5 Kasım 2025
Yâsin Sûresi 55-70 (443. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yâsin Sûresi 55. Ayet

اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ  ...


Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 أَصْحَابَ halkı ص ح ب
3 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
4 الْيَوْمَ o gün ي و م
5 فِي içinde
6 شُغُلٍ bir meşguliyet ش غ ل
7 فَاكِهُونَ eğlenirler ف ك ه

Cennet ehlinin durumuna ilişkin genel bir tasvir içeren 55. âyetteki şuğul kelimesi sözlükte “meşguliyet, eğlenme, oyalanma” anlamına gelmekle beraber burada kastedilen mâna ile ilgili olarak değişik açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXIII, 17-18; Râzî, XXVI, 91-92). Bu açıklamaların ortak noktası, cennetle ödüllendirilenlerin cehennemdekilerin karşılaştığı durumlardan uzak, asla sıkıcı olmayan ve eşsiz haz veren tatlı bir meşguliyet ve nimetler içinde olacakları şeklinde özetlenebilir; bu sebeple belirtilen kelimeyi içeren 55. âyet, “O gün cennetlikler safa sürmekle meşguldürler” diye çevrilmiştir. 57. âyetin ilk cümlesi lafzan “Orada onlar için meyve vardır” anlamına gelmektedir. Fakat ifadenin akışı ve bağlamı dikkate alındığında, “Orada onlar için her tür meyveden, yenecek içecek, haz verecek her nimetten bol miktarda vardır” mânasının kastedildiği anlaşılmaktadır (Şevkânî, IV, 431). 58. âyetle ilgili değişik izahlar bulunmakla beraber, burada önemli olan husus, cennet nimetleri hakkında yapılan tasvirlerden sonra, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olma müjdesinin, belirtilen maddî nimetlerin hepsinden daha değerli olduğuna vurgu yapılmış olmasıdır. Meâlde esas alınan mânaya göre yapılan yorumlarda yüce Allah’ın selâm sözünün melekler vasıtasıyla veya vasıtasız olarak cennet ehline ulaştırılacağı belirtilir (Zemahşerî, III, 290). Farklı bir gramer tahliliyle buradaki selâm kelimesi 57. âyete de bağlanabilmekte ve bu kelimenin başka sözlük anlamlarına göre “istedikleri her şey saftır, şâibesizdir”, “istedikleri her şey verilecektir, teminat altındadır” veya “onlar için esenlik vardır” gibi mânalar verilebilmektedir (Râzî, XXVI, 94-95; Şevkânî, IV, 431; Cenâb-ı Allah’ın cennet ehlini selâmlaması, onlara ne istediklerini sorması ve onların da kendisinin hoşnutluğunu dilediklerini belirtmeleriyle ilgili bazı rivayetler için bk. Taberî, XXIII, 21-22; Elmalılı, VI, 4036-4037; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 505-506 

  Şeğale شغل :   شَغْلٌ/شُغُلٌ insana ârız olup, unutmasını, dikkatini başka yöne çevirmesini sağlayan meşgale, uğraş ya da iş güçtür. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de bir defa isim ve bir defa fiil formunda olmak üzere 2 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri meşgul, meşgale, meşguliyet, işgal ve iştigaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

اَصْحَابَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْجَنَّةِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

الْيَوْمَ  zaman zarfı  فَاكِهُونَ ‘a mütealliktir.  ف۪ي شُغُلٍ  car mecruru  اِنَّ ‘nin ikinci mahzuf haberine mütealliktir. 

فَاكِهُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

فَاكِهُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فكه  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Veciz ifade kastıyla gelen  اَصْحَابَ الْجَنَّةِ  izafeti  اِنَّ ’nin ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي شُغُلٍ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

فَاكِهُونَۚ  kelimesi, اِنَّ ’nin ikinci haberidir.

ف۪ي شُغُلٍ  ibaresinde, ف۪ي  harfindeki zarfiyyet manasının delaletiyle istiare vardır. Bu cümlede harfin dahil olduğu kelime, yani  شُغُلٍ  zarfa benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alakadır. 

الْيَوْمَ  kıyamet gününden kinayedir.  شُغُلٍ ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Kendilerine hazırlanan azap çeşitlerini gördükten ve cennet ehlinin nimetleri haber verildikten sonra onların pişmanlık ve hasret duygularını artırır. Bununla birlikte yeni bir konunun başlangıcı ve bize yollarına uymamız için cennet ashabının nimetlerinin haber verildiği umumu bir haber de olabilir. Yani kıyamet günü pişmanlıklarını ve hasretlerini artırmak için kâfirlere hitap eden bir söz olduğu gibi, onlar gibi olmak konusunda bizi harekete geçirmek için nimetlerden haber veren bir kelam da olabilir.

Önceki ayette kâfirlere yapar olduğunuzdan başkasıyla mukabele görmezsiniz derken, bir taraftan cennet ehline şöyle hitap eder: Ey cennet ehli! Bugün sizin eğlenceli çok meşguliyetiniz vardır. Bu iki manayı aynı ayette birleştirmemiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.269) 

في شغل  ibaresi birinci haber, فاكهون  ikinci haberdir.  فاكهون  haberdir, في شغل  ibaresi onun müteallikıdır. Yani meşguliyet içinde eğlenmektedirler. Bu tabir birçok mana taşır: 

Onlar meşguliyet içindedir. 

Bu meşguliyet içinde olsalar da, olmasalar da eğlenmektedirler. 

Onlar bu meşguliyet içinde eğlenmektedirler. 

Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Bu ayetteki car-mecrur mahzuf bir habere mütealliktir veya onun zamirinin halidir. Çünkü  فاكهون  ikinci haberdir. Onların gelecekteki halinden vuku bulmadan önce bu şekilde isim cümlesi ile haber verilmesi, vuku bulması beklenen şeyin vuku bulmuş şey menziline konması ve böylece ne kadar süratle gerçekleşeceğinin ilan edilmesi maksadıyladır. Bu hususi hitapta muhatapların durumunun kötülüğünü arttırma kastı vardır.(Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.270-271) 

الْيَوْمَ  kelimesindeki marifelik daha önce de geldiği üzere ahd içindir. Zarf olan bu kelimenin zikredilmesi, o günün müttaki müminler için üstünlük ve yücelik günü olduğuna yapılan atıftır. (Âşûr)

"Cennettekiler, o gün gerçekten sevinç ve neşe içinde sefa sürerler." sözü de, onların üzüntü ve pişmanlıklarını arttırmak için kendilerine söylenecek olanlar cümlesindendir. Zira kendi kötü halleri belirtildikten sonra düşmanlarının iyi hallerinin bildirilmesi, onların üzüntülerini daha da arttırmaktadır. Bunun hikaye edilmesi, kâfirleri, içinde bulundukları küfürden caydırmak ve müminlerin güzel davranışlarını benimsemeleri içindir. Ayetteki meşguliyetten murat, kafalarını tamamen meşgul edip başka şeyleri tamamen unutturan lezzetlerdir. (Ebüssuûd)

Fakih kelimesi, zevk safa duyan ve nimetlenen kimse anlamındadır. "Meyve" anlamına gelen  فاكه  kelimesi de böyledir; çünkü meyve sadece bolluk içinde alınacak olan lezzeti için vardır ve açlığın acısını bastırmak üzere de yenilmez. Burada, çok hoş bir mana vardır. Bu da şudur: Cenab-ı Hak  فٖى شُغُلٍ  ifadesiyle, onların herhangi bir elem ve kederi olmadığına işaret etmiştir; binaenaleyh, onlar için ve onlar nezdinde hiçbir elem, acı ve keder yoktur.

فَاكِهُونَ  kelimesi ile, onların lezzetlere nail olmasını beyan etmiştir. Çünkü elemi olmayan kişi, bazen lezzetlere nail olmayabilir. Böylece onların en mükemmel hal üzere olduğunu açıklamış. (Fahreddin er-Râzî)

 
Yâsin Sûresi 56. Ayet

هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ  ...


Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُمْ kendileri
2 وَأَزْوَاجُهُمْ ve eşleri ز و ج
3 فِي
4 ظِلَالٍ gölgelerde ظ ل ل
5 عَلَى üzerine
6 الْأَرَائِكِ koltuklar ا ر ك
7 مُتَّكِئُونَ yaslanmışlardır و ك ا

هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  وَاَزْوَاجُهُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ف۪ي ظِلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

عَلَى الْاَرَٓائِكِ car mecruru  مُتَّكِؤُ۫نَ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir  كِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُتَّكِؤُ۫نَ  ikinci haber olup ref alameti  وَ ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُتَّكِؤُ۫نَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَاَزْوَاجُهُمْ , mübtedaya matuftur. Cihet-i camia temâsüldür.

Cümlede îcâz-ı hazif ve sanatı vardır. Car mecrur olan  ف۪ي ظِلَالٍ  mahzuf habere mütealliktir. 

Car mecrur  عَلَى الْاَرَٓائِكِ ikinci haber olan  مُتَّكِؤُ۫نَ  ‘ye mütealliktir.

ف۪ي ظِلَالٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  ظِلَالٍ , içi olan bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gölge, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumun güzellikteki derecesini tekit etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ظِلَالٍ ’deki tenvin tazim ve nev içindir.

الْاَرَٓائِكِ - مُتَّكِؤُ۫نَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümlenin müstenef bir kelam olması ve onların eşleri ile olan durumu hakkında yeni bir haber veriyor olması mümkündür. هم mübteda, ondan sonra gelenler de haberdir.

Bu  هم  zamirinin, فاكهون  kelimesindeki gizli zamiri tekid ettiği ve  أزواجهم  kelimesinin de şu manada buna atfedilmiş olması mümkündür: Onlar ve eşleri cennet ashabı olarak meşguliyet içinde eğlenmektedirler.

Keşşâf'ta şöyle yazılıdır: Buradaki  هُمْ  zamiri ya mübtedadır ya da meşguliyet içinde ve eğlencede kelimelerindeki zamirin tekidi olarak gelmiştir. Bu meşguliyette, eğlencede, gölgeler altında olmakta ve tahtlara kurulmakta eşler de onlara ortaktır.

Bahru'l Muhît'te ise şöyle yazılıdır: Buradaki  هُمْ  zamiri mübteda, gölgeler altında olmak haber, kurulmak da ikinci haber olabilir. Ya da kurulmak haber, gölgeler altında olmak onun müteallikı olabilir. Veya eğlencededirler kelimesindeki gizli zamiri tekid için gelmiştir, gölgeler altında olmak haldir, kurulmak da  اِنَّ ‘nin ikinci haberidir. Bu durumda ve önceki durumda eşler eğlencede, meşguliyette, tahtlara kurulmakta onlara ortaktır. Bu mana bizzat telaffuz edilmiş kabilindendir. Önceki ayette  اِنَّ  tekid harfi varken niçin bu ayetin  اِنَّ  olmaksızın geldiği sorulabilir. Böyle gelseydi, tekid manası taşımazdı diye cevap verebiliriz. O zaman ayetin tek bir manası olurdu ki o da cennet ashabının o gün bir meşguliyet içinde eğlenmekte olduğudur.

