اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفْتَرَىٰ | uydurdu mu? |
|
2 | عَلَى | karşı |
|
3 | اللَّهِ | Allah’a |
|
4 | كَذِبًا | bir yalan |
|
5 | أَمْ | yoksa |
|
6 | بِهِ | kendisinde -mi var? |
|
7 | جِنَّةٌ | delilik- |
|
8 | بَلِ | hayır |
|
9 | الَّذِينَ | kimseler |
|
10 | لَا |
|
|
11 | يُؤْمِنُونَ | inanmayanlar |
|
12 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
13 | فِي | içindedirler |
|
14 | الْعَذَابِ | azab |
|
15 | وَالضَّلَالِ | ve bir sapıklık |
|
16 | الْبَعِيدِ | uzak |
|
Hz. Muhammed’in peygamberliği ile ilgili olarak etrafa yayılan haberler karşısında Mekke müşrikleri hac mevsiminde dışarıdan geleceklere olumsuz telkinde bulunmak üzere bir fikrî hazırlık yapma ihtiyacı hissetmişlerdi. İşte bu sözün böyle bir hazırlık sonunda üretilmiş olması muhtemeldir. Onu dışarıdan gelenlerin gözünde küçük düşürmek ve kendilerinin ona karşı düşmanca tavır takınmalarını mâzur göstermek üzere geliştirdikleri bu olumsuz propaganda ifadesinde “Bir adam gösterelim mi size?” şeklinde bir üslûp kullanmaları da özel bir amaç taşıyordu: Resûlullah Mekke müşrikleri arasında çok iyi tanınan bir kişi olmasına rağmen, dışarıdan gelip onun hakkında soru soracak kimselerin kendisini ciddiye almamaları için, fazla tanınıp bilinmeyen bir şahıstan söz ediliyor izlenimi vermek istiyorlardı (İbn Âşûr, XXII, 147-151).
“Asıl âhirete inanmayanlar azaptadırlar” cümlesindeki azaptan maksat âhiretteki azap olabileceği gibi dünyada çekecekleri azap da olabilir (İbn Atıyye, IV, 406). Zira âhiret inancı olmayan kimsenin hayata bakışı kötümserdir, geleceğe yönelik ümitleri zayıftır, yapıp ettikleriyle ilgili açık bir hedefi yoktur. Bu hâlet-i rûhiye, onun dünyada da için için bir azap yaşaması sonucunu doğurur. Müşrik Araplar’da da görülen bu ruh hali âhirete inanmayan modern insanda daha çok ölümden kaçış ve ölümü unutma çabası şeklinde, bu kaçış da âhiret inancının yerine ihtiraslarını ikame etme tarzında tezahür etmektedir. Oysa bu gibi kimselerin ölümü hatırlamaları kendilerine bir acı veriyorsa, hatırlamamaları –daha doğrusu unutmak için ortaya koydukları zorlama çabaların verdiği tatminsizlik ve huzursuzluk– bin acı vermektedir. Bu durum, İslâmî öğretilerde ölümü hatırlamaya özel bir önem verilmesini daha anlamlı kılmaktadır.
اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ
Hemze istifhâm harfidir. اَفْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru اَفْتَرٰى fiiline mütealliktir. كَذِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl اَمْ 2. Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِه۪ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جِنَّةٌۜ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَفْتَرٰى fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فرى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir. فِي الْعَذَابِ car mecruru الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الضَّلَالِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. الْبَع۪يدِ kelimesi الضَّلَالِ ’in sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin bu ilk cümlesi kâfirlerin sözleridir.
Hemze istifham harfidir. İki hemzenin bir araya gelmesi sebebiyle vasıl hemzesi hazf edilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mazi sıygada gelen cümle temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
كَذِباً kelimesi, اَفْتَرٰى fiilinin mef’ûlüdür. Kelimedeki tenvin kesret ve tahkir için olabilir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَى اللّٰهِ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan كَذِباً ’e takdim edilmiştir.
اَمْ بِه۪ جِنَّةٌ cümlesi, makabline اَمْ atıf harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Bu cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır. بِه۪ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. جِنَّةٌۜ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh جِنَّةٌۜ ’deki tenvin kesret ve tahkir kastına matuftur.
