بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا اَنْعَاماً فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَرَوْا | görmediler mi? |
|
3 | أَنَّا | ki biz |
|
4 | خَلَقْنَا | yarattık |
|
5 | لَهُمْ | kendilerine |
|
6 | مِمَّا | şeylerden |
|
7 | عَمِلَتْ | yaptıkları |
|
8 | أَيْدِينَا | ellerimizin |
|
9 | أَنْعَامًا | nice hayvanlar |
|
10 | فَهُمْ | kendileri |
|
11 | لَهَا | onlara |
|
12 | مَالِكُونَ | malik olmaktadırlar |
|
İlk âyette geçen en‘âm kelimesini (tekili neam) belirli tür hayvanlarla sınırlandırarak tercüme etmek de mümkün olmakla beraber (bilgi için bk. Mâide 5/1), kelime bu bağlamda insanların binmek, etlerinden, sütlerinden vb. ürünlerinden yararlanmak üzere kendi hâkimiyetleri altına alabildikleri hayvanlar için kullanılmıştır. Âyetin devamından ve müteakip iki âyetten bu mâna zaten anlaşıldığı için meâlde “hayvanlar” şeklinde mutlak bir karşılık verilmiştir. 71. âyetin “kendi kudretimizin eserlerinden” şeklinde çevrilen kısmı lafzan “kendi ellerimizle yaptıklarımızdan” mânasına gelmektedir. Burada insanlara lutfedilmiş bir nimet olarak zikredilen hayvanların meselâ tarımsal veya endüstriyel ürünlerde olduğu gibi insanın da katkılarıyla oluşan ürünlerden farklı ve doğrudan doğruya ilâhî kudretin eserleri olduğunu belirtmek üzere böyle bir üslûp kullanıldığı düşünülebilir. Ayrıca bu hayvanların doğasına güdülme, üzerinde hâkimiyet kurulabilme özelliğini yerleştirenin de Cenâb-ı Allah olduğu bu âyetlerde açıkça ifade edilmiştir. Âyetlerin asıl amacının da Allah Teâlâ’nın insanlara lutfettiği nimetlerin kadrini bilmediklerini, gereğince şükretmediklerini, üstelik kendilerine hiçbir yararı dokunmayan varlıkları tanrı edindiklerini hatırlattıktan sonra Resûlullah’a teselli vermek ve onların sözlerinden ötürü üzülmesine gerek olmadığını bildirmek olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 77 ve 78. âyetlerde müşriklerin küstahlık derecesine varan had bilmez tavırları için canlı bir örnek üzerinde durulacaktır. Burada verilmek istenen mesajın da şu olduğu söylenebilir: Bunca nimetine karşılık Allah’a şükretmek şöyle dursun bir de O’na ortak koşarak nankörlüğün en büyüğünü yapan bu insanların Hz. Peygamber hakkında ağır hakaretlerde bulunmaları ve haksız sözlerle onu incitmeleri yadırganacak bir şey değildir. Şu halde Resûlullah ve onun yolunu izleyen müminler bu durumdan müteessir olmamalı, haklı mücadelelerini azimle sürdürmelidir. 74. âyette müşriklerin düzmece tanrılardan yardım göreceklerini umdukları belirtilirken, putların –dünya işleriyle ilgili olarak– Allah katında kendileri için şefaatçilik yapacağı yönündeki inançlarına işaret edilmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 71). 75. âyetin ikinci cümlesindeki zamirlerden ilkinin müşriklerin, ikincisinin ise sahte tanrıların (putların) yerini tuttuğu görüşü esas alındığında âyetin meâli değişir ve açıklaması şöyle olur: Halbuki o putlar âhirette müşriklerin çarptırıldığı azabı seyretmek üzere toplanmıştır ve sayıları da çok olduğu halde onlara yardım edemezler (İbn Atıyye, IV, 463; İbn Âşûr, XXIII, 71).
Ne'ame نعم :
نِعْمَة kavramı güzel hoş, hal ve durum demektir. Nimet sözcüğünün dilbilgisi açısından formu, insanın oturuş ve biniş gibi hal, durum, tavır ve davranışlarını ifade eden yapıdadır. نَعْمَة Na'me sözcüğü formu ise bir fiilin bir kere yapılmasını ifade eden yapıdadır.
إنْعام İn'am, ihsanı bir başkasına ulaştırmaktır. Kendisine ihsanın ulaştırıldığı şey ancak akıllılardan olursa bu sözcük kullanılır.
نَعِيم 'e gelince çok ve bol nimet anlamına gelir. نَعَم kelimesi ise develere has olarak kullanılır. Çoğulu أنْعام şeklinde gelir. Böyle adlandırılmasının nedeni Araplara göre develerin en büyük nimet olmasıdır. Fakat bu sözcük deve, sığır ve davarlarla ilgili de kullanılabilir. Aralarında deve bulunmazsa bunlara أنْعام denmez.
نِعْمَ yergide kullanılan بِئْسَ sözcüğünün mukabili olarak övgüde kullanılan bir ifadedir. Son olarak نَعَمْ 'a gelince olumluluk bildirmek için va'z edilmiş bir sözcüktür ve نِعْمَة lafzından gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 140 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri nimet, in'am, Naim Cennetleri ve Nâim'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا اَنْعَاماً فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ
Hemze istifham harfidir. Ayet atıf harfi وَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أغفلوا ولم يروا (Gaflet ettiler ve görmediler mi?) şeklindedir.
لَمْ muzari fiili cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَرَوْا fiili نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
خَلَقْنَا fiili اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru خَلَقْنَا fiiline mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle birlikte mahzuf hale mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْد۪ينَٓا fail olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْعَاماً mefulün bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهَا car mecruru مَالِكُونَ ‘ye mütealliktir.
مَالِكُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مَالِكُونَ kelimesi, sülasi mücerredi ملك olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا اَنْعَاماً فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ
Ayet takdiri, …أغفلوا (Gaflet içindeler mi?) olan istinaf cümlesine matuftur.
İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. وَ atıf harfi, لَمْ muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren harftir. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar. Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkar ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar ve tekit harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا اَنْعَاماً cümlesi, masdar teviliyle يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ’nin haberinin müspet mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Harf-i cerle birlikte اَنْعَاماً ’in mahzuf haline müteallik ism-i mevsûl مَّا ‘nın sılası olan عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudusa, sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِمَّا , ihtimam için mef’ûl olan اَنْعَاماً ’a takdim edilmiştir. اَنْعَاماً ‘deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Veciz anlatım kastıyla gelen اَيْد۪ينَٓا izafeti, muzâfı tazim içindir.
Bu ayet istifham hemzesinden sonra وَ harfiyle gelen يروا fiiliyle başlamıştır. Bu tabirin وَ harfi olmayan hali de yine bu sûrede 31. ayette geçmiştir. Nahivcilere göre bu وً harfi atıf içindir, arkasından zikredilen şeyi zikredilen veya takdir edilen bir şeye atfeder. Kur'an'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için وَ harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر tabirinin de çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir.
Burhan'da şöyle yazılıdır: Bu tabir Kur'ân'da bazı yerlerde En'âm/6 da olduğu وَ harfi olmaksızın ألم يروا كم أهلكنا , bazen de وَ harfiyle gelmiştir. Bazen de أفلم يروا şeklinde فَ harfiyle gelmiştir. Bu tabir iki şekilde gelir:
●Gözle görülen şeylerle alakalı olarak gelir. Başında hemze ve و harfi olur. Hemze soru,
و harfi, cümleyi öncesindeki cümleye atfettiğini ifade eder. ف harfi de böyle atıf içindir, ama daha sıkı bir ilişkiye işaret eder.
● Delil çıkarmayla ilgili olarak gelir. Başında sadece soru harfi olan elif olur. Bu durumda و harfi ve istinaf manasındaki ف harfi olmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
Allah Teâlâ kendisinden çoğul zamiriyle bahsedince, يْد۪ kelimesi de اَيْد۪ينَٓا şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Allah kendisinden tekil olarak bahsettiği vakit el kelimesi de tekil veya tesniye (ikil) olarak gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.339)
مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا اَنْعَاماً (Ellerimizin yaptıklarından hayvanlar yarattık) cümlesinde istiare-i temsîliyye vardır. Çünkü hayvanlar yapılmaz, yaratılır. Fakat Yüce Allah yaratma ve meydana getirmenin sadece kendine mahsus oluşunu, bir şeyi kendi elleriyle ve bizzat yapan kimseye benzetti. İstiâre-i temsîliyye yoluyla, yapmak manasına gelen عَمِلَتْ kelimesini yaratmak manasına gelen خلق kelimesi yerinde kullandı. (Safvetü’t Tefâsir)
عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا ifadesinde istiare vardır. Burada eller (اَيْد۪ي) zikri ile, el’in (يْد۪) Arap lügatındaki anlam bölümlerinden iki bölüm kastedilmiştir: El ya kuvvet anlamında olur ya da eylemin gerçekten kendisine ait olduğu (izafet anlatımı) anlamında olur. Buna göre sanki Yüce Allah, ‘’onlar görmüyor mu ki takdirimizin kuvveti ile ve mükemmel idaremizle var eylediğimiz birtakım hayvanları onlar için yarattık’’ buyurmuştur. Veya ayetin manası şöyle olur: Şüphesiz ki bu hayvanlar, yaratıklardan (insanlar), deniz gemileri yapabiliyorlar ama sırtları binilmeye ve yük taşımaya amade kılınmış, etleri helal kılınmış kara gemileri (yük hayvanları) yapamıyorlar. İşte bu, Allah Teâlâ’nın مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا [ellerimizin imal ettiklerinden] zatına ait kılma (el-izâfet) ifadesinin anlamı budur. Allah Teâla daha iyi bilir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ cümlesine dahil olan فَ istînâfiyedir. فً ’nin atıf olması da caizdir. O takdirde cümle sılaya matuftur. Cümlede هُمْ mübteda, مَالِكُونَ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهَا , ihtimam için amili olan مَالِكُونَ ’a takdim edilmiştir.
Burada da لها (onlara) şeklindeki car mecrur sahip olunan şeylerin şanına delalet etmek üzere takdim edilmiştir. Çünkü mallarının en değerlisi, en kerimi bu hayvanlardır.
Ancak bu takdim kasr ifade etmez. Bu takdimler kasr ifade etmeyen takdimlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s. 339-340)
مِمّا عَمِلَتْ ifadesindeki مِن ibtidaiyyedir. Çünkü onların hayvanları, Allah'ın Âdem (as)'ı yarattığı gibi yarattığı aslî menşelerine kadar bir asıldan doğarlar. Yaratılışın Allah'ın elinde olduğu, gizli, harika yaratılışın değerini canlandırmak için temsili istiare olarak ifade edilmiştir. (Âşûr)
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذَلَّلْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لَهُمْ car mecruru ذَلَّلْنَاهَا fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. مِنْهَا car mecruru mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. رَكُوبُهُمْ muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْهَا يَأْكُلُونَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. مِنْهَا car mecruru يَأْكُلُونَ fiiline mütealliktir. يَأْكُلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ
Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki …خَلَقْنَا لَهُمْ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
İstînâfiyye olan فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ cümlesindeki فَ tefriiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu ibare uysallıktan, boyu eğdirilmekten faydalanmayı anlatır. فَ harfi tefrî' içindir. Binmek, yemek ve diğer faydaları açıklamak için bu boyun eğdirme hükümlerinin detaylarını verir.
Rûhu'l Meânî'de ise şöyle yazılıdır: Bu ibaredeki فَ harfi, emre amade kılmanın hükümlerini ve tafsilatını açıklamak için gelmiştir. Bunlardan biri de üzerine binmektir. ركوب kelimesi, حلوب (süt veren) gibi meful manasındadır. Yani bu ibare, faydalarından biri de üzerlerine binmenizdir, demektir. مِنْ harfi tebyîz içindir, kısım bildirir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.342)
Cümlede takdim tehir sanatları vardır. مِنْهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. رَكُوبُهُمْ , muahhar mübtedadır. Car mecrurun takdimi kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. مِنْهَا hem mevsûf, hem de maksûrun aleyhdir. رَكُوبُهُمْ , hem sıfat hem de maksûrdur.
مِنْ harfinin takdimi izafî hasr içindir. İzafî hasr nisbî hasr demektir. Yani adeten eti yenen hayvanlara nispetle davarlar demektir. Yoksa bunlardan başkasıyla, kuşlarla, balıklarla mukayese edilmez. Et dışındaki hububat, meyve gibi şeylerle de mukayese edilmez.
Keşşâf'ta şöyle yazılıdır: Bu ibarede zarfın takdimi ihtisas ifade eder ama başka şeylerden de yenir, dolayısıyla ihtisas olmamalı diye sorulabilir. Evet ama insanların hayatlarında adet edindikleri şey asıl olarak bunlardan yemeleridir. Tavuk, ördek, kara ve deniz avları ise eğlence kabilindendir. Yemekten bahsedilen üslub isim cümlesinden fiil cümlesine dönüşmüştür. Bunun sebebi fiil cümlesinin teceddüt ve istimrar ifade etmesidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.343)
وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ cümlesi, فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 69 (Kış 2017))
وَلَهُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَمَشَارِبُۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ
وَلَهُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَمَشَارِبُۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ف۪يهَا car mecruru مَنَافِـعُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir.
مَنَافِـعُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مَشَارِبُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. مَنَافِـعُ ve مَشَارِبُ kelimeleri müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsarif olduğu için tenvin almamışlardır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَفَلَا يَشْكُرُونَ
Cümle mukadder istînâf cümlesine matuftur. Takdiri, أجحدوا ذلك فلا يشكرون (Bunu inkar ediyor ve şükretmiyor musunuz?) şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَهُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَمَشَارِبُۜ
وَ atıftır. Ayetin ilk cümlesi فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنَافِـعُ , muahhar mübtedadır.
Cümlede müsnedün ileyh olan مَنَافِـعُ ve مَشَارِبُ ‘nun nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Aralarında muvazene sanatı bulunan bu kelimeler, müntehel cumû’ olduğu için tenvin almamıştır.
Hayvanlarda insanlar için olan nimetlerin binmek, yemek, içmek ve faydalanmak şeklinde sıralanması taksim sanatıdır.
لَهُمْ (Onlara/kendilerine) şeklindeki car mecrurda onlara ait olan zamir, فيها (onlarda) şeklindeki hayvanlara ait olan zamire takdim edilmiştir. Çünkü kelam onlar hakkındadır. Hayvanlar ise onlar için yaratılmıştır. Dolayısıyla insanlar onların varlığı için bir sebep ve illettir. Dolayısıyla hayvanlara ait zamir daha sonra gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.346)
فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ [O hayvanlardan bazıları binekleridir] cümlesinden sonra, لَهُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَمَشَارِبُۜ (O hayvanlarda onlar için faydalar ve içilecek sütler vardır) cümlesinin gelmesi, husustan sonra umumun zikri olmuştur. Bu, nimete verilen değerin büyüklüğünü ve yüceliğini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
اَفَلَا يَشْكُرُونَ
Ayetin fasılası, takdiri …أجحدوا ذلك (Buna karşı mı çıktılar?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkârî istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişikliklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
أَفَلَا يَشْكُرُونَ [Hala şükretmezler mi?] Yani bunlar, üzerlerindeki nimetin devam etmesi için şükretmeye sevk etmez mi, demektir.
Bu cümle soru şeklinde gelmiştir. Çünkü böyle durumlarda soru kişiyi onaylamaya teşvik eder. Aksinin kötü olacağına delalet eden bir üsluptur.
Sebep ifade etmek için فَ harfi gelmiştir. Çünkü şükre davet eden şeyler, yani nimetler zikredilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.347)
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَۜ
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اٰلِهَةً birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذُوا fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يُنْصَرُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُنْصَرُونَۜ fiili نَ ‘un sübutu ile merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır. اتَّخَذُ , iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Car mecrurun müteallakı olan ikinci mef’ûl mahzuftur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ دُونِ اللّٰهِ , ihtimam için mef’ûl olan اٰلِهَةً ’e takdim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اٰلِهَةً ’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
دُونِه۪ٓ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
دُونِه۪ٓ tabirinin ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
Burada muzmar makamında zamir yerine Allah Teâlâ’nın celâl isminin zikri ilahi azameti hissettirmek ve O’nun dışında ilâh edinmelerinin büyük bir cüret olduğunu belirtmek içindir. Aynı zamanda arkadan gelecek olan فَلا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ şeklindeki 76. ayete de bir hazırlıktır. Çünkü daha da duyulmamış bir şey söyleyeceklerdir. (Âşûr)
لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَۜ
لَعَلَّ ‘nin haberi olan يُنْصَرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُنْصَرُونَۜ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. “Umulur ki” anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Bakara/21)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَهُمْۙ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ
لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَهُمْۙ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَط۪يعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
نَصْرَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru جُنْدٌ 'ün mahzuf haline mütealliktir. جُنْدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مُحْضَرُونَ kelimesi جُنْدٌ ‘un sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُحْضَرُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَهُمْۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Burada, لَا يَسْتَط۪يعُونَهُمْۙ ‘onlara yardım etmezler’ buyurulmamıştır. Çünkü böyle gelseydi “yardım etmeye güçleri vardı, ama yardım etmiyorlar” manasına delalet ederdi. Ayette görüldüğü gibi gelerek, onların yardıma güçlerinin yetmediği, bundan aciz oldukları ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.348)
وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ car mecruru, جُنْدٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.
جُنْدٌ ’daki tenvin tahkir içindir.
جُنْدٌ için sıfat olan مُحْضَرُونَ cümlesi, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
[Onlar ilâhlar için, hazırlanmış askerlerdir.] cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani, onlara hizmet etme ve onları savunma hususunda asker gibidirler. Teşbih edatı ile teşbih yönü söylenmemiş, böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. (Safvetü’t Tefâsir)
Fethu'l-Kadîr'de ise şöyle yazılıdır: Yani, kâfirler putları için dünyada hazır bir ordudur. Hasan şöyle demiştir: “Onları korur ve savunurlar.” Katâde, “dünyada onlara arka çıkarlar” demiştir. Zeccâc, “putlarına yardım ederler, putların ise onlara yardım edecek gücü yoktur” demiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.349 )
74 ve 75. ayetlerde tevhidin, vahdaniyetin izahının peşi sıra, haşre (Kıyamete) bir işarettir. (Fahreddin er-Razi)
Bu kelam onların görüşlerinin batıl olduğunu, umutlarının hüsran olacağını ve tedbirlerinin aksi sonuçlar vereceğini beyan etmektedir. (Ebüssuûd)
فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ اِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.
Takdiri, إن قالوا ما يؤذيك فلا يحزنك قولهم (Seni inciten şey söylerlerse, söylediklerine üzülme.) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَحْزُنْكَ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قَوْلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
Fiil cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَعْلَمُ fiili اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُسِرُّونَ fiilidir. İrabdan mahalli yoktur.
يُسِرُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا يُعْلِنُونَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُعْلِنُونَ fiilidir. Îrabdan mahalli yoktur. يُعْلِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن قالوا ما يؤذيك (Eğer seni üzecek birşey söylerlerse..) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber’dir.
Cevap cümlesi olan فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
Ayetin ikinci cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası يُسِرُّونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl birinciye atfedilmiştir. Cihet-i câmia, tezattır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi نَعْلَمُ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُسِرُّونَ - يُعْلِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
نَعْلَمُ - يُعْلِنُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ ibaresi hakkında Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Bu cümlede مَا harfi ism-i mevsûldür. Aid zamir mahzuftur. Yani onların sapkın inançlarından gizledikleri şeyleri, sana olan düşmanlıklarını ve benzeri şeylerin hepsini bildiğimiz gibi; şirk koşmak, seni yalanlamak gibi açıkladıkları her şeyi de biliyoruz, demektir.
Bu harfin masdariyye olması da caizdir. Yani onların gizlediklerini ve açıkça yaptıklarını biliyoruz demektir. Bu durumda mef’ûller mahzuftur ya da bu fiiller lâzım menziline konmuştur. İlk akla gelen mana evlâdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.352)
Bu ayet de, “peygamberlik esas ve inancına işarettir. Çünkü Hz. Muhammed (sav)’e, onun kalbini teselli edecek şekilde hitap etmek, Cenab-ı Hakk’ın onu bu iş için seçip tayin ettiğine bir delildir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette gizlinin açıktan önce zikredilmesi, ya Allah'ın ilminin her şeye şamil olduğunu kuvvetlice ifade etmek içindir ki sanki Allah'ın, onların gizlediklerini bilmesi, açığa vurduklarını bilmesinden önce gelmektedir. Halbuki hakikatte Allah'ın ilmine göre ikisi de birdir. Çünkü Allah'ın, her şeyi bilmesi, onların suretlerinin hâsıl olması yoluyla değil; fakat her şeyin, kendi nefsinde var olması, Allah'a göre onun bilinmesidir. Bu manada ise, açık ve gizli eşya arasında hiçbir fark kalmaz.
Yahut gizlinin açığa takdimi, gizlinin mertebesinin, açık mertebesinden önce olduğu içindir. Zira ne kadar gizli varsa ya kendisi yahut ilk unsurları, ondan önce kalpte gizlidir. Bu itibarla ilâhi ilmin onun ilk haline taalluku, hakikatte ikinci haline taallukundan önce olmaktadır. (Ebüssuûd)
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmeyi bir kenara bırakıp, küstahça bir tavırla yüce yaratıcının ve peygamberinin bildirdiklerini yalnızca aklıyla yargılamaya kalkışmasının ne kadar çelişkili olduğu bir örnek ışığında ortaya konmaktadır. Bu örnekte iki nesne (nutfe ve çürümüş kemik) kıyaslanmaktadır. Bunlardan nutfe, Kur’an’daki kullanımlarına göre erkeğin menisi veya döllenmiş hücre (zigot) mânasına gelmektedir. Böylesine önemsiz görünen bir cismin belirli süreçlerden geçtikten sonra yetişkin bir insan haline gelebilmesini sağlayan bir irade ve kudretin yani yaratıcının bulunduğunu kabul eden kişinin –ki başka âyetlerde belirtildiği üzere müşrik Araplar evrenin ve evrendeki varlıkların yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ediyorlardı–, işte bu gücün çürümüş kemiğe de can verebileceğini yadırgamaması gerekir. Ne var ki Resûlullah’ın peygamberliğini ve onun bildirdiklerini, dolayısıyla öldükten sonra dirilme gerçeğini kabul etmemek, sonuç olarak da Allah’ın yanı sıra başka mâbudlara tapma esasına dayalı kurulu düzenlerini sürdürmek için kırk dereden su getiren Mekke müşrikleri, akıllarınca bu tür örneklerden de yararlanarak alaycı ifadelerle çevrelerindekileri etkilemeye çalışıyorlardı. Tefsirlerde bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak şöyle bir olaya yer verilir: Müşriklerin önde gelenlerinden biri Hz. Peygamber’e elinde çürümüş bir kemik parçasıyla gelir ve onu ufalayıp, “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” der. Resûl-i Ekrem de “Evet. Nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!” cevabını verir. Rivayetlerde Resûlullah’la konuşan kişi ile ilgili olarak Übey b. Halef, Âsî b. Vâil, Ebû Cehil ve Velîd b. Mug^re isimlerinin geçmesi, olayın benzerlerinin birkaç defa meydana gelmiş olması ihtimalini düşündürmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 73; rivayetler için ayrıca bk. Taberî, XXIII, 30-31; İbn Atıyye, Abdullah b. Übeyy’in adının zikredilmesini haklı olarak eleştirir; IV, 463-464). Fakat en çok adı geçen Übey b. Halef’in, isimleri belirtilen diğer kişilerin bulunduğu bir toplulukta, “Muhammed Allah’ın ölüleri dirilteceğini söylüyor, bunu onunla tartışacağım!” dedikten sonra çürümüş bir kemik alıp Resûlullah’a gittiği rivayeti daha mâkul görünmektedir (Zemahşerî, III, 293). Râzî’nin belirttiği üzere önemli olan, özel sebep ne olursa olsun sözün genelinden çıkan mânadır, ki bu da Allah’ın kudretini ve haşri inkâr eden zihniyetin mahkûm edilmesidir (XXVI, 107-108). 79. âyetin son cümlesinde geçen halk kelimesi hem “yaratma” hem “yaratılanlar” (mahlûkat) anlamına geldiği için, bu cümle genellikle bu iki mânayı da yansıtmak üzere şu şekilde açıklanmıştır: Allah Teâlâ, yaratılanların hepsini bütün ayrıntılarıyla, her birini toplanan ve dağılan parçalarıyla, usulü ve fürûu, içinde bulunduğu durumları, nitelik ve nicelikleri, her türlü özellikleriyle bilir; yaratmanın da her türlüsünü, maddeli-maddesiz, aletli-aletsiz, örnekli-örneksiz, ilkin ve sonra her çeşidini bilir (Elmalılı, VI, 4041).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 513-514
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ
Hemze inkârî istifham harfi, وَ istînâfiyyedir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir.
Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ve uyarı anlamı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun sorunun cevabını bilmemesi muhaldir.
Bilinen nefy üslûbu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ cümlesi, masdar teviliyle لَمْ يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ’nin haberi olan خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. نُطْفَةٍ ’in tenkir tahkir ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Buradaki sorudan maksat, Allâh'ın nutfeden yarattığı insanın haline şaşmaktır. Zira insan rabbine inatla karşı çıkmış, hasım olmuş ve üzerindeki nimete mukabil rabbine düşmanlığını açıkça ortaya koymuştur. فإذا tabirinde فَ harfi takip ifade eder. Yani bunun arkasından hemen Rabbine düşman olmuştur demektir. Bu harf aynı zamanda sebep ifade eder. Sanki bu yaratılış onun küfrünün ve yaratıcısına düşman kesilmesinin sebebi olmuştur. Bu da son derece şaşılacak ve olmayacak bir şeydir. Çünkü muamelelerimizde ve ananelerimizde adet olan şey iyiliğin şükre ve üzerindeki güzelliğin ve faziletin itirafına sebep olmasıdır. Bu فَ harfi burada her iki manayı yani takip ve sebep manalarını birden ifade etmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.360-363 )
Kendi yaradılışı üzerinde düşünmeyi bir tarafa bırakıp küstahça bir tavırla ölümden sonra dirilişi sorgulayan insan tipini, soru üslubuyla konu edinen bu ayeti müfessirimiz şöyle izah eder: Ayetteki istifham, haşri reddedenlerin inkarlarını gayet beliğ (ince) bir şekilde yersiz ve yakışıksız gösterme, تقبيح anlamındadır. Bu durumu şaşılması gereken bir şey, açık hasımlıkta ileri gitme, başlangıçta yarattığından daha basitini yaratma hususunda kudretini yok sayma, son derece değersiz bir şeyden (meniden), en değerli ve şerefli varlık olan insanı yaratma nimetine yalanlamayla karşılık verme kabul etmiştir. (Beydâvî, IV, 442)
Afaktan (insanın dış dünyasından) bir delil getirince, burada, insanın bizzat kendisinden de delil getirilmiştir. Fıkıh usûlünde şöyle bir esas vardır: (Ayetlerde) nazar-ı dikkate alınacak şey, sebeb-i nüzulün hususiliği değil, lafzın umûmî manasıdır. Cenab-ı Hak, bunun hükmünün herkes için olmasını murad etmiştir. Allah’ı veya haşri inkâr eden herkes için, tefsir ettiğimiz ayet bir reddiyedir. (Fahreddin er-Razi)
فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar. Yani insanın kendisine yapılan iyiliğe karşılık böyle yapması beklenmez ve bu iş aniden olmuştur, demektir.
مُب۪ينٌ kelimesi خَص۪يمٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
خَص۪يمٌ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Yine sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden مُب۪ينٌ , mevsûfu olan خَص۪يمٌ ‘nun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu iki kelime arasında muvazene sanatı vardır.
مُب۪ينٌ kelimesi de insanın aklî kuvvetine işaret eder. Hak Teâlâ bu kelimeyi tercih etmiştir. Çünkü insan anlatırken, anlatmadığı zamankinden daha üstün bir derecededir. Çünkü açıklama yapanın aklında birşey zuhur etmiştir ve sonra bu hususu açıklamıştır. O halde ayetteki bir nutfeden kelimesi insanın en düşük haline, apaçık bir hasım ifadesi de en üstün haline işaret eder.
Hafâcî'nin haşiyelerinde inkâr harfinin arkasından takip ifade eden فَ harfi ve müfâcee harfi olan اِذَا 'nın gelmesinin, gerekenden farklı olarak taaccübü takviye ettiği yazılıdır. İnsan kelimesinin marife olarak gelişiyle cins manası kastedilmiştir. خَص۪يمٌ kelimesi ile kastedilen ise mutlak olarak ba'sı inkâr eden kafirdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.363, 364)
Ayetteki خَص۪يمٌ , konuşan manasınadır. Cenab-ı Hak, “konuşan” yerine, “hasım” ifadesini kullanmıştır. Çünkü hasım olma, münakaşa etme, konuşan kimsenin, en üstün ve ileri konuşma halidir. Zira konuşan kimse, tek başına iken, başkası ile birlikte olduğu zamanki kadar konuşmaz. Başkası ile konuşan kimse de, o karşısındaki, hasmı olmadığı zaman, hasmına karşı konuştuğu zamanki gayreti göstermez ve o derecede açık konuşmaz. Ayetteki مُب۪ينٌ “apaçık” ifadesi de, insanın aklî kuvvetine işarettir. Hak Teâlâ, bu kelimeyi tercih etmiştir. Çünkü insan, anlatırken, anlatmadığı zamankinden daha üstün bir derecededir. O halde ayetteki, “bir nutfeden” ifadesi, insanın en düşük haline, “apaçık bir hasım” ifadesi de en üstün haline işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ
Hemze inkârî istifham harfi, وَ istînâfiyyedir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir.
Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ve uyarı anlamı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun sorunun cevabını bilmemesi muhaldir.
Bilinen nefy üslûbu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ cümlesi, masdar teviliyle لَمْ يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ’nin haberi olan خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. نُطْفَةٍ ’in tenkir tahkir ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Buradaki sorudan maksat, Allâh'ın nutfeden yarattığı insanın haline şaşmaktır. Zira insan rabbine inatla karşı çıkmış, hasım olmuş ve üzerindeki nimete mukabil rabbine düşmanlığını açıkça ortaya koymuştur. فإذا tabirinde فَ harfi takip ifade eder. Yani bunun arkasından hemen Rabbine düşman olmuştur demektir. Bu harf aynı zamanda sebep ifade eder. Sanki bu yaratılış onun küfrünün ve yaratıcısına düşman kesilmesinin sebebi olmuştur. Bu da son derece şaşılacak ve olmayacak bir şeydir. Çünkü muamelelerimizde ve ananelerimizde adet olan şey iyiliğin şükre ve üzerindeki güzelliğin ve faziletin itirafına sebep olmasıdır. Bu فَ harfi burada her iki manayı yani takip ve sebep manalarını birden ifade etmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.360-363 )
Kendi yaradılışı üzerinde düşünmeyi bir tarafa bırakıp küstahça bir tavırla ölümden sonra dirilişi sorgulayan insan tipini, soru üslubuyla konu edinen bu ayeti müfessirimiz şöyle izah eder: Ayetteki istifham, haşri reddedenlerin inkarlarını gayet beliğ (ince) bir şekilde yersiz ve yakışıksız gösterme, تقبيح anlamındadır. Bu durumu şaşılması gereken bir şey, açık hasımlıkta ileri gitme, başlangıçta yarattığından daha basitini yaratma hususunda kudretini yok sayma, son derece değersiz bir şeyden (meniden), en değerli ve şerefli varlık olan insanı yaratma nimetine yalanlamayla karşılık verme kabul etmiştir. (Beydâvî, IV, 442)
Afaktan (insanın dış dünyasından) bir delil getirince, burada, insanın bizzat kendisinden de delil getirilmiştir. Fıkıh usûlünde şöyle bir esas vardır: (Ayetlerde) nazar-ı dikkate alınacak şey, sebeb-i nüzulün hususiliği değil, lafzın umûmî manasıdır. Cenab-ı Hak, bunun hükmünün herkes için olmasını murad etmiştir. Allah’ı veya haşri inkâr eden herkes için, tefsir ettiğimiz ayet bir reddiyedir. (Fahreddin er-Razi)
فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar. Yani insanın kendisine yapılan iyiliğe karşılık böyle yapması beklenmez ve bu iş aniden olmuştur, demektir.
مُب۪ينٌ kelimesi خَص۪يمٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
خَص۪يمٌ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Yine sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden مُب۪ينٌ , mevsûfu olan خَص۪يمٌ ‘nun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu iki kelime arasında muvazene sanatı vardır.
مُب۪ينٌ kelimesi de insanın aklî kuvvetine işaret eder. Hak Teâlâ bu kelimeyi tercih etmiştir. Çünkü insan anlatırken, anlatmadığı zamankinden daha üstün bir derecededir. Çünkü açıklama yapanın aklında birşey zuhur etmiştir ve sonra bu hususu açıklamıştır. O halde ayetteki bir nutfeden kelimesi insanın en düşük haline, apaçık bir hasım ifadesi de en üstün haline işaret eder.
Hafâcî'nin haşiyelerinde inkâr harfinin arkasından takip ifade eden فَ harfi ve müfâcee harfi olan اِذَا 'nın gelmesinin, gerekenden farklı olarak taaccübü takviye ettiği yazılıdır. İnsan kelimesinin marife olarak gelişiyle cins manası kastedilmiştir. خَص۪يمٌ kelimesi ile kastedilen ise mutlak olarak ba'sı inkâr eden kafirdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.363, 364)
Ayetteki خَص۪يمٌ , konuşan manasınadır. Cenab-ı Hak, “konuşan” yerine, “hasım” ifadesini kullanmıştır. Çünkü hasım olma, münakaşa etme, konuşan kimsenin, en üstün ve ileri konuşma halidir. Zira konuşan kimse, tek başına iken, başkası ile birlikte olduğu zamanki kadar konuşmaz. Başkası ile konuşan kimse de, o karşısındaki, hasmı olmadığı zaman, hasmına karşı konuştuğu zamanki gayreti göstermez ve o derecede açık konuşmaz. Ayetteki مُب۪ينٌ “apaçık” ifadesi de, insanın aklî kuvvetine işarettir. Hak Teâlâ, bu kelimeyi tercih etmiştir. Çünkü insan, anlatırken, anlatmadığı zamankinden daha üstün bir derecededir. O halde ayetteki, “bir nutfeden” ifadesi, insanın en düşük haline, “apaçık bir hasım” ifadesi de en üstün haline işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir. لَنَا car mecruru ضَرَبَ fiiline mütealliktir. مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نَسِيَ خَلْقَهُ atıf harfi و ‘ la makabline matuftur.
نَسِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. خَلْقَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ 'dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. يُحْـيِ الْعِظَامَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحْـيِ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. الْعِظَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هِيَ رَم۪يمٌ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَم۪يمٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ
وَ , atıftır. Ayetin ilk cümlesi olan وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً , önceki ayetin fasılası olan فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Aynı üslupta gelen وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
المَثَلُ ; halin temsilidir. İnsanlara gösterdi ve onlara kudretini insanın acziyetine benzeterek anlattı demektir. (Âşûr)
قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَنْ istifham harfi mübteda, يُحْـيِ الْعِظَامَ cümlesi haberdir.
Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da müşriklerin sözlerinin istihza kastı taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
وَهِيَ رَم۪يمٌ cümlesi الْعِظَامَ ’nin halidir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَم۪يمٌ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Bize bir misal getirdi acayip bir durum temsil etti, o da ölüleri diriltmeye kudretinin olmamasıdır ya da Allah'ın yaratmasını kendilerinin aciz olduğu bir şeye benzetmesidir. Ve kendi yaratılışını unuttu, yani onu yaratmamızı. Çürümüş kemikleri kim diriltir? dedi. Onu yadsıyarak ve akla uzak görerek. رَم۪يمٌ çürümüş kemik demektir. Belki de fail veznindedir, ism-i fail manasınadır; رَم۪يمٌ الشّيْءُ 'den gelir, sonradan genelleşerek isim olmuştur. Onun için de burada müennes kılınmamıştır. Ya da ism-i mef'ûl manasınadır, çürütmekten gelir. Bunda kemiğin de hayat sahibi olduğuna ve ölümün diğer organlar gibi ona da etki edeceğine delil vardır. (Beyzâvî)
Cenab-ı Hak, burada, onların ağzından, bu işi akıldan uzak görme üslûbu ile, “Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?” demiştir. Binaenaleyh Allah Teâlâ, önce onların bu garipsemelerini, “Kendi yaratılışını unutup” ifadesiyle çürüterek işe başlamıştır. Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?” demişler ve özellikle kemikten bahsetmişlerdir. Çünkü kemik, kendisinde his olmadığı için, hayattan en uzak olan şeydir. Yine onlar bunu, uzak görmelerini kuvvetlendirecek, çürüme ve parçalanma gibi hususlarla takviye etmişlerdir. Allah Teâlâ ise, onların bu uzak görmelerini, yeniden yaratacak olandaki kudret ve ilim açısından bertaraf ederek, “Bize bir misal getirdi” yani, “O, Bizim kudretimizi, kendi kudreti gibi kabul edip, enteresan olan yaratılışını ve çok ilginç” başlangıcını (ilk maddesini) unuttu” buyurmuştur. (Fahreddin er-Razi)
مَن يُحْيِيِ العِظامَ istifhamı, inkâri manadadır. مَن ; kendisine haberin isnad edildiği umumi bir kelimedir. Mana; ‘çürümüş kemikleri diriltecek kimse yok’ şeklindedir. (Âşûr)
قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ
قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُحْي۪يهَا fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası اَنْشَاَهَٓا 'dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْشَاَهَٓا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوَّلَ mef’ûlun mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. مَرَّةٍ muzâfun ileyh olup fetha ile mecrurdur.
وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. خَلْقٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ ise haberdir.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُحْي۪يهَا fiilinin faili konumundaki has ismi mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مَرَّةٍۜ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayette Allah Teâlâ kâfirlerin sözlerine akli deliller getirerek cevap veriyor. Bu ikna ve ispat tarzı, mezheb-i kelamî sanatıdır.
وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلِّ خَلْقٍ , ihtimam için mef’ûl olan عَل۪يمٌۙ ’e takdim edilmiştir.
خَلْقٍ ’daki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
اَنْشَاَهَٓا - خَلْقٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَل۪يمٌۙ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
عليم (Çok iyi bilir) kelimesi عالم (Bilir) kelimesinin mübalağa şeklidir, بكل خلق (Her yaratmayı) ibaresi, bu mübalağa şeklini gerektirmiştir.
Bu ayetin son kısmında isim cümlesinin gelmesi Allah Teâlâ'nın ilminin yaratma gibi olmadığına, devamlı olduğuna tenbih içindir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 365)
78-79. ayetlerde olduğu gibi soruyu reddederken (tersinin doğru olduğunu öne
sürerek) müsned zikredilebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْاَخْضَرِ نَاراً فَاِذَٓا اَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ
Ölüden dirinin çıkarılması ile ilgili tereddüt ve itirazlara karşı verilen bu örnekte yine birbirine tamamen zıt görünen iki özellikten ve birincinin diğerine dönüşmesinden söz edilmektedir: Islaklık ve ateş. Âyette ağaç için yeşil sıfatının kullanılması renk belirtmek için değil, bu durumdaki ağacın temel özelliği olan ıslaklığa dikkat çekmek içindir (İbn Âşûr, XXIII, 76-77). Yemyeşil ağaçtan ateş çıkarma, genellikle, bedevî Araplar’ca iyi bilinen merh ve afar adlı ağaçların –ikisi de yemyeşil ve üzerlerinden su damlarken– birbirine sürtülmesiyle ateş çıkması olayı olarak açıklanmıştır. Bunların biri dişi diğeri erkek olarak düşünülmüştür. Bazı müfessirler, “Her ağaçta ateş vardır; ama merh ve afarda bolca bulunur” anlamındaki meşhur sözü de dikkate alarak burada maksadın ağaç cinsi olduğunu ve bu iki türün örneklendirme amacıyla zikredildiğini belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 294).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 515
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْاَخْضَرِ نَاراً
İsim cümlesidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki ism-i mevsûlden bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir.
مِنَ الشَّجَرِ car mecruru نَاراً ‘ın mahzuf haline mütealliktir. الْاَخْضَرِ kelimesi الشَّجَرِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
نَاراً kelimesi جَعَلَ fiilinin birinci mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
فَاِذَٓا اَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا isim cümlesine dahil olduğunda müfacee harfi olur. “Birdenbire, aniden” anlamı verir.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْهُ car mecruru تُوقِدُونَ fiiline mütealliktir. تُوقِدُونَ haber olarak mahallen merfûdur.
تُوقِدُونَ fiili ن ‘un sübutu ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْاَخْضَرِ نَاراً فَاِذَٓا اَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ
Müzekker müfred has ismi mevsûl, önceki ayetteki mevsûlden bedeldir. Sılası olan جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْاَخْضَرِ نَاراً , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
الْاَخْضَرِ kelimesi الشَّجَرِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar لَكُمْ ve مِنَ الشَّجَرِ , ihtimam için, mef’ûl olan نَاراً ’a takdim edilmiştir. جَعَلَ fiilinin ilk mef’ûlü olan نَاراً ‘daki tenvin nev, kesret ve tazim içindir.
الشَّجَرِ için sıfat olan الْاَخْضَرِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ayetin son cümlesi olan فَاِذَٓا اَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ , sılaya matuftur. Cümleler arasında sebebiyet irtibatı vardır. (https://tafsir.app/m-mawdou/36/50, Mahmud Sâfî) Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْهُ , ihtimam için, amili olan تُوقِدُونَ ’ye takdim edilmiştir.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.
Cümlede müsned olan تُوقِدُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 69 (Kış 2017))
نَاراً - تُوقِدُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اَلَّذ۪ي ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada نَاراً kelimesi kırmızı rengi gerektirir. Bu nedenle tıbâk-ı tedbîc oluşmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
فَإِذَا أَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ [(İşte bakın (ateşi) ondan (çakıp) alıyorsunuz)] ibaresinde haber موقودون (Tutuşturursunuz) şeklinde isim değil, fiil olarak gelmiştir. Çünkü ihtiyaç duyunca bunu yaparlar. Hudûsa delalet etmek üzere fiil tercih edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 367)
Bazı tefsirciler demişlerdir ki, ağaçtan maksat cinstir. Merh ve afar misal yoluyla anılmıştır. Ancak burada dikkate değer nokta şudur ki, bundan maksat ağaçtaki odun veya kömürü göstermek değil, sürtme ve temas ile yeşil ağaçtan meydana gelen hararet ve tutuşmayı anlatmaktır. Bu ise şimdi bildiğimize göre bir elektrik olayıdır. Demek ki bu şekilde ayet elektriğe işaret etmiş ve bu işaretten كُنْ "ol” emrini anlamaya zihinleri yaklaştırmak için bir misal de verilmiş oluyor. (Elmalılı Hamdi Yazır)
İnsan hissedilen bir madde ile, o maddede akıp giden bir hayatı ihtiva etmektedir. Bu hayat tıpkı, insanda hareket eden bir hararet gibidir. Binâenaleyh eğer siz, onda bir hararet (sıcaklık) ve hayatın bulunuşunu akıldan uzak görüyorsanız, bunu sakın uzak görmeyin. Çünkü kendisinden suyun damladığı yeşil ağaçta ateşin yanışı, bundan daha enteresan ve daha ilginçtir. Halbuki siz onu yakıp bizzat görüyorsunuz. Eğer insanın maddesinin yaratılmasını akıldan uzak görüyorsanız, göklerin ve yerin yaratılması, siz insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Öyleyse bunu sakın uzak görmeyin. (Fahreddin er-Râzî)
اَوَلَيْسَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْۜ بَلٰى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَيْسَ | değil midir? |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | خَلَقَ | yaratan |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
5 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
6 | بِقَادِرٍ | muktedir |
|
7 | عَلَىٰ |
|
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يَخْلُقَ | yaratmaya |
|
10 | مِثْلَهُمْ | onların benzerlerini |
|
11 | بَلَىٰ | elbette (yaratır) |
|
12 | وَهُوَ | O |
|
13 | الْخَلَّاقُ | yaratıcıdır |
|
14 | الْعَلِيمُ | çok bilen |
|
Göklerin ve yerin ihtişamına ve bunların yaratılışındaki sırlara işaret eden âyetlerden sonra, aklını kullananlara, Allah Teâlâ’nın insanları diriltip huzuruna getirmeye kadir olup olmadığı hususunda bir soru yöneltilmekte ve hemen ardından O’nun ilminin ve yaratma gücünün sonsuzluğunu belirten sıfatlarına vurgu yapılarak hiçbir tereddüt bırakmayacak biçimde soru cevaplanmaktadır: Elbette kadir. “Onların benzerini yaratmaya kadir değil mi?” diye tercüme edilen soruda, “onların benzeri” anlamına gelen mislehüm tamlamasının geçmesi İslâm âlimlerini, öldükten sonra diriltilmenin nasıl gerçekleşeceği problemi üzerinde durmaya yöneltmiştir. Bu ifadenin başka âyet ve hadislerle birlikte değerlendirilmesi neticesinde âlimler, öldükten sonra diriltilmenin sadece ruhanî değil aynı zamanda bedenle de (cismanî) olacağı kanaatine ulaşmışlardır (bu konuda bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Acbü’z-Zeneb”, DİA, I, 319-320; a.mlf., “Ba‘s”, DİA, V, 98-100; Süleyman Toprak, “Haşir”, DİA, XVI, 416-417). Fakat âhiret hayatıyla ilgili olduğu dikkate alındığında, bu olay için dünyadaki tasavvurlarımıza göre bir keyfiyet biçmemizin doğru olmayacağı, bedenle haşrin de âhirete mahsus bir şekilde gerçekleşeceği söylenebilir. Bu ve benzeri âyetlerdeki asıl amacın, diriltmenin mahiyetine ilişkin ayrıntı vermek değil, mahlûkatı ilkten yaratmaya muktedir olan Allah Teâlâ’nın tekrar yaratma gücünden kuşku duyulmasının tutarsızlığını ortaya koymak olduğu anlaşılmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 515-516
اَوَلَيْسَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أليس الذي أنشأ المخلوقات أوّل مرّة (Mahlukatı ilk defa yaratan o değil mi?) şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. وَ istînâfiyyedir.
لَيْسَ nakıs,mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl لَيْسَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
الْاَرْضَ atıf harfi و 'la makabline matuftur. بِ harf-i ceri zaiddir. قَادِرٍ lafzen mecrur, لَيْسَ ‘ nin haberi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte قَادِرٍ ‘ye mütealliktir. يَخْلُقَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِثْلَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلٰى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ
بَلٰى cevap harfidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْخَلَّاقُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَل۪يمُ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَيْسَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْۜ بَلٰى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ
Atıfla gelen cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri … أليس الذي أنشأ المخلوقات أوّل مرّة (Mahlukatı ilk defa yaratan O değil mi?) şeklindedir.
لَيْسَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, ikrar ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nakıs fiil لَيْسَ ’nin ismi has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
لَيْسَ ‘nin haberi olan بِقَادِرٍ ’e dahil olan بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَخْلُقَ مِثْلَهُمْۜ cümlesi, masdar tevilinde عَلٰٓى harfiyle birlikte بِقَادِرٍ ’e mütealliktir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
لَيْسَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, الْخَلَّاقُ - يَخْلُقَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
Bahru'l Muhît'te şöyle yazılıdır: Daha sonra nutfeden insan yaratmak ve ölüleri diriltmekten daha garip ve mükemmel olan; sırf yokluktan, hiçlikten yaratılan muazzam mahlukat zikredilmiştir.
بَلٰى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ ifadesindeki بَلٰى , menfi soruya cevap harfidir. Yani بَلٰى هُوَ قَادِرٍ demektir. وَ atıftır. هُوَ mübteda, الْخَلَّاقُ haberdir.
الخلاق العليم isimleri bu iki vasıfta hiçbir ortağı olmadığına işaret için marife olarak gelmiştir. Zira insan bu kelimenin manalarından herhangi birini taşıyacak şekilde yaratıcı olabilir ve buna takdir denir, ayrıca alîm olarak da vasıflanabilir. Ama Allah'tan başkası الخلاق العليم olarak vasıflanamaz. Yani bu elif-lâmlar bu iki vasıftaki kemalata ve kasr manasına delalet etmek için gelmiştir. Böylece kimin kemâl bir şekilde ilim ve yaratma sıfatıyla vasıflandığı zikredilmiştir.
79. ayette geçen وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ [O, her yaratmayı hakkıyla bilendir] ibaresinde Allah Teâlâ'nın kendisini عَل۪يمٌۙ olarak nekre bir isimle vasıfladığı, niçin bu vasfın marife gelmediği sorulabilir. O ayette بكل خلق ibaresi geçmiştir. Her şeyi bilen Allah'tan başkası yoktur. Çünkü her mahlukatı çok iyi bilen sadece Allah'tır. Dolayısıyla bu ismin marife olması gerekmez. İnsanı, semâvât ve arzı yaratmak zikredildiğinde; yaratma fiili marife olarak ve mübalağalı bir kalıpla gelmiştir ki yaratma fiilini ne kadar çok tekrarladığı ve bunun hem mahlukatta hem kainatta sürekli olarak devam ettiği ifade edilsin.
قادر ibaresindeki بِ harfi zaiddir, tekid ifade eder. Çünkü inkar makamında gelmiştir. Mahlukatın benzerini yeniden yaratmaya olan kudretini tekid ederek gelmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 368-369)
Cenab-ı Allah, o yeşil ağacın yanabilmesini en büyük yaratmadan önce zikretmiştir. Çünkü bu münkirlerin akıldan uzak görmeleri, açıkça haşr/yeniden diriltme ile ilgilidir.
Ağaçtaki ateş, can ile ilgilidir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Zemahşerî, buradaki ifadenin Allah Teâlâ’nın evrendeki egemenliğinin mutlak olduğunu, irade buyurduğu bir şeyi gerçekleştirmek için vasıtaya ihtiyacının bulunmadığını ve O’nun hakkında zorluk, yorgunluk gibi yaratılmışlara ait kusurların düşünülemeyeceğini vurgulayan mecazi bir anlatım olduğu kanaatindedir (III, 294). Katâde, bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak Arap dilinde “kün” (ol) demekten daha kolay bir ifade bulunmadığını belirtir (Taberî, XXIII, 32). Esasen “kün” kelimesinin basit yapısı da konuyu bizim zihnimize yaklaştırma amacı taşır (ayrıca bk. Bakara 2/117).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 516اِنَّـمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
اَمْرُهُٓ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هٌ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فأمره قوله له كن (O’nun işi ona ol demektir.) şeklindedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel اَمْرُهُٓ ‘nun haberi olarak mahallen merfûdur. يَقُولَ mansub muzari fiildir. لَهُ car mecruru يَقُولَ fiiline mütealliktir. Mekulü’l kavli كُنْ فَيَكُونُ ‘ dur. يَقُولَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كُنْ mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘ dir.
فَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. يَكُونُ nakıs merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.يَكُونُ ’nun ismi müstetir olup takdiri, هو’dir.
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Ta’lil hükmünde istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اَمْرُهُٓ izafetinde اَمْر ‘in, Allah Teâlâ'ya ait zamire izafe edilmesi bu emrin tazimine işaret eder.
اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً cümlesi itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen şart cümlesi اَرَادَ شَيْـٔاً , aynı zamanda şart manalı zaman zarfı اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. شَيْـٔاً ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlikle vuku bulacak olaylarda kullanılır.
Takdiri olan أمره قوله : كن [O’nun işi ol sözüdür.] olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ cümlesi, masdar teviliyle mübtedanın haberi konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan كُنْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَيَكُونُ cümlesine dahil olan فَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَكُونُ , takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil sıygasındaki يَكُونُ ve emir siygasındaki كُنْ fiilleri tam fiildir.
كُنْ - فَيَكُونُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki اِنَّمَا ile gerçekleşen kasr, mübteda ve haber arasındadır. Mübteda ve haber arasındaki kasr, اَمْرُهُٓ mevsuf/maksûr, masdar-ı müevvel sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. Ancak bu harf ile yapılan kasrlarda sıfat ve mevsûfu tespit etmek zordur. Aslında bunun lafzî bir karînesi yoktur. Siyaktan tespit edilmesi gerekir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi Fatma Serap Karamollaoğlu)
اِنَّـمَٓا kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise, اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَٓا demektir.
اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ [Yüce Allah'ın o şeye ol demesidir. O da derhal oluverir] cümlesinde istiare-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, kudretinin eşyaya tesir ve etkisinin süratini, hiç beklemeden ve direnmeden, kendisine itaat edilen kimsenin emrine benzetti. Zira O bir şey istediğinde o şey, emri geciktirmeden hemen oluverir. Bu, latîf istiarelerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Dilediğinde...” beyanından, dil açısından anlaşılan, “O’nun iradesi o şeye taalluk ettiğinde” manasıdır. Çünkü اَرَادَ , mazi bir fiildir. Mazi fiilin başına اِذَا zarfı geldiğinde, onu muzariye çevirir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam temsil kabilinden olup, Allah'ın dilediği konularda ilâhi kudretin tesiri, başka bir şeye tevakkuf etmeksizin, süratle hasıl olmak bakımından, emrine mutlaka itaat edilen bir âmirin, kendisine son derece itaatli olan bir memura verdiği emre benzetilmektedir. (Ebüssuûd)
فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Sûre, yüce Allah’ın mutlak ilâh ve rab olduğunun en veciz ifadesi olan bir âyetle son bulmaktadır. “Egemenlik” diye çevirdiğimiz melekût kelimesi mülkiyette mübalağayı ifade eder; bununla, Allah Teâlâ’nın her şeyin sahibi ve mâliki olduğu, onlar üzerinde dilediği gibi ve hikmetine uygun olarak tasarruf gücünün bulunduğu anlatılmaktadır (Zemahşerî, III, 294).
Sonunda herkesin Allah’a döndürülmesi, genellikle, mahşer günü verilecek hesap için bütün insanların O’nun huzuruna çıkarılması şeklinde açıklanır. Bazı müfessirler bu dönüşün izahı sadedinde, iman sahiplerinin 20. âyette zikri geçen mümin kişi gibi koşarak ve kendi istekleriyle Allah’a yöneleceklerini, ilâhî bağış ve ikrama erişmek istemeyen münkirlerin ise zorla O’nun huzuruna sevkedileceklerini belirtirler.
فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان أمره كذلك فسبّحه (Madem ki O’nun durumu böyledir o halde O’nu tesbih edin) şeklindedir.
سُبْحَانَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri , سبّح (Tesbih et) şeklindedir. الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
بِ harf-i ceri zaiddir. يَدِه۪ lafzen mecrur, mukaddem haber olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَلَكُوتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اِلَيْهِ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
تُرْجَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و 'ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ
ف , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevap cümlesi olan سُبْحَانَ , takdiri سبّح (Tesbih etti) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubdur. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Takdiri إن كان أمره كذلك (Madem ki O’nun durumu böyledir) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. بِيَدِه۪ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ muahhar mübtedadır. Bu takdim kasr ifade etmiştir. بِيَدِه۪ ’nin müteallak maksûrun aleyh/sıfat, مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır
Mecrur haber vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Veciz anlatım kastıyla gelen بِيَدِه۪ izafeti, يَدِ için tazim ifade eder.
شَيْءٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
فسبحان kelimesindeki فَ harfi sebep ifade eder. Çünkü bu tabir mahlukatı üzerindeki nimetlerin, semâvât ve arzdaki müthiş yaratma fiili ve sınırsız kudretinin ifadesinden sonra gelmiştir. Bu da O'nun her şeyin otoritesini elinde tutan bir yaratıcı olduğunun zikredilmesiyle tenzihini gerektirmiştir.
Haber olan بيده şeklindeki car mecrur takdim edilmiştir. ملكوت كل شيء ibaresi, mübtedadır. Bu takdim, kasr içindir. Yani her şeyin melekûtu sadece O'nun elindedir, başka hiç kimsenin bu melekûtta bir payı yoktur. O'nun dışındakilerin elinde hiçbir şey yoktur. Melekût, rahamût ve rahabût gibi mübalağa ifade eder. Yani tam bir mülkiyettir. Subhân kelimesinden sonra gelmesinde herşeyin malikinin Allah olduğuna, Allah'ın herşeye kādir olduğuna, dolayısıyla O'na tesbih edilmesi gerektiğine ima vardır. Melekût; gayb alemi ve emir alemi olarak tefsir edilmektedir.
Allâh Teâlâ mülkü elinde tutmaktan münezzehtir. Bunun manası zatının yüceliğidir. O, her türlü noksanlıktan berîdir. Mahlûkatının muktedir yaratıcıyı, her şeyin O'nun elinde olduğunu ve O'nun her türlü noksanlıktan uzak olduğunu bilmesi için gelmiş bir ayettir. Muktedir bir malik, zalim ve acımasız olabilir, noksan sıfatlara sahip olabilir. Allâh Teâlâ, kendisinin bütün noksanlıklardan uzak olduğunu ifade etmiştir. Melekût kelimesi, mülk kelimesinin mübalağalı şeklidir. Yani bu mülkte sadece mülk değil, izzet ve otorite de söz konusudur. Mülk kelimesinde olmayan bir mübalağa manası vardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.371-372)
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ayetin son cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْهِ car mecruru ihtimam ve fasılaya riayet için تُرْجَعُونَ fiiline takdim edilmiştir.
Onlar, ondan başkasına dönmeyi iddia etmiş değil, fakat yeniden dirilmeyi inkâr etmişlerdir. (Âşûr)
تُرْجَعُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. تُرْجَعُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil, bize döndürmekle kalmaz, gereken cezayı veririz manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Sonra da وإليه ترجعون [Siz ancak O'na döndürül(üp götürül)eceksiniz] buyurularak melekûttaki bu tasarrufun dünyaya mahsus olmadığı ifade edilmiştir. Dünyada olduğu gibi ahiretteki tasarruf da O’nun elindedir. Geri dönüş, varılacak yer O'dur.
وإليه ترجعون ibaresinde car-mecrur fiile takdim edilmiştir. Böylece geri dönüşün başkasına değil, sadece ona mahsus olduğu ifade edilmiştir.
Allah Teâlâ’dan başkasına dönmeyeceklerini ifade eder. Bu; kabul edenler için bir vaat, inkâr edenler için bir vaîddir (tehdit). Hitap umumi olarak hem müminlere hem de müşrikleredir. Bu ayet tevhidi ve haşrı kesin olarak ifade eder.
Bu surede imanın bütün rükünleri zikredilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.372)
Surenin bütün ayetlerinin fasılalarıdaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma’la yelzem sanatı vardır.
Kur’an’daki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedî’ İlmi)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)Sosyal medyadan önce insanın dünyası daha küçüktü. Belli insanlardan ve belli mekanlardan oluşuyordu. İnternetin ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla beraber bu dünya büyüdü. Kimisi buna daha sağlıklı adapte olurken, kimisi olamadı. Kendisini fazlasıyla paylaşanlar ve kendisini gördükleriyle kıyaslayanlar çoğaldı.
Araştırmalar; sosyal medya kullanımının artmasının yanında narsisizm ve depresyonda da artış olduğunu gözlemliyor. Sosyal medyayla bağlantılı depresyonu ele alırsak; fazlasıyla paylaşım yapan hesaplara bakarak hayatında ve kendisinde şükür edecek bir şeyin olmadığını söyleyenlerden bahsedebiliriz.
Suçu sosyal medyaya veya paylaşım yapanlara atmak kolaya gelir. Ancak; insanın kendisine ve sosyal medyada gördüklerine olan bakış açısını değiştirmesi daha net bir çözüm olacaktır. İnsan, şükür edecek bir şey bulamaması mümkün değildir. Zira; şükürsüzlüğünün asıl sebebi, elindekileri ve alemde gördükleri üzerinde yeterince düşünmemesidir.
Kul, Allah’ın tefekkür çağrısına itaat eder de kendi yaratılışını, yaşadığı yeryüzünü, diğer canlıları, yediklerini ve içtiklerini düşünürse; şükür sebebinin çokluğuna hayran kalır ve hamd eder. Belki bu şekilde düşünmeye alışması zaman alır ama Allah’ın yardımıyla insan öğrenmeye ve adapte olmaya açık bir varlıktır.
Ey Allahım! Bizi şükür eden, düşünmesini bilen ve aklını kullanan kullarından eyle. Nankörlüğün her halinden Sana sığınırız. Gördüğümüz, işittiğimiz ve hissettiğimiz her şeyde Seni ananlardan ve Senin kudretin ile rahmetini hatırlayanlardan eyle. Senin razı olduğun özelliklerimizi geliştirmemizde ve Senin sevmediklerini ise düzeltmemizde yol göstericimiz ve yardımcımız ol.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji