اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَلَمْ |
|
|
2 | يَرَوْا | görmüyorlar mı? |
|
3 | إِلَىٰ |
|
|
4 | مَا | bulunanı |
|
5 | بَيْنَ | arasında (önlerinde) |
|
6 | أَيْدِيهِمْ | elleri (önlerinde) |
|
7 | وَمَا | ve bulunanı |
|
8 | خَلْفَهُمْ | arkalarında |
|
9 | مِنَ | -ten |
|
10 | السَّمَاءِ | gök- |
|
11 | وَالْأَرْضِ | ve yerden |
|
12 | إِنْ | eğer |
|
13 | نَشَأْ | dilesek |
|
14 | نَخْسِفْ | batırırız |
|
15 | بِهِمُ | onları |
|
16 | الْأَرْضَ | yere |
|
17 | أَوْ | ya da |
|
18 | نُسْقِطْ | düşürürüz |
|
19 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
20 | كِسَفًا | parçalar |
|
21 | مِنَ | -ten |
|
22 | السَّمَاءِ | gök- |
|
23 | إِنَّ | şüphesiz |
|
24 | فِي | vardır |
|
25 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
26 | لَايَةً | bir ibret |
|
27 | لِكُلِّ | hepsi için |
|
28 | عَبْدٍ | kul(ların) |
|
29 | مُنِيبٍ | yönelen |
|
Bu âyetin “Kendilerini her yönden kuşatan göğe ve yere bakıp düşünmezler mi?” şeklinde çevrilen kısmı için yapılan yorumlardan biri şöyledir: Onlar bütün yönlerden bizim yarattığımız gök ve yer ile kuşatılmış olduklarını görmüyorlar mı ki, yere onları yutmasını veya göğe üzerlerine parçalar düşürmesini emretmemizden çekinmiyorlar! (Taberî, XXII, 64). Bunun deyimsel bir ifade olduğu kanaatini taşıyan Muhammed Esed’in yorumu şöyledir: “Yukarıdaki ifade bu bağlamda –ve 2/255’te– insanın ulaştığı yahut kendisine sunulan bilginin önemsizliğini vurgular; o halde insan, yeniden dirilmenin ve öldükten sonraki hayatın insan tecrübesinin ulaşamayacağı bir fenomen olduğunu, diğer taraftan, evrendeki her şeyin Allah’ın sınırsız yaratma gücünü ispatladığını gördüğü halde nasıl bu realiteleri inkâr edecek kadar küstah olabilir?” Onun için yazar bu cümleyi şöyle çevirmiştir: “Göğün ve yerin ne kadar az kısmının önlerine serildiğini, ne kadarının da gizlendiğini anlamazlar mı?” Aynı yazar âyetin devamındaki, “yerin dibine geçirme ve gökten parçalar düşürme” ifadesinin, önceden kestirilemeyen jeolojik ve kozmik olaylara –yer sarsıntısı, meteor veya meteoritlerin düşüşü, kozmik ışınlar vb.– yapılan bir atıf olduğunu, bunun yukarıda verilen tercümeyi desteklediğini ve Allah’ın bilgisinin kuşatıcılığına ve yüceliğine nazaran insanın güçsüzlüğünü vurguladığını belirtmektedir (II, 872, 873).
Bize göre de insanlar önlerinde (fiilen bilgi alanlarında) olan şeyler üzerine düşündükleri gibi, bir yandan da bilgilerinin sınırlı olduğunu (bilinmeyen, önde değil arkada olan şeylerin de bulunduğunu) idrak eder ve düşünürler. Bu iki alanlı düşünme onları bir Allah’a iman etmeye götürebilir.
Kur'an Yolu Tefsiri Yolu Cilt: 4 Sayfa: 414
اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ
Hemze istifhâm harfidir. Ayet atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا (Gaflet mi ettiler?) şeklindedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَرَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَعْلَمْ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûl اِلٰى harf-i ceriyle يَرَوْا fiiline mütealliktir. بَيْنَ mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.
اَيْد۪يهِمْ muzâfun ileyh olup ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ’la ilk مَا ’ya matuftur.
خَلْفَهُمْ mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru mevsûlun mahzuf haline mütealliktir. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. نَشَأْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.
kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen نَخْسِفْ cümlesi şartın cevabıdır.
نَخْسِفْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. بِهِمُ car mecruru نَخْسِفْ fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُسْقِطْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. عَلَيْهِمْ car mecruru نُسْقِطْ fiiline mütealliktir. كِسَفاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ السَّمَٓاءِۜ car mecruru كِسَفاً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ba’z manası kazandırmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُسْقِطْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سقط ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. لِكُلِّ car mecruru اٰيَةً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. عَبْدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُن۪يبٍ۟ kelimesi عَبْدٍ ’nin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُن۪يبٍ۟ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet فَ ile takdiri …أغفلوا (Gaflet mi ettiler) olan mukadder istînâf cümlesine atfedilmiştir. Hemze inkârî istifham harfidir. لَمْ , muzariyi cezmederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir.
Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama ve uyarı anlamlarına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır
Cümlenin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve istimrar ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا harf-i cerle birlikte يَرَوْا fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl tezat nedeniyle birinciye atfedilmiştir.
“Onlar, şu gökten ve bu yerden önlerinde ve arkalarında bulunanları görmediler mi?”
Bu kelam, o kâfirlerin cüret ettikleri Allah'ın ayetlerinin tekzibinin pek korkunç bir inkâr olduğunu, Peygamberimiz hakkında söylediklerinin pek ağır bir vebal olduğunu ve bunların, hiç gecikmeksizin acil olarak en şiddetli cezayı ve en feci azabı mucip olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)
Bu tehdit cümlesi, arada parantez arası cümle gibidir. Şüphesiz ki onda, o göğe ve yere bakıp da önünü ardını düşünmekte mutlak bir ayet bulunur. Bir delil, açık bir alamet bulunur ki Allah'ın kudretini ve Peygamberin dediğini ve gerçekten didik didik dağıldıktan sonra da yeni bir yaratmanın mutlak olduğunu ve bu yaratılmanın boş bir oyuncaktan ibaret olmayıp bu dünyanın bir ahireti bulunduğunu anlatır. Fakat herkes için değil Allah'a dönen her kul için “inabe” eden yani tutuculuktan vazgeçip Hakk'a dönen her kul için. (Elmalılı)
مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ, ikinci mevsûlün mahzuf haline mütealliktir.
بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ - خَلْفَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
سَّمَٓاءِۜ - اَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِۜ
Şart cümlesi نَشَأْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ cümlesi, اَوْ harfiyle cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari sıygada gelerek istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden fiillerin azamet zamirine isnadı ayrıca tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan كِسَفاً ’e takdim edilmiştir.
“Biz dilesek onları yere batırırız yahut üzerlerine gökten parçalar düşürürüz.”
Bu kelam, göklerin ve yerin, o insanları kuşatmalarının arz ettiği muhtemel tehlikeyi beyan etmektedir. Bu kelam, tehlikenin gerçekleşme sebeplerinden ilâhî irade dışında bir şeyin kalmadığına da dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)
كِسَفاً ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru, كِسَفاً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
مِنَ harfi ceri ba’z manasınadır. (Âşûr)
السَّمَٓاءِۜ - الْاَرْضَ ve مَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette taksim sanatı yapılmıştır. Müteaddit şeyler zikredildikten sonra her birine ait hallerin tayin edilerek ifade edilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ cümlesi tehdit içerikli bir itiraz cümlesi olup inkârî taaccüp manasındadır. (Âşûr)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla, önceki manayı ta’lil sadedinde gelmiştir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyh olan لَاٰيَةً ’in nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟ cümlesi, daha önce geçtiği gibi kişiyi teemmül ve tedebbüre teşvik etmesi babından inkâri taaccüptür ve tekid harfinin buradaki konumu yalnızca ta’lil (sebep bildirme) içindir. (Âşûr)
مُن۪يبٍ۟ kelimesi عَبْدٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
عَبْدٍ ’deki tenvin tazim içindir.
مُن۪يبٍ۟ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. -faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cümlede müsned olan ذٰلِكَ, delilleri işaret ederek onları tazim ve tekrim ifade eder.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. Bu sebeple işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ayetin bu son cümlesi, bir çok surede ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
“Hiç şüphesiz bunda hakka yönelen her kul için açık bir ibret vardır.” Zira bir kul, göklerin ve yerin düzenini yahut mezkûr vahyi düşündüğü zaman, çirkin hareketlerde bulunmaktan kaçınır ve Yüce Allah'a yönelir. Bu kelamda, tövbeye ve Allah'a yönelmeye büyük teşvik vardır. Bundan sonraki ayetlerde de bu teşvik tekid edilmektedir. (Ebüssuûd)