اَفْتَرٰى - كَذِباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)
Câhız, inanmayanların bu söylemleriyle Hz. Peygamberin insanları yeniden dirilişe inanmaya çağırmasını Allah’a iftira ya da deli haberi olarak nitelendirdiklerini ifade eder. Câhız’a göre onlar “deli” sözüyle yalan haberi kastetmemişlerdir. Çünkü اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ ibaresi yalan kastedilerek söylenen اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً kısmına mukabil olarak gelmiştir. Dolayısıyla yalan haber olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Çünkü bir şeyin başka bir şeyin mukabili olması, onun dışında başka bir şey olduğu anlamına gelmektedir. Kâfirler, Hz. Peygamber’e inanmadıkları için söylenen sözün, sahibinin kanaatiyle uyuşmaması bakımından doğru haber olarak nitelendirilmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla Câhız’a göre ayette deli haberi olarak nitelenen اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ ibaresi doğru veya yalan haber olarak kabul edilemez. Cahiliyye Araplarının ise kelimeleri gelişigüzel seçmeleri de düşünülemez. Bu nedenle doğru ve yalan haberin dışında üçüncü bir haber çeşidinin olması gerekir.
Cumhura göre اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ ibaresi أمْ لَمْ ئَفْتَري takdirinde olup (Yoksa o (Muhammed) Allah’a iftira etmedi mi?) anlamındadır. Burada Hz. Peygamber bir iftira çeşidi olmayan جِنَّةٌۜ ’le nitelenmiştir. Çünkü iftira kasten yalan söylemek anlamını taşımaktadır. Deli ise iftira etmekle nitelenemez. Dolayısıyla ayette ikinci ibareden (deli haberi) kasıt iftira değildir. Bu nedenle deli haberi yalanın mukabili olmayıp ondan daha özel bir kavram olan iftiranın mukabilidir. Ayet-i kerime, yalan haberi, onun iki türü olan kasıtlı yalan ve kasıtlı olmayan yalan şeklinde iki kısma ayırmıştır. (İbrahim Kara , Abdurrahman Hasan Habenneke El-Meydânî Ve Belâgat İlmine Katkıları)
بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلِ idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَلِ harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, adı geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir amacına matuftur.
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. فِي الْعَذَابِ cümlesi mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ tamlaması, فِي الْعَذَابِ ’e matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür.
فِي الْعَذَابِ ve الضَّلَالِ الْبَع۪يدِ ifadelerindeki فِي harfinde istiare vardır. فِي harfi zarfiye ifade eder. Azap ve sapkınlık içi olan nesnelere benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi) Bu istiareyle azabın ve dalaletin şiddetinin ne kadar korkunç olduğu vurgulanmıştır.
وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ ifadesinde mecazî isnad vardır. Uzak anlamındaki الْبَع۪يدِ , dalaletin sıfatı olmakla dalaletin derecesindeki büyüklüğü ifade etmiştir. Yolun uzaklığı, dalaletteki derinliğe benzetilmiştir.
Şayet sapmanın uzak olmakla nitelenmesinin anlamı nedir? dersen şöyle derim: Bu mecazî isnad türündendir. Çünkü uzak kelimesi yoldan uzaklaşan sapmışın sıfatıdır. O, yoldan ne kadar çok uzaklaşırsa o kadar çok sapmış olur. (Keşşâf)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فِي الْعَذَابِ kavlinde ahiretteki halleri, bu dünyadaki halleri ile vasıflanmak suretiyle idmâc yapılmıştır. Zarfiyye; bu azabın onlar için hazırlandığını ifade etmiş, böylece في harfinde iki mecaz meydana gelmiştir. Biri azabın onlar için hazırlandığı, diğeri de azap ve dalaletin birbirine bağlı olduğu ve adeta birlikte gerçekleştiği manasıdır. Burada henüz gerçekleşmemiş bir vakıanın gerçekleşmiş gibi zikredilmesi, gerçekleşeceğinin katiyyetine olan vurgudan dolayıdır. (Âşûr)
فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ Ayette önce azabın, sonra azabı gerektiren sapkınlığın zikredilmesi, onları üzecek ve bedenlerini sarsacak olan şeyi acele zikretmek ve bir de azabın, onlara son derece süratle terettüp edeceğini bildirmek içindir. Sanki azap, onların sapkınlığıyla yarışıyor da onun önüne geçmektedir.
Sapkınlık, aslında sapkınlığın vasfı iken, sapıklığın vasfı olarak zikredilmesi, mübalağa içindir.
Ayette, o kâfirlerin zamirle anılmayıp لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ (ahirete inanmayanlar) bu şekilde zikredilmeleri, onların irtikâp ettikleri ve cüret gösterdikleri korkunç şenaatlerin (alçaklıkların) sebebinin, ahireti ve ahiretteki çeşitli azapları inkâr etmeleri olduğuna ve bu olmasa, onların sonuçları korkusuyla bunları yapmayacaklarına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Peygambere karşı o saçma sapan sözleri söyleyen kâfirler de böyle telaş ve şaşkınlık içinde idiler. Bu şekilde bu “idrâb” (sözün akışını değiştirerek öncekinden bir başkasına geçme), Allah tarafından o kâfirlerin hallerini beyân ile sözlerini hükümsüz bırakmaktır. (Elmalılı)