Yâsin Sûresi 49. Ayet

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ  ...

Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 يَنْظُرُونَ beklemiyorlar ن ظ ر
3 إِلَّا başka bir şey
4 صَيْحَةً korkunç sesten ص ي ح
5 وَاحِدَةً bir tek و ح د
6 تَأْخُذُهُمْ ansızın onları yakalar ا خ ذ
7 وَهُمْ ve onlar
8 يَخِصِّمُونَ çekişip dururlarken خ ص م
 

Peygamberlerin uyarılarını hafife alıp “Sözünü ettiğiniz o gün gelecekse gelsin artık!” kabilinden sözler söyleyen inatçı münkirleri hizaya getirecek tek şey, kendilerine iyi ve kötüyü özgürce seçme imkânının verildiği sınav ortamının kapanmasından sonra ilâhî bildirimlerdeki gerçeklerle yüzleşmeleri olacaktır. 49. âyette “korkunç bir ses” diye çevrilen sayha kelimesinin bu bağlamdaki anlamı, dünyanın sonu geldiğinde büyük meleklerden İsrâfil’e verilen görev gereği onun sûru ilk üflemesi sonucunda çıkacak dehşet verici sestir (Taberî, XXIII, 13-14; ayrıca bk. 29. âyetin tefsiri; sûr hakkında bk. En‘âm 6/73). Âyetin “birbirleriyle uğraşırken” anlamındaki kısmı, “dünya işlerine dalmışlarken, kendi aralarında çekişmekte iken, öldükten sonra dirilme konusunu tartışıp dururlarken, hak ehline karşı mücadele vermeye çalışırlarken” tarzında yorumlanmıştır (İbn Atıyye, IV, 456; Râzî, XXVI, 87; Şevkânî, IV, 427). Tefsirlerde genellikle, 50. âyetin “o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler...” mânasına gelen kısmıyla, geride bıraktıklarına ilişkin bir vasiyet yapma veya birbirlerine tövbe edip günahlardan kaçınma tavsiyesinde bulunma fırsatı dahi bulamayacaklarının kastedildiği belirtilir. Bu âyetin “... ne de ailelerine dönebilecekler” diye tercüme edilen kısmı için de şu yorumlar yapılmıştır: Ölüm anında ailesini yanında görmek isterler ama evlerine dönme imkânı bile verilmez; ailelerine bir mesaj iletme fırsatı dahi tanınmaz; aileleriyle ilişkileri tamamen kesilmiştir (İbn Atıyye, IV, 456-457; Şevkânî, IV, 427-428). Muhammed Esed bu cümleyi “ne de yakınlarına sığınabilecekler” şeklinde çevirmiştir (II, 902). Ölüm her bir fert açısından kıyametin kopması demek olduğundan, buradaki tasvirlerin ve karşılaşılacak durumların sırf dünyanın sonu geldiğinde mevcut bulunacak nesille ilgili olmayıp bütün insanları kapsadığı açıktır; bu tasvirler arasından sadece sûrun üflenmesiyle ilgili olanı kıyametin kopuşuna ilişkin bir anlatımdır. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 501-502
 

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  صَيْحَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدَةً  kelimesi  صَيْحَةً ‘nin sıfatı olup mansubdur.  تَأْخُذُهُمْ  cümlesi  صَيْحَةً ‘nin ikinci sıfatı olup mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْخُذُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Burada  تَأْخُذُهُمْ  değiştirme manasında olan fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُمْ يَخِصِّمُونَ  cümlesi  تَأْخُذُهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan zamirden hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَخِصِّمُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  هُمْ يَخِصِّمُونَ  cümlesi,  تَأْخُذُهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan zamirden haldir. 

يَخِصِّمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَخِصِّمُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خصم ’dir.

Aslı  يختصمون ‘dir. Burada  ت  harfi  صِّ  harfine dönüştürülmüş,  صِّ  harfi şeddeli yapılmış ve iki sakin harfi yan yana getirmek için  خِ  harfi esreli getirilmiştir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ

 

Ayet, beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûl arasındadır.

يَنْظُرُونَ  maksûr/sıfat,  صَيْحَةً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l- mevsûftur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başkasına değil bu mef’ûle tahsis edilmiştir. 

Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. 

Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl, üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

صَيْحَةً ’deki tenvin çokluk manası ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)  

 وَاحِدَةً  kelimesi  صَيْحَةً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Bu sıfat sayhanın azametini arttırır. 

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  تَأْخُذُهُمْ  cümlesi,  صَيْحَةً  için sıfattır. 

هُمْ يَخِصِّمُونَ  cümlesi,  تَأْخُذُهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يَخِصِّمُونَ  cümlesi, haberdir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Burada zikredilen  يَخِصِّمُونَ  kelimesi,  يختصمون  manasındadır. Ancak burada  ت  harfi  صِّ harfine dönüştürülmüş, صِّ  harfi şeddeli yapılmış ve iki sakin harfi yan yana getirmek için  خِ  harfi esreli getirilmiştir. Bu ibdâlin sebebi ise tad’îf (kelimeyi şeddeli hale getirmek)tir. Çünkü tad’îf, yapılan işin gücünü, çokluğunu ve mübâlağalı durumunu ifade etmektedir.

Tad’îf, burada ihtisâm’daki mübalağayı ifade eder. O gün kıyamet, kalpleri söküp çıkaran ve herkesi öldürecek eşi benzeri olmayan tek bir sayha ile her türlü çekişmeyi (ihtisâm) sona erdirecektir. Ortada hiçbir ses, hareket, söz ve husumet olmayacak; yeryüzüne tam bir sessizlik ve mutlak bir sükûnet hâkim olacaktır. Yüce Allah, bu durumu يَخِصِّمُونَ  kelimesiyle ifade etmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

Bu ayette zikredilen  صَيْحَةً , kıyamet sayhasıdır. Aslında bu sayha onları değil, onların zürriyetlerini yakalayacaktır. Nûh'un gemisinde de doğru olan onların değil, zürriyetlerinin taşındığının söylenmesidir.  صَيْحَةً  ile zikredilen  هُمْ  zamiriyle hem onlar hem de zürriyetleri kastedilmiştir. Böylece babalar ve zürriyet aynı kişiler gibi ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.192)  

Burada geçen نظر  kelimesinin manası beklenmedik bir şeyin vuku bulması hakkındadır. Yani vuku bulmadıkça görmezler demektir. Müfessirler bu kelimeyi ‘beklemek’ şeklinde yorumlamışlardır. Madem ki kâfirler bu sayhayı beklemiyorlar, hatta aksine inkâr ediyorlar; o halde fiilî olarak beklemek manasındadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s. 234)  

ينتظرون  yerine,  ينظرون  fiilinin tercîh edilmesi, daha büyük bir korkuyu ifade etmesi sebebiyledir. Beklenmedik bir sayhayla ani olarak karşılaşmak daha büyük bir korku doğurur ve kalpleri yerinden oynatır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.235)