لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ
Yeryüzü sönmüş bir ateş halinde yani hayat ile tamamen zıt bir mahiyette iken ona can veren, bitkisel ve hayvansal organizmalarla onu diri kılan ve orayı yaşanır hale getirenin kim olduğunu düşünmek bile yüce Allah’ın varlığını, birliğini ve eşsiz kudretini kavramak için yetecek kanıtları gözlerimizin önüne serecektir (ayrıca bk. Hac 22/5). Peygamberlerin ve onların haklılığını savunan mümin kişinin yalnız Allah’a kulluk etme çağrısı üzerinde hiç düşünmeksizin bağnaz bir tutum sergileyen toplum örneğine değinildikten sonra bu ve müteakip âyetlerde, her dönemde benzerleri bulunabilen bu tür insanların gerçekleri görmeleri için evrende ve yakın çevrelerinde olup bitenlere ibret gözüyle bakmalarının yeterli olacağı mesajı verilmektedir.
“Taneler” şeklinde çevrilen 33. âyetteki hab kelimesi bir cins ismi olup miktar olarak azı da çoğu da kapsar; yaygın anlamı “tahıl türünden taneler” olmakla beraber, genel olarak bütün bitkilerin tohumlarını ifade etmek için de kullanılır. Bir yoruma göre burada hayatın ilk başlangıcına dikkat çekilmekte yani ölü arza bitkisel hayattan başlayan bir canlılık verilip ondan habbeler çıkarıldığı, böyle tek hücrecikten başlayan bu hayatın insan hayatına doğru terbiye ve tekemmül ettirildiği belirtilmektedir (bk. Elmalılı, VI, 4024-4025; ayrıca bk. En‘âm 6/95, 99). Yaratma ile ilgili başka bazı âyetler ışığında burada, tabiattaki sürekli yenilenmenin ve insanın temel gıdalarını oluşturan bitkisel ürünlerin meydana gelmesinin daima Allah Teâlâ’nın irade ve kudretine, O’nun koyduğu yasalara bağlı olduğunu hatırlatmanın amaçlandığı da söylenebilir. Müfessirler bu kelimeyi daha çok tahıl anlamıyla açıklamışlar ve hububatın insanın günlük yaşantısındaki önemine dikkat çekmişlerdir (meselâ Zemahşerî, III, 285-286; Râzî, XXVI, 66, 67).
35. âyette “onun ürünlerinden” denirken “o” anlamındaki zamirin daha önce anılan nimetlerin, fışkırtıldığı belirtilen suyun veya bahçelerin yerini tuttuğu düşünülebilir. Bazı müfessirlere göre bu zamirle Allah Teâlâ kastedilmiş olup burada “Allah’ın yarattığı ürünlerden” mânası vardır. Râzî ise bu tamlamaya “kaynaklardan su akıtmanın yararlarından” mânasının da verilebileceği kanaatindedir (Zemahşerî, III, 286; İbn Atıyye, IV, 453; Râzî, XXVI, 67-68; Şevkânî, IV, 422). Yine aynı âyetin “... onun ürünlerinden ve kendi elleriyle ürettiklerinden yesinler” diye çevrilen kısmında geçen “mâ” kelimesi meâlde ilgi zamiri olarak değerlendirilmiştir. Buna göre ziraat, ticaret gibi yollarla elde edilen ürünler, ziraî mahsullerin el emeği ile üretilenleri, yenmesi için pişirme, değişik işlemlerden geçirme gibi emek isteyenleri kastedilmiş olur (Râzî, XXVI, 68). “Mâ” ilgi zamiri değil olumsuzluk edatı kabul edildiği takdirde bu kısmın meâli “–meydana getiren kendileri olmadığı halde– onun ürünlerinden yesinler” şeklinde olur. Bu mânayı esas alan müfessirler bu ifadeyi şöyle açıklamışlardır: Üretmek için çaba sarfedip katkı sağlamış olsalar bile bu ürünler onlar tarafından yaratılmış değildir, Allah’ın bir ihsanıdır, buna rağmen hâlâ şükretmezler mi? (Şevkânî, IV, 422; şükür hakkında bk. İbrâhim 14/7).
36. âyette, kâinatta insanın bildiği ve bilmediği bütün çiftleri yüce Allah’ın yarattığı belirtilerek her birinin paydaşı, eşi, benzeri, karşıtı olan bu çiftlerin hepsinin yaratılmışlık özelliğine, dolayısıyla bunları yaratanın tek olduğuna dikkat çekilmektedir. İnsanların Kur’an’ın indiği sırada bilmediği birçok şeyde de çift yaratılma özelliğinin bulunduğu modern araştırmalar tarafından ortaya çıkarılmış olup bu, ileride daha nice varlık, olay ve kavram çiftlerinin keşfedilebileceğinin işaretidir. Paul Dirac adlı bilim adamının atom parçacıklarının da çift yaratıldığını yani elektron karşısında pozitronun bulunduğunu tesbit edip, “parite kanunu”nu keşfetmesi ve bu sayede Nobel ödülü kazanması, bu âyetteki anlam derinliğine ışık tutucu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Bu âyetin “sübhân” yani Allah’ı yüceltme ve O’nun her türlü eksiklikten uzak olduğunu belirten hayranlık ifadesiyle başlamasından hareketle, burada zikredilen nimetin öncekilerden de mühim olduğu, dolayısıyla insan hayatında izdivacın önemi ve değeri hakkında bir mâna inceliği taşıdığı yorumu da yapılmıştır (Elmalılı, VI, 4028). Burada toprağın bitirdiklerine özel yer verilmesi, bunların gerek insanlar gerekse yine insanın besin kaynaklarından olan hayvanlar için hayatî bir önem taşıması ile izah edilebilir (İbn Âşûr, XXIII, 17).
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ
لِ harfi, يَأْكُلُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلْنَا fiiline mütealliktir.
يَأْكُلُوا fiil نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ ثَمَرِه car mecruru يَأْكُلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûl ثَمَرِه ‘ye matuf olup mahallen mecrurudur. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلَتْهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَيْد۪يهِمْ kelimesi fail olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfi olup mukadder istînâfiyyeye matuftur. Takdiri, أيجحدون النعم فلا يشكرون (Nimeti inkâr ediyor ve şükretmiyorlar mı?) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ
Lâm-ı ta’lil, لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ cümlesini, gizli أَنْ ’le manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. أَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harfiyle birlikte önceki ayetteki جَعَلْنَا fiiline mütealliktir.
مَا ism-i mevsûlu, cer mahallinde مِنْ ثَمَرِه۪ۙ ’ne matuftur. Sılası olan عَمِلَتْهُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Burada mef’ûlun hazfi umum ifadesi için olması mümkündür. وما عَمِلَتْ أيْدِيهِمْ شَيْئًا مِن ذَلِكَ şeklinde takdir edilebilir. Böyle hazifler yaygındır. (Âşûr)
Hububat için فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ [ondan yerler,] meyveler için لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ [meyvesinden yemeleri için] buyurularak ta'lîl lâmı gelmiştir. İnsanlar devamlı olarak hububat yerler ama meyveler böyle değildir, devamlı olarak yenmez. Ayrıca insanların çoğu her zaman meyve yiyecek zenginliğe sahip değildir. Devamlı yedikleriyle yemedikleri arasında fark vardır. Ayette göze çarpan başka bir şey de, yemek fiilinin hububatın zikrinden sonra gelirken, meyvelerin zikrinden önce gelmesidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 170)
Tane (tahıl), azıktır. Tanenin varlığı, yağmur suları sayesinde olur. Bundan ötürü, ağaç ve yeşillik namına hiçbir şeyin olmadığı yerlerde, yağmur sularına güvenilerek, çiftçilik yapılır. Bu da Allah'ın lütfudur. Çünkü Allahü teâlâ, insanın muhtaç olduğu şeyleri daha fazla yaratmıştır. Meyveler ise, ancak nehir suları ile büyürler. Ağaçlar da meyvelerini, ancak nehir suları bulunursa, verebilirler. Bundan ötürü Cenab-ı Hak, "Mahsulünden yemeleri için..." ifadesini sonra getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu مَا harfinin nafiye olması da mümkündür, çünkü onu insanlar elleriyle yapmazlar, buna güçleri yetmez, meyvelerin oluşması ancak Allah'ın yaratmasıyladır.
Tefsîrü'l Kebîr'de ise şunlar söylenmiştir: Bu ifadedeki مَا edatı ne çeşit bir مَا’ dır? Bu hususta şu izahlar yapılabilir:
a) Bu, nafiyedir (olumsuzluk bildirir). Buna göre sanki Allah Teâlâ “Bu fışkırtma işini onların elleri yapmadı, aksine Allah yaptı" demiştir.
b) Bu, ellezi “ki o” manasına, ism-i mevsuldür. Buna göre Allah Teâlâ sanki, “Onlar bu fışkırma işinden sonra, elleriyle yaptıkları, ağaç dikmenin neticesinden ve gayret göstermeden, Allah’ın bitirmiş olduğu (yabani) meyvelerden yerler" buyurmuştur ve böylece insanların elleriyle yaptıkları şeyi, insanların hiçbir katkısı olmayan, Allah tarafından direkt bitirilmiş şeylere atfetmiştir.
c) Bu, ayeti zamirsiz olarak, وما عملت şeklinde okuyanlara göre, masdariyye olup, “Onlar Allah’ın ve ellerinin yaptığı şeylerden, yani onların dikip, Allah’ın bitirdiği ve meyvesini yarattığı şeylerden yemeleri için” demektir. Bu durumda insanlar, hem elleriyle yaptıklarının hem de Allah’ın yarattıklarının neticesi olan şeylerden yerler. Ayeti zamirli okuyanların kıraatine göre, bu izah yapılamaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.175,176, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
اَفَلَا يَشْكُرُونَ
Ayetin fasılası, takdiri …أيجحدون النعم (Nimetleri inkâr mı ediyorlar?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Bu mana soru şeklinde gelmiş, emredilerek فليشكروا لي buyurulmamıştır. Çünkü bu nimetler [Rablerine şükretmelerini gerektirmez mi] diye kendilerine sorulmak istenmiştir.
Bu üslup; şükretmeyip inkâr edenler karşısında şükür talebini arz eder. Ayrıca nimetleri veren zata şükretmemenin ne kadar çirkin olduğunu açıklar. فَ harfi sebep ifade eder. Çünkü yukarıda zikredilen nimetler şükrü gerektirir. Aslında her nimet şükür sebebidir.
Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Bu ibare, tevhid ve ibadetle ilgili olarak sayılan nimetleri veren zata şükretmemenin çirkinliğini ifade eder. فَ harfi makamın gerektirdiği mukadder bir lafza atıf içindir. Şöyle takdir edilebilir: أيريدون هذه النعم أو أيتنعمون بها فلا يشكرون المنعم بها (Bu nimetleri istiyorlar veya bunlarla nimetlenmek istiyorlar da bu nimetleri verene şükretmiyorlar mı?)
فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ [O halde şükretmeli değil misiniz?] (Vâkıa/70) ayetinde benzeri mana teşvik harfiyle gelmiş, bu da kuvvet ifade etmiş; burada ise daha ziyade nefisleri nimet veren zata şükür için harekete geçirecek bir üslup tercih edilmiştir. Aradaki fark nedir?
Yâ-Sîn sûresindeki siyak; nimetleri saymak, ayetleri zikretmek, rahmet manzaralarını ve delillerini göstermekle alakalıdır. Vâkıa sûresinde ise makam; uyarı, ceza ile tehdit ve nimetlerin yok olması ile alakalıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.177)
'Yine de şükretmeyecekler mi?" cümlesi, onların, sayılan nimetlere şükretmemelerini reddetmek ve çirkin saymak anlamındadır. Yani onlar bu nimetleri görüyorlar, yahut onlardan faydalanıyorlar da, niçin onlara şükretmiyorlar? (Ebüssuûd)