İkinci ayet de müste'nef bir haber cümlesi olurdu. Bu durumda eşlerin meşguliyet ve eğlencede onlara ortak olduğu konusunda nas olmazdı. Elbette ki Kur’ânî tabir evladır, çünkü hem nas hem de mana açısından ihtimaller taşır. Bu cümlede tahtların niçin kurulmaya takdim edildiği sorulabilir. Dikkat edilirse önceki ayette meşguliyet içinde olmak takdim edilmiş, arkasından da eğlencede oldukları zikredilmiştir. İkinci ayette de eğlence mekanı olan gölgede ve tahtlarda sözleri takdim edilmiştir. Arkasından kurulmuşlardır sözü zikredilmiştir. Böylece meşguliyet ile mekanı ve iki yerdeki halleri arasında mukabele olmuştur. Çünkü bu ayet öncesi ile irtibatlıdır, orada geçen şeyleri açıklamaktadır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s. 273-274) 

Allah cennet ehlinin halinin kemâl ve mükemmelliğini; ["kendileri de zevceleri de..."] ifadesiyle beyan etmiştir. Bu böyledir, çünkü lezzet ve zevk içinde bulunan bir kimsenin yaşantısı, bir başkasının halini düşünmesinden ötürü bozulabilir. İşte böylece Cenab-ı Hak, "kendileri de zevcelere de..." buyurmuştur. Onların ateşte olan yakınlarına ve kardeşlerine gelince, onların bunlardan yana bir tasaları yoktur; onlar sebebiyle bir elem ve hüzün de duymazlar. Onların, kendi yanlarında bulunmalarını da arzulamazlar. (Fahreddin er-Râzî)

 
Yâsin Sûresi 57. Ayet

لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ  ...


Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُمْ onlar için vardır
2 فِيهَا orada
3 فَاكِهَةٌ meyvalar ف ك ه
4 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
5 مَا her şey
6 يَدَّعُونَ istedikleri د ع و

لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ

 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  ف۪يهَا  car mecruru  فَاكِهَةٌ ‘ nin mahzuf haline mütealliktir. 

فَاكِهَةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. لَهُمْ  car mecruru atıf harfi وَ ‘ la önceki  لَهُمْ ‘e matuftur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَدَّعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

يَدَّعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَدَّعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  دعو ’dir. İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.   فَاكِهَةٌ  muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin nekra gelişi kesret, tazim ve nev ifadesi içindir. 

Takdim konunun, onlar hakkında olması sebebiyledir.

ف۪يهَا  car-mecruru,  فَاكِهَةٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.

Aynı üslupta gelen  وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Makabline matuf ikinci cümlede de car mecrur  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsul  مَا , muahhar mübtedadır. Sılası olan  يَدَّعُونَۚ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مَا ’nın masdariyye olması da caizdir.

يَدَّعُونَۚ  fiili, iftiâl babında olup, kendileri için istedikleri vardır, anlamındadır. Bu, biri kendisine et kızartıp yağını erittiğinde,  إشتوى  ve  إجتمل  demen gibidir. (Keşşâf)

يَدَّعُونَۚ  filinin sülasisi دعو ’dır.  اِفْتِعال  babı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

Pek çok yemek çeşidinden, burada "fâkihe"yi seçilmiştir. Çünkü bu kelime, nimetler içinde bulunmaya, lezzetler duymaya ve açlık halinin bulunmadığına daha çok delalet etmektedir.  فَاكِهَةٌ  kelimesinin nekresi ise, bu kemâl ve mükemmelliği beyan eder. Cenab-ı Hak, seçimlerinin ipinin kendi ellerinde bulunduğuna, onların (kendi başlarına) mâlik ve muktedir bulunduklarına işaret olmak üzere, "yerler, yiyorlar" buyurmamıştır da, "onlar için... vardır" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ  "Yine onlar için; arzu ettikleri her şey vardır" ifadesine gelince, bu hususta birkaç izah bulunmaktadır:

a) Bu, "Yine onlar için, kendileri lehine arzu ettikleri her şey vardır" demektir. Yani, "Dua ve talepleri kabul edilir," o takdirde bu fiil, "istedi, dua etti" anlamında olup, "iftial" sıygasına taşınmıştır. Nitekim, hami "yüklemek, yüklenmek" anlamında olan ihtimal kelimesi ile; yola çıkmak, seyahat etmek (rahîl) anlamında olan, irtihal kelimesi de böyledir. Buna göre denilebilir ki, bunun manası, "Onlar kendileri için bir dua ve talepte bulunurlar da, bu talep ve istekten sonra da onların duası kabul edilir" şeklinde değildir. Aksine bunun anlamı, "Kendileri için talep edip istedikleri her şey onlarındır, onlar içindir. Yani, bu zaten onlarındır. O halde onların dua ve talepte bulunmaya ihtiyaçları yoktur!" şeklindedir. Nitekim, memlûku (uşağı) efendiden bir şey istese de, o da ona, 

لَكَ ذٰلِكَ "Bu, senindir" dese, bundan ya, "Senin isteğin karşılanacaktır. İstediğin şeyin sana verilmesi kolay bir şeydir" manası anlaşılır, ya da bundan red anlamı anlaşılır ki, bunun beyanı da, "Bu senin için zaten vardır. Onu daha niye istiyorsun ki!?" şeklindedir. İşte Cenab-ı Hak, "Yine onlar için, arzu ve talep ettikleri her şey vardır. Binaenaleyh onların, talepte bulunmaya ve istemeye ihtiyaçları yoktur" buyurmuştur. Bunun, iyice anlatılması şöyle olur:

مَا يَدَّعُونَ  ifadesi, "istenmesi ve talep edilmesi yerinde olan ve uygun düşen her şey" anlamındadır ki bu da, "İstenilebilecek her şey, istemelerinden önce onlar için mevcuttur" demektir. Veyahut da şöyle diyebiliriz: Bu ifadeyle hem talep hem de talebe icabet manası kastedilmiştir. Zira, مَا يَتَدَاعَوْنَ "karşılıklı olarak istedikleri şeyler" manasındadır. Bu durumda tıpkı iktitâl "vuruşmak" masdarının tekatul "karşılıklı vuruşma" anlamına gelmesi gibi, iftiâl sıygası da, tefaul anlamında olmuş olur ki, bu da biraz önce zikrettiğimiz, "Bir kimsenin arkadaşını, kendisine davet edebileceği yahut da, bir kimsenin arkadaşından kendisini isteyeceği her şey onlar için mevcuttur, vardır" şeklindeki manadadır.

c)  Bu, "onların temenni ettikleri her şey" anlamındadır.

d)  Bu, "iddia etmek" anlamında olup, ifadenin manası, "Onlar dünyada iken, Allah'ın, kendi ilahları olduğunu; O'nun da kendi mevlaları olduğunu; kâfirlerin ise, herhangi bir mevlalarının bulunmadığını iddia ediyorlardı. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, "Cennette onlar için, dünyada iddia ettikleri şeyler vardır" demek istemiştir ki, bu durumda, ayetteki di-li geçmiş zaman, dünyada iken hikaye edilmiş olur. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, "Ey müminler, bu gününüzde, dün iddia ettiğiniz şey, bugün sizin içindir" demek istemiştir. Cenab-ı Hakk'ın, "Şüphe yok ki bu gün cennetlikler, mesrur ve handan bir zevk ve eğlence içindedirler. Kendileri de zevceleri de cennetin gölgelerindedir" ifadesi, bu sözün, Kıyamette söylendiğine delalet ediyor da denilemez! (Fahreddin er-Râzî)




Yâsin Sûresi 58. Ayet

سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ  ...


Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَلَامٌ selam (vardır) س ل م
2 قَوْلًا sözle ق و ل
3 مِنْ -den
4 رَبٍّ Rab- ر ب ب
5 رَحِيمٍ çok esirgeyen ر ح م

سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ

 

İsim cümlesidir.  سَلَامٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. 

قَوْلاً  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.  مِنْ رَبٍّ  car mecruru  قَوْلاً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ibtidaiyye manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 رَح۪يمٍ  kelimesi  رَبٍّ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سَلَامٌ  mahzuf haber için mübtedadır. Mübtedanın nekre gelmesi umum ve medih içindir.

قَوْلاً , cümlenin anlamını tekid için gelen, amili mukadder, mef’ûlu mutlak olarak nasb olmuştur.

مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ  car mecruru,  قَوْلاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

رَبٍّ ’deki tenvin tazim içindir. رَبٍّ  için sıfat olan  رَح۪يمٍ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

رَح۪يمٍ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

رَبٍّ - رَح۪يمٍ - سَلَامٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Buradaki  سَلَامٌ  kelimesinin, içinde saflığını bozacak bir şey olmaksızın, halis manasına ihtimali olduğu söylenmiştir. Yani ‘’istedikleri şey, başkasıyla ortak olmaksızın sadece onlara mahsus olarak vardır’’ demektir. Bu durumda  ما يدّعون  sözü mübtedadır,  سلام  da haberidir. Bunun manası ‘’onlar için; istedikleri şey, yani selâm; halis, katışıksız olarak vardır’’ demektir. Niçin burada  سَلَامٌ عليكم  buyurulmamıştır? Çünkü iki mana birden ifade edilmek istenmiştir: Selamlaşmak ve bu selamın onlara ait oluşu.

سَلَامٌ عليكم  buyurulsaydı sadece selamlaşma manası ifade ederdi. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.278) 

سَلَامٌ  ifadesi  ما يدّعون (istedikleri her şey) den bedeldir. Adeta ‘’Merhametli bir Rab tarafından söylenmiş bir söz olarak söylenen bir selam vardır kendilerine’’ denmektedir. Mana şöyledir: Allah onları melekler vasıtasıyla -veya onları yüceltmek adına doğrudan- selâmlayacaktır ki arzuladıkları da budur; buna mutlaka kavuşacaklar, bundan mahrum bırakılmayacaklardır. İbn Abbas demiştir ki; İşte melekler onların yanına, alemlerin Rabb'inden bir selam ile geleceklerdir. Yine, ما يدّعون ’nin mübteda,  سَلَامٌ ‘nun haber olduğu da söylenmiştir ki buna göre anlam istedikleri her şey, halistir, katışıksızdır, tamamen kendilerinindir şeklinde olur ve  قَوْلاً  kelimesi, merhametli bir rabbın vaadi olarak anlamında  وَلَهُمْ ما يدّعون سَلَامٌ  (İstedikleri her şey, halistir…) ifadesini pekiştiren bir masdar olur. (قَوْلاً  kelimesinin îrabı ile ilgili) en uygun görüş, ihtisas üzere nasb edilmesi olup, bu da onun mecazî bir kullanımıdır. (Keşşâf)

سَلَامٌ  kelimesinin nekre gelişi taklîl (azlık) içindir. Çünkü Allah tarafındandır. O’nun tarafından olan az birşey, aslında çok büyüktür. Başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

“(Onlara) Rahîm olan Rab'den "selam" sözü vardır.”: Bir hadis-i şerifte Hazret-i Peygamber (sav) demiştir ki: "Cennet ehli nimetleri içinde zevke ererlerken kendilerine bir nur parıldar, başlarını kaldırır bakarlar ki üzerlerinden Rab, kendilerini cemalinin şerefi ile şereflendirmiş. "Ey cennet ehli! Selam üzerinize olsun." buyuruyor. İşte ilâhi sözü budur. Bunun üzerine onlara nazar buyurur, onlar da O'na bakarlar ve baktıkları müddetçe diğer nimetlerden hiçbir şeye iltifat etmezler. Ta perdeleninceye kadar ki, o zaman da üzerlerinde ve yurtlarında nur bâki kalır. (Elmalılı)

Cenab-ı Hak, "selâm" ile ilgili kısımda, "Rahîm Rab'den..." buyurmuş, selamın dışındaki diğer cennet ikramları hakkında ise, ["Gafûr ve Rahîm’den bir ziyafet ve ikram olarak..."] (Fussilet, 32) buyurmuştur. Bu ikisi arasında fark var mıdır?

Diyoruz ki: Evet, fakat o surede, "nüzul" (ziyafet, ağırlama), konaklayan kimseye ilk yapılan ikramdır. Bu böyledir. Her ne kadar, ayetin öncesi buna delalet ediyorsa da, konaklayan kimseye ilk ikramda bulunulduğunda, bu onun daha çok ikramlar göreceğine delalet eder. Fakat ilk ikramı yapılmazsa, bu da o kimsenin, artık hor ve hakir (değersiz) karşılanacağına bir işaret olur. Fakat bu kesinkes böyledir manasında değildir. Çünkü o padişahın (konak sahibinin) yiyeceklerinin bol olması, misafir ettiği kimseye ilk önce rızık vermesi, onu yeme-içmeden men etmemesi, başka konularda onu sıkıştırması mümkündür. İşte bu itibarladır ki "O, kullarından sadır olan suçlara karşı affedicidir" demiştir. Ta ki kul güven içinde olsun ve "bazen olur ki yemek verip açlığı gidermeden sonra can sıkıcı eziyetler gelebilir" demesin. Böylece selam, mağfireti değil de, selam verilenin tazimini gerektiren bir meziyeti ortaya koyar. İşte bu sebeple Hak Teâlâ, "Rahîm Rab..." buyurdu. Çünkü bir şeyin Rabbi, o mâliktir ki onun yüce makamı göz önüne alındığı takdirde reayasına tazimde bulunacağı hiç mi hiç düşünülmez. Binaenaleyh, böylesi bir mâlik, ona (yani kuluna) selâm verdiğinde, buna şaşılır ve "Baksana falanca, onun efendisi olduğu halde (tevazu gösterip) ona selam veriyor (hayret)" denilir. (Fahreddin er-Râzî)

مِنْ  ibtidaiyye içindir.  رَبٍّ kelimesindeki tenvin tazim içindir. (Âşûr)

 
Yâsin Sûresi 59. Ayet

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ  ...


(Allah, şöyle der:) “Ey suçlular! Ayrılın bu gün!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَامْتَازُوا şöyle ayrılın م ي ز
2 الْيَوْمَ bugün ي و م
3 أَيُّهَا ey
4 الْمُجْرِمُونَ suçlular ج ر م

Bu sözle ilgili belli başlı yorumlar şöyledir: İyi kişilerden ayrılın; tek başınıza durun; müminlerin arasına karışmayın; her türlü güzellikten mahrum kalın; her bir inkârcı grup ayrı ayrı dursun (Şevkânî, IV, 431-432). Müminlere söylenen güzel ve iltifatkâr söze mukabil günahkârlara da bu şekilde hitap edileceği, böylece 54. âyette belirtildiği üzere herkesin dünyada yaptıklarına göre muamele göreceği anlaşılmaktadır. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506

  Meyeze ميز :

  مَيْزٌ ve تَمْيِيزٌ birbirine benzer şeyleri aralarında belli bir aralık olacak şekilde ayırmaktır.

  تَمْيِيزٌ kelimesi bazen ayırmak bazen de beyinde bulunan ve sayesinde anlamların çıkarıldığı kuvve anlamında kullanılır.

  Tefe'ul babındaki şekli olan تَمَيَّزَ formu kesildi ve ayrıldı demektir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de üç farklı fiil formunda toplam 4 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri mümtaz, temyiz, mümeyyiz, imtiyaz, temâyüz, mütemâyiz ve temizdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  امْتَازُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı  امْتَازُوا  fiiline mütealliktir.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. 

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde   اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada alem ise veya mütekellim  ى ’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُجْرِمُونَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

امْتَازُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ميز ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

مُجْرِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstînâfiye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Aynı konuda  الْيَوْمَ  kelimesinin üçüncü defa tekrar edilmesi, kendilerine kesinlikle vuku bulacağının söylenmesine rağmen o günü inkâr eden kâfirlere karşı bir tariz ifadesidir. (Âşûr)

اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ  cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  اَيُّهَا  münada,  مُجْرِمُونَ  kelimesi  اَيُّ ’den bedeldir.

 
Yâsin Sûresi 60. Ayet

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ  ...


60-61. Ayetler Meal  :   
“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 أَعْهَدْ ben and vermedim mi? ع ه د
3 إِلَيْكُمْ size
4 يَا بَنِي oğulları ب ن ي
5 ادَمَ Adem
6 أَنْ diye
7 لَا
8 تَعْبُدُوا tapmayın ع ب د
9 الشَّيْطَانَ şeytana ش ط ن
10 إِنَّهُ şüphesiz o
11 لَكُمْ sizin
12 عَدُوٌّ düşmanınızdır ع د و
13 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

Şeytana kulluktan maksat, onun kışkırtmalarına kapılmak ve telkinlerine uymak, Allah’a isyan teşkil eden buyruklarını yerine getirmektir (Taberî, XXIII, 23; İbn Atıyye, IV, 459). Başta şirk ve inkârcılık olmak üzere günahları bağışlanmayanların işitecekleri azara değinilen bu âyetlerde, kendilerine verilen cezanın yadırganacak bir şey olmadığı, şeytana kulluk edilmeyip yalnız Allah’a kulluk edilmesi gerektiği konusunda vakti zamanında gerekli uyarıların yapılmış olduğu belirtil­mektedir. 

İnsanlar arası ilişkilerde sorguya çekmenin normal yolu sorgulanan kişiye sorular yöneltilmesi ve onun bunlara cevap vermesidir. Bazan sorgulanan kişi muhatabını yanıltabilir veya –ağır baskı ve işkence altında dahi– doğruyu söylememekte direnebilir. Hele yalancı şahit bulabildiğinde gerçekleri saptırması daha da kolaylaşır. 65. âyette, hesap gününün bu dünyadaki tasavvurlarımıza göre düşünülmemesi ve o gün bütün hakikatlerin ayan beyan ortaya çıkacağının iyice kavranması için, mûtat konuşma organının bağlanacağı (ağızların mühürleneceği), başka bazı organların (ellerin) dile geleceği ve yalan söylemesi asla muhtemel olmayan tanıkların bulunacağı (ayakların şahitlik edeceği) belirtilmektedir (Nûr sûresinin 24. âyetinde “diller”in sahipleri aleyhine tanıklık edeceğinin belirtilmesinin bu âyetle çelişmediği, çünkü orada münafıkların durumundan söz edildiği hakkında bk. İbn Âşûr, XXIII, 50).

Genellikle 66 ve 67. âyetlerin de âhiret hayatına ilişkin bir anlatım olduğu düşünülmüştür. Fakat bu ifadeleri, inkârcılardan söz eden 45-48. âyetlere ve özellikle,“Dileseydi Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz?” diye nankörlük edenleri eleştiren 47. âyete bağlamak ve şöyle açıklamak mümkündür: Evet âhirette bütün gerçekler açığa çıkacak; fakat biz dileseydik şimdi de onların gözlerini büsbütün siler, kör ediverirdik de yolu bulmak için koşuşurlardı. Bu ise imana zorlamak olurdu. O kadar açık kanıtları göremeyen veya görmemekte direnen o basiretsizler bunu böyle yapabileceğimizi nasıl idrak edecekler ki? Aynı şekilde, dileseydik onları (varlık türü olarak) değiştiriverirdik de oldukları yerde donup kalırlar, artık böyle münkirlik edemezlerdi. Bu yapılmıyorsa yapılamayacağından değil cezalarının âhirette verilmesinin irade buyrulmasından dolayıdır (Elmalılı, VI, 4037-4038). 66. âyet bütün insanları kapsayacak tarzda, “Dileseydik gözlerinin önüne inkâr perdesi çeker, basiretlerini bağlardık da artık hiç kimse doğru yolu bulamazdı. Bir düşün, o zaman yolu nasıl arar dururlardı; ama bu durumda nasıl göreceklerdi ki?” şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 461). Burada asıl amacın müminlerin dikkatini şu noktaya çekmek olduğu söylenebilir: İman ve inkâr konusunda sağlanan seçim imkânı bir hikmete dayalıdır. Dünya hayatı iyiyi kötüden ayırmayı sağlayacak sınav alanı olarak düzenlenmiştir; şu halde imanlı insanlar birçok eziyetle karşılaşsalar da Allah’ın yardımından ümit kesmeden azimle tevhit mücadelesine devam etmelidirler (İbn Âşûr, XXIII, 51). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506-507

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

اَعْهَدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  اِلَيْكُمْ car mecruru  اَعْهَدْ  fiiline mütealliktir. 

يَا  nida harfidir. بَن۪ٓي  münadadır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى dir. Mütekellim ى ’sı muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur. 

اٰدَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tefsiriyyedir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْبُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الشَّيْطَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَكُمْ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. عَدُوٌّ kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi  عَدُوٌّ ‘nün sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takrîrî istifham harfidir. Muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tevbih manası taşıyan bir sorudur. Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen, ikrara zorlama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevabını bilmemesi muhal olduğundan ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Cümle menfi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen  يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَنْ , tefsiriyyedir. Akabindeki  لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبٍّ ’deki gaib zamirden bu ayette  اَعْهَدْ ’deki mütekellim zamirine iltifat vardır. 

Suçlulara hitap edip müminlerden ayrılmaları emredildikten sonra umumi olarak insanoğluna hitap edilmiş ve onlara şeytana ibadeti terketmek ve sadece Allah'a ibadet etmekle ilgili ahidleri hatırlatılmıştır. Çünkü suçluların bu akıbetinin sebebi sadece şeytana ibadet etmek ve Allah'a itaat etmemeleri idi. Ayetteki ألم أعهد [Emretmedim mi?] ibaresi müfessirlere göre tavsiye etmedim mi manasındadır. Ahd, vasiyet demektir. Ancak bu iki kelime arasında fark vardır. Ahd, tavsiyeden daha kuvvetlidir. Ahd, kişinin yaptığı yemin için kullanılır. Ahd fiili Kur'ân-ı Kerim'de Allah'tan başkasına isnat edilmemiştir, halbuki tavsiye böyle değildir. Allah'a da, başkalarına da isnat edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 282) 

أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَان [Şeytana tapmayın diye…]  Yani onun vesvesesine ve kalplerinize süslediği şeylere itaat etmeyin, demektir. Ancak bu mana itaat etmeyin şeklinde değil, ibadet etmeyin sözüyle ifade edilmiştir. İbadet, itaatten ibaret değildir. Bir şahsa da itaat edebiliriz ama ona ibadet etmeyiz. Ana-babamıza veya ulu’l emre de itaat ederiz. Ayrıca itaat için o işi yaparken, o işten hiç hoşlanmayabiliriz, o zaman itaat ibadet olarak isimlenemez. İbadete taat denilmesi için boyun eğme, teslimiyet, uysallık ve kendini küçük görme manalarının olması gerekir. Rûhu'l-Me‘ânî'de şöyle yazılıdır: “Bu ayetteki şeytana ibadetten maksat, şeytanın vesvesesine ve süslediği amellere itaattir. Bu itaatin, Allah'a ibadetin mukabili olmasına rağmen, ibadet ile ifade edilmesi uyarıyı ve bundan nefreti arttırmak içindir.” (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.284) 

Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. Bu, suçlu kafirleri bir kınamadır.

أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَان [Şeytana tapmayın diye] ve sonraki ayetteki  اَنِ اعْبُدُون۪يۜ [bana tapın diye] kelimeler  arasında tıbâk-ı selb vardır. Birincisi olumlu, ikincisi olumsuzdur. (Safvetü’t Tefâsir)

Şeytana ibadet etmekten murad, insanlara vesvese verdiği ve cazip gösterdiği şeylerde ona itaat etmektir. Buna ibadet denilmesi, ondan ziyadesiyle sakındırıp nefret ettirmek için ve bir de Allah'a ibadet karşılığında vaki olduğu içindir. (Ebüssuûd)


اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ

 

Şeytana ibadet etmemenin ta’lili olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , ihtimam için amili olan  عَدُوٌّ ’e takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَدُوٌّ  için sıfat olan  مُب۪ينٌۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌۙ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٌۙ  ism-i fail kalıbında olduğu halde, mübalağalı ismi fail manasında gelmiştir. (Âşûr)

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Çünkü o, sizin için (Rabbinizden) ayıran bir düşmandır. Bu cümle yasağın sebebidir. Şeytana ibadet ve itaat edilmez, ondan uzak durulur.  مُب۪ينٌۙ  kelimesi, bu düşmanlığın açık olduğunu ifade eder. Çünkü  أبان  fiili, açığa çıktı ve açığa çıkardı demektir. أبان الرجل , durumunu açıkladı, ortaya koydu demektir. Muhakkak ki şeytan düşmanlığı destekler ve ortaya koyar. İnsan ona nasıl kulluk edebilir?

Düşmanlar iki çeşittir: Düşmanlığını açıklayan ve düşmanlığını gizleyen.

Düşmanlık da iki çeşittir: Sahibi gizlemek istese bile açık olan düşmanlık ve gizli düşmanlık. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.285)

 
Yâsin Sûresi 61. Ayet

وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنِ ve
2 اعْبُدُونِي bana tapın ع ب د
3 هَٰذَا budur
4 صِرَاطٌ yol ص ر ط
5 مُسْتَقِيمٌ doğru ق و م

وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. اَنِ  tefsiriyyedir.  

اعْبُدُون۪ي  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir.Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صِرَاطٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi  صِرَاطٌ ‘ın sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

Tefsir harfi  اَنِ  ve akabindeki  اعْبُدُون۪يۜ  cümlesi, önceki ayetteki tefsir harfine atfedilmiştir. 

اعْبُدُون۪يۜ  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

اعْبُدُون۪يۜ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Fasılla gelen ikinci cümle emir için ta’lil cümlesidir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi oluşu işaret edilene tazim ifade etmektedir. İşaret isminde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işâret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi’; her ikisinde de vücûdun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresinde istiare vardır. Müsteâr  صِرَاطٌ  kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresi, hedefine ulaştıran yoldur, bunun için bütün şartları kendisinde toplamış demektir. Yani size şeytana ibadeti yasaklayıp Bana ibadeti emretmem sıratı müstakimdir. Sırat-ı müstakimden daha sağlamı yoktur. Onun dışındaki hiçbir yol müstakim değildir. Neke olması, ondan başka müstakim yol olmadığı, müstakim olan tek yolun o olduğu manasını taşımaz. Nekire gelmesi, sıfatını ifade etmektir. Bilindiği gibi nekrelik o şeyin tek olduğunu, hiçbir benzeri olmadığını ifade edebilir. 

Burada  صِرَاطٌ  kelimesinin zikredilmesinde, insanın hayatında yürüdüğü yola işaret vardır. Bunun için yürüdüğü yolun müstakim olması gerekir ki ahirette saadet yurduna girmesini sağlasın. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.286,287)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  tabirinin nekre gelmesi tazim içindir. (Âşûr)

"Ey adem oğulları! "Şeytana ibadet etmeyin (tapmayın); çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır. Bana ibadet edin. Dosdoğru yol budur!" diye size emir vermedim mi?"

Bu kelam da, daha önce geçen ayrılma emri ile bundan sonra gelecek cehenneme girmeleri emri arasında, cehennem ehline kınama, ilzam ve susturmak olarak söylenecek olanlara dahildir. (Ebüssuûd)

Burada yasak (şeytana tapmamak), emre (Allah’a ibadet etmek) takdim edilmiş, çünkü boşaltıp temizlemek, süslemeden önce yapılmaktadır. Bir de, "dosdoğru yol budur" cümlesi ile bu emir arasında bağlantı sağlanması içindir. Çünkü bu cümledeki  هٰذَا / işareti, Allah'a ibadeti göstermektedir ki, o da, tevhit ve İslam'dan ibarettir. (Ebüssuûd)

 
Yâsin Sûresi 62. Ayet

وَلَقَدْ اَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلاًّ كَث۪يراًۜ اَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ  ...


“Andolsun, o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hiç düşünmüyor muydunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَضَلَّ saptırmıştı ض ل ل
3 مِنْكُمْ sizden
4 جِبِلًّا kuşağı ج ب ل
5 كَثِيرًا birçok ك ث ر
6 أَفَلَمْ
7 تَكُونُوا olmaz mısınız? ك و ن
8 تَعْقِلُونَ düşünenlerden ع ق ل

وَلَقَدْ اَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلاًّ كَث۪يراًۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اَضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْكُمْ  car mecruru  جِبِلاًّ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. جِبِلاًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَث۪يراً  kelimesi  جِبِلاًّ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَضَلَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

  اَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ

 

Hemze istifham harfidir. Cümle atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أفقدتم صوابكم فلم تكونوا تعقلون (Doğrularınızı kaybettiniz mi artık akletmiyorsunuz) şeklindedir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَكُونُوا  fiili,  نَ ‘un hazfıyla nakıs meczum muzari fiildir.  تَكُونُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

تَعْقِلُونَ  cümlesi  تَكُونُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur. تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَلَقَدْ اَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلاًّ كَث۪يراًۜ 

 

وَ  atıf,  لَ  cümlenin, mahzuf bir kasemin cevabı olduğuna işaret eden muvattiedir. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kaseme delalet eden muvattie harfi ve tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  لَقَدْ اَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلاًّ كَث۪يراًۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْكُمْ , ihtimam için mef’ûl olan  جِبِلاًّ ’e takdim edilmiştir.

جِبِلاًّ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. جِبِلاًّ  için sıfat olan  كَث۪يراًۜ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الجبل ; mahlukat ve büyük milletler demektir. أضل منكم جبلًّا ; çok mahlukatı saptırdı demektir. Arkadan da  كَث۪يراًۜ  sıfatı gelmiş, böylece bu milletlerin, mahlukatın ne kadar büyük olduğuna işaret edilmiştir. Bu ifade mübalağada çokluk ifade eder. Çünkü  خلقا كثيرا  sözü  جبلا كثيرا  sözü ile aynı değildir. خلقا كثيرا  sözü  جبلا  demektir. Arkadan كثيرا  sıfatı gelmiş demektir. Yani şeytanın saptırdığı mahlukatın çoğun da çoğu olduğuna ifade edilmiştir. Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır:  وَلَقَدۡ أَضَلَّ مِنكُمۡ جِبِلّا كَثِیرًاۖ [ Andolsun ki şeytan içinizden pek çok halkı saptırmıştı] cümlesi istinaf cümlesidir. Ahdini bozan kişilerin durumundan ibret almamayı açıklayarak azarlamayı ve kınamayı arttırmak sadedinde gelmiştir. Hitap daha sonraki kafirler cümlesinden olanlaradır. Suçlarını kat kat arttırdıkları için azarlamayı ve kınamayı pekiştirir. Dalaletin şeytana ait zamire isnat edilmesi direkt olarak aldatan kişi olması sebebiyledir. أَفَلَمۡ تَكُونُوا۟ تَعۡقِلُون [O vakit neye akıl etmiyordunuz] cümlesi makamın gerektirdiği mukadder bir cümleye matuftur.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.288-290)

["Yemin olsun ki, şeytan, sizden birçok nesilleri yoldan çıkarmıştır."] cümlesi, o kâfirleri kınamayı ağırlaştırmak ve takbihi (kınama) tekid etmek içindir. Zira burada, onların işledikleri cinayetin, sadece ahdi bozmaktan ibaret olmayıp fakat onun yanı sıra bir de, görmekte oldukları eski ümmetlerin, şeytana uymaları sebebiyle uğratıldıkları cezalardan da ders almadıkları anlatılmaktadır. Bu itibarla ayetteki hitap, Mekke kâfirlerinin de dahil oldukları Peygamberimizin muasırı olan kâfirler içindir. Onlara ziyadesiyle kınama ve takbih yapılması, cinayetleri kat kat olduğu içindir.

Yani Allah'a yemin olsun ki şeytan, sizden birçok insanları veya sınıfları, üzerinde sebat etmenizi emrettiğim dosdoğru yoldan saptırmıştır.  İşte bundan dolayı onlara öyle korkunç cezalar isabet etmiştir ki, bunların haberleri ufukları doldurmuş ve eserleri asırlar boyu kalmıştır.(Ebüssuûd)


اَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ

 

Cümle takdiri … أفقدتم صوابكم  (Doğrularınızı kayıp mı ettiniz?) olan mukadder cümleye  فَ  ile atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkarî istifham harfi,  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını menfi maziye çeviren edattır. Menfî muzari sıygadaki nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ [Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?] cümlesi istifhâm-ı inkârî olup kınama ve azar­lama ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr) 

تَعْقِلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Yâsin Sûresi 63. Ayet

هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  ...


“İşte bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَٰذِهِ işte
2 جَهَنَّمُ cehennem
3 الَّتِي ki
4 كُنْتُمْ size ك و ن
5 تُوعَدُونَ va’dedilen و ع د

هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذِه۪  mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَهَنَّمُ  haber olup lafzen merfûdur.  جَهَنَّمُ  kelimesi gayri munsariftır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  جَهَنَّمُ ‘ün sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تُوعَدُونَ  cümlesi  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.

تُوعَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla meçhul, merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edilenin önemini vurgulayarak tahkir ifade etmek içindir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَهَنَّمُ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

كَانُ ’nin haberi olan  تُوعَدُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Bu ayet bir istinaf cümlesidir. Azarlama ve kınama bitince cehennemin kıyısına zorla götürülenlere bir hitaptır. Resullerin diliyle içine girmekle uyarılmanıza rağmen, şeytana ibadet etmenize mukabil olan cehennem işte bu gördüğünüzdür, manasındadır.

تلك جهنم  değil  هذه جهنم  buyurulmuştur. Böylece cehenneme gözleriyle görebilecekleri kadar yakın olduklarına işaret edilmiştir. Bu üslupta yine bir azarlama kınama ve korkutma söz konusudur.

Fiil meçhul olarak gelmiş, tehdidi kimin yaptığı zikredilmemiş, böylece pek çok tehdit edici olduğuna işaret edilmiştir. Bunlar Allah'ın resulleri ve onlardan sonraki tebliğcilerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 292)

تُوعَدُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Yâsin Sûresi 64. Ayet

اِصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  ...


“İnkâr ettiğinizden dolayı bugün girin oraya!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اصْلَوْهَا oraya girin ص ل ي
2 الْيَوْمَ bugün ي و م
3 بِمَا dolayı
4 كُنْتُمْ ك و ن
5 تَكْفُرُونَ inkarınızdan ك ف ر

اِصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  اِصْلَوْهَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı  اِصْلَوْهَا  fiiline mütealliktir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  اِصْلَوْهَا  fiiline mütealliktir.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْفُرُونَ  cümlesi  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte  اِصْلَوْهَا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’nin haberi olan  تَكْفُرُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

الْيَوْم , kıyamet gününden kinayedir.

اليَوْمَ  kelimesindeki tarif ahid içindir. Şu hazır olan gün demektir. (Âşûr)

بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ [Küfür (ve inkârda ısrar) edişinize mukabil] sözü küfürde devamlı olduklarına delalet eder. Ayette  بما كفرتم  (Küfrettiğiniz için) buyurulmamıştır. Böyle gelseydi o zaman küfürdeki devamlılığa işaret etmezdi. Bu açıdan 63. ayete benzer. Orada da  كُنتُمْ تُوعَدُونَ ((Öteden beri) tehdit edilegeldiğiniz) buyurularak tehditin ve uyarının devam ettiği ifade edilmiştir. Tehdidin resuller ve onların takipçileri ile devam etmesine mukabil, onların küfrü de devam etmiştir.

بِما كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  cümlesindeki  بِ  harf-i ceri sebep içindir. Dünyadaki inkârları sebebiyle demektir. (Âşûr)

تكفرون (Küfür (ve inkârda ısrar) edişinize) fiili mutlak olarak gelmiş, Allah'ı veya ahiret gününü inkâr ediyorsunuz gibi herhangi bir şeyle sınırlanmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.293)

تَكْفُرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

["İnkârınızdan ötürü, bugün oraya düşün.."] Bu emir, aşağılama ve cezalandırma emridir. Nitekim diğer bir ayette de şöyle denilmektedir: ["Tat bakalım. Hani sen kendince en güçlü idin."] (Duhan/49)

Yani sizin dünyadaki devamlı küfrünüzden dolayı bugün Cehenneme yukarıdan girin ve onun türlü azaplarını tadın. (Ebüssuûd, Âşûr)

 
Yâsin Sûresi 65. Ayet

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  ...


O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْيَوْمَ o gün ي و م
2 نَخْتِمُ mühürleriz خ ت م
3 عَلَىٰ üzerini
4 أَفْوَاهِهِمْ ağızları ف و ه
5 وَتُكَلِّمُنَا ve bize söyler ك ل م
6 أَيْدِيهِمْ elleri ي د ي
7 وَتَشْهَدُ ve şahidlik eder ش ه د
8 أَرْجُلُهُمْ ayakları ر ج ل
9 بِمَا neler
10 كَانُوا idiyseler ك و ن
11 يَكْسِبُونَ kazanıyor(lar) ك س ب
Enes İbni Mâlik Radiyallahu anh diyor ki: Biz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında otururken Allah’ın elçisi güldü, sonra da “ neye güldüğümü biliyor musunuz?” diye sordu. Biz “Allah ve Resulü daha iyi bilir”  deyince şunları söyledi: “ Kulun Rabbiyle konuşmasına gülüyorum.” Kul , “Ya yarabbi! Beni zulümden korumadın mı?  diye sorunca Allahu Teâla “ Evet korudum”buyurur. Bunun üzerine kul “ Kendimden bir şahit getirilmesinden başka bir şeye razı değilim “ der. Allah Teala da  “Bugün sana tek şâhit olarak nefsin, çok şahit olarakta Kirâmen Katibin melekleri yeter.”  buyurur. Resulü Ekrem sözüne şöyle devam etti : “Kulun ağzı mühürlenir , organlarını da “konuş”  denir. O zaman kendi organları yaptıklarını haber verir. O da organlarına “hadi şuradan! Cehennem’e  kadar yolunuz var! Ben sizin için uğraşıyorum der.” (Müslim,Zühd 17)

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

اَلْيَوْمَ  zaman zarfı  نَخْتِمُ  fiiline mütealliktir. يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَخْتِمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ car mecruru  نَخْتِمُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تُكَلِّمُنَٓا  atıf harfi وَ ‘la  نَخْتِمُ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُكَلِّمُنَٓا  merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَيْد۪يهِمْ  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَشْهَدُ  atıf harfi وَ ‘la  نَخْتِمُ ‘ya matuftur. تَشْهَدُ  merfû muzari fiildir.  اَرْجُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تَشْهَدُ  fiiline mütealliktir. 

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  يَكْسِبُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَكْسِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُكَلِّمُنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كلم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَوْمَ  zaman zarfı, önemine binaen amili olan  نَخْتِمُ  fiiline takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ  ibaresinde istiare vardır. Müstear kelime  اَفْوَاهِهِمْ , cami herhangi bir işlev yapamama halidir. Burada mühürleme işi, engellemek, mani olmak, yasaklamak manalarında kullanılmıştır. Konuşma kabiliyetinin tamamen giderilmesi bir kapının mühürlenerek açılmamasına benzetilmiştir.

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ  [Bugün ağızlarına mühür vururuz da…]” Burada gaip zamirinin kullanılması (ağızlarına), şunu bildirmek içindir: onların çirkin halleri, kendilerinden yüz çevrilmesini ve çirkin hallerinin başkalarına anlatılmasını gerektirmektedir. Bir de böyle ifade edilmesinde bunun, mühürlenmenin gereklerinden olduğuna işaret vardır. Zira hitap etmek, cevap almak içindir. Halbuki orada artık cevap tamamen kesilmiştir.

Yani onların ağızlarına mühür vurulup konuşmaktan men' edilirler. (Ebüssuûd)


وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ 

 

Cümleye dahil olan وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تكَلِّم  fiilinin ellere isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir. Genellikle işlerin elle yapılması sebebiyle alet olarak veya cüz olarak eller zikredilmiş, insan kastedilmiştir. Aliyyet veya cüziyyet alakasıyla mecâzî isnaddır.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Kıyamet günü bazı kullar diyecekler ki: kendimden başka hiç kimsenin şahitliği beni bağlamaz" diyecekler, işte o zaman, onların ağızlarına mühür vurulacak ve onun azasına: "Siz konuşun" denilecek. Onun azası da, yaptıklarını anlatacak. Sonra konuşmasına izin verilecek. O da diyecek ki: "Öyle ise siz, Allah'ın rahmetinden uzak olasınız! Ben sizin yüzünüzden dalalete düştüm." (Müslim, Kitabü'z Zühd, hadis: 17)

Diğer bir görüşe göre ise, azanın konuşturulması ve sahibinin yaptıklarına şahitlikleri, günah izlerinin onlarda görülmesidir. (Ebüssuûd)


 وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetteki fiilerin hepsi muzari sıygada gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte  تُكَلِّمُنَٓا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كَانُوا يَكْسِبُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’nin haberi  يَكْسِبُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

تَشْهَدُ  fiilinin ayaklara isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir. Alet olarak veya cüz olarak ayaklar zikredilmiş, insan kastedilmiştir. Aliyyet veya cüziyyet alakasıyla mecâzî isnaddır.

اَرْجُلُهُمْ  -  اَيْد۪يهِمْ  - اَفْوَاهِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

O gün ağızlarının mühürlenmesi, ellerin konuşması ve ayaklarının şahitliğinin sayılması taksim sanatıdır.

يَكْسِبُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

أفْواهِهِمْ ، وأيْدِيهِمْ ، وأرْجُلِهِمْ ، ويَكْسِبُونَ  kelimelerindeki gayb zamirleri, iltifat yoluyla 63. ayet olan  هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  cümlesindeki hitap edilen kişilere aiddir. Aslolan  كُم  zamirinin gelmesidir. (Âşûr)

 
Yâsin Sûresi 66. Ayet

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ  ...


Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki?!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 نَشَاءُ dilesek ش ي ا
3 لَطَمَسْنَا silerdik ط م س
4 عَلَىٰ üzerini
5 أَعْيُنِهِمْ gözleri ع ي ن
6 فَاسْتَبَقُوا ve dökülürlerdi س ب ق
7 الصِّرَاطَ yola ص ر ط
8 فَأَنَّىٰ ama nasıl? ا ن ي
9 يُبْصِرُونَ görecekler ب ص ر

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  نَشَٓاء  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

طَمَسْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ  car mecruru  طَمَسْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْتَبَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصِّرَاطَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  اَنّٰى  ismi, كيف  manasında istifham harfidir. İstifham ismi, mekân zarfı olup mahzuf hale mütealliktir.

يُبْصِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اسْتَبَقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سبق ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

يُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlenin haber manalı olması haber üslubundaki cümleye atfını mümkün kılmıştır. 

Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  نَشَٓاءُ , müspet mazi fiil sıygasında gelmiş şart cümlesidir. 

نَشَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 

 لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ , cevap cümlesi olarak rabıta lamı ile gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. 

Çoğunlukla olduğu gibi burada da  لَوْ  harfinin şart fiili muzari, cevap fiili mazi olarak gelmiştir. Çünkü bu harf maziden bahseder. Cümlelerden birinin veya her ikisinin mazi olması gerekir. (Âşûr, Enfal / 31)

Ayetin son cümlesi  فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ  hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede  كيف  manasındaki soru zarfı  اَنّٰى ‘nın müteallakı mahzuf haldir. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ettirme ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Muzari sıygada gelen fiiller, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُبْصِرُونَ  - اَعْيُنِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sonra فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ [Artık nasıl göreceklerdi?] buyrulmuştur. Buradaki  أنّى ‘nın  كيف manasında olduğu söylenmiştir. Bu harf aynı zamanda  من أين (Nereden) manasındadır.

Ayeti kerimede  ولو شئنا  değil,  ولو نشاء  buyrulmuştur. Böylece görmenin silinmemesinin, istemenin devamına bağlı olduğu ifade edilmiştir. Çünkü  نشاء , muzari bir fiildir, şimdiki zamanı ve gelecek zamanı ifade ettiği gibi, devamlılığa da delalet edebilir.  شئنا  ise mazi fiildir, geçmiş zamanı ifade eder.

Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır:  ولو نشاء  şeklinde gelecek zaman sigası tercih edilmiştir. Mazi fiil gelseydi, gözlerinin silinmemesinin; istemenin devamına bağlı olduğunu ifade ederdi. Mazi fiilin yerine gelen olumsuz muzari fiil, fiilin devam etmediğini ifade konusunda nas değildir. Hatta aksine olumsuzluğun devam ettiğini ifade edebilir. Burada  أعمينا  yerine de  طمنينا  buyurulmasına da dikkat etmelidir. Bu fiil diğerinden daha kapsamlı bir mana taşır.

على أعينهم car-mecruru da görmemeyi ve daha fazlasını, örtmeyi ve güvende olmayı ifade eder.

İsti’la harfi kör etme manasındaki temekküne delalet eder. Aksi halde  طَمَسَ  fiili kendi kendine geçişli olur. Ya da tazmin olarak fiile "acele etmek" kazandırır. (Âşûr)

فاستبقوا ‘ da hem yarışmayı hem de daha fazlasını, acele etmeyi ve daha fazlasını, yolu kaybetmeyi ve daha fazlasını ifade eder. Çünkü bu manaların hepsini birden taşır. (Âşûr)

إلى الصراط  değil,  الصراط  buyurulmuş, böylece ayet her iki kullanımı da ifade edecek şekilde gelmiştir. Harf-i cerle birlikte gelseydi dalalet manasını taşımazdı.

الصِّراط  üzerinde yürünen yoldur. الِاسْتِباقِ  fiilinin mef’ûlü oluşu  إلى  harf-i cerinin hazfi ile gerçekleştirilmiştir. (Âşûr)

فأنّى  sözü de  كيف (Nasıl?) manasını ve daha fazlasını ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 307)

Âşûr bu sorunun ilave olarak inkari istifham manasında da olduğu görüşündedir. 

أنّى  kelimesi  كَيْفَ  manasında soru edatıdır. İnkâr için kullanılır. (Âşûr)

طَمَسْ  ifadesinde istiare vardır. Burada silme, kör etme (طَمَسْ) ile kastedilen, görme duyusu yok olacak şekilde gözlerin ışığının giderilmesi olup, bu durum, okunması güç olacak şekilde kitabın harflerinin silinmesine benzetilmiştir. Ayrıca bunda artı bir anlam da bulunmaktadır. Çünkü طَمَسْ  gözlerinin görmesinin giderilmesine ve onların ışığının kesilmesine ilave olarak gözlerinin izlerinin silinmesine de delalet eder. Yine denildiğine göre  طَمَسْ ’ın anlamı, hiçbir yarık, aralık ve kenar kalmaksızın kapalı hale gelecek vaziyette göz kapakları arasındaki açıklığın birleştirilip kaynaştırılmasıdır. (Üst ve alt kapak birleşip kaynayınca göz kapanır görmez olur, demektir.) Bu durumda olan âmâ için  أعمي طَميس  ve  مَطموس  (silme kör) derler. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

 
Yâsin Sûresi 67. Ayet

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟  ...


Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük de ne ileri gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 نَشَاءُ dilesek ش ي ا
3 لَمَسَخْنَاهُمْ değiştirip dondururduk م س خ
4 عَلَىٰ
5 مَكَانَتِهِمْ onları oldukları yerde ك و ن
6 فَمَا artık
7 اسْتَطَاعُوا güçleri yetmez ط و ع
8 مُضِيًّا ileri gitmeye م ض ي
9 وَلَا ne de
10 يَرْجِعُونَ geri dönmeye ر ج ع

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ   gayr-ı cazim şart harfidir.  نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

مَسَخْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى مَكَانَتِهِمْ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اسْتَطَاعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مُضِياًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْجِعُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اسْتَطَاعُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  طوع ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki … وَلَوْ نَشَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubundaki ayette  نَشَٓاءُ , müspet mazi fiil sıygasında gelmiş şart cümlesidir.  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 

لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ , cevap  cümlesi olarak rabıta lamı ile gelmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Çoğunlukla olduğu gibi burada da  لَوْ  harfinin şart fiili muzari, cevap fiili mazi olarak gelmiştir. Çünkü bu harf maziden bahseder. Cümlelerden birinin veya her ikisinin mazi olması gerekir. (Âşûr, Enfal / 31)

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Mef’ûl olan  مُضِياًّ ‘deki tenvin kıllat ifade eder.

Makabline tezat nedeniyle atfedilen  وَلَا يَرْجِعُونَ۟  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

اسْتَطَاعُوا - يَرْجِعُونَ۟  fiilleri arasında maziden muzariye geçişte iltifat sanatı vardır.

Ayetin zahire göre  فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ  ifadesinden sonra isimle devam etmesi beklenirdi. Ancak belâgî bir nükteden ötürü ibare zahirin hilafına olarak ayetteki gibi fiil formatında gelmiştir. Bu nükteyi müfessirimiz şu şekilde açıklamaktadır: لَا يَرْجِعُونَ۟  fiili, fasılaları gözetmek için  ﻻَ رُجوعاً  masdarının yerine konulmuştur. (Beyzâvî, IV, 440.)

Ayetlerin fasılaları  يَكْسِبُونَ  , يَرْجِعُونَ۟  , يُبْصِرُونَ  , يَعْقِلُونَ  şeklinde sıralanmaktadır. Söz konusu ayet  رْجِعاًّ  ifadesiyle sonlansaydı bu uyum bozulurdu.

مُضِياًّ  (gitmek) -  يَرْجِعُونَ۟ (dönerler) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

 وَلَا يَرْجِعُونَ۟  cümlesiyle,  فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

"Biz dileseydik, şüphesiz oldukları yerde onları meshederdik (şekillerini değiştirirdik) de, ileri gitmeye de, geri dönmeye de güçleri kalmazdı."

Bu iki şart cümlesinin zikredilmesi, sadece Allah'ın onların gözlerini silme kör yapmaya ve şekillerini değiştirmeye muktedir olduğunu beyan etmek için değil, fakat onların küfürleri, ahitlerini bozmaları ve kendileri gibi insanların yok olma kalıntılarını görmekten ders almamaları sebebiyle, ahirette ağızlarına mühür vurma cezasına uğrayacakları gibi, dünyada da bu cezaya çarptırılmaya müstahak bulunduklarını, ancak bunun tek engeli, ilahi iradenin buna taallûk etmemesi olduğunu beyan etmektir. Yani eğer biz, onların, cinayetleriyle hak ettikleri silme kör yapılmaları ve şekillerinin değiştirilmesi cezalarını dileseydik, bunu mutlaka yapardık; fakat biz bunu, mühlet verilmesini gerektiren rahmet ve hikmet kanunumuz gereğince dilemedik. (Ebüssuûd)

المَسْخُ ; insan vücudunun kendi cinsinden çıkıp başka bir bedene dönüşmesidir. Bu husus başka bir şekliyle Bakara suresinde  فَقُلْنا لَهم كُونُوا قِرَدَةً خاسِئِينَ  [Onlara “aşağılık maymunlar olun” dedik.] (Bakara/65)” ayetinde zikredilmiştir. (Âşûr)

Bu ayette gitme işi, geri dönme işinden önce zikredilmiştir. Çünkü dönme işi, ilk defa gitmeden daha kolaydır. Zira ilk gidiş, o kimsenin daha önce o yola gitmediğini, ama dönüş ise bunun aksini ifade eder. Bir defa görülmüş olan bir yola sülûk etmekten daha kolay ve daha basit olduğunda hiç şüphe yoktur. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, "Onlar ne gitmeye, ne de bundan daha azına, yani, ilk defa gitmekten daha kolay olan geri dönmeye kâdir olamazlar" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Yâsin Sûresi 68. Ayet

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِۜ اَفَلَا يَعْقِلُونَ  ...


Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kime
2 نُعَمِّرْهُ uzun ömür versek ع م ر
3 نُنَكِّسْهُ onu baş aşağı çeviririz ن ك س
4 فِي
5 الْخَلْقِ yaratılışını خ ل ق
6 أَفَلَا
7 يَعْقِلُونَ akıllarını kullanmıyorlar mı? ع ق ل

Cenâb-ı Allah dilediği insanların daha gençlik çağındayken hayatını sona erdirmekte, dilediklerine de uzun ömür vermektedir. Fakat uzun ömür vermesi insanın asla ölmeyeceği anlamına gelmemekte, aksine yaşlanan kimse gün be gün ölüme yaklaştığının alâmetlerini daha iyi görebilmektedir. Önceki iki âyetle bağ kurularak yorum yapılacak olursa bu hatırlatmadan başlıca iki sonuç çıkarılabilir: a) Dilediği kişilerin –gençlik hatta çocukluk çağında– hayatını sona erdiren yüce Allah elbette 66 ve 67. âyetlerde belirtildiği üzere inkârcıların gözlerini kör edip imana gelmelerini sağlayabilir veya daha dünyadayken cezalarını verebilirdi. Ama O, insanları böyle bir zorunluluk altında bırakmamış, onları doğru-yanlış, iyi-kötü ayırımı yapacak kabiliyetlerle donatmıştır. b) İnsana uzun ömür verilmesi kendisi için ileriye dönük bir teminat olmayıp aksine hayatın sonlu olduğunu daha açık biçimde görme imkânı sağlamaktadır. Şu halde inkârcıların dünyada kendilerine tanınan fırsatı ve süreyi bitmez tükenmez bir sermaye olarak görmeleri büyük bir yanılgıdır. Âyette onların akıllarını kullanmamaları ve bu gerçekler üzerinde düşünmemeleri kınanmaktadır (Zemahşerî de bu âyetle ilgili olarak, yaşlılıkta insanın özelliklerini ve yeteneklerini tersine çevirip bildiğini bilmez hale getiren Allah Teâlâ’nın 66 ve 67. âyetlerde belirtilenlere de elbette kadir olduğu açıklamasını yapar, III, 292).

Daha genel bir yorum yapılarak bu âyette, inkârcılıkta ısrar edenlere, “Yüce Allah’ın insanı halden hale soktuğu açıkça ortadayken, bu realite üzerinde düşünüp O’nun öldükten sonra diriltmeye de kadir olduğunu anlamazlar mı?” tarzında bir eleştiri yöneltildiği de düşünülebilir (Şevkânî, IV, 434). İbn Âşûr ise burada şöyle bir mânanın bulunduğu kanaatindedir: Onlardan uzun ömür verdiklerimize 66 ve 67. âyetlerde belirtilenleri yapmıyorsak bu, sırf mühlet vermemize rağmen hâlâ inkâr ve kötülükte direnmeleri yüzünden zelil ve yenik düşmelerini sağlamak içindir (XXIII, 53-54; Kur’an’ın insanın organik ve zihinsel yeteneklerinin gitgide zayıflamasına değinen ve ileri yaşlılık çağını “ömrün en düşkün dönemi” olarak niteleyen ifadeleri için bk. Nahl 16/70 ve Hac 22/5). 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 507-508

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  نُعَمِّرْهُ  cümlesi mübteda olan  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

نُعَمِّرْهُ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

فَ  karînesi olmadan gelen  نُنَكِّسْهُ  cümlesi şartın cevabıdır. 

نُنَكِّسْهُ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  فِي الْخَلْقِ  car mecruru  نُنَكِّسْهُ  fiiline mütealliktir. 

نُعَمِّرْهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عمر ’dir. 

نُنَكِّسْهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نكس ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اَفَلَا يَعْقِلُونَ

 

Hemze istifham harfidir. Cümle atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أيجهلون فلا يعقلون (Bilmiyorlar mı? Akletmiyorlar mı?) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْقِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Şart cümlesi olan  مَنْ نُعَمِّرْهُ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنْ , mübtedadır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نُعَمِّرْهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt  istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karinesi olmadan gelen  نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede muzari fiilin tecessüm özelliği öne çıkmıştır. Fiillerin azamet zamirine isnadı, tazim içindir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

فِي الْخَلْقِۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْخَلْقِۜ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  yaradılış, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Buradaki  في  harf-i cerinin geçmesi, yaratılışla insanların kastedilmiş olduğu anlamına gelir. (Âşûr)

نُعَمِّرْهُ  -  نُنَكِّسْهُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Şart ve cevap cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

ننكسه  fiili şedde ile  نُنَكِّسْهُ  (onu tersine çeviririz) şeklinde kıraat edildi ki, bu istiâredir. Allahu a’lem, bununla şu anlam kastedilmiştir: Biz, pir-i faniyi güçlü devresinden sonra zayıfladığında, hareketli halinden sonra hareketleri ağırlaştığında, yeni ve taze vaziyetinden sonra eskimiş ve yıpranmış vaziyetine geldiğinde, onu küçük çocuğun haline döndürürüz. Bu haldeki kişi, başı üstünde ters dönüp üstü alt, altı üst haline gelen kimseye benzetilmiş oluyor. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları ve Âşûr) 

النَّكْسُ  kelimesinin gerçek manası: bir şeyin üstünü altına çevirmek veya bir şeyi aşağıya yaklaştırmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:  ناكِسُوا رُءُوسِهِمْ  başları öne eğilmiş olarak… (Secde/12). Kelime mecaz manada da bir şeyin iyi bir halden kötü bir hale dönmesi anlamında kullanılır. (Âşûr)

نعمره  ve  ننكسه  fiileri mazi değil muzari fiil olarak gelmiş ve istimrara delalet etmiştir. Bu, dünyanın kanunudur.  ومن عمرناه نكسناه  şeklinde mazi fiil gelseydi bu durumun geçmişte bir kere olduğuna delalet ederdi. Bu fiiller Allah Teâlâ’ya isnad edilerek başlangıçta da, sonda da fiilin ve kudretin O’na ait olduğuna delalet edilmiştir. O, görme duyusunu silmeye ve hali daha kötüsüne değiştirmeye kadirdir. ومن يُعمّر ينكَّس  şeklinde meçhul olarak gelseydi bu fiillerin Allah Teâlâ'ya ait olduğuna delalet etmezdi. Bu durumda öncesi ile irtibatlı olmaz, aynı zamanda daha önce zikredilen şeyler içinde bir delil teşkil etmezdi.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.315)


اَفَلَا يَعْقِلُونَ

 

 

Ayetin fasılası, takdiri …أيجهلون فلا  (Bilmediniz mi?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve tahkir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314) 

أفلا يعقلون [Akılları ermiyor mu?] cümlesi; zikredilen görme duyusunu silme ve hali değiştirmeye kâdir olanın bunu yapacağını görüp akletmiyor mu, demektir. Bunların olmaması sadece O'nun yapmayı istememesi dolayısıyladır.

Sebep ifadesi için  أفلا يعقلون  ibaresinde  ف  harfi gelmiştir. Yani  أفلا يكون ذلك سبباً لأن يعقلوا و يتفكروا [Bunlar akletmeleri ve tefekkür etmeleri için sebep olmaz mı] demektir. يعلمون  değil de  يعقلون  buyurulması, ilim sahibi olmasa da bunları anlamak ve delil kabul etmek için aklın yeterli olduğuna işaret etmek içindir. Bunlar akıldan başka bir şeye ihtiyaç göstermeyen zahiri şeylerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.315)

 
Yâsin Sûresi 69. Ayet

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُب۪ينٌۙ  ...


Biz, o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 عَلَّمْنَاهُ biz ona öğretmedik ع ل م
3 الشِّعْرَ şiir ش ع ر
4 وَمَا ve
5 يَنْبَغِي yakışmaz da ب غ ي
6 لَهُ ona
7 إِنْ hayır
8 هُوَ O
9 إِلَّا sadece
10 ذِكْرٌ bir öğüt ذ ك ر
11 وَقُرْانٌ ve Kur’an’dır ق ر ا
12 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

Resûlullah’a şiir öğretilmediği ve zaten ona yaraşmayacağı ifadesi ilk bakışta şiiri kötüleme izlenimi vermektedir. Halbuki o dönemde şair kelimesi sadece şiir sanatında becerisi olanlar için değil, aynı zamanda görünmeyen âlemle irtibatları bulunan kişiler hakkında da kullanılıyordu. Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu kabul etmek istemeyen ve hakkında türlü sıfatlar uyduran müşriklerin onu şair olarak nitelemeleri de bu sebebe dayanıyordu. Zaten Kur’an’ın şiir olmadığı açıkça görüldüğü için, Hz. Peygamber hakkında bugün bilinen anlamıyla şair demeleri, ileri sürdükleri iddiaya güç katamaz ve böyle bir gerekçeyle kamuoyunu etkileyemezlerdi. Nitekim müşriklerin Resûlullah hakkında ithamlar içeren ifadelerinde Kur’an için “şiir” nitelemesi yer almamakta, sadece Hz. Peygamber şair olarak nitelenmekteydi (bk. Enbiyâ 21/5; Sâffât 37/36; Tûr 52/30; Hâkka 69/41. Kur’an’da şiir kelimesi sadece konumuz olan bu âyette geçmektedir; şairler hakkında değerlendirme için bk. Şuarâ 26/224-227). Bilinen anlamıyla şair de kendisine doğan ilhamdan güç alır; fakat İslâm öncesi Araplar’da şair, tabiat üstü bir varlık tarafından sahip olunmuş (kuşatılmış, onun hükmü altına girmiş) kişi demekti. Onlara göre bu varlık (bir cin) vecd halindeki bir kişiye (şair) geçici olarak sahip olur, onun ağzından çoğunlukla beyitler şeklinde, normal haldeki insanın söyleyemeyeceği heyecan veren kelimeler söylerdi. Cinin insana sahip olması (tecnîn) olayı, yalnız Araplar’a veya Sâmîler’e özgü olmayıp eskiden beri bilinen ve modern zamanlarda Şamanizm olarak adlandırılan yaygın bir inanç ve anlayıştır. Şu hususa da dikkat edilmelidir ki, bize kadar gelen İslâm öncesi şiirlerin çoğunluğu, son Câhiliye devrine yani Arap şiirinin ilkel Şamanizm devrinden çok sonraya aittir; İslâm zuhur ettiği zaman şiir düzeyi çok yükselmiş, hemen hemen bugünkü mânada bir sanat dalı haline gelmişti. Dolayısıyla Kur’an’ın geldiği sıralarda şairlerin hep bir cin tarafından sahip olunmuş kişiler olarak telakki edildikleri de ileri sürülemez; fakat hâkim kültürün etkisiyle şair kelimesinin ilk çağrıştırdığı mânanın bu olması önemlidir. Yine İslâm’dan hemen önceki son Câhiliye döneminde şairin sosyal mevkiinin Arabistan’ın eski devirlerindeki gibi yüksek olmadığı da göz ardı edilmemelidir (bu konuda bk. Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 158-162. Müfessirler ve i‘câzü’l-Kur’ân gibi Kur’an ilimleriyle meşgul olanlar genellikle, burada Kur’an için, bilinen anlamıyla şiir nitelemesi yapıldığı düşüncesinden hareketle bu iddiayı çürütecek açıklamalar üzerinde dururlar, bk. İbn Âşûr, XXIII, 56-65; Râzî, müşriklerin Hz. Peygamber’i sihirbaz ve kâhin olarak da itham etmelerine rağmen Kur’an’da ona sihir ve kehanetin öğretilmediğine dair bir ifade kullanılmayıp sadece şair ithamına bu şekilde cevap verilmesini, Resûlullah’ın da sadece Kur’an’ın benzerini getiremeyecekleri konusunda meydan okumuş olmasına bağlar, XXVI, 104).

Bu açıklamalar ışığında âyetin hedefi daha iyi anlaşılmaktadır ki, bu da sûrenin başında kendisi üzerine yemin edilen Kur’an’ın ve hak peygamber olduğu vurgulanan Hz. Muhammed’e verilen görevin mahiyetini aydınlığa kavuşturmaktır. Buna göre muhataplar Resûlullah’ın özelliklerine dikkat ettiklerinde onun şiir öğretilmiş bir kişi olmadığını, zaten bunun ona yaraşmayacağını ve ilâhî mesajı getiren gerçek bir peygamber olduğunu anlayacaklardır. Yine açıktır ki, onun getirdiği vahiy sırf bir öğüt niteliğindedir yani kendisi için bir menfaat sağlama aracı olmayıp sadece insanlığın hayrına ve kurtuluşuna vesile olacak açıklamalar içermektedir. O, insanların beyinlerini uyuşturacak esrarengiz bilgiler ve bilmece gibi ifadeler taşıyan bir kelâm değildir; aksine muhteva ve üslubuyla insanı düşünmeye sevkeden apaçık bir Kur’an’dır. Yine o, bazı ibadetlerde okunan ve okunup gereğince amel edilmesi karşılığında ecir alınan ilâhî bir kitaptır (Zemahşerî, III, 292). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 509-510

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

عَلَّمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الشِّعْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْبَغ۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يَنْبَغ۪ي  fiiline mütealliktir. 

عَلَّمْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

يَنْبَغ۪ي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi  بَغ۪ي ’dır.

 

 اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُب۪ينٌۙ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. ذِكْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  قُرْاٰنٌ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

مُب۪ينٌ  kelimesi  قُرْاٰنٌ ‘nın sıfatı olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim içindir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُۜ  cümlesine dahil olan وَ , istînâfiye veya itiraziyyedir. 

İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

Ayet-i kerimedeki  ينبغي  fiili  لَٓا  ile değil,  مَا  harfiyle olumsuzlanmıştır. Çünkü  لَٓا , daha çok istikbal ifade eden muzari fiile dahil olur, hatta nahivcilere göre bu harf sadece gelecek manasına mahsustur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.319) 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)


اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُب۪ينٌۙ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  هُوَ  mevsuf/maksûr,  ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُب۪ينٌۙ  sıfat/maksûrun aleyhtir.

Yani o, alemler için sadece öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Bunun dışındaki bütün özellikleri olumsuzlanmıştır.

قُرْاٰنٌ , haber olan  ذِكْرٌ ‘a matuftur. مُب۪ينٌ  kelimesi  قُرْاٰنٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

مُب۪ينٌۙ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Yâsin Sûresi 70. Ayet

لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَياًّ وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِر۪ينَ  ...


(Aklen ve fikren) diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kur’an’ı indirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيُنْذِرَ uyarman için ن ذ ر
2 مَنْ kimseleri
3 كَانَ olan ك و ن
4 حَيًّا diri ح ي ي
5 وَيَحِقَّ ve hak olsun diye ح ق ق
6 الْقَوْلُ (azab) söz(ü) ق و ل
7 عَلَى karşı
8 الْكَافِرِينَ inkar edenlere ك ف ر

Kur’an’ın indiriliş amacının kısa ve öz bir ifadeyle ortaya konduğu bu âyette, iki temel sonuca değinilmektedir. Akıl nimetini gereğince değerlendirebilen ve iman ışığının gönlüne girmesini önlemek için özel bir çaba harcamayan yani basireti açık, ruhuyla, aklıyla, yüreğiyle diri olanlar bu mesajdan gerekli uyarıları alabilecekler; bağnaz biçimde inkârcılığa sarılanlar ise, –artık mazeretleri kalmayacağından– cezaya müstahak olacaklar, böylece şuurlu varlıkları yaratırken yüce Allah’ın belirlediği hüküm (cehennemi şeytana uyanlarla dolduracağına dair sözü) yerine gelmiş olacaktır (Taberî, XXIII, 27-28; İbn Atıyye, IV, 462; bu söz hakkında bk. 6. âyetin tefsiri). İlk cümlenin öznesi genellikle Kur’an olarak düşünülmüştür; özne açık isim olmadığı için bunu “Peygamber uyarsın diye” şeklinde anlamak da mümkündür. Ayrıca “uyarasın diye” anlamına gelen bir kıraat de vardır. Fakat her iki duruma göre ifadenin özünde bir değişiklik olmamaktadır (Zemahşerî, III, 292; Şevkânî, IV, 435). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 510

لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَياًّ وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِر۪ينَ

 

لِ  harfi, يُنْذِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, أنزل ‘dir. 

يُنْذِرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ حَياًّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.  حَياًّ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. يَحِقَّ  atıf harfi  وَ ‘la يُنْذِرَ ‘a matuftur. 

يَحِقَّ  mansub muzari fiildir.  الْقَوْلُ  fail olup lafzen merfûdur.  عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru  يَحِقَّ  fiiline müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

يُنْذِرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نَذَرَ ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَياًّ وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِر۪ينَ

 

Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَياًّ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri,  أنزل (İndirdi) ‘dir. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası olan  كَانَ حَياًّ , nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِر۪ينَ  cümlesi, … لِيُنْذِرَ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayet-i kerimede geçen  لينذر ((Gelecek tehlikeleri) haber vermek) sözüyle kastedilen uyarıcı Kur'an veya resuldür, her ikisi de uyarıcıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s.322)

حَياًّ  ifadesinde istiare vardır. Burada diri ( حَياًّ ) ile kastedilen, gaflet halindeyken uyarıldığında uyanan, öğüt verildiğinde dinleyen kimsedir. Burada Allah Teâla, uyarıdan yararlanan mümine kurtulacağı için diri (hayy) ismini vermiş; uyarılara kulak vermeyen kâfire de helak olacağı için ölü (meyyit) adını vermiştir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)  

لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَياًّ  [Diri olanları uyarması için] ve وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِر۪ينَ  [kâfirlere azabın hak olması için] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

Uyarma, diri kimseye tahsis edilmiş, çünkü uyarıdan faydalanan o kimselerdir.

"Diri olan kimseyi uyarasın ve kâfirlere o azap hükmü hak olsun diye."Ve küfürde ısrar edenlere de azap hükmü hak olsun diye.

Bu kâfirlerin, diri karşıtı olarak zikredilmesi, bize bildiriyor ki, o kâfirler, ilâhî marifet olan hayat eserleri ile hükümlerinden yoksun olduklarından dolayı hakikatte ölüler gibidirler.  (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
65. âyete iki açıdan yaklaşılmalıdır. İlki: Âhiret, baştan sona hayat diyarı, yani orada her şey canlı olacağından (Ankebût/64, Furkan/12), eller de ayaklar da konuşur. İkinci olarak, insanların imanı, inkârı, yaptıkları işler, söyledikleri sözler yüzlerinden, ellerinden; kısaca vücut organlarından belli olur. Dünyada dahi feraset ehli bunu görebilmekte, okuyabilmektedir.
66. ayet, mecazi olarak, Allah'ın insanlara gerçeği görebilme kabiliyet ve bunun için gerekli organları verdiğini, fakat inkârcıların bu organları kullanmayıp bu kabiliyeti yitirdiklerini, dolayısıyla gidecekleri yolu bulamayan körler gibi olduklarını ifade etmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Uyandığında, kendisindeki değişikliği hemen farketmedi. Ancak gün ilerledikçe ve insanlarla görüştükçe; bir kaç saatin içinde yaşadığı hayattan bezdi. 

Nereye giderse gitsin, kiminle konuşursa konuşsun; elleri her yaptığını detayıyla anlatıyor, sorulan cevaplara fazlasıyla dürüst cevap veriyor ve ayakları da ellerinin dediklerini doğruluyordu. 

Ellerinin daha neleri anlatacağından emin olamadığı için insanlardan uzaklaştı. Kimseyi görmeyeceğini düşündüğü bir ormanlık alana gitti. Durumunu değerlendirmeye çalıştı. 

Kısa sürede, günün stresinin yorgunluğuyla göz kapakları ağırlaştı ve uykuya daldı. ‘Ayrılın!’ sesine uyandı. Nedenini bilmiyordu ama o an nerede olduğunu anladı.

Kendisini bir anda mahşer kalabalığının ortasında, bir endişenin içinde buldu. Ayrılanlardan mıydı yoksa Allah’ın selamını alanlardan mıydı? Öyle bir halin içindeydi ki ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. 

Bilinmezliğin bulanık havasına çekilirken uyandı. Kendisini uyandıran Allah’a hamd etti. Ellerine ve ayaklarına baktı. Kalkıp ailesinin yanına fırladı ve konuşmaya başladı. Her şey normaldi. Tekrar hamd etti. 

Ey Allahım! Bizi; diriliş ve hesap gününün sıkıntılarından muhafaza buyur. Dünyada iken ahirete en güzel şekilde hazırlananlardan, yalnız Sana güvenenlerden ve yalnız Senden korkanlardan, huzuruna da Senin rızanı kazanmış bir şekilde çıkanlardan eyle. Dünyada da, ahirette de her adımımızı rahmetin ile kolaylaştır. Günahlarımızı affet, sevaplarımızı çoğaltmamız için yardımcımız ol. Bizi; ‘Selam’ sesini işitenlerden ve sonsuz huzura kavuşanlardan eyle.

Amin.

***

Dünya hayatının kanunlarından biri, yeterli ömrü olanın yaşlanacak olmasıdır. Yaşlılık sinsidir. Hemen gözle görülür hale gelmese de yirmili yaşların başında yaşlanmanın ilk adımları atılır. 

İnsan evladı tuhaftır. Her an ölebileceğini bilir ama ölüme hazırlanmak yerine çoğunluk gibi yaşlılığa meydan okumayı tercih eder. Sanki en önemli amacı fiziksel görüntüsünü korumaktır. Sosyal medyanın uyguladığı baskıyla da bu bakış açısı önemsenerek hızla farklı köklerden gelen insanların yaşam tarzına yerleşmektedir. 

Yaşlılığa karşı çıkmanın yollarından biri, kimilerinin uydurduğu moda akımlarına uymaktır. Yüz ve vücut hatlarının nasıl olması gerektiğine onlar karar verir. Doğal görünmemesine ve insanların karakterinden çalmasına yani onları tek tip örneğe çevirmesine rağmen kriterlere uyduğu için güzel kabul edilir ve uygulanır.

Ancak ömrü varsa eğer, insan ne yaparsa yapsın yaşlanır. Ömrü olsun olmasın bir gün ölür. Gereken özeni göstermenin dışında yaşlanacak bir bedenle aşırı uğraşmanın sebebi; belki de hakikatten bir kaçış veya gerçeğe yüzünü çevirerek oyalanma halidir. Halbuki şimdikini kucakladığı gibi yaşlı halini de kucaklamalıdır.

Yaşın götürdüklerine değil, kazandırdıklarına bakmalıdır. Yaş almak bir mümin için Allah’a kavuşmaya bir adım daha yaklaştığının müjdesidir. Böylece kişiye ayağını denk aldırır ve huzura nasıl çıkmak istediği hakkında onu düşündürür. İmanını, ahlakını ve muhabbetini barındıran kalbine ihtimam göstermesini söyler. 

Nefse hizmet eden dünyevi bakım rutinleri, eninde sonunda boşa çıkar. Bu yüzden onlara ayrılan zamanda, sarfedilen güçte ya da verilen önemde aşırıya kaçıp kaçılmadığına dikkat etmek gerekir. Kalbe hizmet eden uhrevi bakım rutinlerinin ise boşa çıkması mümkün değildir. Allah rızası için yapılan her şey bu rutine dahildir ve neredeyse tamamı bedavadır. 

Ey Allahım! Bizi koru. Aklımızı, bedenimizi, kalbimizi ve sahip olduklarımızı koru. Senin rızan için fiziksel, zihinsel ve ruhsal bütünlüğünü koruyan kullarından eyle. Bizi Senden ve Senin sevdiklerinden uzaklaştıran işlerin sevgisini ya da alışkanlığını aklımızdan ve kalbimizden uzaklaştır. Sana maddi ve manevi daha yakın bir kul olarak ömrümüzün geri kalanını, yaşadığımız kısmından daha bereketli, huzurlu ve hayırlı kıl. Seni bildiğimiz ve Sana kulluk ettiğimiz için dünyada attığımız adımların ve aldığımız nefeslerin kıymetlerini bilerek şükür ile yaşayanlardan eyle. Yeryüzündeki son nefesimizi ve son adımımızı Sana en yakın olduğumuz halimizle en hayırlı kıl ve canımızı öyle teslim al. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji