ل ق ي
4 سَلَامٌ selam ile س ل م
5 وَأَعَدَّ ve hazırlanmıştır ع د د
6 لَهُمْ onlara
7 أَجْرًا bir mükafat ا ج ر
8 كَرِيمًا güzel ك ر م

Allah’ın kullarını selâmlaması onlar için eşsiz bir lutuftur, mutluluk vesilesidir. Bu selâm, bütün nimetlerin sahibi ve kaynağı olan rabbin, selâmın mâna ve içeriğini kullarına lutfetmesi, onlar için bunu en kâmil bir şekilde ve ebedî olarak gerçekleştirmesi olmalıdır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 389

تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌۚ 

 

İsim cümlesidir.  تَحِيَّتُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَوْمَ  zaman zarfı  تَحِيَّتُهُمْ  ’e mütealliktir. 

يَوْمَ  hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَلْقَوْنَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَلْقَوْنَ  fiili  نَ  ’un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

سَلَامٌ  ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  عليكم  (size) şeklindedir.

 

وَاَعَدَّ لَهُمْ اَجْراً كَر۪يماً

 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَهُمْ  car mecruru اَعَدَّ  fiiline mütealliktir. اَجْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَر۪يماً  kelimesi  اَجْراً ’nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır.

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعَدَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عدد ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

كَر۪يماً  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌۚ 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

Müsnedün ileyh olan  تَحِيَّتُهُمْ, veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.

يَوْمَ  zaman zarfı   تَحِيَّتُهُمْ ’a mütealliktir. Zaman zarfı  يَوْمَ ’nın muzâfun ileyhi konumundaki  يَلْقَوْنَهُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Nekre gelerek kesret, nev ve tazim ifade eden  سَلَامٌۚ , cümlede ikinci mübtedadır. Cümlenin, takdiri  عليكم  [sizedir] olan müsnedi mahzuftur. Veya  تَحِيَّتُهُمْ , takdir edilen mübtedanın haberidir.

يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ  ibaresi ahiret gününden kinayedir.

تَحِيَّتُهُمْ  -  سَلَامٌۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Yani ölürken veya mezarlarından tekrar diriltildiklerinde yahut cennete girdiklerinde Allah'a kavuşacakları gün, O'nun müminlere iltifatı, onları tazim için kendilerine selam vermektir. Yahut bu selam, kendilerine cennet müjdesi yahut saygı olarak melekler tarafından verilmektedir. (Ebüssuûd)

 

وَاَعَدَّ لَهُمْ اَجْراً كَر۪يماً

 

Ayetteki ikinci cümle atıf harfi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ittifak mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Henüz gerçekleşmemiş durumun, mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir.

Mef’ûl olan  اَجْراً ’deki tenvin tazim, nev ve kesret ifade eder. 

اَجْراً  için sıfat olan  كَر۪يماً, mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191) 

Ayetin tefsirinde Beyzâvî şunları kaydeder: “Belki de nazmın değişmesi, ayet sonlarının tutması ve anlatılması en önemli olan şeyde mübalağa etmek içindir. 

Müfessirimiz bu ifadelerle şunu anlatmak istemiştir:  تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌۚ  cümlesi isim cümlesidir. Münasip olan isim cümlesinin, isim cümlesine atfedilmesidir. Bu durumda devamındaki ifadenin  وَلَهُمْ أجْرٌ كَريمٌ  şeklinde isim cümlesi olarak gelmesi gerekirdi. Ancak Allah Teâlâ  وَاَعَدَّ لَهُمْ اَجْراً كَر۪يماً  buyurarak fiil cümlesini isim cümlesine atfetmek suretiyle nazımda değişiklik yapmıştır. Bunun da iki nedeni olabilir. 

Birincisi fasılaları gözetmektir. Çünkü ifade fiil cümlesi olarak gelince, öncesi ve sonrasındaki ayetlerin sonları ile uyum göstermiştir. اَص۪يلاً - رَح۪يماً - كَر۪يماً  -  نَذ۪يراًۙ   مُن۪يراً . Eğer  وَلَهُمْ أجْرٌ كَريمٌ  şeklinde isim cümlesi olarak gelseydi bu ahenk kaybolurdu. 

İkincisi ve asıl önemli olanı, inananlara Ahirette karşılaşacakları mükâfatın vaat edildiği bu fiil cümlesinde, geçmiş zaman ifade eden mazi  اَعَدَّ (hazırladı) kipinin kullanılmasıdır. Çünkü bu ifade tarzı, o mükâfatın şimdiden hazırlanmış olup kendilerini beklediğini dile getirmektedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

 
Ahzâb Sûresi 45. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ  ...


45-46. Ayetler Meal  :   
Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّبِيُّ peygamber ن ب ا
3 إِنَّا elbette biz
4 أَرْسَلْنَاكَ seni gönderdik ر س ل
5 شَاهِدًا şahid ش ه د
6 وَمُبَشِّرًا ve müjdeci ب ش ر
7 وَنَذِيرًا ve uyarıcı ن ذ ر

Buradan itibaren on iki âyette, Hz. Peygamber’in maddî ve mânevî özellikleri, Allah katındaki değeri, bir fâninin altından kalkamayacağı kadar ağır yükü ve kutsal görevi sebebiyle Allah tarafından kendisine lutfedilen istisnaî (kendine özgü) inayetler, hüküm ve kurallar açıklanmaktadır. Resûlullah’ın üstün nitelikleri, görev ve işlevinden kaynaklanan güzel isimleri burada sayılanlardan ibaret değildir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin tesbitine göre bunların sayısı altmış yediyi bulmaktadır (III, 1546). Ona özgü hükümler de bu âyetler kümesinde geçenlerden ibaret değildir. Yine aynı âlimin tesbitine göre bunların da sayısı otuz beştir (III, 1561-1563).

Allah kullarına peygamber gönderip inanç, amel, ahlâk konularında ne istediğini açıklamadıkça onları sorumlu tutmuyor, birçok âyette “Bilmiyorduk, bilemezdik demeyesiniz diye size peygamberler gönderdim” diyor (meselâ bk. Nisâ 4/165). Bütün bunlara rağmen âhirette “uyarılmadığı, bilgi verilmediği yolunda” mazeret ileri sürecek olanlara da Allah Teâlâ peygamberleri ve hepsine birden son peygamberini tanık gösteriyor. Hz. Peygamber’in bu niteliği, onun rabbi nezdindeki değerini gösterir. Çünkü şahitler önce tezkiye edilir, onları tanıyan erdemli kişiler tarafından tanık olabilecekleri ifade edilir. Hz. Peygamber’i tezkiye eden ise bizzat Allah’tır.

Hz. Peygamber hem Kur’an âyetlerini tebliğ etmekle hem de bunları açıklayan, canlandıran ifadeleriyle yeteri kadar müjdeci ve uyarıcı olmuştur. Onun tebliği ve açıklamaları itaat edenler için ebedî mutlulukların müjdesi, inkâr ve isyan edenler için ise felâketlerin haberidir.

Peygamber efendimiz insanları Allah’a çağırmaktadır; yani O’na iman, ibadet ve itaat etmeye davet etmektedir. Burada dikkat çeken bir kayıt, Peygamber’in bunu Allah’ın izniyle yapmakta olduğudur. Allah bir kuluna insanları kendine çağırma izni, yani bilgisi ve yetkisi vermedikçe kimse bu vazifeyi üstlenemez. Bu konuda ümmete düşen görev, Hz. Peygamber’den öğrendiği şekilde insanları Allah’a çağırmaktır. Öğrenmenin yolu ise her mümine açık olan din ilmini tahsil etmektir. Aslı Kur’an’da ve sahih hadislerde bulunan ve tahsille elde edilen din ilmine uymayan bilgi, sezgi, keşif vb. bilgi yolları, insanları Allah’a çağırmak için yeterli ve geçerli değildir.

Beşer bilgisi Allah, varlık, başlangıç ve son, ruh, âhiret, iman, ibadetler, helâller ve haramlar gibi konularda yetersizdir. Bu konularda aydınlığa kavuşmanın, doğru bilgi sahibi olmanın geçerli yolu vahiydir, Peygamber’i dinlemektir. Şu halde Peygamber bir ışıktır, insanoğlunun en önemli bilinemezlerine Allah’ın lutfu ve izniyle onun tuttuğu ışık ortalığı aydınlatmaktadır.

Ashâb-ı kiramdan Abdullah İbni Amr ibni Âs bu ayetin Tevrat’ta da aynen geçtiğini şöyle belirtmiştir. 
“Resulü Ekrem Kur’an-ı Kerim de de bulunan bazı özellikleriyle Tevrat’ta şöyle anlatılmıştır :”Ey Peygamber Biz seni bir şahit , bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Aynı zamanda ümmîlere sığınak yaptık. Elbette sen benim kulum ve elçimsin.  Ben sana mütevekkil adını verdim. Bu peygamber kötü huylu ,katı kalpli ,çarşı pazarda bağırıp çağıran biri değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez.;aksine affeder ,bağışlar .Allah doğru yoldan sapan milleti )Arapları) onun yol göstermesi ile ‘lâ ilahe illallah’ diyerek doğru yola iletmedikçe onun ruhunu almaz. Allah bu kelime-i tevhit ile kör gözleri, sağır kulakları ve kapalı gönülleri açacaktır.  (Buhari ,büyû 50 , Tefsir 48/3)

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّبِيُّ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً ‘ dır.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً  cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَرْسَلْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  شَاهِداً  hitap zamirinin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُبَشِّراً  ve نَذ۪يراً  atıf harfi وَ ’la  شَاهِداً ’e matuftur. 

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir. 

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

شَاهِداً  kelimesi, sülasi mücerredi شهد  olan fiilin ism-i failidir.

مُبَشِّراً  sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَيُّهَا  münada,  النَّبِيُّ  ondan bedeldir.

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ  nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.

Nidanın cevabı olan  اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr Suresi 1)

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

اَرْسَلْنَاكَ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat vardır.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Ayet-i kerimede Hz. Peygamberin risaletinin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

شَاهِداً  kelimesiاَرْسَلْنَاكَ  fiilinin mef’ûlü olan, Hz. Peygambere ait muhatap zamirinden haldir.  وَمُبَشِّراً  ve  نَذ۪يراًۙ , tezayüf nedeniyle  شَاهِداً ’e atfedilmiştir.

مُبَشِّراً  -  نَذ۪يراًۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  شَاهِداً - مُبَشِّراً - نَذ۪يراًۙ - النَّبِيُّ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada Allah Teâlâ Resulüne, kendisini gönderme sebebini tekidli olarak ifade etmiştir. Bunun sebebi O’nu rahatlatmak yani sonuçtan sorumlu olmadığını hatırlatmak olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu surenin 45 ve 46. ayetlerinde Hz. Peygambere yüklenen bazı sıfatlar sayıldıktan sonra 47 ve 48. ayetlerde bunlara karşılık gelen sıfatlar sıralanarak mukabele sanatı yapılmıştır. Bu hususu Beyzâvî şu ifadelerle ortaya koyar: “Allah Teâlâ, Peygamberimizi beş sıfatla ( شَاهِداً / şahit, مُبَشِّراً / müjdeleyici, نَذ۪يراًۙ  / uyarıcı, دَاعِياً / davetçi ve سِرَاجاً  / nur saçan kandil) niteleyince her birine münasip bir hitapla mukabelede bulunmuştur. شَاهِداً’in mukabili, murakabe emri (hallerini denetleme emri) olup ifadenin devamı bir nevi onun açıklayıcısı olduğu için mahzuftur. Müjdeleyici manasındaki  مُبَشِّراً  kelimesine  وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ [müminleri müjdelemek] le, نَذ۪يراًۙ  (uyarıcıya) sıfatına  وَلَا تُطِـعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَدَعْ اَذٰيهُمْ [kâfirlere ve münafıklara itaat etmeme ve eziyetlerine aldırmamak] la, دَاعِياً  [davetçiye]  وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ [işini kolaylaştırmak ve ona tevekkül etmekle] ile, سِرَاجاً مُن۪يراً [nur saçan kandile] وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً  ile [Yüce Allah ile yetinmekle] mukabele etmiştir. Çünkü Allah Teâlâ'nın bütün halkına karşı delil olarak nurlandırdığı kimse, başkalarını bırakıp onunla yetinilmeye layıktır. Görüldüğü gibi müfessirimiz ayetlerdeki mukabele sanatını uygulamalı olarak son derece net ifadelerle ortaya koymuştur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Bu ayetteki nida, Peygambere (s.a.) bu suredeki üçüncü çağrıdır ki Allah’ın O’na ilk çağrısı, “Ey Nebi, Allah'tan ittikâ et” (Ahzab Suresi, 1) emri, O’nun Rabbine karşı nasıl davranması gerektiği ile ilgili; ikinci çağrı, “Ey Nebi, hanımlarına söyle” (Ahzab Suresi, 28) emri, O'nun (s.a.) aile fertlerine karşı nasıl davranması gerektiği ile ilgili ve bu ayetteki üçüncü çağrı ise Cenab-ı Allah'ın, “Ey peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” beyanı, O’nun (s.a.) bütün mahlûkata karşı nasıl davranması gerektiği ile ilgili gelmiştir. Bütün bu hitaplarla Yüce Allah O’nun makam ve kıymetini yüceltmiş, O’na risalet vazifesinin erkanını bildirmiştir. Buradaki asıl gaye, O’nun risalet görevinin nelere dair olduğunun, ümmetinin ve geçmiş ümmetlerin ahvalinin göz önüne alınarak izah edilmesidir. (Âşûr)
Ahzâb Sûresi 46. Ayet

وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَاعِيًا ve da’vetçi د ع و
2 إِلَى
3 اللَّهِ Allah’a
4 بِإِذْنِهِ izniyle ا ذ ن
5 وَسِرَاجًا ve bir lamba س ر ج
6 مُنِيرًا aydınlatıcı ن و ر

وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً

 

دَاعِياً , atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki  شَاهِداً ’e matuftur. اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  دَاعِياً ’e mütealliktir.  بِـاِذْنِ  car mecruru دَاعِياً ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سِرَاجاً  atıf harfi وَ ’la  شَاهِداً ’e  matuftur. مُن۪يراً  kelimesi  سِرَاجاً ’nin sıfatı olup mansubdur.  

دَاعِياً  kelimesi, sülasi mücerredi دعو  olan fiilin ism-i failidir. 

مُن۪يراً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً

 

دَاعِياً , önceki ayetteki  شَاهِداً ’e matuftur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruruدَاعِياً ’e,  بِـاِذْنِه۪  ise mahzuf hale mütealliktir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, lafza-i celâlin zikri, tecrîd sanatıdır.

بِـاِذْنِه۪  mecruru,  دَاعِياً ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِـاِذْنِه۪  izafetinde Allah'a ait zamire muzaf olması  اِذْنِ  için şan ve şeref ifade eder. 

وَسِرَاجاً , önceki ayetteki  شَاهِداً ’e matuftur.

سِرَاجاً  için sıfat olan  مُن۪يراً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  مُن۪يراً , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

مُن۪يراً  -  سِرَاجاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِلَى اللّٰهِ  -  اَرْسَلْنَاكَ  kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

سِرَاجاً مُن۪يراً  [Nurlu bir kandil] ifadesinde teşbîh-i belîğ vardır. Bu teşbihin aslı şöyledir: Ey Muhammed! Sen, hidayet ve irşad hususunda par­lak bir kandil gibisin. Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş ve böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Bu, Arapların,  عَلِيٌّ أسَدٌ  (Ali, bir aslandır)  مُحَمَّدٌ قمَرٌ  (Muhammed bir aydır) sözlerine benzer. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Zuhaylî ayeti tefsiri sırasında şöyle demektedir: “Yani insanları Rabblerine kulluk etmeye, O’na taatte bulunmaya, gizli ve açık O’nun gözetimi altında olduğunu bilmeye, O’nu ikrar etmeye ve O’nun için vacip olan kemal sıfatlarına iman etmeye davet eden bir davetçi olarak seni gönderdik. İnsanların seninle hidayet bulmaları için, dünya ve ahiret saadetini gerçekleştirme hususunda senin şeriatınla aydınlanmaları için seni nurlu kandil sahibi olarak ya da karanlıklarda kendisiyle aydınlanılan ışık saçan bir kandil gibi kıldık. Cenab-ı Hakk’ın  بِـاِذْنِه۪  ifadesinin manası, O’nun sana emretmesiyle ve bunu vaktinde ve zamanında takdir etmesiyle (ve kolaylaştırmasıyla) demektir.  سِرَاجاً  kelimesinin manası, nur sahibi olarak demektir. Ya da bir kimsenin  رَأيْتَهُ أسَدًا  /onu aslan olarak gördüm demesi gibidir. Bunun manası  شَجَاعًا  / kahraman olarak gördüm, demektir. Buna göre  سِرَاجاً  kelimesi, kandil gibi apaçık beyan eden, yolu gösteren, durumu açıklayan, insanları Hakk’a ve doğru yola ileten demektir. Peygamberimizin (s.a.) kandile benzetilmesinin gereği olarak onun dini de hiçbir kapalılık veya eğrilik bulunmayan, hiçbir gizlilik ve perde bulunmayan, hücceti açık, burhanı zahir bir dindir. Peygamberimiz (s.a.) kandilden daha çok ışık veren güneşe değil de kandile benzetilmiştir. Çünkü güneş ışığı gözü kamaştırır, kandil ışığı gözlere rahatsızlık vermez. Ayrıca kandil nur vermekle vasıflanmıştır. Zira bazı kandiller zayıflığı ve fitilinin inceliği sebebiyle ışık vermez. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Cenab-ı Hakk, şu faydalardan dolayı, kandilden daha nurlu olmasına rağmen, Hz. Peygamber (s.a.) hakkında, “O, bir kandildir” buyurmuş, fakat “O, bir güneştir” buyurmamıştır. Çünkü güneşin nurundan alınamaz. Kandilden ise pek çok nurlar alınıp (başkaları tutuşturulur). Binaenaleyh birinci kandil söndüğünde, geriye ondan tutuşturulanlar kalır. Kaybolduğunda da böyledir. Hz. Peygamber (s.a.) de işte bunun gibidir. Çünkü bir sahabî hidayet nurunu, Hz. Peygamberden (s.a.) almıştır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Ahzâb Sûresi 47. Ayet

وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلاً كَب۪يراً  ...


Mü’minlere kendileri için Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَبَشِّرِ ve müjdele ب ش ر
2 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlere ا م ن
3 بِأَنَّ ki gerçekten
4 لَهُمْ onlara vardır
5 مِنَ -tan
6 اللَّهِ Allah-
7 فَضْلًا bir lutuf ف ض ل
8 كَبِيرًا büyük ك ب ر
Müminler çektikleri bunca eziyete karşı bu dünyada Allah’ın rahmeti olan bir Peygamber’i tanıdıkları ve onunla beraber yaşama lutfuna erdikleri, âhirette ise birçok akla hayale gelmez nimete nâil olacakları için rahat ve mutlu olmalıdırlar. Resûlullah da Allah’a dayandığı, güvendiği; başına gelenler, kâfirlerin ve münafıkların isteklerini değil, O’nun emrini yerine getirmek için çırpınırken geldiği için acılara katlanmalı, felâketlere dayanmalıdır; çünkü dayanıp güvenmeye Allah’tan ziyade lâyık olan hiçbir varlık yoktur.

وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلاً كَب۪يراً

 

Ayet, atıf harfi وَ ’la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, راقب الناس وبشّر ...şeklindedir. بَشِّرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle بَشِّرِ  fiiline mütealliktir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

لَهُمْ  car mecruru  أَنَّ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  فَضْلاً  ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

فَضْلاً  kelimesi, أَنَّ nin ismi olup lafzen mansubdur. كَب۪يراً  kelimesi, فَضْلاً ’nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَشِّرِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

كَب۪يراً  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلاً كَب۪يراً

 

 

Ayet  وَ ’la mukadder istînâfa atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen irşad manasındadır. Bu nedenle cümle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلاً كَب۪يراً  cümlesi, masdar tevilindedir. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel başındaki harfle birlikte  بَشِّرِ  fiiline mütealliktir. 

اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim - tehir ve icazı hazif vardır.  لَهُمْ  car mecruruاَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallktır.  فَضْلاً  kelimesiاَنَّ ’nin muahhar ismidir. 

مِنَ اللّٰهِ  car necruru,  فَضْلاً ’in mahzuf haline mütealliktir. 

Müsnedün ileyh olan  فَضْلاً  kelimesinin nekra gelişi teksir nev ve tazim ifade eder.

الفَضْلُ  Kelimesinin manası: Verenin, verdiği şeyleri sürekli attırdığı bir ihsandır.

الفَضْلُ  Atiyyeden (verilen şey) kinaye olarak gelmiştir. Çünkü o ancak kendisine verilen şeyden fazlası verildiği zaman fazl (الفَضْلُ) olur. Burada kastedilen, onlara amellerinin karşılığı olarak vaad edilen bir mükafatın olduğu ve onun ötesinde Rabbleri katından bir ziyadenin olacağıdır. (Âşûr)

فَضْلاً  için sıfat olan  كَب۪يراً, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.  كَب۪يراً, mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafzı celâlde tecrîd sanatı mevcuttur.

بَشِّرِ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı en belirgin anlam, kesrettir.
Ahzâb Sûresi 48. Ayet

وَلَا تُطِـعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَدَعْ اَذٰيهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً  ...


Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve asla
2 تُطِعِ ita’at etme ط و ع
3 الْكَافِرِينَ kafirlere ك ف ر
4 وَالْمُنَافِقِينَ ve münafıklara ن ف ق
5 وَدَعْ ve aldırma و د ع
6 أَذَاهُمْ onların eziyetlerine ا ذ ي
7 وَتَوَكَّلْ ve dayan و ك ل
8 عَلَى
9 اللَّهِ Allah’a
10 وَكَفَىٰ ve yeter ك ف ي
11 بِاللَّهِ Allah
12 وَكِيلًا vekil olarak و ك ل

وَلَا تُطِـعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَدَعْ اَذٰيهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً

 

Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki mukadder istînâfa matuftur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُطِـعِ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. الْكَافِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُنَافِق۪ينَ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دَعْ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  اَذٰيهُمْ  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. تَوَكَّلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَوَكَّلْ   fiiline mütealliktir. وَ  atıf harfidir. 

كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. بِ harf-i ceri zaiddir. اللّٰهِ  lafza-i celâl lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. وَك۪يلاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayet müfred haldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَكَّلْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsisi وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَلَا تُطِـعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَدَعْ اَذٰيهُمْ 

 

Ayet  وَ ’la mukadder istînâfa atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nehiy üslubunda gelmiş olmasına rağmen irşad manasındadır. Bu nedenle cümle mecâz-ı mürsel mürekkeptir.

الْكَافِر۪ينَ  ve  الْمُنَافِق۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وبَشِّرِ المُؤْمِنِينَ  ifadesine bir nevi mukabil olarak  وَلَا تُطِـعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ  ayetinin gelişi, münafıkların kendilerinden istediklerini kabul etmemesine dair Efendimize bir uyarı ve yine ordudan ayrılmak için izin istedikleri zaman onlara izin verişini desteklemek içindir. (Âşûr)

Mukadder istînâfa matuf olan  وَدَعْ اَذٰيهُمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Mefûl olan  اَذٰيهُمْ  izafetinde masdar failine veya mef’ûlüne muzaf olmuştur. (Âşûr ve https://tafsir.app/m-mawdou/39/22)

دَعْ  kelimesinin, onların söyledikleri eza ve cefa verici sözleri önemsememek ve umursamamak manasında mecâz olarak kullanılmış olması da mümkündür. (Âşûr)

“O kâfirlere ve münafıklara itaat etme (uyma).” sözü peygamberimizin, davet işinde kâfirlere müdara etmesini (hoşgörülü davranmasını), tebliğde yumuşak davranmasını ve uyarıda müsamaha göstermesini yasaklamaktadır. Bunun kinaye yoluyla itaat olarak ifade edilmesi, yasaklanan husus, itaate dahil edilerek ve o suretle tasvir yapılarak bu yasağı ve tenfiri (nefret ettirmeyi) ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)


 وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ 

 

Ayetin bu cümlesi de mukadder istînâfa matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

تَوَكَّلْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Sülasisi  وكل  olan  تَوَكَّلْ  fiili,  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katabilir. Mücerret sülasi fiilin anlamını da taşıyabilir. Mutavaat; herhangi bi nesnenin bir fiilin eylemini kabul etmesi ve bu eylemle alınmak istenen neticeye olumlu cevap vermesidir.


وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً

 

وَ  istînâfiyyedir.

İstînâfiye  وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

بِاللّٰهِ  ’deki  ب  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.  اللّٰهِ, lafzen mecrur mahallen merfû konumda müsnedün ileyhtir.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.  وَكَفٰى بِاللّٰهِ  sözünde zamir yerine Allah ismi gelmiştir. Lafza-i celâlin tekrarlanması, zatının yüceliğine tenbih, onun kudret ve celâlini hissettirmek, zihne yerleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

وَك۪يلًا۟  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81) 

وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً  sözünde tağlîb vardır. Allah sadece vekil olarak değil, Basîr, Semi', Hafîz olarak da yeter.

تَوَكَّلْ  -  وَك۪يلاً  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَكَفٰى بِاللّٰهِ  ve  وَكَفٰى بِرب  ifadelerindeki  بِ  harf-i ceri, Kur’an’ın her yerinde zaiddir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr, Nisa Suresi 171) 

Ayette lafza-i celâl iki kez geçmektedir. Çünkü makam, korkutma ve uyarma makamıdır. İsm-i celâl, peygambere yol göstermek, yardım etmek ve sabretmesini sağlamak için tekrar edilmiştir. Bu tekrarda cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلاً  cümlesi  وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ  cümlesi için tezyîldir. (Âşûr)

 
Ahzâb Sûresi 49. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَكَحْتُمُ الْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ فَمَا لَكُمْ عَلَيْهِنَّ مِنْ عِدَّةٍ تَعْتَدُّونَهَاۚ فَمَتِّعُوهُنَّ وَسَرِّحُوهُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً  ...


Ey iman edenler! Mü’min kadınları nikâhlayıp, sonra onlara dokunmadan (cinsel ilişkide bulunmadan) kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut’a verin ve kendilerini güzel bir şekilde bırakın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِذَا zaman
5 نَكَحْتُمُ nikahladığınız ن ك ح
6 الْمُؤْمِنَاتِ inanan kadınları ا م ن
7 ثُمَّ sonra
8 طَلَّقْتُمُوهُنَّ boşarsanız ط ل ق
9 مِنْ
10 قَبْلِ önce ق ب ل
11 أَنْ
12 تَمَسُّوهُنَّ onlara dokunmadan م س س
13 فَمَا yoktur
14 لَكُمْ size
15 عَلَيْهِنَّ onların üzerinde
16 مِنْ
17 عِدَّةٍ bir iddet (hakkınız) ع د د
18 تَعْتَدُّونَهَا sayacağınız ع د د
19 فَمَتِّعُوهُنَّ hemen geçimliklerini verin م ت ع
20 وَسَرِّحُوهُنَّ ve onları serbest bırakın س ر ح
21 سَرَاحًا bir bırakışla س ر ح
22 جَمِيلًا güzel ج م ل
Hz. Peygamber’in bazı güzel nitelikleri zikredildikten sonra ona özgü hükümlere geçilirken, diğer müminlere ait hükümlerin değişmediğini anlatmak üzere bir açıklama yapılmaktadır. Buna göre bir mümin, evlenme akdi yapıp da cinsel temasta bulunmadan veya buna imkân verecek şekil ve süre içinde baş başa kalmadan (halvet-i sahîha) önce karısını boşarsa, kadının hamile kalması ihtimali bulunmadığından iddet beklemesi de gerekmemektedir. Boşamadan hemen sonra dilerse bir başka erkekle evlenmesi mümkündür. Onu “güzelce bırakmak”tan maksat boşarken ve fiilen ayrılırken incitmemektir, mehir belirlenmiş ise bunun yarısını ödemektir, bazı yorumculara göre buna ek olarak da gönlünü almak üzere bazı hediyeler vermektir (ayrıca bk. Bakara 2/ 236-237).

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَكَحْتُمُ الْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ فَمَا لَكُمْ عَلَيْهِنَّ مِنْ عِدَّةٍ تَعْتَدُّونَهَاۚ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا dur. Îrabtan mahalli yoktur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا)dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerinkiyle aynıdır.

c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَكَحْتُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَكَحْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. الْمُؤْمِنَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

طَلَّقْتُمُوهُنَّ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir. طَلَّقْتُمُوهُنَّ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. مِنْ قَبْلِ  car mecruru  طَلَّقْتُمُوهُنَّ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَمَسُّو  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzaf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzaf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzaf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzafun ileyhleri hazfedilince zamm üzere mebni olurlar. 

Ayette  قَبْلِ  muzaf olup başına harf-i cer geldiği için mecrurdur ve cümleye muzaf olduğu için cümlenin başında  اَنْ  bulunmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَلَيْهِنَّ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مِنْ  zaiddir. عِدَّةٍ  muahhar mübteda olup lafzen mecrur, mahallen merfûdur. 

تَعْتَدُّونَهَا  cümlesi  عِدَّةٍ ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَعْتَدُّونَهَاۚ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَاۚ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

طَلَّقْتُمُوهُنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi, طلق ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

تَعْتَدُّونَهَاۚ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عدد ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

 الْمُؤْمِنَاتِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَمَتِّعُوهُنَّ وَسَرِّحُوهُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen fasiha harfidir. Takdiri,  إن لم تفرضوا لهنّ صداقا فمتّعوهنّ  (Eğer onlara sadaka vermezseniz, onları sevindirin.) şeklindedir. 

مَتِّعُوهُنَّ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سَرِّحُوهُنَّ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. سَرِّحُو  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  سَرَاحاً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جَم۪يلاً  kelimesi  سَرَاحاً ’nin sıfatı olup mansubdur.

مَتِّعُوهُنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi, متع dır.

سَرِّحُوهُنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi, سرح dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَكَحْتُمُ الْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ فَمَا لَكُمْ عَلَيْهِنَّ مِنْ عِدَّةٍ تَعْتَدُّونَهَاۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevabı olan …اِذَا نَكَحْتُمُ الْمُؤْمِنَاتِ  cümlesi, şarttır.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  ثُمَّ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle, şart cümlesine, atfedilmiştir.  ثُمَّ, zamanda terahi ifade eder.

Ayetin metninde  ثُمَّ  [sonra] kelimesinin zikredilmesinin faydası, cinsel ilişki imkânı gerçekleştikten sonra boşamanın gecikmesinin, nesepte olduğu gibi iddette de etkili olacağı vehmini bertaraf etmek içindir. (Ebüssuûd)

اَنْ  mastar harfiتَمَسُّوهُنَّ  fiilini nasb ederek manasını masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel cer mahallinde olup  مِنْ قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhidir. Muzari sıygada gelerek tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

فَ  karinesiyle gelen  فَمَا لَكُمْ عَلَيْهِنَّ مِنْ عِدَّةٍ تَعْتَدُّونَهَاۚ  cümlesi şartın cevabıdır. Menfî isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

فَ , rabıta yani şartın cevabının başına gelen harftir.  مَا  nafiyedir. Şartın cevap cümlesinde icazı hazif ve takdim - tehir vardır.  لَكُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Cümlenin muahhar mübtedası  مِنْ عِدَّةٍ ’e dahil olan  مِنْ  zaiddir. Tekid ifade eder.  تَعْتَدُّونَهَاۚ  cümlesi,  عِدَّةٍ ’in sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Muzari sıygada gelerek tecessüm ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Bu; iddet müddeti içindeki kadına iddet halindeyken geri dönen ve daha sonra kendisine dokunmadan onu boşayan kimsenin durumuna benzer. (Âşûr) 

اَنْ تَمَسُّوهُنَّ  ifadesi, cinsî münasebetten kinayedir. (Âşûr)

نَكَحْتُمُ  -  طَلَّقْتُمُو  ve  ثُمَّ  -  قَبْلِ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اٰمَنُٓوا  -  مُؤْمِنَاتِ  ve  عِدَّةٍ  -  تَعْتَدُّونَ  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzab, s. 43)

مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ  [Onlara dokunmadan önce] ifadesinde kinaye vardır. Yüce Allah, cinsî ilişkiden kinaye olarak dokunma kelimesini kullanmıştır. Bu, meşhur kinayelerden ve övülmüş Kur'anî edeplerdendir. Çünkü Kur'an, âdî lafızlardan uzaktır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) 

Nikâh cinsel ilişkide bulunmak demektir. Akde nikâh denilmesi ikisi arasındaki birliktelik sebebiyledir; çünkü akit, cinsel ilişkiye götüren yoldur. Bunun benzeri, günahın sebebi olduğu için şaraba günah denmesidir. Beyan ilminde bunun benzeri ise recez bahrindeki; Develerin, bulutundaki hörgüçler [bulutundan uçuşan yağmurda göründü] beytidir. Şair, develerin semirmesi ve hörgüçlerinin yükselmesine sebep olduğu için suya “deve hörgücü” demektedir. Nikâh kelimesi Kur’an-ı Kerim’de sadece akit anlamında kullanılmıştır; çünkü o açıkça söylenecek olursa cinsel ilişki anlamındadır. Ancak cinsel ilişki için; dokunma, temas, yaklaşma, sarıp sarmalama ve yapma kelimelerinin kullanılması Kur’an’ın âdâbındandır. (Keşşâf)

Bu hüküm, Müslümanların evlendikleri kitap ehli kadınlar için de geçerli olduğu halde ayette bu hükmün mümine kadınlara tahsis edilmesi, şu noktaya dikkat çekmek içindir: Mümin erkek, kendi dölü (nutfesi) için hayırlı olan kadını seçmeli ve yalnız mümine kadını nikâh etmelidir. (Ebüssuûd)


فَمَتِّعُوهُنَّ وَسَرِّحُوهُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına gelmiştir.  Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnaddır. Takdiri  إن لم تفرضوا لهنّ صداقا فمتّعوهنّ  (Eğer onlara sadaka vermezseniz, onları sevindirin.) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

سَرَاحاً  kelimesi,  سَرِّحُوهُنَّ  fiilinin mef’ûlü mutlakı olarak cümleyi tekid etmiştir.

سَرَاحاً  -  سَرِّحُو  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kulağa daha hoş gelen ve daha güzel olan, ayet sonları uygunluğu vardır: غَفُوراً  رَح۪يماً  مُبَشِّراً  نَذ۪يراًۙ  -  سِرَاجاً مُن۪يراً  -  عَل۪يماً۟  -  حَلِيمًَا  -  سَرَاحاً  -  جَم۪يلاً  gibi. Bu Kur'an-ı Kerim'in hususiyetlerinden olup güzelleştirici edebî sanatlardandır.

مَتِّعُوهُنَّ  ve  سَرِّحُوهُنَّ  fiilleri,  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı en belirgin anlam, kesrettir.
Ahzâb Sûresi 50. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ الّٰـت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ مِمَّٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ الّٰت۪ي هَاجَرْنَ مَعَكَۘ وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَاۗ خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً  ...


Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّبِيُّ peygamber ن ب ا
3 إِنَّا şüphesiz biz
4 أَحْلَلْنَا helal kıldık ح ل ل
5 لَكَ sana
6 أَزْوَاجَكَ eşlerini ز و ج
7 اللَّاتِي
8 اتَيْتَ verdiğin ا ت ي
9 أُجُورَهُنَّ ücretlerini (mehirlerini) ا ج ر
10 وَمَا ve
11 مَلَكَتْ bulunanları م ل ك
12 يَمِينُكَ elinde ي م ن
13 مِمَّا -nden
14 أَفَاءَ ganimet verdiği- ف ي ا
15 اللَّهُ Allah’ın
16 عَلَيْكَ sana
17 وَبَنَاتِ ve kızlarını ب ن ي
18 عَمِّكَ amcanın ع م م
19 وَبَنَاتِ ve kızlarını ب ن ي
20 عَمَّاتِكَ halalarının ع م م
21 وَبَنَاتِ ve kızlarını ب ن ي
22 خَالِكَ dayının خ و ل
23 وَبَنَاتِ ve kızlarını ب ن ي
24 خَالَاتِكَ teyzelerinin خ و ل
25 اللَّاتِي
26 هَاجَرْنَ hicret eden ه ج ر
27 مَعَكَ seninle beraber
28 وَامْرَأَةً ve kadını م ر ا
29 مُؤْمِنَةً inanmış ا م ن
30 إِنْ eğer
31 وَهَبَتْ hibe ederse و ه ب
32 نَفْسَهَا kendisini ن ف س
33 لِلنَّبِيِّ peygambere ن ب ا
34 إِنْ eğer
35 أَرَادَ dilediyse ر و د
36 النَّبِيُّ peygamberi ن ب ا
37 أَنْ
38 يَسْتَنْكِحَهَا kendisini nikahlamayı ن ك ح
39 خَالِصَةً mahsus olarak خ ل ص
40 لَكَ sana
41 مِنْ
42 دُونِ dışında د و ن
43 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlerin ا م ن
44 قَدْ elbette
45 عَلِمْنَا biz biliyoruz ع ل م
46 مَا şeyi
47 فَرَضْنَا gerekli kıldığımız ف ر ض
48 عَلَيْهِمْ onlara
49 فِي hakkında
50 أَزْوَاجِهِمْ eşleri ز و ج
51 وَمَا ve
52 مَلَكَتْ bulunanlar م ل ك
53 أَيْمَانُهُمْ ellerinin ي م ن
54 لِكَيْلَا için
55 يَكُونَ olmaması ك و ن
56 عَلَيْكَ sana
57 حَرَجٌ bir zorluk ح ر ج
58 وَكَانَ ve ك و ن
59 اللَّهُ Allah
60 غَفُورًا çok bağışlayan غ ف ر
61 رَحِيمًا çok esirgeyendir ر ح م

Hz. Peygamber’in hiç olmazsa aile hayatında rahat olabilmesi, birden fazla eşiyle yaşarken sıkıntıya düşmemesi için kendisine özgü olmak üzere bahşedilen ruhsatlar, kolaylıklar bu âyetten itibaren bazı açıklamalarla birlikte şöyle sıralanmıştır: Dörtten fazla olan eşlerle evlenmesinin helâl olması, isteyen kadınlarla mehirsiz evlenmesinin câiz olması, kadınlarının yanlarında kalma sürelerini eşit tutma (buna fıkıh kitaplarında, paylaştırma mânasında kasm denilmektedir) mecburiyetinin bulunmaması, bu âyetler geldiğinde evli bulunduğu kadınlardan başka kadınla evlenmesinin ve bunlardan birini boşayarak yerine bir başka kadını almasının câiz olmaması, vefat ettiğinde veya boşadığında eşleriyle başkalarının evlenmesinin câiz olmaması ve eşlerinin bundan sonra yabancılara karşı daima perde arkasında bulunmaları.

Birçok kadın, peygamber eşi olabilmek için mehirsiz olarak onunla evlenmek istemiştir (âyetin ifadesiyle kadınlar kendilerini ona bağışlamışlardır). Bu şartla evlenmesi âyete göre câiz olduğu halde kendisinin bu ruhsatı kullandığına dair örnek yoktur (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1559). Ayrıca kendisi, yirmi beş yaşında iken kırk yaşında dul bir hanımla evlenmiş, onunla yirmi beş yıl mutlu bir hayat yaşamış, çocuk sahibi olmuş, Hz. Hatice vefat edinceye kadar da başka bir hanımla evlenmemiştir. Şu halde daha sonra, on yıl gibi kısa bir zaman içinde birçok eşle evlenmesinin cinsel arzuyla izah edilemeyecek sebepleri ve hikmetleri olmalıdır. Fedakârlık eden bazı hanımların ödüllendirilmesi, evlilik yoluyla akrabalık (sıhriyet) bağı kurarak bazı fertleri ve grupları kazanmak, onlarla yakınlık ve dostluk oluşturmak ve bu suretle İslâm’a karşı olan cepheyi zayıflatmak, özel hayatı ve aile ilişkileri başta olmak üzere ümmetin bilmesini istediği hususların eksiksiz zaptedilip başkalarına anlatılmasını, bu amaçla toplumun peygamber hanımlarının bilgilerinden yararlanmalarını sağlamak bunlardan bazılarıdır. Hanımların da onunla evlenmek istemelerinde birinci saik, peygamber hanımı olarak yaşama ve ölme şerefine nâil olmaktır. Bu sebepledir ki, kendilerini, dünya nimetleri ile peygamberden birini seçmede serbest bıraktığında eşlerinin tamamı onu ve Allah rızâsını seçmişlerdir (Resûlullah’ın çok evliliğinin başlıca sebepleri konusunda daha fazla bilgi ve değerlendirme için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 10-17).


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 395-396

   Amme عمّ :   عَمٌّ babanın erkek kardeşi/amcadır. عَمَّةٌ babanın kızkardeşi/haladır. Bu sözcüğün aslı 'içine alma/kapama' anlamına gelen عٌمُومٌ kökünden gelir. Bu kullanımda çokluk göz önüne alınır.

  Halk tabakasına da عامَّةٌ denilmesinin nedeni sayılarının çok olması ve memlekette çoğunluğu kapsamalarıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim kalıbında 5 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri amme, avâm, umum, umumi, tâmim, emmi, âmiyâne, imece ve katliamdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ الّٰـت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ مِمَّٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّبِيُّ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ ’dır.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

اَحْلَلْنَا لَكَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَحْلَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لَكَ  car mecruru اَحْلَلْنَا  fiiline mütealliktir.  

اَزْوَاجَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الّٰـت۪ٓي  müfred müennes has ism-i mevsûl  اَزْوَاجَكَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْتَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰتَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. اُجُورَهُنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ la  اَزْوَاجَكَ ’ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  مَلَكَتْ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

مَلَكَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  يَم۪ينُكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, ما ملكتها يمينك (elinizin altındakiler) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  اَفَٓاءَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَفَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْكَ  car mecruru  اَفَٓاءَ  fiiline mütealliktir.

اَحْلَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حلل ’dir. 

اَفَٓاءَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  فيأ dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


 وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ الّٰت۪ي هَاجَرْنَ مَعَكَۘ وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ

 

بَنَاتِ  atıf harfi  وَ la اَزْوَاجَكَ ’ye matuf olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

عَمِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَنَاتِ عَمَّاتِكَ , بَنَاتِ خَالِكَ ,بَنَاتِ خَالَاتِكَ  atıf harfi  وَ la makabline matuftur. 

الّٰـت۪ٓي  müfred müennes has ism-i mevsûl  بَنَاتِ ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هَاجَرْنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

هَاجَرْنَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

مَعَكَ  mekân zarfı,  هَاجَرْنَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

امْرَاَةً  atıf harfi وَ la  اَزْوَاجَكَ ’ye matuftur. مُؤْمِنَةً  kelimesi  امْرَاَةً ’nin sıfatı olup lafzen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَهَبَتْ نَفْسَهَا  cümlesi  امْرَاَةً ’nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.

وَهَبَتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. 

نَفْسَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فهي حلّ له (O, ona helaldir.) şeklindedir.  لِلنَّبِيِّ  car mecruru  وَهَبَتْ  fiiline mütealliktir. 

 

  اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَاۗ خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ 

 

Cümle itiraziyyedir. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اَرَادَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  النَّبِيُّ  fail olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel amili  اَرَادَ ’nin mef’ûlü bih olarak mahallen mansubdur.  

يَسْتَنْكِحَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

خَالِصَةً  hal olup fetha ile mansubdur. لَكَ  car mecruru  خَالِصَةً ’e mütealliktir. مِنْ دُونِ  car mecruru  خَالِصَةً ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرَادَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَسْتَنْكِحَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, نكح dır. 

Bu bab fiile taleb, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar. 


 قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. عَلِمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  فَرَضْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

فَرَضْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ  car mecruru  فَرَضْنَا  fiiline mütealliktir.  

ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ  car mecruru  فَرَضْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la  اَزْوَاجِهِمْ ’e matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  مَلَكَتْ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

مَلَكَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَيْمَانُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi, يَكُونَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte اَحْلَلْنَا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 

2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 

4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’den sonra, 

6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَكُونَ  mansub muzari fiildir. عَلَيْكَ  car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

حَرَجٌ  kelimesi, يَكُونَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 


 وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâl كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. غَفُوراً kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. 

رَح۪يماً  ikinci haberi olup lafzen mansubdur.

غَفُوراً  -  رَح۪يماً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ الّٰـت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ مِمَّٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ الّٰت۪ي هَاجَرْنَ مَعَكَۘ وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً 

 


Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. Nida üslubunda talebî inşâî isnadtır. 

Nidanın cevabı olan … اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ الّٰـت۪ٓي  cümlesi,  اِنَّٓ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)

Mazi fiil sıygasıyla gelen …اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ الّٰـت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ  cümlesi,  اِنَّٓ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil oluşu hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

أحْلَلْنا لَكَ  [Size helal kıldık] sözünün manası onun için (peygamberimiz için) ibâhadır (mübahlık ifade eder). (Âşûr)

اَزْوَاجَكَ ’nin sıfatı olan müennes, cemi, has ismi mevsûl  الّٰـت۪ٓي ’nin sılası olan  اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfatlar cümlenin anlamını zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

أزْواج kelimesinin peygamber için olan كَ  zamirine izafesi, eşlerinin onun korumasında olduğunu gösterir. Bu yüzden ifade geçmiş bir teşri’nin beyanı niteliğinde olup aynı zamanda bir minnet ifade eder. (Âşûr)

اللّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  kısmı  أزْواجِكَ  kelimesinin sıfatıdır. Yani o hanımlar evlilik yoluyla nikâhına aldığın ve bu şekilde evliliğin nikâhla olduğunu ümmetine gösterdiğin kimselerdir. Nikâh ile mehirlerini verdiğin için  آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  sözü hakiki manasıyla mazi fiil olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

اَزْوَاجَكَ ’ye matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümledeki ikinci mevsûl  مَا , cer mahallinde olup başındaki harfi cerle birlikte mahzuf hale mütealliktir. Sılası olan  اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مِمّا أفاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ  sözü  ما مَلَكَتْ يَمِينُكَ  [Sağ elinizin sahip olduğu şeyler] sözü için açıklayıcı bir vasıftır, çünkü onunla murad edilen Mariyetü’l Kutbiyye annemizdir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayetin başındaki  اَحْلَلْنَا  ifadesinden sonra bu cümlede  اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ  şeklindeki gaib zamire geçiş iltifat sanatıdır.

وَبَنَاتِ عَمِّكَ  , وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ  , وَبَنَاتِ خَالِكَ  , وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ  izafetleri, temasül nedeniyle  اَزْوَاجَكَ ’ye atfedilmiştir.

بَنَاتِ  için sıfat olan has ism-i mevsûl  الّٰت۪ي ’nin sılası olan  هَاجَرْنَ مَعَكَۘ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَزْوَاجَكَ ’ye matuf olan  امْرَاَةً ’deki tenvin kesret ve cins ifade eder.

امْرَاَةً  için sıfat olan  مُؤْمِنَةً, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اَحْلَلْنَا لَكَ  diyerek muhatap zamiriyle başlamış sonra  وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ  şeklinde peygambere nebî diyerek gaib sıygasına ve ardından yine  خَالِصَةً لَكَ  denilerek muhatap sıygasına dönüşmüştür. Öncelikle  اَحْلَلْنَا لَكَ  ifadesinden sonra gaib sıygasına geçilmesi bu helalin sadece peygamberliğine has olması yönüyle düşünülmesi gerektiği, ardından da  خَالِصَةً لَكَ  ifadesiyle O’na tanınan dörtten fazla evlilik hakkından ve kendisini hibe eden kadının O’na helal olması ayrıcalığından dolayı sıkıntı duymaması için peygamberliğine iltifat edildiğinin düşünülmesi gerektiği şeklinde yorumlanmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Resulüllah'ın (s.a.) eşlerinin bir sayı ile sınırlandırılmadığı itibarıyla, bu talak ümmetine değil, yalnızca O’na mahsustur ve O’ndan başka kimsenin dört kadından fazla evlenmesi caiz değildir. (Âşûr)


اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ 

 


وَامْرَاَةً ’nin hali veya sıfatı olarak fasılla gelen  اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ  cümlesi, şarttır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri,  فهي حلّ له  [O, O’na helaldir.] olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)


 اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَاۗ خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ 

 

اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَا  cümlesi, itiraziyyedir. Hal olması da caizdir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı önceki şart cümlesinin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ, dahil olduğu  يَسْتَنْكِحَهَاۗ خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ  cümlesini nasb ederek manasını masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  اَرَادَ  fiilinin mef’ûlüdür. Muzari sıygada gelerek tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

خَالِصَةً  kelimesi,  يَسْتَنْكِحَهَاۗ  fiilinin mef’ûlünden hal veya mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir. 

مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَ  car-mecruru,  خَالِصَةً ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.

يَسْتَنْكِحَهَا  fiili, istif’âl babındadır. Sülasisi  نكح ’dır. Bu bab fiile, taleb, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.

Şayet birinci şart cümlesi ile birlikte ikincinin anlamı nedir? dersen şöyle derim: Bu, birinci şart cümlesinin kaydıdır; Allah kadını helal kılmak için hibeyi şart koşarken hibenin sahih olabilmesi için de Peygamberin onunla evlenmeyi kabul etmesini şart koşmakta ve adeta “Kadın kendisini sana hibe eder ve Sen de onunla evlenmek istersen onu Sana helal kıldık” buyurmaktadır; çünkü Peygamberin onu arzu etmesi, bu hibeyi kabul etmesinin ve hibenin tekemmül etmesinin şartıdır.

Şayet [Peygamber için] daha evvel muhatap sıygası kullanılırken kendisini Peygambere hibe eder, Peygamber de onunla evlenmeyi arzu ederse cümlesinde neden gaibe dönülmüş? dersen şöyle derim: Bu, hükmün özel olarak sadece Hz. Peygambere ait olduğunu ifade etmek içindir. Dönüşün peygamber lâfzı kullanılarak yapılması ise bu özel hükümlerin kendisine, peygamberliğinden dolayı ikram edildiğini göstermek içindir; peygamber lâfzının tekrar kullanılması ise onu yüceltmek içindir; böylece sözkonusu ikramı peygamber olduğu için hak ettiği iyice ortaya konmuş olmaktadır. (Keşşâf)

Sana has olmak üzere anlamındaki  خَالِصَةً  kelimesi, tıpkı  وَعَدَاللّه  [Allah’ın vaadi olarak… (Rum Suresi, 6)] ve  صِبْغة اللّه  [Allah’ın boyası olarak… (Bakara Suresi, 138)] terkiplerinde olduğu gibi pekiştirici bir masdardır yani  خُلِّصَ لكَ إحلالُ مَا أحْلَلْنَا لَكَ خَالِصة  [Sana özgü olarak helal kıldığımız şeyler tamamen sana mahsustur.] خَالِصَةً  kelimesi  خُلُوس  anlamındadır. Masdar anlamındaki fail ve faile sıygaları hiç de az değildir;  خارج  , قائد  , عافية  , كاذب  gibi.

خَالِصَةً  kelimesini  امْرَاَةً ’nin sıfatı kabul edenin görüşüne göre ise mana, [Bu kadın diğer müminlere değil, sadece sana helaldir] demektir. (Keşşâf) 

Bu kelamda Peygamberimizin iki kez peygamber unvanıyla zikredilmesi ikram içindir ve bu hükmün sabit olmasının sebebinin, peygamberlik vasfı olduğunu bildirmek içindir. Bu itibarla hüküm, Peygamberimize mahsustur. Nitekim “müminlerden ayrı, sana mahsus olarak” ifadesi de bunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)


 قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ 

 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin başındaki  قَدْ  tekid içindir. Tahkik ifade eder. İtiraz cümleleri itnab babındandır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Îtiraz, bir kelamın ortasında veya aralarında mana açısından benzerlik olan iki kelam arasında (ikincisi birincinin tekidi, beyanı, bedeli veya matufu olma açısından) yer alan ve îrabdan mahalli olmayan bir veya birkaç cümleye denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلِمْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَزْوَاجِهِمْ e matuf olan ikinci ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ  şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sebep bildiren  كَيْ ’in gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, harf-i cerle birlikte  اَحْلَلْنَا  fiiline veya  خَالِصَةً’e mütealliktir. 

Menfî muzari sıygadaki nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  عَلَيْكَ  car mecruru,  يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَرَجٌۜ  kelimesi,  يَكُونَ ’nin muahhar ismidir.

حَرَجٌ daki tenvin kıllet, nev ve umum ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

الّٰت۪ي  -  بَنَاتِ  -  مَا  -  اَزْوَاجَ  -  مَا مَلَكَتْ  -  النَّبِيُّ  -  اِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr,  اَيْمَانُهُمْ  -  يَم۪ينُكَ  , يَكُونَ  -  كَانَ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَكَ  -  عَلَيْكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, مُؤْمِنَةً  -  مُؤْمِن۪ينَۜ , خَالَاتِكَ  -  خَالِكَ  - عَمَّاتِكَ  -  عَمِّكَ  kelimelere arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,

امْرَاَةً  -  بَنَاتِ  ve  اَفَٓاءَ  -  اَحْلَلْنَا  -  وَهَبَتْ  ve  غَفُوراً  -  رَح۪يماً  gruplarındaki kelimeler arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Hz. Peygambere helal kılınan kadınlar ve durumlarının sayılması cem mea-taksim sanatıdır.

Bu ayette  قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ  cümlesi,  اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ  veya  خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi ile  لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ  cümlesi arasında itiraziyye cümlesidir. Sebebiyet bakımından birbirine bağlı olan bu iki cümle arasına girmiştir. (Kanatbek OrozobekovArap Dilinde Cümle-i Muterize ve Kuranı Kerimden Seçme Örnekler)


 وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

 

وَ , istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eder.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

فَرَضْنَا daki azamet zamirinden bu cümlede lafza-i celale iltifat vardır. 

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

غَفُورًا رَح۪يمًا۟  şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani  Allah ezelde غَفُوراً  ve  رَح۪يماً  olduğu gibi gelecekte de Gafur ve Rahim’dir. O’nun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el İsfehani  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

“Zaten Allah, daima Gafur'dur; Rahim'dir.” Yani Allah, kaçınılması zor olan günahlar için çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. İşte bundan dolayıdır ki sıkıntı olabilecek konularda hükümleri genişletmiştir.

 
Günün Mesajı
Kur'ân, güneşi lamba, ayı ise semada parlayan, ışık saçan bir cisim olarak niteler. Bu âyet ise, Allah Rasülü aleyhissalâtü vesselâm'ı ışık saçan, parlayan bir lamba olarak takdim buyurmaktadır. Yani O, insanlığın ve cinlerin semasında, onların dünyalarını aydınlatan bir güneştir. Kur'ân'ın O'nun hakkında hem güneş, hem de ay için kullandığı kelimeleri kullanması, onun parlak bir ışık sahibi olduğunu, fakat O'nun bu ışığı, bütün ışıkların kaynağı Cenab-ı Allah'tan aldığını ortaya koyar.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, neye kulak vermesi ve nereye bakması gerektiği hakkında seçimlerini düşünerek yapmalıdır. Zira; ısrarla batılların arasında dolananın hakka ulaşması ya da kendisini hakikat ile meşgul etmesi ve inkarcılarla münafıkları etrafına toplayanın Allah yolunda ilerlemesi ya da ayaklarının sağlam basması zorlaşır.

Kulakları ve gözleri, hep hakikati arayan ve devamlı hakikat ile meşgul olabilen kişinin dünyaya olan bağlılığı zayıflar. Kimin rızası için dünyaya geldiğini ve dünyanın geçiciliğini daha net hatırlar. Zorluklar içinden kolaylıklar görünür. Hayır ve rahmet kapılarının esintisi kalbini ferahlatır. Geleceğe dair kuruntularından ve geçmişten kalan üzüntülerinden sıyrılır. Zira; o artık Rabbine kavuşmayı istemektedir.

Ey Allahım! Rasul’un hz. Muhammed (sav)’i bize; şahit, müjdeci, uyarıcı, Senin yoluna davetçi ve etrafını aydınlatıcı olarak gönderdiğin için Sana sonsuz hamd olsun. Salat ve selam, ona ve ailesine olsun. 

Ey Allahım! Bizi zikrin ve ilmin ile meşgul eyle. Gözümüz ve kulağımız devamlı hakikatte olsun. Zihnimiz hakikat üzerine düşünsün, kalbimiz hakikat ile arınsın. Geçmiş yaşanmış, gelecek ise Sana emanet diyerek ve rızanı gözeterek içinde bulunduğumuz anı değerlendirmek kalsın. Allahım! Bizi, Sana kavuşmak isteyen kullarından eyle ve kavuşanların arasına kat. 

Amin.

***

Elinin ulaşabileceğine inandıklarını istemek, onları kazanmak için çabalamak ve hedefler belirlemek kolaydır. Fakat hep dünyanın keyfini sürmek ve nefsini şımartmak için yaşayanın hayatı yüzeyseldir yani sadece aklının aldığı dünyalıklardan ibarettir. 

Bunun sonucunda da ihtiyaç duyduğu çareleri ve cevapları yalnız maddi alemde arar. Halbuki insanın öncelik vermesi gerektiği bir manevi alemi vardır. Bu yüzden de daha iyi hissetmek ya da iyileşmek, tek başına sıkıntılardan ya da hastalıklardan kurtulmak değildir.

Manevi alemi karanlıkta kalan kişinin, bedeninin aydınlığa kavuşmasının etkisi geçicidir. Zira kalbi kör olanın gözlerinin gördüğü, kulaklarının işittiği ve aklının aldığı eksiktir. Böyle bir insan yarım kalır ve devamlı bastırmaya çalıştığı bir çeşit huzursuzlukla boğuşur.

Ey Allahım! Karanlıkta kalmaktan ve karanlıkta kalanlara benzemekten muhafaza buyur. Bizi Senin nurun ile iki cihanda da aydınlığa kavuşanlardan eyle. Sadece dünyayı istemekten muhafaza buyur. Maddi ve manevi alemi, Senin şifan ve rahmetin ile buluşanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji