4 Kasım 2025
Yâsin Sûresi 41-54 (442. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yâsin Sûresi 41. Ayet

وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ  ...


Onların soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَايَةٌ ve bir ayet ا ي ي
2 لَهُمْ onlar için
3 أَنَّا
4 حَمَلْنَا taşımamızdır ح م ل
5 ذُرِّيَّتَهُمْ onların çoçuklarını ذ ر ر
6 فِي
7 الْفُلْكِ gemide ف ل ك
8 الْمَشْحُونِ dolu ش ح ن

İnkârcılıkta direnenlere yüce Allah’ın kendileri üzerindeki nimetleri düşünüp ibret almaları için yakın çevrelerinden bir delil gösterilmekte, taşımacılığı kolaylaştıran ulaşım araçlarının da O’nun insanlara sağladığı bir imkân ve bir lutuf olduğu hatırlatılmaktadır. Dolu dolu gemilerin batmadan suların üzerinde seyredebilmesi ve insan neslinin bu gemilerde taşınabilmesi Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar sayesinde gerçekleşmektedir. İnsanların üzerlerinde egemenlik kurup binek olarak kullandıkları hayvanlar da Allah tarafından yaratılmıştır. 42. âyetle, o gün bilinen ve bilinmeyen diğer deniz araçlarına işaret edilmiş olması ihtimali lafız ve bağlam açısından daha güçlü görünmektedir. Böylece 41 ve 42. âyetlerde iki tür nimete dikkat çekilmiş olmaktadır: İnsanın hayatını kolaylaştıracak doğa yasaları ve bunlardan yararlanmayı mümkün kılacak akıl nimeti Allah’ın bir lutfudur; bu dolaylı nimetlerin yanı sıra yine hayatı kolaylaştırmada yararlandığımız birçok imkân doğrudan O’nun tarafından yaratılmıştır. 

41. âyetteki zürriyet kelimesinin “gelecek nesiller” anlamını esas alan müfessirler bu âyetteki ifadeyi mecaz (istiâre) olarak düşünmüşler, “yüklü gemi” mânasına gelen el-fülkü’l-meşhûn tamlamasıyla annelerin rahimlerinin, zürriyet kelimesiyle de bu rahimlerdeki ceninlerin kastedildiği yorumunu yapmışlardır. Bu kelimeyi “geçmiş nesiller” mânasına alanlar yüklü gemiden maksadın Hz. Nûh’un gemisi olduğu kanaatindedirler. Bu yorumla bağlantılı olarak birçok müfessir 42. âyette genel olarak gemilerin veya küçük gemilerin kastedildiğini düşünür (bk. Taberî, XXIII, 9; İbn Atıyye, Hz. Nûh’la beraber olanlar yorumunu yapmak için zürriyet kelimesine “atalar” anlamının verilmesini –bu kelimenin dilde böyle bir anlamı bulunmadığı gerekçesiyle– eleştirir; IV, 455). Şevkânî, ana rahmi benzetmesine dayalı yorumu oldukça tuhaf, Nûh’un gemisi yorumunu da zayıf bulur (IV, 425-426). 

Bize göre yukarıdan beri Allah “Onlar için bir kanıt da…” cümlesini tekrar ederek “onlar”dan, kulluk için yaratılan insanları kastetmiş ve onlara çeşitli kanıtlar göstermişti. Burada da “nesillerini” diyerek nesiller boyu insanları murat etmiş, deniz, kara ve diğer yollardan onlara taşınma, seyahat imkânı vermiş olmasını bir başka kanıt olarak zikretmiştir.

“Fülk” kelimesi gerek tekil gerekse çoğul anlamına göre kullanıla­bildiğinden meâlin “... yüklü gemilerde...” şeklinde verilmesi mümkündür. 43. âyetin “kimse onların yardımına koşamaz” anlamı verilen kısmı “Onlar için feryat eden bulunmaz” şeklinde de tercüme edilebilir (İbn Âşûr, XXIII, 29).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 497-498

وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اٰيَةٌ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  اٰيَةٌ ‘nün mahzuf sıfatına mütealliktir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  نَا  mütekellim zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ  cümlesi  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

حَمَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. ذُرِّيَّتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فِي الْفُلْكِ  car mecruru  حَمَلْنَا  fiiline mütealliktir.  الْمَشْحُونِ  kelimesi  الْفُلْكِ ‘nin sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَشْحُونِ  kelimesi, sülasi mücerredi  شحن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür..

وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اٰيَةٌ , mukaddem haberdir.

لَهُمْ  car mecruru,  اٰيَةٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

وَاٰيَةٌ لَهُمْ [Onlar için bir diğer delil de] ayetinin ("delil" diye meali verilen lafzın) üç anlama gelme ihtimali vardır: Birincisi, onlar için bir ibret anlamında olmasıdır. Çünkü ayetlerde (belge ve delillerde) ibret alınacak hususlar vardır. İkincisi onların üzerinde bir nimet anlamında olmasıdır. Çünkü ayetlerde ihsan edilen nimetlerin varlığı da sözkonusudur. Üçüncüsü ise onlar için bir uyarı bulunması demektir. Çünkü ayetlerde uyarı manası da vardır. (Kurtubî)   

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Masdar-ı müevvel, muahhar mübtedadır.

حَمَلْ ‘nin mecaz-ı mürsel olarak boğulmaktan kurtulmak şeklinde kullanılması sebebiyet-müsebbebiyet alakası dolayısıyladır. Yani, tufan esnasında onların zürriyetlerini gemide taşımak suretiyle boğulmaktan kurtardık. (Âşur)

Faide-i haber inkârî kelam olan cümlenin müsnedi  حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

حَمَلْنَا ‘nın  ذُرِّيَّاتَ ‘ya müteaddi oluşu mecâz-ı mef’ûlî olup bu üslup mecaz-ı aklîdir. Çünkü  mecâz-ı aklî, isnada mahsus olmayıp alaka şeklinde de kullanılır. Hamledilen zürriyet değil, aslıdır. (Âşûr) 

حَمَلْنَا  fiilinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

الْفُلْكِ  için sıfat olan  الْمَشْحُونِۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْمَشْحُونِۙ  [Dopdolu] lafzı ‘dolup taşmış’ anlamındadır. (Kurtubî) 

فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ  [dolu gemi], hamile kadınların rahimlerinden mecazdır, beliğ bir istiaredir. Evet babanın sülbünden (belinden) bir tufan ile atılan nesiller, anaların rahimlerinde Hazret-i Nuh'un gemisi gibi bir kurtuluş gemisi bulur. (Elmalılı)

Bu ayetin öncesi ile olan münasebeti açıktır. Çünkü orada semavî cisimlerin yörüngelerinde yüzdükleri zikredilmişti. Burada da yeryüzünde ona benzeyen denizde yüzen gemiler zikredilmiştir.

Ayette geçen  الْفُلْكِ (gemi) kelimesi hem tekil hem çoğul olarak kullanılır. Ayetteki bu kelime farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kıyamete kadar denizde yüzen gemiler olarak da, zürriyet olarak da tefsir edilmiştir. İnsana zürriyetini belinde taşımak nimeti bahşedilmiştir. Bu nimet babalara yöneliktir. Bunun için insanların çoğu Allah'ın kendilerine tayyib zürriyet vermesi için dua eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.190-Fahreddin er-Râzî )

Burada zürriyetlerinden murad, ticaret için gönderdikleri evlatlarıdır. Yahut sahip bulundukları çocukları ile kadınlarıdır. Bunların zikre tahsis edilmeleri, onların gemilere yerleşmeleri daha zor ve orada tutulmaları daha garip olduğu içindir. (Ebüssuûd)

 
Yâsin Sûresi 42. Ayet

وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ  ...


Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَخَلَقْنَا ve yaratmamızdır خ ل ق
2 لَهُمْ kendilerine
3 مِنْ
4 مِثْلِهِ onun gibi م ث ل
5 مَا şeyler
6 يَرْكَبُونَ binecekleri ر ك ب

وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  حَمَلْنَا ‘ya matuftur. 

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline mütealliktir. مِنْ مِثْلِه۪  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَرْكَبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَرْكَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ

 

Atıfla gelen ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki … حَمَلْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  يَرْكَبُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Gemilerin, insan yapısı olmakla birlikte Allahü teâlâ'nın yarattığı şeyler olarak telakki edilmesi, onların sadece Allah Teâlâ'nın insanlara güç vermesi ve ilham etmesi sayesinde ortaya koydukları sanat mahsulleri olduğundan değildir. Aksine gemiler, [”Bizim gözetimimizde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap..."] (Hud: 37) ayetinde belirtildiği şekilde gemicilerin Allah Teâlâ'nın gücü ve hikmetine daha çok vakıf oldukları içindir. (Ruhû-l Beyan-Ebüssuûd)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , ihtimam için mef’ûl olan  مَا يَرْكَبُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Car mecrur  مِنْ مِثْلِه۪ , muahhar mef’ûl  مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir.

İnsanın üzerinde yolculuk yapması için yaratılmış olan develerin yaratılışı muhataba hatırlatılarak mürâât-ı nazîr sanatıyla denizle alakalı iki ayet arasında itiraz cümlesi olarak gelmiştir. (Âşûr)

 
Yâsin Sûresi 43. Ayet

وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ  ...


Biz istesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne de kurtarılırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 نَشَأْ dilesek ش ي ا
3 نُغْرِقْهُمْ onları (suda) boğarız غ ر ق
4 فَلَا olmaz
5 صَرِيخَ imdad (eden) ص ر خ
6 لَهُمْ onlara
7 وَلَا ve ne de
8 هُمْ onlar
9 يُنْقَذُونَ kurtarılmazlar ن ق ذ

وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  حَمَلْنَا ‘ya matuftur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَشَأْ  şart fiili olup meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

فَ  karînesi olmadan gelen  نُغْرِقْهُمْ  cümlesi şartın cevabıdır.  نُغْرِقْهُمْ  meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

لَا صَر۪يخَ  atıf harfi  فَ  ile şartın cevabına matuftur. لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder.  صَر۪يخَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَهُمْ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.  

لَا هُمْ يُنْقَذُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنْقَذُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُنْقَذُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

يُنْقَذُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نقذ ’dir.

نُغْرِقْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غرق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

صَر۪يخَ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındadır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ 

 

Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki …وَخَلَقْنَا  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen cümlenin haber manalı olması, bu atfı mümkün kılmıştır.

Şart cümlesi  نَشَأْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  نُغْرِقْهُمْ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Biz dilesek, onları, kendilerini taşıdığımız gemi ile birlikte suda boğarız. Bu izaha göre, devenin (o gemi benzerlerinden binecekleri şeyler. ..) yaratılmasından bahsedilmesi, bir ara cümlesi olarak, deve ile gemi arasında benzerlik olmasından (bir, deniz gemisi, diğeri kara gemisi...) dolayı, sanki o da bir çeşit gemi imiş gibi zikredilmiştir. (Ebüssuûd)

Cümlede fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

İnsanoğlunun soyunun gemiyle taşınması bir delil olarak sunulurken ve bunu yapacak olanın ancak Allah olduğu ve isterse denizde insanları yardımsız bırakıp batırabileceği konu edilmişken, aradaki  وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ  ayeti ile geminin yüzmesiyle yapılan taşıma nimetine başka bineklerin nimet oluşu istiṭrat edilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Onların suda boğulmalarının, ilâhi iradeye bağlanması bize bildiriyor ki, onların helak edilmelerini gerektiren günahları tekâmül etmiş ve yalnız ilâhî iradenin taallûk etmesi kalmıştır. (Ebüssuûd)


فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  صَر۪يخَ  kelimesi,  لَا ’nın ismidir.

Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُمْ ’un müteallakı olan  لَا ’nın haberi mahzuftur. 

Atıfla gelen son cümle olan  وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ , hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak vardır. Sübut ifade eden isim  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin, muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayette geçen, الصريخ” cankurtaran/feryatçı-imdatçı” demektir. Bu ayette boğmak şeklinde bir tehdit vardır. Ayetin, nasıl olup da hem imdatçıyı/yardım istemeyi hem de yardımcıyı olumsuzladığı sorulabilir. Mananın zannettiğiniz gibi olmadığını söyleyebiliriz. Dikkat edilirse ayet,  فَلَا صَر۪يخَ منهم  değil, فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ [onlar için bir feryatçı-imdatçı bulunmaz] şeklinde gelmiştir. Yani, “Allah onları boğarak öldürmek isterse, onlara yardım edecek veya onları kurtaracak hiçbir kurtarıcı yoktur” demektir. Onlar için yardım istemek de, yardımcı da yoktur. الصريخ  aynı zamanda [bağırmak, çığlık atmak] demektir. Bu durumda mana, “onların çığlık atıp yardım taleb etme imkanları yoktur” şeklinde olur. Çünkü ağızlarını açarlarsa su dolar ve onlar imdâd taleb edemezler. İşte bunun için yardım istemek de, yardım da olumsuzlanmıştır. 

وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ [ve onlar (başka bir yol ve vesile ile de) kurtarılmazlar-kurtulamazlar] cümlesi ne bir kurtarıcı vasıtasıyla, ne de başka bir vasıtayla kurtarılamayacaklarını ifade eder. Boğulmakla karşı karşıya kalan kişiyi bir kurtarıcı kurtaramayabilir, ama bir tahta parçası bile ona kurtuluş vesîlesi olabilir. İşte bu ifade ile bunlar da ortadan kaldırılmış, kurtarabilecek her vesîle saf dışı bırakılmıştır.Yani, فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ  yetinilmeyerek, bu cümle de ifade edilmiştir ki başka bir yolla kurtuldukları zannedilmesin.  فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ  sözü, zahiren Allah'ın boğmak istediği kişiler için bir cankurtaran olmadığını ifade eder. Bu kişiler boğularak ölmekten kurtulamazlar. Ayet, فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ  وَلَا منْقَذ  şeklinde gelmemiştir. İster bir cankurtaran olsun, ister bunun dışında tutunacak bir ip veya tahta parçası veya kendisini sahile götürecek bir dalgaya kapılmak ya da Allah'ın hazırladığı başka bir vesile olsun, kurtuluş için hiçbir yol olmadığı ifade edilmiştir.  وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ  cümlesi, وَلَا منْقَذ sözünden daha umumi olup, başka bir yol ve vesile olmadığını ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.195-196-197)
Yâsin Sûresi 44. Ayet

اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ  ...


Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir süreye kadar daha yaşasınlar diye kurtarılırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak
2 رَحْمَةً bir rahmet (vardır) ر ح م
3 مِنَّا bizden
4 وَمَتَاعًا ve yaşatma م ت ع
5 إِلَىٰ kadar
6 حِينٍ bir süreye ح ي ن

اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ

 

اِلَّا  istisnâ edatıdır.  رَحْمَةً  istisna-i munkatı’ olup fetha ile mansubdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَّا  car mecruru  رَحْمَةً ‘e mütealliktir. مَتَاعاً  atıf harfi وَ ‘ la  رَحْمَةً ‘e matuftur. اِلٰى ح۪ينٍ  car mecruru  مَتَاعاً ‘a mütealliktir.

اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ

 

Önceki ayetin istisnası bildirilen ayette  اِلَّا , hasr edatı  رَحْمَةً  mef’ûlün lieclihtir. لَّا  ve اِلَّا  ile oluşan kasr fiille mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

رَحْمَةً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. Car mecrur olan  مِنَّا ’nin müteallakı  رَحْمَةً ‘dir.  اِلٰى ح۪ينٍ  car mecruru ise  رَحْمَةً ‘e matuf olan  مَتَاعاً ’e veya onun mahzuf sıfatına mütealliktir.

اِلَّا رَحْمَةً  ifadesindeki istisna, istisna-i munkatıadır. Çünkü burada rahmet, kurtarılmayı isteyen veya kurtarandan istisna değildir. Sadece Cenab-ı Hakk’ın onlar için denizi sükunete erdirmesi ve bu şekilde onların yüzerek geminin parçalarına ulaşmak suretiyle kurtulmalarına imkan vermesidir. (Âşûr)

Yani, ‘Rablerinin onlara rahmet etmesi, kurtarması ve belli bir vakte kadar hayattan faydalanmalarını istemesi dışında’ demektir. Bu ayetle Allah'ın onlara rahmet etmesi dışındaki kurtuluş olumsuzlanmıştır. Bu tabirin iki manası vardır: Rablerinin rahmeti onları kurtarır ve belli bir zaman kazandırır. Kurtulmak iki çeşittir: Rahmet kurtarışı ve süre kazandırma kurtarışı. Bu iki farklı türde kurtulanlardan bir kısmı, küfürden sonra îman eden ve dalaletten sonra hidayete erenlerdir ki bunlar Allah'ın rahmeti ile kurtulmuşlardır. Diğeri ise, dalalette kalanlardır ki onlar da bir süre daha dünyada kalmak şeklinde kurtulmuşlardır. Her iki kısım da Allah'ın rahmetine ve dünyada bir mühlete kavuşmuştur. İman edenlerin kavuştuğu rahmet, boğulmaktan kurtulmak ve îman etmektir. İman etmeyenlerin kavuştuğu rahmet ise sadece boğulmaktan kurtulmaktır. Böylece her biri Allah'ın dünyada mühlet vererek yaşama rahmetine kavuşmuştur, ancak iman edenlerin sahip olduğu kurtuluş daha kapsamlıdır.

رَحْمَةً مِنَّا  [bir rahmet olarak Bizden] ibaresi rahmetin, sadece Rablerinden olduğuna delalet eder; orada başka bir kurtarıcı, cankurtaran yoktur. Öyle ki birisi onları kurtaracak olsa bile bu sadece Rablerinin onlara olan rahmeti ve kurtuluş yollarını hazırlaması dolayısıyla olur. Onun rahmeti olmaksızın kurtulamazlar demektir.

Tefsîru'l-Kebîr'de bu ayetle ilgili olarak şöyle yazılıdır: Bu ibare şu iki manayı ifade eder: a) Kurtarma işi hem bir rahmet hem bir metâ (yaşatmak-istifade) olarak ikidir. Bu, “Allah iman edeceklerini bildiği kimseleri, bir rahmet olarak kurtarır, iman etmeyeceklerini bildiği kimselere de, bir müddet daha yaşama ve istifade etme fırsatı verip günahlarını artırır” demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.198-Fahreddin er-Râzî)

اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا  [Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak] cümlesinde, rahmet kelimesinin nasb ile gelmesi hakkında el-Kisaî der ki: Bu; istisna dolayısıyla nasb edilmiştir. Zeccâc’a göre ise ise mef'ûlün leh olarak nasb edilmiştir, yani tarafımızdan bir rahmet için... demektir.  وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ  [Ve bir vakte kadar geçinmeleri için] cümlesi de ona atfedilmiştir. Buradaki vakitten kasıt da Katade'nin açıklamasına göre ölümdür. Yahya b. Sellam ise kıyamete kadar diye açıklamıştır. Yani bizim onları ecellerine kadar onlara merhamet edip geçinmeleri için onları faydalandırmamız müstesnadır ve Allah geçmiş ümmetlerin azabını acilen (dünyada) verdiği halde Muhammed (sav)'in ümmet(i davet)inin azabını -onu yalanlamış olsalar dahi- kıyamete kadar ertelemiş bulunmaktadır. (Kurtubî)   

 

Yâsin Sûresi 45. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ  ...


Onlara, “Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin” denildiğinde yüz çevirirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 قِيلَ dendiği ق و ل
3 لَهُمُ onlara
4 اتَّقُوا sakının و ق ي
5 مَا olanlardan
6 بَيْنَ önünüzdeki ب ي ن
7 أَيْدِيكُمْ önünüzdeki ي د ي
8 وَمَا ve olanlardan
9 خَلْفَكُمْ arkanızdaki خ ل ف
10 لَعَلَّكُمْ umulur ki
11 تُرْحَمُونَ esirgenirsiniz ر ح م

Evrende olup bitenlerden ve insanların yakın çevrelerindeki gerçeklerden örnekler göstererek muhatapları Allah’ın birliği ve kudreti üzerinde düşünmeye çağıran âyetlerden sonra bu ve müteakip âyetlerde imanın gerekleri ve ahlâkî ödevlerle ilgili bazı uyarılara yer verilmektedir. “Önünüzdekinden ve arkanızdakinden sakının” diye tercüme edilen cümlenin iki türlü felâket ve cezaya karşı bir uyarı anlamı taşıdığı açıktır. Bu ikili ayırımla ne kastedildiği hususunda yapılan yorumları ise şöyle özetlemek mümkündür: a) Sizden önceki toplumların başına gelenlerin benzerinin sizin de başınıza gelmesinden ve âhiret azabından, 

b) Geçmişteki günahlarınızın ve gelecekte işleyeceklerinizin cezasından, c) Dünyadaki ve âhiretteki cezalardan, d) Görebildiğiniz ve göremediğiniz felâketlerden sakının (Taberî, XXIII, 11-12; Şevkânî, IV, 426-427).

Bize göre “sakının” emri ancak sakınılarak kurtulmak mümkün olan tehlikeler karşısında anlamlı olur. Bu nedenle âyeti “Görüp bildiğiniz günahlardan da, açık olmasa bile günaha götürmesi muhtemel davranışlardan da sakının.” şeklinde yorumlamak daha uygundur.

İnkârcılara bu uyarı yapıldığında nasıl bir tepki verdikleri onların daha genel bir tavrına değinilen 46. âyetin sonunda “yüz çevirirler” şeklinde açıklanmıştır. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 499

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ 

 

وَ  istînâfiyyedir. اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهُمُ  car mecruru ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.

Şartın cevabı Allah Teala’nın buna delalet eden  كانوا عنها معرضين أي أعرضوا (Ondan yüzçevirmekte idiler yani yüzçevirdiler) sözüyle mahzuftur. اتَّقُوا  cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بَيْنَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  اَيْد۪يكُمْ  muzâfun ileyh olup  ي  üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَا خَلْفَكُمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.


 لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 

İsim cümlesidir.  لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تُرْحَمُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. تُرْحَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ 

 

Ayetin ilk cümlesi 43.ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ  şeklindeki şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Aslı mekulü’l-kavl olan,  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili  اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اتَّقُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ‘nın sılası mahzuftur.  بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. İkinci ism-i mevsûl birinciye tezat nedeniyle atfedilmiştir.

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  أعرضوا (Yüz çevirdiler) olan cevap cümlesi mahzuftur. Şartın cevabı sonraki ayetten anlaşıldığı için hazf edilmiştir.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ  -  خَلْفَكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

اِذَا ‘nın cevabı hazf edilmiştir ve 46. ayetteki  اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ [mutlaka ondan yüz çevirmişlerdir] ifadesi ona delalet etmektedir. Sanki şöyle denilmiştir: Onlara, sakının denildiğinde yüz çevirmişlerdir. Sonra da ‘onların, bütün mucize ve nasihatler karşısındaki alışkanlıkları yüz çevirmektir’ demiştir. (Keşşâf)

وَمَا خَلْفَكُمْ  sözünün delalet ettiği en açık mana zikrettiğimiz gibi kıyamet ve ahiret azabıdır.

وإذا قبل لهم [Onlara denilince] sözünde  اِنْ  değil de  إذا  gelmesinin sebebi bunun bir faraziye değil, gerçekleşmiş bir olay olduğuna delalet etmek içindir. Ayrıca bu şeyin onlara çok söylendiğine işaret eder. Çünkü  إذا , husulü kesin olan şeyler için kullanılır ve sayısal çokluk ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.217) 

Burada, onların görüp de hiç tefekkür etmedikleri kâinat delillerinden yüz çevirdikleri gibi, vahiy ayetlerinden de yüz çevirdikleri beyan edilmektedir. Yani nazil olan ayetler veya diğerler ile uyarı yapmak üzere kendilerine: "Önünüzdeki ve arkanızdaki afetlerden ve felaketlerden sakının"; zira bunlar sizi kuşatmıştır...denilmektedir. (Ebüssuûd)

 

لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi  لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî inşaî isnaddır.

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Recâ harfi  لَعَلَّ  isteme anlamı için istiarre edilmiştir. Dikkat edilirse kendisine, -sanki talep edesiniz diye, şükredesiniz diye deniyormuşçasına- gerekçelendirme lâm’ının fonksiyonu icra ettirilmiştir. (Keşşâf)

Cümlede müsned olan  تُرْحَمُونَ  ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 عسى أن ترحموا  değil de  لعلكم ترحمون  buyurulması bu ifadenin hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade etmesidir. Çünkü başında istikbal harfi olmaksızın gelen muzari fiil hem şimdiki zaman hem de gelecek zaman ifade eder.

عسى أن ترحموا  ifadesi ise, sadece gelecek zamanı ifade eder, çünkü manasını gelecek zamana çeviren  أن  harfiyle birlikte gelmiştir. Dolayısıyla bu şimdiki zamanda değil, gelecek zamanda meydana gelecektir. Halbuki rahmet hem şimdiki zamanda hem de gelecek zamanda ve her zaman ümit edilir. Dolayısıyla ayette gelen ifade evladır.

Başka bir şey de:  لعلكم ترحمون  ibaresinde iki kere hitap zamiri geçmiştir. Biri  كم  zamiri, diğeri de و ‘dır. Halbuki  عسى أن ترحموا  ibaresinde hitap zamiri sadece bir kere yer alır. Dolayısıyla ayetteki ibare daha kuvvetli ve tekidlidir. Çünkü isnad tekrarlanmıştır. Yani böylece rahmetin vuku bulacağı onlara iki kere isnad edilmiştir.

Üçüncü olarak;  لعلكم ترحمون  ibaresi isim cümlesi, عسى أن ترحموا  ibaresi ise fiil cümlesidir. Bilindiği gibi isim cümlesi fiil cümlesinden daha kuvvetlidir. Dolayısıyla bu cümlenin ifade ettiği rahmet ümidi daha kuvvetlidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 220) 

 
Yâsin Sûresi 46. Ayet

وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ  ...


Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا zaten
2 تَأْتِيهِمْ onlara gelmez ا ت ي
3 مِنْ hiçbir
4 ايَةٍ ayet ا ي ي
5 مِنْ -nden
6 ايَاتِ ayetleri- ا ي ي
7 رَبِّهِمْ Rabblerinin ر ب ب
8 إِلَّا
9 كَانُوا olmadıkları ك و ن
10 عَنْهَا ondan
11 مُعْرِضِينَ yüz çevirmiş ع ر ض

Aklını ve gönlünü iman çağrısına kapatmakta direnenlerin kendilerine hangi türden âyet gelirse gelsin, ön yargılı davranıp yüz çevirdikleri belirtilmektedir. Önceki açıklamalar dikkate alındığında, buradaki âyet kelimesini, Allah’ın birlik ve yüceliğini açıkça ortaya koyan her türlü delil yani peygamber, vahiy (ilâhî bildirim) ve mûcizeler, evrende, insanın öz benliğinde ve yakın çevresinde kolayca gözlemlenebilen kanıtlar şeklinde anlamak uygun olur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 500

وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَأْت۪يهِمْ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اٰيَةٍ  lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru  اٰيَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ  cümlesi, failin veya mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ” gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

عَنْهَا  car mecruru  مُعْرِض۪ينَ  fiiline mütealliktir. مُعْرِض۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُعْرِض۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  Ayet, kasr ve zaid harf olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

مَا  ve اِلَّا  ile oluşan kasr fiille hali arasındadır. Ayet getirmek maksûr/sıfat, yüz çevirmeleri maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

مِنْ اٰيَةٍ , lafzen mecrur mahallen merfû olarak  تَأْت۪يهِمْ  fiilinin failidir.  مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir.

اٰيَةٍ ‘deki tenvin, kıllet ve umum ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.  

Bu ifade, daha önce geçen, ["Ey kulların üzerine çöken hasret"] (Yâsin, 30) ifadesiyle alakalıdır. Yani, "Onlara o peygamberler geldiğinde, onlar onları yalanladılar. O peygamberler onlara, ayetlerimizi getirdiklerinde, onlar o ayetlerden yüz çevirdiler, onlara iltifat etmediler" demektir. Bu izaha göre, Cenab-ı Hakk'ın, ["Kendilerinden evvel nice nesilleri imha ettiğimizi görmediler mi?"] (Yâsin, 31) ayetinden, ["ta ki böylece merhamet olunasınız"] (Yâsin, 45) ayetine kadar olan kısım, birbiriyle alakası bulunan iki ifadenin arasına girmiş olan bir söz olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)  

Ayetlerin, تَأْت۪ي  (Gelmek) fiiline isnad edilmesi mecazî isnaddır veya bu ifadede istiare vardır.

اٰيَةٍ - اٰيَاتِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Farklı konumdaki  مِنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

Rab isminin onlara ait olan zamire muzâf olması, onun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber verdiği gibi, yaptıklarının ne kadar yanlış olduğuna da işaret etmiştir.

كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنْهَا  önemine binaen amili olan  كَانُ ’nin haberine takdim edilmiştir.

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

كَانَ  fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Râgıb el-İsfahânî)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail Ve İşlevleri)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette geçen yüz çevirmek, hem vahy olarak nazil olan ayetlerle, hem de sema ve arzdaki kevni ayetlerle alakalıdır. Bu ayette, [Rablerinin ayetlerinden onlara her ne zaman bir ayet gelse, mutlaka ondan yüz çevirdiler] (Yâ-Sîn/46) buyurularak müferrağ istisna üslubu gelmiştir. Çünkü Kur’anî kullanımda bu tabir devamlılık ifade eder. Yani, “ne zaman Rablerinden bir ayet gelse onlar böyle yaparlar” demektir. Böyle bir şart üslubu nasstır. Buna ilaveten müferrağ istisna üslubunda istiğrak manası taşıyan zaid  مِنْ  harfinin istisna harfi olan اِلَّا 'dan önce gelmesi, nefy manası veya şüphesi olduğu zaman doğrudur. Ama şart manası olduğu zaman bu doğru olmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.225) 

 

Yâsin Sûresi 47. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...


Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 قِيلَ dendiği ق و ل
3 لَهُمْ onlara
4 أَنْفِقُوا infak edin ن ف ق
5 مِمَّا
6 رَزَقَكُمُ size verdiği rızıktan ر ز ق
7 اللَّهُ Allah’ın
8 قَالَ derler ق و ل
9 الَّذِينَ
10 كَفَرُوا nankörler ك ف ر
11 لِلَّذِينَ kimselere
12 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
13 أَنُطْعِمُ biz mi yedirelim? ط ع م
14 مَنْ kimseye
15 لَوْ
16 يَشَاءُ dilediği takdirde ش ي ا
17 اللَّهُ Allah’ın
18 أَطْعَمَهُ yedireceği ط ع م
19 إِنْ hayır
20 أَنْتُمْ siz
21 إِلَّا doğrusu
22 فِي içindesiniz
23 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
24 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

Mekke döneminde inen âyetlerde ağırlıklı olarak biri iman, diğeri ahlâkla ilgili iki büyük yanlışlığın düzeltilmesine önem verildiği görülür. Bu iki yanlışlığı, “Allah’a kullukla yetinmeyip O’na eş-ortak aramak ve sahip olduğu imkânları başkalarıyla paylaşmaktan kaçınmak” şeklinde özetlemek mümkündür. Esasen insanın kâinattaki her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın mülkünü, yaratıp yönetmesini başka ortaklar arasında pay etmeye kalkışırken zâhiren kendisinin gibi görünen imkânlardan başkalarını yararlandırmak hususunda hasis ve cimri davranması büyük bir çelişki taşımaktadır. Kur’an, ilk muhataplarını oluşturan Mekke toplumunda olduğu gibi tarih boyunca hemen bütün toplumlarda görülen bu tutarsızlık üzerinde ısrarla durmuş, bir yandan tevhid inancını pekiştirerek insanı Allah’tan başka gerçek mâlik bulunmadığını kavramaya, diğer yandan da onu kendinden bir şeyler vermeye alıştırarak iman ve ahlâkındaki yanlışlardan arınmaya yöneltmiştir. 

Âyetteki anlatım daha çok şöyle yorumlanmıştır: İnkârcılar kendilerine verilen rızıktan başkaları için de harcamaya davet edildiğinde müminleri kendi argümanlarıyla bağlamaya çalışıyor, “Siz, ‘Rızkı veren Allah’tır; dilediğine bol verir, dilediğine kısar’ diyordunuz ya! O halde Allah’ın rızık vermek istemediklerini biz niye besleyelim ki?” tarzında demagoji yapıyorlar, onları alaya alıyorlardı. Oysa rızık verme Allah’ın kendi yarattıkları üzerindeki bir tasarrufu olup yine kendi irade ve kudretine bağlıdır, O’nu kimse sorgulayamaz. İnfak (başkaları için, Allah yolunda harcama) ise insana yüklenmiş ahlâkî bir ödev ve kendisine sağlanmış bir altın fırsattır. Ayrıca Allah’ın doyurması, rızıklandırması doğrudan olduğu gibi dolaylı da olabilir; dilediğinde yoksul ve yoksunların ihtiyaçlarını, bol rızık verdiği kulları aracılığıyla da karşılar. Bu âyetin Mekke müşriklerinin müslüman olan kölelerine ve yoksul yakınlarına yardımı kesmeleri veya müslüman olsun olmasın bütün yoksullara yardım ve ilgiyi kesme kararı almaları karşısında Hz. Peygamber tarafından yoksullara yardım etme ve ilgi gösterme çağrısı yapılması üzerine indiği yönünde rivayetler bulunmaktadır (İbn Atıyye, IV, 456). Meâlde “Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz” anlamındaki cümle inkârcıların sözünün devamı olarak verilmiştir. Bunu, Allah Teâlâ’nın onların mantığını red anlamındaki sözü olarak düşünmek de mümkündür (İbn Atıyye, IV, 456). Bazı âlimler İbn Abbas’tan gelen bir rivayete dayanarak bu âyetin Allah’ın varlığını temelden inkâr eden ve müslümanları alaya alan bir grup (zındıklar) hakkında indiğini belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 288).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 500-501

  Ta'ame طعم :

  طَعْمٌ gıda almak/yemek yemedir. Alınan gıda yani yenen şeye de طَعامٌ denir. Denilir ki bu fiil bazen içecekle ilgili de kullanılabilir.

  İf'al babındaki formu olan أطْعَمَ- إطْعامٌ ise yemek yedirmek ya da yiyecek vermek anlamındadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 48  defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli taâmdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ 

 

وَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهُمُ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.  اَنْفِقُوا  cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْفِقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اَنْفِقُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقَكُمُ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

رَزَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

اَنْفِقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لَ  harf-i ceriyle  قَالَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Mekulü’l-kavli  اَنُطْعِمُ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Hemze istifham harfidir. 

نُطْعِمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  اَطْعَمَهُۗ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

نُطْعِمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طعم ’dir. 

اٰمَنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ 

 

Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle 45.ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ  şeklindeki şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Aslı mekulü’l-kavl olan  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan  اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَنْفِقُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ‘nın sılası olan  رَزَقَكُمُ اللّٰهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَزَقَكُمُ  -  اَنْفِقُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Onlara: "Allah'ın size lütuf ve ihsan ettiği çeşitli mallardan hayra harcayın!" denildiğinde... şeklinde ifâde edilmesi, hakkı tahkik ve intakı (harcamayı) teşvik içindir. (Ebüssuûd)

قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki ikinci ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , harf-i cerle birlikte  قَالَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  sözündeki  لِ ‘ın  قَالَ  fiilini muhataba hitap için müteaddi yapmış olması mümkündür. Yani o kâfirler müminlere, “Allahın dileyecek olsa kendisini doyuracağı bir kimseyi, (biz) mi doyuracağız?” dediler. Ama bu  لِ ‘ın illet için gelmiş olması da mümkündür. Bu halde ise mana,’’İnkâr edenler, müminlere iman ettiklerinden dolayı şöyle dedile…’’ şeklinde olur. (Âşûr)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve istihza anlamlarına geldiği için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَشَٓاءُ اللّٰهُ  cümlesi şarttır.  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zamir makamında lafza-i celâlin zahir olarak zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اَطْعَمَهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاء  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Nahivciler  لَوْ  edatını, “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

اٰمَنُٓوا  -  كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  قَالَ  - ق۪يلَ  ve اَطْعَمَ  - نُطْعِمُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

مَنْ -  الَّذ۪ينَ  ve  اِذَا -  لَوْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قال  fiili ilk olarak meçhul, sonra da malum olarak gelmiştir. Önce  لهم  şeklinde muhatap zamirle gelmiş, arkadan  الذين كفروا  şeklinde açıklanmıştır. Önce  أنفقوا  şeklinde umumi bir emir gelmiş, sonra infaktan maksadın muhtaçların doyurulması olduğu açıklanmıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.229) 


 اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın müşriklere cevabıdır. Müşriklerin veya müminlerin sözleri olması ihtimali de taşır.

Kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَف۪ي ضَلَالٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde tebe-i istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle durumun şiddeti, dalaletin kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.

ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Kelam kasr üslubunda gelmiştir. Yani Siz başka herhangi bir durumda değilsiniz, Siz sadece dalalet içindesiniz demektir. Bu üslup dolayısıyla mana أنتم في ضلال مُب۪ينٍ (Siz apaçık bir dalalet içindesiniz) cümlesinden farklıdır. Kasr üslubu tekidlidir, dalalet dışında herhangi bir durumda olmadıklarını da ifade eder.

Burada olumsuzluk harfi olarak  مَّا  değil  اِنْ  gelmiştir. Çünkü bu harf daha kuvvetlidir.

Ayette zarfiye manası taşıyan  ف۪ي  harfi gelmiş, böylece dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi “siz bu dalâlete gömülmüşsünüz” manası ifade edilmiştir Müfessirler Kur'ân'ın hidayet kelimesi ile  على  harfini, dalalet kelimesi ile ise ف۪ي  harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.231) 

 
Yâsin Sûresi 48. Ayet

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


“Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit ne zaman gelecek?” diyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
2 مَتَىٰ ne zaman?
3 هَٰذَا bu
4 الْوَعْدُ tehdid (ettiğiniz azab) و ع د
5 إِنْ eğer
6 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
7 صَادِقِينَ doğru söylüyor(lar) ص د ق

Peygamberlerin uyarılarını hafife alıp “Sözünü ettiğiniz o gün gelecekse gelsin artık!” kabilinden sözler söyleyen inatçı münkirleri hizaya getirecek tek şey, kendilerine iyi ve kötüyü özgürce seçme imkânının verildiği sınav ortamının kapanmasından sonra ilâhî bildirimlerdeki gerçeklerle yüzleşmeleri olacaktır. 49. âyette “korkunç bir ses” diye çevrilen sayha kelimesinin bu bağlamdaki anlamı, dünyanın sonu geldiğinde büyük meleklerden İsrâfil’e verilen görev gereği onun sûru ilk üflemesi sonucunda çıkacak dehşet verici sestir (Taberî, XXIII, 13-14; ayrıca bk. 29. âyetin tefsiri; sûr hakkında bk. En‘âm 6/73). Âyetin “birbirleriyle uğraşırken” anlamındaki kısmı, “dünya işlerine dalmışlarken, kendi aralarında çekişmekte iken, öldükten sonra dirilme konusunu tartışıp dururlarken, hak ehline karşı mücadele vermeye çalışırlarken” tarzında yorumlanmıştır (İbn Atıyye, IV, 456; Râzî, XXVI, 87; Şevkânî, IV, 427). Tefsirlerde genellikle, 50. âyetin “o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler...” mânasına gelen kısmıyla, geride bıraktıklarına ilişkin bir vasiyet yapma veya birbirlerine tövbe edip günahlardan kaçınma tavsiyesinde bulunma fırsatı dahi bulamayacaklarının kastedildiği belirtilir. Bu âyetin “... ne de ailelerine dönebilecekler” diye tercüme edilen kısmı için de şu yorumlar yapılmıştır: Ölüm anında ailesini yanında görmek isterler ama evlerine dönme imkânı bile verilmez; ailelerine bir mesaj iletme fırsatı dahi tanınmaz; aileleriyle ilişkileri tamamen kesilmiştir (İbn Atıyye, IV, 456-457; Şevkânî, IV, 427-428). Muhammed Esed bu cümleyi “ne de yakınlarına sığınabilecekler” şeklinde çevirmiştir (II, 902). Ölüm her bir fert açısından kıyametin kopması demek olduğundan, buradaki tasvirlerin ve karşılaşılacak durumların sırf dünyanın sonu geldiğinde mevcut bulunacak nesille ilgili olmayıp bütün insanları kapsadığı açıktır; bu tasvirler arasından sadece sûrun üflenmesiyle ilgili olanı kıyametin kopuşuna ilişkin bir anlatımdır. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 501-502

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ ‘dir. يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

مَتٰى  istifham ismi, zaman zarfı olarak mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İşaret zamiri  هٰذَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. الْوَعْدُ  işaret zamirinden bedel olup lafzen merfûdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. 

كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’ün haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim  kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

صَادِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ , istifhâm üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مَتٰى  soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da 9 yerde kullanılmış ve buralarda istifhamın dışında herhangi bir mana ifade etmemiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مَتٰى  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  هٰذَا  muahhar mübtedadır. الْوَعْد ’in, işaret ismi  هٰذَا  ile işaret edilmesi mütekellimin tahkir amacını ifade etmiştir.

هٰذَا ’dan bedel olan  الْوَعْدُ  nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır. Vaade işaret eden  هٰذَا ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi olması onların işaret ettikleri şeyi, yani muşârun ileyhi tahkir ifade eder.

يَقُولُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Bu tehdit buyurulurken  ذلك  değil, yakın için kullanılan işaret ismi gelmiştir. Böylece bu sözlerini, onları tehdit ettiği vakit söylediklerine delalet edilmiştir. Yani bunu tehditten bir süre sonra söylememişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

Bu, onların, Cenab-ı Hak tarafından ["Onlara, sakının denildiğinde..."] (Yasin.45) ayetinde emredilen takva ile, ["Onlara, harcayın denildiğinde..."] ayetinde emrolunan infâkın, hiçbir faydası olmadığı, çünkü gerçekte böyle bir vaadin olmadığı şeklindeki inançlarına bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)  


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , şart cümlesidir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi  صَادِق۪ينَ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

اِنْ كُنْتُمْ  ifadesindeki hitap peygamberleredir. Çünkü o müşrikler risaleti kabul etmeyince, "Ey risalet iddia eden kimseler, eğer siz bu hususta doğru söylüyor iseniz, bunun ne zaman olacağını bize bildirin bakalım" demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî) 

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

Bu ayet, altı surede aynen tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Yâsin Sûresi 49. Ayet

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ  ...


Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 يَنْظُرُونَ beklemiyorlar ن ظ ر
3 إِلَّا başka bir şey
4 صَيْحَةً korkunç sesten ص ي ح
5 وَاحِدَةً bir tek و ح د
6 تَأْخُذُهُمْ ansızın onları yakalar ا خ ذ
7 وَهُمْ ve onlar
8 يَخِصِّمُونَ çekişip dururlarken خ ص م

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  صَيْحَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدَةً  kelimesi  صَيْحَةً ‘nin sıfatı olup mansubdur.  تَأْخُذُهُمْ  cümlesi  صَيْحَةً ‘nin ikinci sıfatı olup mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْخُذُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Burada  تَأْخُذُهُمْ  değiştirme manasında olan fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُمْ يَخِصِّمُونَ  cümlesi  تَأْخُذُهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan zamirden hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَخِصِّمُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  هُمْ يَخِصِّمُونَ  cümlesi,  تَأْخُذُهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan zamirden haldir. 

يَخِصِّمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَخِصِّمُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خصم ’dir.

Aslı  يختصمون ‘dir. Burada  ت  harfi  صِّ  harfine dönüştürülmüş,  صِّ  harfi şeddeli yapılmış ve iki sakin harfi yan yana getirmek için  خِ  harfi esreli getirilmiştir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ

 

Ayet, beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûl arasındadır.

يَنْظُرُونَ  maksûr/sıfat,  صَيْحَةً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l- mevsûftur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başkasına değil bu mef’ûle tahsis edilmiştir. 

Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. 

Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl, üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

صَيْحَةً ’deki tenvin çokluk manası ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)  

 وَاحِدَةً  kelimesi  صَيْحَةً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Bu sıfat sayhanın azametini arttırır. 

Müspet muzari fiil sıygasında gelen  تَأْخُذُهُمْ  cümlesi,  صَيْحَةً  için sıfattır. 

هُمْ يَخِصِّمُونَ  cümlesi,  تَأْخُذُهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen  يَخِصِّمُونَ  cümlesi, haberdir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Burada zikredilen  يَخِصِّمُونَ  kelimesi,  يختصمون  manasındadır. Ancak burada  ت  harfi  صِّ harfine dönüştürülmüş, صِّ  harfi şeddeli yapılmış ve iki sakin harfi yan yana getirmek için  خِ  harfi esreli getirilmiştir. Bu ibdâlin sebebi ise tad’îf (kelimeyi şeddeli hale getirmek)tir. Çünkü tad’îf, yapılan işin gücünü, çokluğunu ve mübâlağalı durumunu ifade etmektedir.

Tad’îf, burada ihtisâm’daki mübalağayı ifade eder. O gün kıyamet, kalpleri söküp çıkaran ve herkesi öldürecek eşi benzeri olmayan tek bir sayha ile her türlü çekişmeyi (ihtisâm) sona erdirecektir. Ortada hiçbir ses, hareket, söz ve husumet olmayacak; yeryüzüne tam bir sessizlik ve mutlak bir sükûnet hâkim olacaktır. Yüce Allah, bu durumu يَخِصِّمُونَ  kelimesiyle ifade etmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

Bu ayette zikredilen  صَيْحَةً , kıyamet sayhasıdır. Aslında bu sayha onları değil, onların zürriyetlerini yakalayacaktır. Nûh'un gemisinde de doğru olan onların değil, zürriyetlerinin taşındığının söylenmesidir.  صَيْحَةً  ile zikredilen  هُمْ  zamiriyle hem onlar hem de zürriyetleri kastedilmiştir. Böylece babalar ve zürriyet aynı kişiler gibi ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.192)  

Burada geçen نظر  kelimesinin manası beklenmedik bir şeyin vuku bulması hakkındadır. Yani vuku bulmadıkça görmezler demektir. Müfessirler bu kelimeyi ‘beklemek’ şeklinde yorumlamışlardır. Madem ki kâfirler bu sayhayı beklemiyorlar, hatta aksine inkâr ediyorlar; o halde fiilî olarak beklemek manasındadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s. 234)  

ينتظرون  yerine,  ينظرون  fiilinin tercîh edilmesi, daha büyük bir korkuyu ifade etmesi sebebiyledir. Beklenmedik bir sayhayla ani olarak karşılaşmak daha büyük bir korku doğurur ve kalpleri yerinden oynatır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.235)

 
Yâsin Sûresi 50. Ayet

فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟  ...


Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَا artık
2 يَسْتَطِيعُونَ güçleri yetmez ط و ع
3 تَوْصِيَةً bir vasiyete و ص ي
4 وَلَا ne de
5 إِلَىٰ
6 أَهْلِهِمْ ailelerine ا ه ل
7 يَرْجِعُونَ dönmeye ر ج ع

فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. تَوْصِيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اِلٰٓى اَهْلِهِمْ  car mecruru  يَرْجِعُونَ۟  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَرْجِعُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  طوع ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟

 

فَ  atıf harfidir. Ayet,  هُمْ يَخِصِّمُونَ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَوْصِيَةً  kelimesinin nekre getirilmiş olması umumîlik için olup, bu, "O kimse, ufacık bir kelime dahi olsun, herhangi bir tavsiyede bulunamaz" demektir. Bir de, tavsiye, bazan işaretle olabilir. O halde, bundan aciz olan kimse, artık her şeyden aciz demektir.

(Fahreddin er-Râzî)

Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.  تفعيل  kalıbının masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Çünkü masdarlar, bütün cinslere şamildir.

Aynı üslupta gelen  وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلٰٓى اَهْلِهِمْ , kasr manası için, amili olan  يَرْجِعُونَ۟ ’ye takdim edilmiştir.

وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟  [ve ehline dönemezler] sözü ise, ailelerine geri dönmediklerini ifade ederken, başkasına, yani Allah'a geri döndüklerini ifade eder. Eğer,  وَلَٓايَرْجِعُونَ۟ اِلٰٓى اَهْلِهِمْ   buyurulsaydı, ailelerine geri dönmedikleri ifade edilirken, Allah'a geri döndükleri ifade edilmezdi, ki murad edilen mana bu değildir. Aksine Allah'a geri döndükleri anlatılmak istenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.238)

 
Yâsin Sûresi 51. Ayet

وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ  ...


Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنُفِخَ ve üflendi ن ف خ
2 فِي
3 الصُّورِ sur’a ص و ر
4 فَإِذَا işte
5 هُمْ onlar
6 مِنَ -den
7 الْأَجْدَاثِ kabirler- ج د ث
8 إِلَىٰ
9 رَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
10 يَنْسِلُونَ koşuyorlar ن س ل

Sûra üflenip insanlar yeniden canlandığında ve hızla mahşer yerine doğru giderlerken dünyada bu gerçeği inkâr edenlerin önce neye uğradıklarını bilemez bir halde birbirlerine olup biten hakkında soru sormaya çalışacakları, hemen ardından da durumu anlayıp derin bir pişmanlık içinde Allah’ın vaadinin ve peygamberlerin bildirdiklerinin doğru çıktığını itiraf edecekleri canlı bir anlatımla tasvir edilmekte; böylece öldükten sonra dirilmeye inanma çağrısı soyut bir iman esası düzeyinde bırakılmayıp aklı eren herkesin durum muhasebesi yapmasına ve konu üzerinde daha bir ilgiyle düşünmesine imkân verilmektedir. Ayrıca, öldükten sonra dirilmenin sırf geleceğe dönük bir korku motifi olarak algılanmaması için insanın fıtratındaki adalet duygusuna hitap edilmekte, haşir gününün temel özelliği olarak herkesin yüce Allah’ın şaşmaz adaletinin güvencesi altında bulunduğu, hiç kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmadan sadece yaptıklarının karşılığını göreceği belirtilmekte, dolayısıyla muhataplar dünya hayatından sonra böyle bir hesaba çekilmenin zaten gerekli ve hayata anlam kazandırıcı bir safha olacağını düşünmeye yönlendirilmektedir. 

52. âyette geçen inkârcılara ait sözün –buradaki bir gramer özelliği dolayısıyla– “Vay başımıza gelenlere! Bizi yattığımız bu yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği (hakikatmiş), peygamberler de gerçekten doğru söylemişler” şeklinde anlaşılması da mümkündür (Râzî, XXVI, 89-90). Öte yandan, sadece soru kısmının inkârcılara ait, rahmânın vaadinin bu olduğuna ve peygamberlerin sözlerinin doğru çıktığına dair ifadenin ise melekler veya müminler tarafından onlara verilmiş cevap olması da muhtemeldir; Taberî, müminlerin sözü olması ihtimalini daha kuvvetli bulur (Taberî, XXIII,16-17; Şevkânî, IV, 428-429). “Yattığımız yer” mânasına gelen tamlamadan hareketle bazı müfessirler herkesin kendi öldüğü yerden, kabrinden kaldırılacağı yorumunu yapmışlarsa da, İbn Atıyye burada bir edebî sanat (istiâre ve teşbih) bulunduğunu, yoksa gerçek anlamıyla kabirlerin kastedilmediğini belirtir (IV, 458). 53. âyette “olup biten yalnızca bir ses” diye çevrilen cümledeki sayha, bu bağlamda kıyametin kopup hayatın sona ermesinden bir süre sonra, –yeniden dirilmeyi sağlayacak biçimde– sûrun ikinci defa üflenmesini ifade etmektedir (Râzî, XXVI, 88; ayrıca bk. 49. âyetin tefsiri).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 504-505 

وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  نُفِـخَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. فِي الصُّورِ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا ‘ isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur. 

Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنَ الْاَجْدَاثِ  car mecruru  يَنْسِلُونَ  fiiline mütealliktir.  

اِلٰى رَبِّهِمْ  car mecruru  يَنْسِلُونَ ‘nin failinin mahzuf haline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, حساب ربّهم (Rablerinin hesabına) şeklindedir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَنْسِلُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَنْسِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ

 

Ayet, 49. Ayetteki …مَا يَنْظُرُونَ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Henüz gerçekleşmemiş olduğu halde mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir.

Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen  فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ  cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümleye dahil olan atıf harfi  فَ , takip ve tertip ifade eder.

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.

İkinci cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلٰى رَبِّهِمْ , kasr ve ihtimam için amiline takdim edilmiştir.  اِلٰى رَبِّهِمْ  maksûrun aleyh/mevsûf, يَنْسِلُونَ  maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Gidiş, Rablerine tahsis edilmiştir.

مِنَ الْاَجْدَاثِ  car mecruru,  يَنْسِلُونَ  fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir.

رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kış 2017))

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ [Sûra üfürülmüştür] sözüyle kastedilen ölülerin kabirlerden diriltilmesinden sonraki ikinci nefhadır. İlk nefha sayha ile ifade edilmiştir. Burada gelecek zamanda vuku bulacak bir olay mazi fiille ifade edilmiş, böylece geçmişteki bir olay menziline konarak vukuunun kesinliğine işaret edilmiştir.

فإذا  şeklinde müfâcee harfiyle birlikte takip ve tertip ifade eden  ف  harfi de gelmiştir. Yani herhangi bir mühlet veya gecikme olmaksızın aniden çıktıkları ifade edilmiştir. Nefhayı takiben hiç oyalanmaksızın kabirlerinden çıkarak Rablerine doğru koşarak gitmişlerdir.

مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ  [Onlar kabirlerinden (kalkıp) Rablerine doğru koşup gidiyorlar] cümlesinde car mecrur takdim edilmiştir. Bu car mecrur koşmanın başladığı yeri ifade eder. Sonra koşmanın bittiği yer zikredilmiştir. Böylece öncelikle başlangıç ve bitiş noktaları söylenmiştir. Aslında bu tabii bir kullanımdır. انطلق من المكان الفلاني إلى السوق (Filan mekandan çarşıya kadar koştu) deriz. 

İhtimam ve kasr ifadesi için bu iki car-mecrur fiile takdim edilmiştir. Çünkü bir ölünün kabrinden çıkıp hedefine doğru koşması şaşılacak, acayip bir şeydir. Her türlü toprakla karışmış, çürümüş olan bu kemikler nasıl olup da çıkıp gayesine doğru koşarak giderler? Koşarak gidişlerinin sadece Rablerine olduğu zikredilmiştir ki o Rableri onların işlerinin sahibi, onların efendileridir. Başka bir tarafa yönelmezler sadece Rablerine doğru giderler. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s. 243 -244)

 
Yâsin Sûresi 52. Ayet

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ  ...


Şöyle derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahman’ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 يَا وَيْلَنَا -vah bize
3 مَنْ kim?
4 بَعَثَنَا bizi kaldırdı ب ع ث
5 مِنْ -den
6 مَرْقَدِنَا yattığımız yer- ر ق د
7 هَٰذَا işte budur
8 مَا şey
9 وَعَدَ va’dettiği و ع د
10 الرَّحْمَٰنُ Rahman’ın ر ح م
11 وَصَدَقَ demek doğru söylemiş ص د ق
12 الْمُرْسَلُونَ peygamberler ر س ل

  Be'ase بعث :

  بَعْثٌ kelimesinin aslı bir şeyi harekete geçirip yönlendirmek ve göndermek anlamlarına gelir. بَعْثٌ sözcüğünün manası vurgu yapılan konulara göre değişir.

Ba's, iki şekilde olur: Biri beşeridir. Örneğin deveyi sürmek ve insanı bir iş için göndermek gibi.

  Diğeri de ilahidir ve bu da iki şekilde olur: Birincisi: Şehirleri, türleri ve cinsleri yoktan var etmektir. Bu yalnızca Yüce Yaratıcıya özgüdür. İkincisi: Ölüleri diriltmektir. Bu genelde Yüce Allah'a mahsus olmakla birlikte Hz. İsa vb. bazı Allah dostlarının da hususiyetlerinden biri olmuştur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 67 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ba's (günü) ve meb'ustur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَا وَيْلَنَا  cümlesi itiraziyyedir. يَا  tenbih harfidir. وَيْلَنَا  kullanılmayan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mekulü’l kavli  مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا  ‘dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَنْ  istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. بَعَثَنَا  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. بَعَثَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ  مَرْقَدِنَاۢ  car mecruru  بَعَثَنَا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  haber olarak mahallen merfûdur.  İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدَ الرَّحْمٰنُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, وعد به. وصدق فيه (Onu vadetti ve bu vaadinde doğru oldu) şeklindedir. 

وَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الرَّحْمٰنُ  fail olup lafzen merfûdur. 

صَدَقَ  atıf harfi وَ ‘la  وَعَدَ  fiiline matuftur.  الْمُرْسَلُونَ  fail olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُرْسَلُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ 

 

İstînâfiyye olarak fasıla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَا وَيْلَنَا  cümlesi dua manasında itiraziyyedir. İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

وَيْلَ , elem verici azap, şerlerin en kötüsüdür. 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

مَنْ  ismi istifham harfi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  بَعَثَنَا  haberdir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

بَعَثَ  fiilinin faili olarak gelen  مَنْ  edatının aslı istifham olup, yeniden dirilme dolayısıyla o kimselerin yaşayacağı hayret ve yakınıp dövünme manalarını ifade eder. (Âşûr)

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

يَا وَيْلَنَا  [ey veylimiz]. Veyl, “hüzn, azap ve helak” demektir. يَا وَيْلَنَا  [ey veylimiz] ibaresi, helak ve azaba seslendiklerini ifade eder. Yani, “ey azabımız, ey helakımız, gel artık, senin vaktin geldi” diye nida ediyorlar demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.246 ) 

Bu ifadenin niçin  يا ويلتنا  şeklinde  ت  harfiyle değil de  يا ويلنا  şeklinde geldiği sorulabilir.

Bunun sebebi,  وَيْلَ  kelimesinin manasının yukarıda işaret ettiğimiz gibi azap ve hüzün olması,  وَيْلَة  kelimesinin ise rezalet, skandal manası taşımasıdır. Böyle makamlarda bu kelime tercih edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.247)

Öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlerin dilinden aktarılan bu ifadede istiare-i muraşşaha sanatı bulunmaktadır. Zira uyku manasına gelen  مَرْقَدِنَاۢ , ölüm manasına gelen  مَمات  yerine kullanılmıştır. Onların ölüm halleri, uyku hallerine benzetilmiştir. Bu ifade bizi ölümümüzden kim diriltti? ifadesinden daha beliğdir. 

Beyzâvî ’nin konuyla ilgili açıklaması şöyledir: Bu ifadede terşîh, remz vardır ki onlar akılları karıştığı için kendilerini uyuyor zannetmişlerdir.

Çünkü bu, onların, o durumda gördükleri ürküntü veren halden ve karşılaştıkları korkulu durumdan ötürü söyleyecekleri bir sözdür. Zira onlar, uyumakta olduklarını zannetmişlerdir.

Örnek olarak aldığımız cümlede, müstearun minh (uyku) ve onun mülayimi (uyanmak) mezkûr, müstear leh (ölüm) mahzuf olduğu için burada istiarenin terşihi söz konusudur. Çünkü uyku lafzı müstear olarak kullanılmış ve kelamda, ölümün uykuya benzediğine işaret edilmiştir. İbarenin aslı من بعثنا من قبورنا ونحن اموات فيها (Biz ölüler iken kim bizi kabirlerimizden diriltti?) şeklindedir. Nazmın zahiri bu sözün hakikat olduğunu, burada istiarenin de terşihin de bulunmadığını gösterir. Zira onlar şaşkınlıklarından ve akılları karıştığından uykuda olduklarını sanıyorlardı, uyandılar ve kendilerini uyandırana bu soruyu sordular. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

Burada tarafeyn aklîdir. Ölüm, uzun uykuya benzetilmiştir. Câmî’; her ikisinde de şuûrun yok olması ve sonra geri gelmesidir. Sonra müşebbeh olan ölüm kelimesi hazf edilmiştir. Böylece tasrîhî istiare olmuştur. Burada merkad mimli masdar kabul edilirse istiare; asliyyedir (Masdarlar camid isim sayıldığı için). Burada şu da düşünülebilir:  مَرْقَدِنَاۢ  mekan ismi kabul edilebilir. Yani kabir manasındadır. Ölüm uykuya benzetilmiştir. Müşebbehün bih hazf edilmiş, müşebbeh kalmıştır. Bundan da mekan ismi türetilmiştir. Böylece istiare; tebeiyye olmuştur. (Mekân ismi müştak olduğu için) (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi


هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

 

İsti'naf cümlesidir. Mekulü’l-kavle dahildir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ‘nın sılası olan  وَعَدَ الرَّحْمٰنُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned tazim ve sonraki habere dikkat çekme kastına binaen ism-i mevsûlle gelmiştir.

Aynı üslupta gelerek sılaya atfedilen  وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifade etmiştir. Duruma işaret edilen هٰذَا ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

مُرْسَلُونَ  - صَدَقَ  - الرَّحْمٰنُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ [Bu: Rahman'ın vaadidir] cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Yani, melekler onlara der ki: (Bu, Rahman'ın size vadettiği şeydir.) (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

هٰذَا  mübteda, مَا وَعَدَ  haberi;  مَا  ise ya masdariyye ya da mevsūledir;  هٰذَا ’nın  مَرْقَدِنَاۢ ‘nın sıfatı olması da mümkündür. Bu durumda  مَا وَعَدَ  ya hazf edilmiş bir mübtedanın haberi olur ve ‘’Bu Rahman’ın vaadidir’’ şeklinde bir anlam verilir ya da haberi hazf edilmiş bir mübteda olur ve ‘’Rahman’ın vadettiği ve peygamberlerin doğru söylediği şey gerçekmiş!’’ anlamı verilir. (Keşşâf)

وَ  harfi, bu manayı önceki cümleye atfedebilir. Hal için de gelmiş olabilir, yani “resullerin size verdiği haber doğrudur” manasında olabilir. Ya da bu manayı sıla cümlesine atfetmiş olabilir. Bu durumda  مَا  harfi de masdariyye ise şöyle takdir edilir: “Bu, Rahman'ın vaadi ve resullerin doğruluğudur.” مَا  harfi mevsûl ise şöyle takdir edilir: “Bu, Rahmân'ın vadettiği ve resullerin hakkında doğruyu söyledikleri şeydir.”

(Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.252 ) 

Şimdi de burada zikredilen iki sual üzerinde düşünelim:

-Doğru söyleyenlerseniz bu tehdid(in tahakkuku) ne zaman (söyleyin)?

-Uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı?

هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ (Bu (Ba’s) çok esirgeyici (Allah)’ın vadettiği şey. Gönderilen (peygamber)ler (meğer) doğru söylemiş») (Yâ-Sîn/52) bu her iki sorunun cevabıdır.

هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰنُ [Bu (Ba’s) çok esirgeyici (Allah)’ın vadettiği şey] sözü, bu tehdidin ne zaman olacağını soranlara, ‘’İşte şimdi’’ diye cevap verir.

Peki  وعد  mazi fiilinin Allah'a isnat edilmesiyle, Rahmân ismine isnat edilmesi arasında ne fark vardır?

Bu fiilin Allah'a isnat edildiği ayetlerde müminlere veya kâfirlere mahsus bir hitap söz konusudur. Ama bu fiilin Rahmân ismini isnat edildiği yerlerde ise umumi olarak bütün kullar kastedilir. Rahmân isminin rahmeti bütün üzerinde tecelli eder. Bu ayette de vaat mutlak olarak gelmiştir. Bu vaat müminlere veya kâfirlere mahsus değildir. Umumi bir vaattir. Mef’ûl zikredilmemiştir. Ama bu fiilin Allah'a isnat edildiği 12 yerin hepsinde de bu fiil bir gruba tahsis edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.253- Ebüssuûd)

 
Yâsin Sûresi 53. Ayet

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ  ...


Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ hayır
2 كَانَتْ olur ك و ن
3 إِلَّا sadece
4 صَيْحَةً gürültü ص ي ح
5 وَاحِدَةً bir tek و ح د
6 فَإِذَا hemen
7 هُمْ onların
8 جَمِيعٌ hepsi ج م ع
9 لَدَيْنَا huzurumuza
10 مُحْضَرُونَ getirilirler ح ض ر

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَتْ ’in dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  تْ  te’nis alametidir.

اِلَّا  hasr edatıdır. صَيْحَةً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. وَاحِدَةً  kelimesi  صَيْحَةً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında müfacee harfi olur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَم۪يعٌ  haber olup lafzen merfûdur.  لَدَيْنَا  mekân zarfı  مُحْضَرُونَ ‘a mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُحْضَرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُحْضَرُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfî  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefiy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir.

Kasr,  كَانَ  ile haberi arasındadır.  كَانَ  maksûr/mevsûf,  صَيْحَةً  maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. 

صَيْحَةً  için sıfat olan  وَاحِدَةً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Bu kelam, kabirlerden kaldırılmanın ve haşrın nedenli korkunç olduğunu ve bunların gerçekleşmesi için zahiri sebeplere ihtiyaç olmadığını açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)

فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ  cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi zaman ve mekandaki ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahil olan atıf harfi  فَ , takip ve tertip ifade eder.  هُمْ  mübteda,  جَم۪يعٌ  haberdir.

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.

Mekân zarfı  لَدَيْنَا ’nın müteallakı  جَم۪يعٌ  veya   مُحْضَرُونَ۟ ‘dir.  مُحْضَرُونَ۟ , ikinci haber veya  جَم۪يعٌ  için sıfattır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  لَدَيْنَا  izafeti, muzâfı tazim içindir.

Yani ‘tek bir sayhadan başka ne bir ceza, ne de benzeri başka bir şey var’ demektir. كَانَ ‘nin ismi gizli zamirdir. Nefy harfi olarak  مَا  değil,  اِنْ  harfi gelmiştir. Zira  اِنْ  harfiمَا  harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için çoğunlukla  اِلَّا ‘nın yanında kasr ifadesi için bu harf kullanılmıştır. Bunların bir arada geldiği yerler incelenirse bu dediğimiz mana açıkça görülür.

Ayette geçen  وَاحِدَةً  manayı tekid eden bir sıfattır ve iki mana taşır:

Allah'ın kudretini ve bu kişilerin değersizliğini ve zayıflığını mübalağalı olarak açıklar. Onların helak olmak için tek bir sayhadan fazlasına ihtiyacı yoktur.  كَانَ ‘nin ismi yeterince açık olduğu için gizlenmiştir. Zikredilmese de makam ona delalet eder. 

Ayetteki  فَ  harfi ve müfacee ifade eden  اِذَا , helaklarının ne kadar hızlı olduğunu ifade eder. Çünkü  فَ  tertip ve takip manasındadır.  اِذَا  da aniden oluşu anlatır. Bu iki harf bir arada geldiği vakit hem aniden oluşa hem de sayha ile ölüp yok olmaları arasında bir mühlet olmadığına delalet eder. فَ  yerine  و  harfi gelseydi, takip manası ve bu sayha sebebiyle helak oldukları ifade edilmemiş olurdu. Çünkü و  harfi sebep ifade ermez, sadece tâbi olmayı ifade eder.

Dolayısıyla  فَ  harfi gelerek hem sebep hem de sürat manasını ifade etmiştir. Başka hiçbir harf bu manayı ifade edemez.(Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.140) 

Tefsîrü'l Kebîr'de  وَاحِدَةً  kelimesinin, bu fiilin Allah'a kolay olduğu manasını tekid etmek için olduğu yazılıdır. Cümlede ne kadar çabuk helak olduklarına işaret vardır. Çünkü  helakları sayhayla birlikte olmuştur, hiçbir gecikme söz konusu değildir.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.141) 

جميع  kelimesi de hepsinin aniden bir arada oluşunu ifade eder. جميع  kelimesi  فعيل veznindedir. Bu da mef’ûl manasındadır ve sadece olmuş olaylarla birlikte kullanılır. Gelecek zamanda gerçekleşecek fiillerle kullanılmaz. Mef’ûl sıygası ise hem olmuş, hem henüz olmamış fiillerle birlikte kullanılabilir. Yani sadece öldürülmüş bir kişi için قتيل , sadece kovulmuş biri için  طريد  denir. Ama  مقتول  ve  مطرود  henüz öldürülmemiş veya kovulmamış kişiler için kullanılabilir. Yani mef’ûl sıygası,  فعيل  sıygasından farklı olarak hem şimdiki zaman hem gelecek zaman için kullanılabilir.

Yâ-Sîn Suresinde kıyamet olayları geçmiş zaman kalıbıyla anlatılmaktadır, dolayısıyla vuku bulmuş, gerçekleşmiş olaylara delalet eden sıyga tercih edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.260) 

مُحْضَرُونَ۟  kelimesi, onların bu fırlayıp koşmalarının kendi iradeleriyle değil, mecburi bir koşma olduğuna delalet eder.(Fahreddin er-Râzî)   

 
Yâsin Sûresi 54. Ayet

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالْيَوْمَ o gün ي و م
2 لَا
3 تُظْلَمُ haksızlık yapılmaz ظ ل م
4 نَفْسٌ hiç kimseye ن ف س
5 شَيْئًا hiçbir şekilde ش ي ا
6 وَلَا ve
7 تُجْزَوْنَ siz cezalandırılmazsınız ج ز ي
8 إِلَّا dışında
9 مَا
10 كُنْتُمْ olduklarınızın ك و ن
11 تَعْمَلُونَ yapmış ع م ل

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Ayet,  فَ  atıf harfi ile mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, يقال لهم : اليوم يجري الحساب فلا تظلم نفس (Onlara ‘’Bugün hesap görülür ve kimsaya zulmedilmez’’ denir.) şeklindedir.

الْيَوْمَ  zaman zarfı  تُظْلَمُ  fiiline mütealliktir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تُظْلَمُ  merfû meçhul muzari fiildir.  نَفْسٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  شَيْـٔاً  masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.  

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تُجْزَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  مَا  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i ceriyle  تُجْزَوْنَ  fiiline mütealliktir. Takdiri, تجزون بعملكم (Amellerine göre karşılık verilir.) şeklindedir.

كان  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً

 

Ayet takdiri  يقال لهم: اليوم تحاسبون فلا تظلم  (Onlara ‘’Bugün hesap görülür ve kimseye zulmedilmez’’ denir.) olan mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَوْمَ  zaman zarfı, önemine binaen amili olan  تُظْلَمُ  fiiline takdim edilmiştir. 

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْيَوْمَ  zarf olup elif lamla marife gelişi ahd içindir. Buradaki ahd ise ahdi huduri(ilmi) olup ceza günü anlamındadır. (Âşûr)

نَفْسٌ  ve  شَيْـٔاً  kelimelerindeki tenvin, kıllet ve umum ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. (Âşûr)

Burada bahsedilen gün, kıyamet günüdür. O gün hesap için herkes hazır olur, hiç bir şekilde kimseye zulmedilmez.  نَفْسٌ  kelimesi iyi-kötü herkesi ifade etmesi için nekire olarak gelmiştir. Çünkü nekrelik umum ifade eder. Zulmün olumsuzluğu da mutlak olarak gelmiştir. O gün hiçbir zulüm yoktur.  شَيْـٔاً  kelimesi iki manaya muhtemeldir.

-Masdariyye manası, az bile olsa hiç zulüm yoktur.

-Mefûlun bihi manası, herhangi bir şeyle zulüm yoktur.

Burada her iki mana birlikte murat edilmiştir. Yani herhangi bir zulüm yoktur, herhangi bir şeyle zulüm yoktur. Bunun için kelime mutlak olarak gelmiş herhangi bir şeyle kayıtlanmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.261) 

 

وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen cümle menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

لَا  nafiye, اِلَّا  hasr harfidir. Bu iki harfle meydana gelen kasr, fiille car mecrur arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  تُجْزَوْنَ  sıfat/maksûr,  مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  mevsûf/maksûrun aleyhtir.

تُجْزَوْنَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

İsm-i mevsûl olan  مَا , takdir edilen  ب  harf-i ceriyle  تُجْزَوْنَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi,  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Muhataba hiçbir şekilde zulmedilmeyeceği ifade edildikten sonra bu ibare gelmiştir.

Bazı müfessirler bu cümlenin kafirlere hitap ettiği görüşündedir. Çünkü müminler yaptıklarına karşılık kat kat mükafat göreceklerdir ama kafirler sadece yaptıklarının karşılığını göreceklerdir.

Bu hitabın umumi olduğu da söylenmiştir. Çünkü cins kastedilmiştir. Çünkü ceza amelin cinsinden olur. Amel hayırsa ceza da hayır, şer ise ceza da şerdir. Kötü amele güzellikle, güzel amele kötülükle karşılık verilmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.261) 

53 ve 54. ayetlerde هُمْ  -  تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında gâibten muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Sayfadaki ayetlerin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalardaki secî gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum mala yelzem sanatı vardır.

 

Günün Mesajı
52. ayet, kabir, hayatıyla ilgili olarak iki gerçeğe işarette bulunmaktadır. Birincisi: Kabir azabı, Mahşer Yerinde yaşanacak dehşet ve Cehennem'in azabına göre gece uykuda görülen kabus gibi olacaktır. İkincisi: Hz. Ali (ra), “İnsanlar dünyada iken uykudadır, kabre girince uyanırlar.” der. İman ve yaratılış gerçeklerini kavrama açısından, kabir hayatına göre dünya hayatı bir uyku gibidir; insanlar ölünce, artık gözlerinin önünden madde veya ceset perdesi kalktığı için görüşleri daha keskin olur (Kâf/22) ve bu hakikatlere uyanırlar. Âhiret hayatıyla kıyaslandığında ise kabir hayatı bir uyku gibidir. Bütün gerçekler, tüm açıklığıyla Âhiret'te ortaya çıkacaktır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Uyandırıldığına pişman olduğun bir gün düşün. Ancak bu pişmanlık ne geçici, ne de çaresi var. İşte, mahşer günü diriltilen inkarcılar böyle bir halin içine uyanır. Geri dönüş ya da telafi imkanı yoktur. Dünya uykusuna yatmak mümkün değildir.

İman eden insanın, dünyada ne yaşarsa yaşasın ya da ne hissederse hissetsin; hepsinin geçici olduğunu ve hiçbirinin boşa gitmediğini bilmesi ne büyük rahatlıktır. Umudun ve rahmetin sahibi olan Allah’a sığınması ne güzel bir nimettir.

Hangi yollardan geçmiş olursa olsun, nefes aldığı sürece tevbe kapısı açık demektir. Kalbi tevbe ile yıkamak ve Allah ile doldurmak, geçici olandan kalıcı olana yönelmek ve dünyalıklar yerine ahiretliklere bağlanmak ne güzel bir kurtuluştur.

Ey Allahım! Diriliş günü, bizi yüzü ve gönlü nurun ile aydınlık olanlardan eyle. İki cihanda da rahmetine ve muhabbetine mazhar olanlardan eyle. Tevbelerimizi kabul buyur ve bizi affet. Kalan ömrümüzü daha bereketli, hayırlı, verimli geçirmemizde ve değerlendirmemizde yar ve yardımcımız ol. 

Amin. 
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji