وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلاًۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun ki |
|
2 | اتَيْنَا | verdik |
|
3 | دَاوُودَ | Davud’a |
|
4 | مِنَّا | tarafımızdan |
|
5 | فَضْلًا | bir üstünlük |
|
6 | يَا جِبَالُ | dağlar |
|
7 | أَوِّبِي | tesbih edin |
|
8 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
9 | وَالطَّيْرَ | ve (ey) kuşlar |
|
10 | وَأَلَنَّا | ve yumuşattık |
|
11 | لَهُ | ona |
|
12 | الْحَدِيدَ | demiri |
|
Hz. Dâvûd İsrâiloğulları’na gönderilmiş olan, Kur’an-ı Kerîm’de ve Kitâb-ı Mukaddes’te hakkında geniş bilgi verilen peygamberlerdendir (Hz. Dâvûd hakkında bilgi için bk. Bakara 2/251; Neml 27/15). Bazı müfessirler bu ve müteakip âyetlerde Dâvûd ve Süleyman’dan söz edilmesi ile önceki âyetin sonunda geçen “Allah’a yönelen kul” anlamındaki münîb kelimesinin kullanılmış olması arasında şöyle bir bağ kurmuşlardır: Cenâb-ı Allah başka âyetlerde de (bk. Sâd 38/24, 34) bu iki kulu hakkında bu kelimeyle aynı kökten gelen enâbe fiilini kullanmıştır (Şevkânî, IV, 360). “Tevbe ve ihlâs ile Allah’a yönelmek” söz konusu olduğunda bu erdemin iki güzel örneği de bu iki peygamberdir.
Bu âyette fadl kelimesiyle ifade edilen ve Dâvûd’a verildiği bildirilen “müstesna lutuf”un ne olduğuna ilişkin belli başlı yorumlar şunlardır: Peygamberlik, hükümdarlık, Zebûr isimli kutsal kitap, ilim, adaletle hükmetme yeteneği, savaşta üstün cesaret, güç kuvvet, bol nimet, güzel ses, sağlıklı uzun ömür, insanların işlerini düzeltme ve aralarını bulma mahareti, dağları etkileme veya buyruğuna alma kudreti, özel zırhlar imal etme becerisi ve bu sayede başkalarına muhtaç olmadan geçimini sağlayabilmesi (Şevkânî, IV, 360; İbn Âşûr XXII, 155-156). Bu kelimeye “müstesna, üstün” nitelemesi eklemeden âyetin ilk cümlesini “Andolsun biz Dâvûd’a bir lutufta bulunduk” şeklinde çevirmek de mümkündür.
Âyette emir kipiyle geçen evvebe fiili sözlükte “dönme, döndürme, yürüme” gibi mânalara gelmektedir. Müfessirler genellikle –sözlük anlamlarıyla da bağ kurarak– burada “tesbih etme”nin kastedildiğini belirtirler (Habeş dilinde bunun “tesbih etme” anlamına geldiği görüşünü İbn Atıyye zayıf bulur). Tesbîh Allah Teâlâ’nın yüceliğini, O’nun her türlü noksanlıktan münezzeh olduğunu ifade etmek demektir; bu da sözle veya hal ile olabilir. Dağların ve kuşların tesbih etme biçimi hakkında ise farklı yorumlar vardır. Bazı müfessirler bu varlıklara kendilerine özgü tesbih ile Dâvûd’a eşlik etmelerinin emredildiği kanaatindedirler. Diğer bir yoruma göre ise âyette, Hz. Dâvûd’un kendini kullukta kusurlu bularak Allah’a yakarırken gür sesiyle dağı taşı inletmesine ve âhenkli terennümüne kuşların eşlik etmesine değinilmektedir (bk. Taberî, XXII, 65-66; Zemahşerî, III , 253; İbn Atıyye, IV, 407). Elmalılı, bu âyet –ve başka bazı deliller– dikkate alındığında, mûsikinin İslâm’da mutlak biçimde yasaklandığı düşüncesinin yanlış olduğunun anlaşılacağına dikkat çeker (bk. VI, 3948-3949). Hz. Dâvûd’un sesinin bu tarzda mâkes bulması, dağların ve kuşların onunla birlikte tesbih etmesi ister aklî ve tecrübî ölçüler içinde ister bir mûcize olarak açıklansın, âyetin mesajını şöyle özetlemek mümkündür: Hz. Dâvûd’un yakarışı öylesine içten ve güçlü idi ki, bu yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmasına, O’nun dilemesiyle dağlar ve kuşlar üzerinde bile etki meydana getirmesine, kulluktaki samimiyet ve yürekten bağlılık konusunda insanlığa örnek gösterilmesine vesile olmuştur. 11. âyetin sonunda açıkça ifade edildiği üzere, bütün bu anlatımlardan çıkarılması istenen sonuç, “kişinin ilâhî kontrol altında bulunduğu bilincini koruyarak daima iyi ve yararlı işler yapma çabası içinde olması gereği”dir.
“Onun için demiri yumuşattık” ifadesi açıklanırken birçok tefsirde, Allah’ın lutfuyla demirin Hz. Dâvûd’un elinde –ateşte eritmeksizin– mum veya çamur gibi oluverdiği ve çekiç gibi âletler kullanma ihtiyacı duymadan demire istediği biçimi verebildiği belirtilir (Taberî, XXII, 66-67; İbn Atıyye, IV, 407; Râzî, XXV, 245-246). Kuşkusuz tabiat kanunlarının da vâzıı olan yüce Allah dilediğinde istediği kulları için olağan üstülükler sağlayabilir. Dolayısıyla, tefsirlerdeki bu ayrıntılar naklî delillerle bildirilmiş olsaydı bunları olduğu gibi kabul etmek gerekirdi. Fakat müteakip âyet dikkatle incelendiğinde, bu ifadenin Dâvûd’u demiri işlemeye yöneltme, bu konuda ona yeterli bir güç ve özel bir maharet verme anlamıyla açıklanması daha uygun görünmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 416-418
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلاًۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. دَاوُ۫دَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَّا car mecruru فَضْلاًۜ ’nin mahzuf haline mütealliktir. فَضْلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ
يَٓا nida harfidir. جِبَالُ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. Nida cümlesi, mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, قلنا (Dedik) şeklindedir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوِّب۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ’sı fail olarak mahallen merfûdur. مَعَهُ mekân zarfı muhataba ي ‘sının mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ vav’ı maiyyedir. الطَّيْرَۚ mef’ûlün maah olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlün maah: Beraberlik bildiren mef’ûldür. Vavu’l-maiyye’den (و) sonra gelir. Cümleden mef’ulün maah çıkarıldığında cümle faili ve mef’ulüyle bir mana ifade etmelidir. Mef’ûlün maah mansubdur. Mef’ûlün maah fiilinin önüne geçemez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوِّب۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi اوب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru اَلَنَّا fiiline mütealliktir. الْحَد۪يدَۙ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَلَنَّا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لين ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلاًۜ
وَ , istînâfiyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve لَ mahzuf kasem ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلاً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. اٰتَيْنَا azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنَّا , ihtimam için mef’ûl olan فَضْلاً ’e takdim edilmiştir.
مِنَّا ifadesindeki مِن harf-i ceri ibtidaiyye içindir ve آتَيْنا fiiline mütealliktir. مِن لَدُنّا veya مِن عِنْدِنا anlamındadır. Bu ise “رِزْقًا مِن لَدُنّا” ayeti celilesindeki gibi Davud (as)’a verilen fazileti teşrif içindir. (Âşûr)
فَضْلاً ’deki tenvin, nev, kesret ve tazim ifade eder.
Allah Teâlâ’nın kulu Davud üzerindeki lütuf ve ihsanının zikri, O’nun hakkıyla kendisine yönelenlere gösterdiği hüsnü inayeti göstermesi ve tam tersi olarak O’nun ayetlerinden ibret almayıp yüz çevirenlere karşı tariz içindir. (Âşûr)
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayette “katımızdan” denilmesi, zatı tazim manasını اٰتَيْنَا (biz verdik) izafe tazimi ile tekid içindir. Nitekim bu kabilden olarak diğer bir ayette şöyle denilmektedir: “Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona katımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf Suresi, 65) (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Bu cümlede فَضْلاً kelimesinin nekre olarak getirilmesi nimetin büyüklüğünü vurgulamak içindir. Büyük bir nimet verdik demektir. Davud'un, فَضْلاً kelimesinden önce söylenmesi ona verilen önemi ve nimete teşviki ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Âşûr)
Şerefüddîn et-Tîbî, Davud ve Süleyman’ın (as) zikrine geçişi tehallus olarak adlandırmıştır. Başka bir vecihten bu geçiş, uzun olsa dahi istitrat (bir konudan diğerine geçme) veya itiraz ifadesi olarak isimlendirilebilir. (Âşûr)
يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ
Nida üslubunda, talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri قلنا (dedik) olan fiilin mekulü’l-kavlidir. Nidanın cevabı olan اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Nekre-i maksude olan جِبَالُ , münadadır. Gayri akil varlıklara hitap edilerek kişileştirme yapılmıştır. Bu istiaredir. Akılsız varlıklar, insan menziline konulmuştur.
مَعَهُ car mecruru, اَوِّب۪ي ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.
Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede mütekellim zamirine iltifat vardır.
Mef’ûlün maah olan وَالطَّيْرَۚ ’daki وَ , maiyyedir.
Zemahşerî ayetin tefsîrinde şöyle der: Dağlara ve kuşlara yapılan bu hitapta rubûbiyetin izzeti ve ulûhiyetin kibriyasına güçlü bir gönderme vardır. Akıl sahibi olmamalarına rağmen dağlar ilâhi emirlere kulakdar, itaatkâr ve amade olan akıl sahibi canlılar konumuna yükseltilmişlerdir. İşte bu hitapta canlı ve cansız, dilli ve dilsiz ne kadar yaratılmış varsa hepsinin Allah’ın iradesine karşı gelemeyeceği ve daima O’nun iradesine boyun eğeceklerine güçlü bir vurgu vardır. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları ve Ebüssuûd)
يَا جِبَالُ (Ey dağlar!) ifadesi ya فَضْلاً (lütuf)’tan veya اٰتَيْنَا (ihsan ettik)’ten bedeldir. İfade ‘ey dağlar sözümüz’ veya ‘ey dağlar dedik’ şeklinde takdir edilir. تأْويب (Döndürme) ve أوب (dönme) kelimelerinden olmak üzere اَوِّب۪ي ve أوبي şeklinde okunmuştur; Tesbihi onunla birlikte tekrarla veya o tesbihe her döndüğünde sen de dön anlamındadır. Çünkü o döndüğünde o da döner. (Keşşâf)
Davud'a öyle güzel bir ses, öyle şanlı bir eda verilmiştir ki akşam, sabah tesbih ettikçe onun sesine bütün dağlar ve kuşlar katılırlar, çınlar öterlerdi. Demek ki güzel sesle nağmeler Davud'un özel bir üstünlüğü, kuşları dahi başına toplayan bir mucizesi olmuştu. Bu mana iledir ki Davudî ses meşhur olduğu gibi Davud'un Mezamir'i (Zebûr'un Sureleri) de meşhurdur. Bu güzel sanatı, İslam'da kesin olarak kınanmış bir sanat zannedenler olmuştur. Fakat bilmek gerekir ki kınanmış olan fasıklığa yol açan nağmelerdir. Yoksa Kur'an okunurken tertil (Kur'an'ı usulüne göre okuma) ve sesini güzelleştirme emrolunan bir şeydir. Bu konuda sahih hadis kitaplarında birçok hadisler vardır. Birçokları “gına”nın yani musikînin etkisini ruhanî zannederler. Böyle bir zan, ruhu hava zannetmektir. Ses bir hava titreşimi olduğu için, müziğin doğrudan doğruya verdiği etki ve heyecan, cismanî ve sinirsel bir etkidir. Teganni yani bir parçayı makamla okuma, ancak bir kelimenin, bir sözün manasını ruha duyurmaya hizmet etmesi itibarıyladır ki ruhanî bir değer alabilir. Fasıklar hep şehvete yönelen konularla cismanî heyecan aradıkları için manayı öldürerek sadece sinirlere basan kuru nağmelerle cismanî etki arar. Bu ise ruhanî şuuru terbiye değil yok eder. Belki fasık için tamamıyla kendinden geçip hiçbir şey hissetmeyerek mest olmak bir zevktir. Fakat dinin, şeriatın vermek istediği zevk bu değil, güzel manalı, mukaddes şuurlu bir hayat yaşatmaktır. (Elmalılı)
وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ
Ayetin son cümlesi اٰتَيْنَا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , ihtimam için mef’ûl olan الْحَد۪يدَۙ ’ye takdim edilmiştir.
“Ona demiri de yumuşattık.” Yani ateşte kızdırma ve çekiçle dövme olmaksızın, biz demiri onun elinde mum gibi yaptık; o, dilediği gibi demire şekil veriyordu. Yahut diğer insanların kuvvetine göre mum ne kadar yumuşak ise onun kuvveti karşısında demiri öyle yumuşak kıldık. (Ebüssuûd)