7 Kasım 2025
Sâffât Sûresi 1-24 (445. Sayfa)
Sâffât Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 182 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “es-Sâffât” kelimesinden almıştır. Sâffât, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar demektir. Sûrede başlıca, meleklerden, cinlerden, kıyamet ve ahiret olaylarından söz edilmekte; Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Mûsâ, Hârun, İlyas, Lût ve Yûnus Peygamberlerin kıssalarına yer verilmektedir.
Mushaftaki sıralamada otuz yedinci, iniş sırasına göre elli al­tın­cı sûredir. En‘âm sûresinden sonra, Lokman sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sâffât sûresinde Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkârcıların âhiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları, ayrıca Allah’ın samimi kullarının cennetteki mutlu yaşayışları hakkında bilgi verildikten sonra Nûh, İbrâhim, İsmâil, İshak, Mûsâ ve Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus peygamberlerin hayat hikâyelerinin ibretli yanları ve Allah’ın onları yardımıyla desteklemesi anlatılmakta; putperestlerin bâtıl inançları eleştirilmektedir. Sûre, genellikle Kur’an tilâveti ve duaların sonunda okunması âdet haline gelen ve “Sübhâne rabbike...” diye başlayıp “ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” diye biten âyetlerle son bulmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Sâffât Sûresi 1. Ayet

وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ  ...


1-4. Ayetler Meal  :   
Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah’ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilâhınız gerçekten bir tek ilâhtır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالصَّافَّاتِ andolsun ص ف ف
2 صَفًّا sıra sıra dizilenlere ص ف ف

İlk üç âyette hangi varlık topluluğundan bahsedildiği ve bunlara yüklenen işlevlerle ilgili ifadelerin ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu ifadelerle ya melek veya insan topluluklarının kastedilmiş olabileceğini belirten Râzî’nin açıklamalarından da (XXVI, 114-117) yararlanarak bu husustaki görüşleri şöyle özetleyebiliriz: 

a) Yaygın yorum, burada meleklerden söz edildiği yönündedir. Şevkânî’ye göre “sıra sıra dizilmiş olanlar”la dünyada insanların (ibadet için) saf tutmaları gibi semada saf tutan melekler kastedilmiştir. İbn Mes‘ûd, İbn Abbas, İkrime, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid ve Katâde bu görüştedirler (IV, 442). İbn Âşûr da, Arap putperestlerinde putların emrinde melekler bulunduğu şeklinde bir inancın yer almadığını, meleklerin, buyruğu altında görev yaptığı tek gerçek Tanrı’nın Allah olduğunu, dolayısıyla aşkın âlemin en değerli yaratıkları olan melekler üzerine yemin edilmekle sûrenin temel amacı olan ve 4. âyette altı çizilen Allah’ın birliği inancına dikkat çekildiğini söyler (XXIII, 82). Buna göre bu âyetlerde dolaylı olarak putperestlere hitaben şöyle denilmektedir: “Allah’ın huzurunda sıra sıra dizilip ibadetle meşgul olan, buyruğunun yerine getirilmesine hizmet eden ve zikir okuyan melekler bulunmaktadır. Tanrı yerine koyup taptığınız putların böyle hizmetçileri bulunmadığını siz de kabul ettiğinize göre onları Allah’a nasıl ortak koşabilirsiniz!”

Meleklerin sıra sıra dizilmesi, çoğunlukla saf tutarak ibadet etmeleri şeklinde yorumlanmıştır. Ancak bunun mecazi bir ifade olup meleklerin Allah katındaki farklı derecelerine işaret ettiği de belirtilmektedir (Râzî, XXVI, 114). 

“Engellemeye çalışanlar” diye çevirdiğimiz 2. âyet, meleklerin gök cisimlerini, en küçük bir sapmaya izin vermeksizin ilâhî buyruk ve yasalara itaat ettirmeleri, sevk ve idare etmeleri veya bütün kozmik ve dünyevî varlıkların ilâhî hüküm ve kanunlara boyun eğmelerini sağlamaları şeklinde açıklanır (İbn Atıyye, IV, 465) . Bunlar, ilk âyetteki meleklerden ayrı, özellikle bu işle görevlendirilmiş ayrı bir melekler topluluğu da olabilir (Taberî, XXIII, 34). 

“Anmak için okuyanlar”la da meleklerin Kur’an’ı, ilâhî kitapları (Zemahşerî, III, 295) veya ilâhî kitaplar da dahil olmak üzere Allah’ı zikir mahiyetindeki sözleri okumaları kastedilmiştir (Şevkânî, IV, 442). 

b) Bu âyetlerde bazı insan topluluklarından söz edilmiş olması da mümkündür. Bunlar, Râzî’nin ifadesiyle “Kendilerini Allah’a ibadete adamış olan ve bu özellikleriyle âdeta yer yüzünün melekleri sayılmaya değer bulunan yüce ve tertemiz beşerî ruhlar olabilir. Bu insanlar, Allah’ın huzurunda saf tutup namaz kıldıkları, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek şeytanın kalplerine zararlı dürtüler vermesini önledikleri ve namazda okudukları âyetlerle Allah’ı zikrettikleri için burada belirtilen niteliklerle Allah tarafından takdir edilmişlerdir. Ayrıca burada, insanları Allah’ın dinine davet eden, dinî ve ahlâkî bakımdan sakıncalı davranışlardan alıkoyan, Allah’ın hükümlerini yaşayan ve yaşatan âlimler topluluğu veya düşmana karşı saf tutup savaşan, harp meydanlarında yiğitçe haykırarak düşmanlarının kalplerine korku salan, Kur’an okuyup tekbir getirerek düşman üzerine saldıran mümin savaşçılar kastedilmiş olabilir. 

c) Burada Kur’an âyetlerinin bazı özellikleri de kastedilmiş olabilir. Buna göre ilk âyette Kur’an’ın konularının zenginliğine, tertip ve düzenine, âyetler arasındaki uyuma; 2. âyette insanların kötü fiilleri işlemelerini yasaklayan, 3. âyette de iyi işler yapmalarını emreden âyetlere işaret edilmiştir (Zemahşerî, III, 295; Râzî, XXVI, 116). Muhammed Esed, Kur’an âyetlerini aklîleştirme yönündeki temel eğiliminin bir sonucu olarak, Râzî’ye nisbet ettiği, aslında diğer tefsirlerde de geçen (meselâ bk. Taberî, XXIII, 33-34; İbn Atıyye, IV, 465) bu şıktaki görüşü tercih ederse de bu yaklaşımın “melekler” anlamını vermekten kaçınma saikine dayandığı anlaşılmaktadır. Oysa Kur’an’ın başka yerlerinde de gerek meleklerin gerekse ay, güneş gibi kozmik varlıkların Allah’ı tesbih ettikleri, buyruğuna göre hareket ettikleri yönünde sarih ifadeli birçok âyet bulunmaktadır. 

Bize göre bu âyetleri belli bir varlık türüne veya bir tür içindeki belli bir gruba hasretmek yerine, –ifadelerinin mutlaklığını da dikkate alarak– ilâhî yasalara boyun eğen bütün kozmik varlıklar yanında; aynı inanç ve kulluk bilincinde buluşup birleşerek Allah’a yönelen, ona kul olan; varlık düzeninde, ahlâkî ve dinî hayatta O’nun yasalarının egemen olması için çalışan; dilinde, gönlünde ve hayatında O’nun âyetlerini yaşatan, meleğiyle insanıyla bütün görünür ve görünmez varlıkların kastedildiğini düşünmek daha isabetlidir. 

Böylece bu âyetlerde başlıca özelliklerine işaret edilen varlıklar üzerine yemin edilerek Tanrı’nın birliğine vurgu yapılmakta ve bu suretle Araplar’ın benimsediği putperestlik yanında bütün çok tanrıcı inançlar kesin bir dille reddedilmekte; Allah, “göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin rabbi, doğuların rabbi” olduğuna göre, O’ndan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyip kulluk etmenin anlamsızlığı dile getirilmektedir. 

“(Güneşin) doğuş yerleri” diye çevirdiğimiz 5. âyetteki meşârık, meşrık kelimesinin çoğulu olup bu bağlamda mevsimlere, hatta yılın her bir gününe göre güneşin farklı doğuş noktalarına işaret etmektedir (bk. Taberî, XXIII, 35; İbn Âşûr, XXIII, 86-87). Muhammed Esed, âyetle ilgili olarak –bizim de katıldığımız– notunda şöyle demektedir: “Muhtelif gündoğumu noktalarının (meşârik) vurgulanması, yaratılmış fenomenlerdeki sonsuz çeşitliliğin, yaratıcının birliği ve benzersizliği ile karşıtlığını sergiler” (II, 910); yani yaratılanların çeşitliliğini ve yaratanın tekliğini ortaya koyar. Aynı yazarın, Rahmân sûresinin 17. âyetine düştüğü notta (III, 1097) belirttiği görüşe de katılıyoruz; orada olduğu gibi bu âyeti de Esed’in ifadesiyle, “Allah’ın, uzaydaki yörünge hareketlerinin nihaî etkeni olduğunu mecaz yoluyla anlatan bir ifade” olarak düşünmek yerinde olur.

Resul-i Eklem Sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur :”Biz diğer insanlara üç bakımdan üstün tutulduk. Bizim bağladığımız saflar meleklerin safları gibi değerli bulundu. Bütün yeryüzü bize mescit kılındı. Su bulamadığımız zaman toprak bizim için temizleyici kabul edildi.” 
(Müslüm , Mesacid 4;Ahmet b. Hanbel ,müsnet ,V, 383)

Yine Resulullah Efendimiz, asabına:” Meleklerin Rableri huzurunda saf bağladığı gibi saf tutasınız ya!” buyurunca, Ashâb-ı ikram “Ya Resulallah melekler Rabbin huzurunda nasıl saf tutarlar?” diye sordu. O da şöyle cevap verdi:” öndeki safları doldurur boşluk bırakmayacak şekilde birbirlerine yakın dururlar .”(Muslim ,Salât 119 ;Nesai ,İmamet 28 ;İbni Mâce ,İkamet 50)

وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ

 

وَ  kasem vavıdır. وَالصَّٓافَّاتِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. 

صَفاًّۙ  amili ism-i fail  صَّٓافَّاتِ ‘nın mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الصَّٓافَّاتِ  kelimesi, sülasi mücerredi  صفف  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. وَ  kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  Muksemun bih olan  وَالصَّٓافَّاتِ  car mecruru, takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.

Cümle, mahzuf kasem ve dördüncü ayetteki cevapla birlikte kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  صَفاًّۙ  mef’ûlu mutlaktır.

صَفاًّۙ  -  صَّٓافَّاتِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah Teâlâ melek bölüklerine veya namazda ayaklarını düzene sokan meleklerin kendisine yahut [Şüphesiz, biz de sıra sıra diziliyizdir.] ayetindeki gibi, Allah’ın emirlerine nazır şekilde havada saf tutan meleklerin kanatlarına yemin etmektedir. [Sıra sıra dizilenler]den maksadın, tıpkı  وَٱلطَّیۡرُ صَـٰۤفَّـٰتࣲۖ  [özellikle de saf saf dizilerek uçan kuşlar…] (Nur 24/41) ayetindeki gibi, kuşlar olabileceği de söylenmiştir. O zaman  الزَّاجِرَاتِ  ‘Allah’a karşı işlenen isyanlardan vazgeçiren her şey’;  التَّالِيَاتِ  ise ‘Allah’ın kitabını okuyan herkes’ demek olur. Teheccüt vb. namazlarda saf tutan ilmiyle amil ulemanın kendisine ve cemaat saflarına; öğüt ve nasihatle caydıranlara; Allah’ın ayetlerini ve şeriat derslerini okuyan alimlerin kendisine yemin edilmesi de caizdir. Burada Allah yolunda savaşan, orduyu saf saf tanzim eden, atları cihat için sevk eden ve bütün bu meşgalelere rağmen Allah’ı zikretmekten geri durmayan serdarlara yemin ediliyor olması da caizdir. (Keşşâf)

Kur’an-ı Kerim’de en çok Allah ve Rabb َkelimeleri muksem bih olarak kullanılmıştır. Kur’an'da muksem bih olarak kullanılan güneşَ, gece, ay, dağ, yıldız gibi yaratılanların isimleri, Allah'ın yeminine mahsus olup önemlerine dikkat çekilmek üzere muksem bih olarak kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Burada Allah, meleklerin sınıflarına yemin etmektedir. (Ebüssuûd)

Ayetin başındaki وَ  harfi kasem (yemin) içindir. صَّٓافَّاتِ  ise, saf bağlayıp duran topluluk anlamındaki  صفٌَ  kelimesinin çoğuludur. ”Saff"; bir şeyi düzgün çizgi üzerine koymak, yerleştirmektir. Buna göre, namaz kılmak veya savaş için bir grubu sıraya sokup saf düzenine getirdiğin zaman  صافَّةُ القوم  dersin. Allah Teâlâ, ibadet için gökte saf halini alan meleklere; veya safları düzenleyen ve kendilerini saf haline getiren melek gruplarına, yani itaat ve hizmet pozisyonundaki saf düzenini organize eden meleklere yemin etmiştir. (Ruhu’l Beyan)

 
Sâffât Sûresi 2. Ayet

فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالزَّاجِرَاتِ ve sürenlere ز ج ر
2 زَجْرًا bağırıp ز ج ر

فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ

 

لزَّاجِرَاتِ  atıf harfi  فَ  ile önceki ayete matuftur. زَجْراً  amili ism-i fail olan  لزَّاجِرَاتِ ‘ın mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لزَّاجِرَاتِ  kelimesi, sülasi mücerredi زَجْر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ

 

Ayet,  فَ  ile önceki ayeteki muksemun bihe atfedilmiştir.  زَجْراً  mef’ûlü mutlaktır.

زَجْراًۙ - لزَّاجِرَاتِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. زَّاجِرَاتِ  sevk ve teşvik manasına gelen  زجر  kökündendir.  

Mef’ûlü mutlaklı ifadelerde masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. (Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (2011))

Mef’ûlü mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz.

 
Sâffât Sûresi 3. Ayet

فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالتَّالِيَاتِ ve okuyanlara ت ل و
2 ذِكْرًا zikir ذ ك ر

فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ

 

تَّالِيَاتِ  atıf harfi  فَ  ile önceki ayete matuftur. ذِكْراًۙ  müradifi olan masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. 

تَّالِيَاتِ  kelimesi, sülasi mücerredi تلو  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ

 

Ayet, önceki ayetteki muksemun bihe  فَ  ile atfedilmiştir. ذِكْراًۙ  kelimesi , تَّالِيَاتِ   manasında mef’ûlü mutlak veya  التَّالِيَاتِ  için mef’ûldur.

ذِكْراًۙ - التَّالِيَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Şayet, ayetteki sıfatları birbirine  فَ  ile atfetmenin hükmü nedir? dersen, şöyle derim: Bu, o sıfatların varlık sahnesine sırayla çıktığına delalet etmektedir. Ya  خذ الافضل فاأكمل واعمل الاَحسن فالاَجمل  demen gibi, o sıfatlar bazı yönlerden farklı olduğu için  فَ  ile getirilmişlerdir. Ya da  رحم الله المخلقين فالمقصرين (Allah, (hac merasimleri bağlamında) saçını sıfıra vuranlara rahmet eylesin… kısaltanlara da!) sözündeki gibi, sıfat, mevsûflarının farklılığına terettüp etmektedir. İşte ayetteki sıfatlarda da atıf edatı olan  فَ , bu üç kurala göre art arda sevk edilmiş olmaktadır. Peki, sen şimdi bu kurallardan hangisinin sadedindesin? dersen, şöyle derim: Mevsufu tek kabul edersen,  فَ  üstünlüğün paylaşılması hususunda sıfatların rütbe farklılığına delalet eder. Şayet mevsufu üçlersen, bu sefer mevsufların rütbe farklılığına delalet eder. Şöyle açıklayayım: Bu sıfatları meleklere yüklersen, o takdirde onların  فَ  ile atfedilmesi, sıfatların fazilet konusunda farklı mertebelerde olduğunu gösterir. (Keşşâf)

 

Sâffât Sûresi 4. Ayet

اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 إِلَٰهَكُمْ Tanrınız ا ل ه
3 لَوَاحِدٌ elbette birdir و ح د

اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اِلٰهَكُمْ  kelimesi,  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Ayet kasemin cevabıdır. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. وَاحِدٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ

 

Ayet, kasemin cevabıdır.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi  اِلٰهَكُمْ  şeklinde veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنّ۪ٓ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنّ۪ٓ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan, c.2, s.176)

Muhataplar Allah'ın birliğini inkâr ettikleri için kela­mın makamı bunu gerektirmektedir. (Safvetü’t Tefâsir)

Bu son ayet, yeminin cevabıdır. Bu yeminin faydası, adına yemin yapılan şeyi yüceltmek, şerefini ortaya koymak ve Arap dilinde alışılageldiği şekilde yemine hedef olan şeyi vurgulamaktır. Kur'an da Arapça olarak ve Arapların konuşma üslûbuna uygun olarak indirilmiştir. (Ruhu’l Beyan)

 
Sâffât Sûresi 5. Ayet

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ  ...


O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبُّ Rabbidir ر ب ب
2 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
3 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
4 وَمَا ve ne varsa
5 بَيْنَهُمَا bunlar arasında ب ي ن
6 وَرَبُّ ve Rabbidir ر ب ب
7 الْمَشَارِقِ doğuların ش ر ق

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ

 

رَبُّ  kelimesi  وَاحِدٌ ‘dan bedel olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

بَيْنَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رَبُّ الْمَشَارِقِ  atıf harfi وَ ‘la ilk  رَبُّ ‘ye matuftur.

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ

 

Ayet, önceki ayetteki  وَاحِدٌ ’dan bedeldir.  رَبُّ ’nun, takdiri هو  olan mahzuf mübtedanın haberi olması veya  اِنَّ ’nin ikinci haberi olması da caizdir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبُّ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبُّ السَّمٰوَاتِ  izafetinde  رَبُّ  ismine muzâfun ileyh olması   السَّمٰوَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000) 

Muzâfun ileyhin şanı için gelen  وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ  izafeti,  رَبُّ السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

Zamir makamında Rabb isminin zahir olarak zikredilmesi, muhatabın zihnine yarleştirmek amacına matuftur. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yönlerden sadece doğuların zikriyle yetinilmesi, zıddını çağrıştırması sebebiyledir.

Zira  الْمَشَارِقِۜ (doğular) lafzının zikri, zıddı olan  المغرب (batılar) lafzını hatırlattığından ikincisinin zikrine gerek duyulmamıştır. 

Burada ِ الْمَشَارِقِۜ ’in zikri ile iktifâ edildi diyerek iktifâ hazfini uygulayan Beyzâvî , doğular lafzının zikredilip batılar’ın hazf edilmesini son derece incelik arz eden üç belâgî sırra bağlar. Birincisi; doğu batıyı iltizam ettiği gibi doğular ifadesi de batılar ifadesini iltizam eder. Ancak meşarik lafzı ona delâlet ettiği için zikrine gerek kalmaz. 

İkincisi; doğmak, kudrete, batmaktan daha çok delalet eder, zira meydana gelmek yok olmaktan daha güçlüdür. Üçüncüsü; doğma nimeti batmaya göre daha elzemdir, zira aydınlığa olan ihtiyaç karanlıktan daha fazladır. Zemahşerî, Ebüssuûd ve Nesefî gibi müfessirler burada iktifadan bahsetmedikleri gibi Beyzâvî ’nin yakaladığı bu nükteleri de yakalayamamışlardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

[Göklerin... Rabbi] ifadesi, ikinci haber yahut hazf edilmiş bir mübtedanın haberidir. Doğular 360 tanedir; batılar da böyledir. Güneş her gün bu doğuların birinden doğar ve batıların birinden batar; öyle ki, iki gün ne aynı yerden doğar ne de aynı yerden batar. Peki (360 doğu ve batı varsa) Allah Teâlâ [O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.] (Rahman 55/17) sözüyle neyi kastetmiştir? dersen, şöyle derim: Yaz ve kış mevsimlerindeki iki doğu ile iki batıyı kastetmektedir. (Keşşâf)

Aslında "Doğu" bir tane olduğu halde ayet-i kerimede çoğul olarak "Doğuların rabbi" ifadesi kullanılmıştır. Burada güneşin, yaz ve kış mevsimlerinde doğuş yerlerinin farklı oluşuna işaret vardır. (Taberî)

 
Sâffât Sûresi 6. Ayet

اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ  ...


Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 زَيَّنَّا süsledik ز ي ن
3 السَّمَاءَ semasını س م و
4 الدُّنْيَا dünya د ن و
5 بِزِينَةٍ bir zinetle ز ي ن
6 الْكَوَاكِبِ yıldızlarla ك و ك ب

“Yakın sema”dan maksat, arzdan bakıldığında gözlenen gök yüzüdür. Burada gökyüzünün, özellikle ay ışığının olmadığı berrak gecelerde çıplak gözle izlenen, yıldızlarla donatılmış muhteşem güzelliği hatırlatılarak bunu yaratan gücün mükemmellik ve eşsizliğine dikkat çekilmektedir. Gökyüzünün bu estetik manzarası başka âyetlerde, “Biz, yakın semayı kandillerle donattık” şeklinde tasvir edilmektedir (Fussılet 41/12; Mülk 67/5). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 521

اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

زَيَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّنْيَا  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

 بِز۪ينَةٍ  car mecruru  زَيَّنَّا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

الْـكَوَاكِبِ  kelimesi  بِز۪ينَةٍ ‘den bedel veya atf-ı beyan olup mecrurdur.

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

زَيَّنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ

 

Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

زَيَّنَّا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

السَّمَٓاءَ  için sıfat olan  الدُّنْيَا , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

سَّمَٓاءَ  denilince dünya seması anlaşıldığı halde dünya kelimesinin zikri konuya dikkat çekmek için yapılan itnabtır.

ز۪ينَةٍۨ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.  الْـكَوَاكِبِۙ  kelimesi  ز۪ينَةٍۨ ’den bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

السَّمَٓاءَ  -  كَوَاكِبِۙ  -  الدُّنْيَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. ز۪ينَةٍۨ  - زَيَّنَّا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Önceki ayetteki  رَبُّ ‘deki gaib zamirden bu ayette  زَيَّنَّا ‘daki azamet zamirine geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. 

En yakın, yani size en yakın olan demektir.  ز۪ينَةٍۨ  tıpkı nispet gibi bir masdar ve (ayrıca) kendisiyle süslenilen şeyin ismidir; tıpkı divitin kendisiyle buluştuğu şeye (aynı kalıpla) ألليقاة  denmesi gibi. (bir süsle; yıldızlarla) ifadesi her iki ihtimali de barındırmaktadır. Eğer masdar manasını kastedersen, bu ya failine muzâf kılınması şeklinde olur ve (Yıldızların göğü süslemesiyle…) demek olur ki bunun aslı, بِز۪ينَةِ الكواكب (bir süsle; yıldızlarla) şeklindedir. Ya da mef‘ûlüne muzâf kılınması şeklinde olur ki bu da (Allah’ın yıldızları süslemesi ve güzelleştirmesiyle…) demek olur; çünkü yıldızlar bizzat güzel olmaları sebebiyle göğü süslemiş olmaktadır ki, bunun aslı da بِز۪ينَةِ الكواكب  (yıldızları süslemesiyle) şeklindedir. Bu; Ebu Bekr (b. Şu‘be), A‘meş ve İbn Vessâb’ın kıraatidir.

Şayet isim manasını kastedersen, bu takdirde izafetin iki yorumu vardır: 

الكواكب  kelimesi  ز۪ينَةِ ’in açıklaması olarak vaki olmuştur -çünkü  ز۪ينَةِ ‘nin yıldızlar hakkında mı süsleyecek başka şeyler hakkında mı kullanıldığı belirsizdir- 

Ya da yıldızların kendisiyle süslendiği şey (ışık) kastedilmiştir.Nitekim yıldızlarla süsledik ifadesini İbn Abbas’ın yıldızların ışığıyla (süsledik) anlamında yorumladığı rivayet edilmiştir. Bununla Ülker/Süreyya, Büyükayı, İkizler gibi yıldız şekillerinin, yıldızların doğuş yerlerinin ve seyir alanlarının kastedilmiş olması da caizdir. İşbu mana esas alınarak bedel kılınmak üzere, ز۪ينَةِ ’in tenvini ve  كواكب ’in kesresiyle  بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِ  (bir süsle; yıldızlarla) şeklinde de okunmuştur.  ز۪ينَةِ ’in mahallinden bedel olmak üzere  الكواكب  şeklinde mansūb olması da caizdir. (Keşşâf) 

اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِ  Gerçekten biz dünya göğünü süsledik” size en yakın göğü "bir süsle, yıldızlarla” bir süs ile ki, o da yıldızlardır,  ز۪ينَةٍۨ kelimesinin  الْـكَوَاكِبِ ‘e izafesi beyan içindir. (Beyzâvî)

 
Sâffât Sûresi 7. Ayet

وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ  ...


Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَحِفْظًا ve (onu) koruduk ح ف ظ
2 مِنْ karşı
3 كُلِّ her türlü ك ل ل
4 شَيْطَانٍ şeytana ش ط ن
5 مَارِدٍ ita’at dışına çıkan م ر د

“Yüce topluluk” diye çevirdiğimiz 8. âyetteki mele-i a‘lâ, dünyaya göre yücelerde bulunduğu kabul edilen, ayrıca mânevî mertebeleri de yüksek olan melekler için kullanılan bir deyimdir. Burada, şeytanların bu yüce topluluğa kadar ulaşarak onların sahip olduğu bilgileri öğrenmelerinin önlendiği, nâdiren yanlarına kadar yaklaşıp bir bilgi kırıntısı kapanların olabileceği, ancak onların da isabet ettiği şeyi delip geçecek kadar etkili olan ateş toplarıyla kovalanıp uzaklaştırılacağı bildirilmektedir. Bugün sahip olduğumuz bilgilerle anlamlarını tam olarak kavramamız imkânsız veya son derece güç olduğu için “müteşâbihât” grubu içinde değerlendirilmesi gereken bu âyetler hakkında klasik tefsirlerde o dönemlerin bilgi birikimine ve doğruluğu kuşkulu rivayetlere dayanarak bazı yorumlar yapılmaya çalışılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXIII, 36-39). Fakat burada Allah’ın meleklere verdiği bilgilerin ve özellikle vahyin korunmuşluğunu, bu bilgilere herhangi bir şeytanî gücün vakıf olup gerçekliğini bozmasına veya ehliyetsiz olanların açıklamasına izin verilmeyeceğini belirten kısmen sembolik bir anlatımın yer aldığı düşünülebilir (benzer bir anlatım ve açıklaması için bk. Hicr 15/16-18). Bu âyetlerde, olağan üstü niteliklere sahip olduklarına inanılan kâhinlerin semavî güçlerden bilgi aldıkları yolundaki inançların asılsız olduğuna dikkat çekildiği de belirtilmektedir (Kurtubî, XV, 66-67; İbn Âşûr, XXII, 92). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 521-522

وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  زَيَّنَّا ‘ya matuftur. 

حِفْظاً  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, حفظناها (Biz onu muhafaza ettik) şeklindedir. 

مِنْ كُلِّ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. شَيْطَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَارِدٍۚ  kelimesi  شَيْطَانٍ ‘in sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَارِدٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  مرد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ

 

وَ , atıf harfidir. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle, önceki ayetteki  اِنَّ ’nin haberine atfedilmiştir.  Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  حِفْظاً , takdiri,  حفظناها حِفْظاً (Biz onu muhafaza ettik.) olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Car mecrur  مِنْ كُلِّ ‘in müteallakı da bu mahzuf fiildir. 

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

شَيْطَانٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

مَارِدٍۚ  (Şeytanın sıfatı olarak) itaatten büsbütün sıyrılıp çıkan demektir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مَارِدٍۚ ‘in ism-i fail vezninde gelmesi, mevsufunun, bu özelliği sürekli taşıdığına işaret eder.

Sebep bildiren bir fiilin takdir edilmesi yani  حِفْظاً  masdarının mef‘ûlün leh olarak nasb edilmesi de caizdir; adeta (Bütün inatçı şeytanlardan korumak için, göğü yıldızlarla donattık.) denmektedir. (Mef‘ûlü Mutlak / pekiştirme tümleci olarak) ve  حفظناها حِفْظاً  (Göğü öyle bir koruduk ki!) şeklinde bir cümle takdirinden de bahsedilmiştir. (Keşşâf)

"İtaatten çıkan" tabiri cin ve insanlar arasından karşı çıkan, azgınlık eden kimse hakkında kullanılır. Bu şekilde olan herkese Araplar "şeytan" ismini verirler. (Kurtubî)

 
Sâffât Sûresi 8. Ayet

لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ  ...


8-9. Ayetler Meal  :   
Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَسَّمَّعُونَ dinleyemezler س م ع
3 إِلَى
4 الْمَلَإِ melekleri م ل ا
5 الْأَعْلَىٰ yüce ع ل و
6 وَيُقْذَفُونَ ve taşlanırlar ق ذ ف
7 مِنْ
8 كُلِّ her ك ل ل
9 جَانِبٍ yandan ج ن ب

لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ

 

 

 Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَسَّمَّعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى الْمَلَأِ  car mecruru  يَسَّمَّعُونَ  fiiline mütealliktir. 

الْاَعْلٰى  kelimesi  الْمَلَأِ ‘nin sıfatı olup ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  يُقْذَفُونَ  atıf harfi وَ ‘la  يَسَّمَّعُونَ ‘ye matuftur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُقْذَفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ كُلِّ  car mecruru  يُقْذَفُونَ  fiiline mütealliktir.  جَانِبٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

يَسَّمَّعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

جَانِبٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  جنب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle  لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْمَلَأِ  için sıfat olan  الْاَعْلٰى , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْاَعْلٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Onların yüceliğini, övgüsünün görünür şekilde olduğu hakkında الْاَعْلٰى  istiare olmuştur. (Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i Meryem, s. 212) 

وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ , hiçbir yönün istisna edilemediğine tekiddir. Her yönden demektir. 

يُقْذَفُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kur’an-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُقْذَفُونَ  fiilindeki zamir her bir inatçı şeytan’a aittir; çünkü bu, şeytanlar anlamındadır. Fiil şeddesiz ve şeddeli olarak okunmuştur. يَسَّمَّعُونَ ’nin aslı  يتسمَّعون  olup,  تسمَّع  (dinlemeye çalışmak) demektir. Nitekim  تسمَّع فسمع (dinlemeye çalıştı ve dinledi) veya  تسمَّع فلمْ يسمعْ (dinlemeye çalıştı; ama dinleyemedi) denir. İbn Abbas’tan [v. 68/688] rivayet edildiğine göre, şeytanlar ısrarla dinlemek istiyorlar, fakat dinleyemiyorlardı. Bu yüzden, şeddesiz kıraat şeddelisine göre daha çok destek bulmuştur.

Bunun öncesiyle irtibatı ya her bir şeytan ifadesinin sıfatı olmak ya da başlangıç cümlesi olmaktır; başkası olamaz. Gelgelelim, sıfat olması sağlıklı değildir; çünkü göğü dinlemeyen ve dinleme talebi olmayan şeytanlardan korumanın anlaşılır bir yanı yoktur. Başlangıç cümlesi olması da böyledir; zira birileri: Gök niçin şeytanlardan korunacaktır? diye soracak olsa ve buna; Dinleyemedikleri (veya dinlemeye çalışmadıkları) için şeklinde cevap verilecek olsa, bu doğru olmayacaktır. O halde, geriye sadece bunun öncesinden kopuk yeni bir cümle olması ihtimali kalmaktadır ki bu da kulak hırsızlığı yapanların durumunu izlemek içindir; yani şeytanların meleklerin sözüne kulak kabartamayacaklarını -veya dinlemeye çalışamayacaklarını- zira alev topları ile vurulup, oradan uzaklaştırılacaklarını; ancak mühlet tanınıp da bir bilgi kırıntısı kapabilmek için bir kulak hırsızlığı yapacak olanların bundan hariç olduğunu, o hırsızlık anında da delip geçen bir alev topunun onun helakını çabuklaştıracağını… (Keşşâf)

لَا يَسَّمَّعُونَ (Dinleyemezler) lafzındaki zamir şeytanlara aittir. (Kurtubî)

Mele-i Âla, meleklerdir. Çünkü onlar gökyüzü sakinleridir. İnsanlar ve cinler ise mele-i esfeldir. Çünkü onlar yeryüzü sakinleridir. Çalmak için her nereden çıkarlarsa çıksınlar onlara gökyüzünün her cihetinden parlak yıldızlar atılır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

Bundan önce, göklerin şeytanlardan korunduğu beyan edildikten sonra burada da şeytanların hali beyan edilmekte ve onların nasıl kovulduklarına ve bu arada onların karşılaştıkları azaba da dikkat çekilmektedir. (Ebüssuûd)

 
Sâffât Sûresi 9. Ayet

دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 دُحُورًا kovulurlar د ح ر
2 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
3 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
4 وَاصِبٌ sürekli و ص ب

دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ

 

دُحُوراً  masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup merfûdur.  وَاصِبٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَاصِبٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  وصب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ

 

دُحُوراً  kelimesi, önceki ayetteki muradifi olan  يُقْذَفُونَ  filinin mef’ûlü mutlakıdır. 

وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.

وَاصِبٌ  kelimesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

وَاصِبٌۙ ‘un ism-i fail vezninde gelmesi mevsufunun, bu özelliği sürekli taşıdığına işaret eder.

 
Sâffât Sûresi 10. Ayet

اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ  ...


Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا (fakat) yalnız
2 مَنْ kimseyi
3 خَطِفَ kapan خ ط ف
4 الْخَطْفَةَ bir söz خ ط ف
5 فَأَتْبَعَهُ onu izler ت ب ع
6 شِهَابٌ bir şihab (ışın) ش ه ب
7 ثَاقِبٌ delici ث ق ب

  Seqabe ثقب :   ثاقِب Işığı ve nuruyla üzerine düştüğünü delip geçen aydınlatıcı bir şeydir. Bunun aslı derin yırtık/yara anlamına gelen ثُقْبَة kelimesinden alınmadır.

  مَثْقَب ise dağdaki yol anlamına gelir. Bu dağın deliği gibi bir anlama gelmektedir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak yalnızca 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri matkap ve Sâkıp'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ

 

اِلَّا  istisna edatıdır. Müstesna olan  مَن  müşterek ism-i mevsûl  يَسَّمَّعُونَ ‘nin failinden bedel  olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَطِفَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَطِفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْخَطْفَةَ  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتْبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  شِهَابٌ  fail olup lafzen merfûdur. ثَاقِبٌ  kelimesi  شِهَابٌ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur. 

اَتْبَعَهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

ثَاقِبٌ  kelimesi, sülasi mücerredi olan  ثقب  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ

 

Ayet önceki ayette sayılanlardan istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sıla cümlesi olan  خَطِفَ الْخَطْفَةَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.

الْخَطْفَةَ , mef’ûlü mutlak olarak fiili tekid etmiştir.

فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ  cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

شِهَابٌ ’daki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

ثَاقِبٌ  kelimesi  شِهَابٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

اِلَّا  istisnâ harfidir.  مَنْ  ref mahallinde olup,  يَسَّمَّعُونَ  fiilinin  و ’ından bedeldir; yani bir şeyler kapan şeytanın dışındaki şeytanlar göğe kulak veremezler! (Keşşâf)

خَطْفَةَ - خَطِفَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette geçen خَطِفَ  hızla kapmak, almak demektir. Buradaki kapmaktan kasıt, meleklerin sözünü hırsızlama almak, dinlemektir. Yani, kulak hırsızlığı sayesinde meleklerin sözlerinden sadece bir sözü kapan şeytanın haricindeki şeytanlar grubu onların sözünü dinleyemez. (Ruhu’l Beyan)

 
Sâffât Sûresi 11. Ayet

فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ  ...


(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: “Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاسْتَفْتِهِمْ şimdi onlara sor ف ت ي
2 أَهُمْ kendileri mi?
3 أَشَدُّ daha çetin ش د د
4 خَلْقًا yaratılış bakımından خ ل ق
5 أَمْ yoksa
6 مَنْ kimseler (mi?)
7 خَلَقْنَا bizim yarattıklarımız خ ل ق
8 إِنَّا elbette biz
9 خَلَقْنَاهُمْ onları yarattık خ ل ق
10 مِنْ
11 طِينٍ bir çamurdan ط ي ن
12 لَازِبٍ yapışkan ل ز ب

Yukarıdaki âyetlerde bazılarına değinilen melekler, yer ve göklerle bunlarda bulunanlar, semayı bezeyen yıldızlar da dahil olmak üzere görünen ve görünmeyen varlıklarıyla bütün evrenin yaratılışı ile evrenin son derece karmaşık yapısı içinde kozmik bakımdan anılmaya bile değmeyecek kadar önemsiz bir yer tutan insanın yaratılışı arasında bir karşılaştırma yapılması, bu suretle ilâhî kudretin mükemmellik ve ihtişamına dair bir fikre varılması istenmektedir. Bu karşılaştırmanın bir amacı da böylesine yüce bir kudretin insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak, dolayısıyla putperest muhatapların bu konuyla ilgili 16-17. âyetlerde özetlenen inkârcı yaklaşımlarının temelsizliğini ortaya koymaktır.

İnsanların atası olan Hz. Âdem “yapışkan çamurdan”, dolayısıyla toprak ve su unsurlarından yaratıldığı için âyet, Âdem’in bu aslî yaratılışını, soyundan gelenlere de genellemiştir. Râzî, bu yorumun yanında özetle şöyle bir yorum da getirmektedir: “Yapışkan çamur” toprak ve suyu ifade eder. Aslında her insan, sperm halinden dünyaya gelmesine, büyüyüp gelişmesine kadar hayatının her aşamasında toprak ve suya bağımlıdır; besinler, bu iki hayat kaynağına dayanır, diğer canlılar gibi insanlar da onlarla beslenir. Şu halde âyet, sadece Hz. Âdem’in değil, bütün insanların yaratılışının ve fizikî varlığının özünü dile getirmektedir (XXVI, 124). 12. âyette varlığın yaratılışı üzerine bu şekilde derinden düşünen ve oradaki ilâhî kudretin tecellilerini gören Hz. Peygamber’in hissettiği, şaşkınlık derecesine varan hayranlık duygusu; buna karşılık tefekkür derinliğinden yoksun oldukları için varlığa derinden bakmaktan âciz bulunan, üstelik uyarı ve aydınlatmalardan yararlanmaya da yanaşmayan müşriklerin alaycı tavırları bağlamında bir zihniyet ve fikir düzeyi mukayesesi yapılmaktadır (12. âyetle ilgili değişik yorumlar için bk. İbn Atıyye, IV, 467; Râzî, XXVI, 126-127; Kurtubî, XV, 69-71; İbn Âşûr, XXIII, 96).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 524-525

فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اسْتَفْتِهِمْ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هِمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ  haber olup lafzen merfûdur.  خَلْقاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ  . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  اَمْ  atıf harfi ile munfasıl zamir  هُمْ ‘e matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقْنَا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

اسْتَفْتِهِمْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  فتى ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  خَلَقْنَاهُمْ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ ط۪ينٍ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline mütealliktir. لَازِبٍ  kelimesi  ط۪ينٍ ‘nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

لَازِبٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  لزب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olan  فَاسْتَفْتِهِمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen  اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ  cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اسْتَفْتِهِمْ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan bu cümle, istifham üslubunda talebi inşâî isnaddır. Hemze istifham harfi,  هُمْ  mübtedadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve kınama anlamlarına geldiği için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Haber olan  اَشَدُّ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. خَلْقاً  temyizdir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , atıf harfi  اَمْ ‘le mübteda olan  هُمْ ’a atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür. Sılası olan  خَلَقْنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اَشَدُّ خَلْقاً  dedikten sonra sadece  خَلَقْنَاۜ  lafzıyla yetinilmiş  اَشَدُّ  hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)  

Ayet-i kerîme’de tağlîb sanatı vardır. Şöyle ki bütün yaratıklar  مَنْ  ile getirilerek akıl sahibi kimseler galip kılınmıştır. (Celâleyn Tefsiri)

Yoksa (ilk) yarattığımız kimseler mi? ifadesiyle (daha önce) zikrettiği yaratıklarını kastetmektedir ki, onlar da melekler, gökler, Arz, doğular, gezegenler, delici meteorlar ve inatçı şeytanlardır; akıl sahiplerini diğerlerine baskın kılarak  مَنْ خَلَقْنَاۜ (yarattığımız kimseler) demiştir. Bunun delili de bunları saymasının ardından, takip edatı olan  فَ  getirerek  فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ  [O halde, sor bakalım onlara; kendilerinin yaratılışı mı daha zor yoksa (bu) yarattığımız kimseler mi?] buyurmuş olmasıdır. Herhangi bir açıklama kaydına yer vermeden mutlak olarak yoksa yarattığımız kimseler mi demesi, bundan önce geçenleri açıklamakla yetindiği içindir. Adeta Biz şöyle şöyle acayip ve tuhaf mahluklar yaratmışız. Şimdi sor bakalım şunlara; kendilerinin yaratılışı mı daha zor yoksa şu (saydığım) yaratıklarımızınki mi? buyurmaktadır. (Keşşâf)

فَاسْتَفْتِهِمْ  (Onlara sor) zamir Mekke müşriklerine yahut âdemoğullarma aittir. (Beyzâvî) 


 اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

لَازِبٍ  kelimesi  ط۪ينٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

ط۪ينٍ ’deki tenvin nev ve tazim içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

 
Sâffât Sûresi 12. Ayet

بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ  ...


Hayır, sen (onların hâline) şaştın, onlar ise alay ediyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ hayır
2 عَجِبْتَ sen şaşıyorsun ع ج ب
3 وَيَسْخَرُونَ onlar ise alay ediyorlar س خ ر

بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ

 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir. عَجِبْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَيَسْخَرُونَۖ  hal cümlesidir. Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  يَسْخَرُونَ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  هُمْ ( onlar ) şeklindedir. 

يَسْخَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Hal cümlesi olan  وَيَسْخَرُونَۖ  fiili  و ’la  gelmiştir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  يَسْخَرُونَ  takdiri  هم  olan mahzuf mübteda için haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ [Doğrusu sen şaştın] ayetinde tıbâk-ı hafî vardır. Zira alay, hayret karşılığında kullanılmıştır.

Ayet-i kerîme’de geçen  بَلْ  bir maksattan diğerine intikali ifade eden bir edattır. Buradaki maksat Peygamberimizin ve onların durumunu haber vermektir. Yine ayet-i kerîme’de geçen  عَجِبْتَ ‘deki  تَ  fetha ile okunarak Peygamberimiz (sav) 'e hitap edilmektedir. (Celâleyn Tefsiri)

Peki, taaccübün yani şaşkınlık ve hayranlığın Allah’a isnat edilmesi nasıl caiz olabilir? Zira bu duygu, ancak insana bir şeyi gözünde büyüttüğünde arız olan bir beğenme duygusudur ki böyle bir duygu Allah Teâlâ hakkında caiz olmaz. dersen, şöyle derim: Bu iki şekilde açıklanabilir. Birincisi, taaccübün büyütme anlamı için soyutlanmış olmasıdır; ikincisi ise hayali bir imgeleme ve varsayma olarak değerlendirilmesidir. Nitekim bir hadiste; (Rabbiniz sizin feryadınıza, ümitsizliğinize ve size süratle icabet edişine şaşmaktadır.) şeklinde geçer [Kādî] Şüreyh [v. 80/699] fetha ile ‘hayranlık duyarsın’ anlamında  عَجِبْتَ  okur ve ‘Allah hiçbir şeye taaccüp etmez; ancak bilmeyen biri taaccüp eder’ dermiş. Bunun üzerine İbrahim en-Naha‘î [v. 96/714]  Şüreyh, ilmini çok beğenirdi; oysa Abdullah - İbn Mes‘ûd’u kastediyor- ondan daha alimdi ve (عَجِبْتُ  şeklinde) zamme okurdu demiş. Zammeli kıraatin; (Ey Muhammed! ‘Ben şaşarım!’ de.) anlamına geldiği de söylenmiştir. (Keşşâf)

وَيَسْخَرُونَ  [Onlar ise alay ediyorlar.]  ayetindeki وَ ‘ın hal وَ ‘ı olduğu söylenmiştir. Onların alay etmeleri hali sırasında sen de onlara şaştın, demektir.

"Sen şaşıyorsun" ile ifadenin tamam olduğu, sonra da yeni bir cümle olarak وَيَسْخَرُونَ [ onlar alay ediyorlar.] diye yeni bir cümlenin başladığı da söylenmiştir. Bu da getirdiğin Kur'an'ı onlara okumandan ötürü alay ediyorlar demek olur. Kendilerini davet ettiğin vakit seninle alay ediyorlar, diye de açıklanmıştır. (Kurtubî)

بَلْ  harfi, tevbih ve takrirden acayip (şaşkın) hallerine intikal için idrâb manasındadır. (Âşûr)

 
Sâffât Sûresi 13. Ayet

وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ  ...


Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve ne zaman
2 ذُكِّرُوا öğüt verilse ذ ك ر
3 لَا
4 يَذْكُرُونَ öğüt almazlar ذ ك ر

Verilen öğütlerden maksat, Kur’an’ın doğru inanç ve düzgün yaşayışla ilgili olarak muhataplarına yaptığı açıklamalar, inkâra sapmaları halinde dünya ve âhirette başlarına geleceklere dair uyarılar, geçmişteki inkârcı toplulukların uğradıkları felâketler hakkındaki ibret verici bilgiler; kısaca onların ıslah olup yollarını düzeltmeleri için Allah’ın âyetlerinde ve Hz. Peygamber’in hadislerinde yer alan öğütler, uyarılardır. Alaya aldıkları “ilâhî işaret” (âyet) ise Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kanıtlayan mûcizeler veya öğüt ve uyarı amacı taşıyan Kur’an âyetleri ya da Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği gibi konulara dair vahyin ortaya koyduğu kanıtlar olarak açıklanmıştır (Taberî, XXIII, 44; Râzî, XXVI, 127-128). 15. âyette inkârcılar, bütün bu öğütlere, uyarılara rağmen Resûlullah’a gelen vahyin, onun sergilediği mûcizelerin “apaçık bir sihir” olduğunu söylüyorlardı. 

“Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa varlık alanına çıkardığımız başkalarını mı?” anlamında inkârcılara yöneltilen 11. âyetteki sorunun bir amacının da evreni ve ondaki varlıkları yaratan ulu kudretin, insanları yeniden diriltip hesaba çekmekten âciz olmadığını anlatmak olduğunu belirtmiştik. İbn Âşûr’a göre putperestlerin sihir olduğunu söyledikleri şey, Allah’ın çürümüş bedenlere hayat verileceğini bildiren açıklamalarıdır. Onlara göre bu, anlamsız bir iddia olup bununla dinleyenin büyü yoluyla etkilenmesi amaçlanmıştır (XXIII, 98). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 525

وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذُكِّرُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ذُكِّرُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَذْكُرُونَۖ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ذُكِّرُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ

 

وَ  atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle  وَيَسْخَرُونَۖ  cümlesine atfedilmiştir. اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. Ayet, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. 

اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi  ذُكِّرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  لَا يَذْكُرُونَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

ذُكِّرُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

لَا يَذْكُرُونَۖ  ذُكِّرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

Sâffât Sûresi 14. Ayet

وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ  ...


Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve ne zaman
2 رَأَوْا görseler ر ا ي
3 ايَةً bir mu’cize ا ي ي
4 يَسْتَسْخِرُونَ alay ederler س خ ر

وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ

 

وَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا)‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَاَوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اٰيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

رَاَوْا  bilmek manasına gelen kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَسْخِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَسْخِرُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi سخر ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ

 

Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat vardır.  اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. 

اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda şart cümlesi olan  رَاَوْا اٰيَةً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî  Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

رأي fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebeb-müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edebilirsiniz; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey  menziline konuldu. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem/77)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَسْتَسْخِرُونَ  şeklinde müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اٰيَةً ’deki tenvin tazim, nev ve kesret ifade eder.

Ayetteki يَسْتَسْخِرُونَ  kelimesindeki  ت  ve  س  harfleri mübalağa ve tekid içindir. Yani çok alay ediyorlar, alay etmede haddi aşıyorlar. Ya da buradaki  س  harfi talep ifade eder. ‘Her biri diğerini alaya davet ediyor’ demektir. (Ruhu’l Beyan, Âşûr)

 
Sâffât Sûresi 15. Ayet

وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ  ...


(Dediler ki:) “Bu bir büyüden başka bir şey değildir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve diyorlar ق و ل
2 إِنْ değildir
3 هَٰذَا bu
4 إِلَّا başka bir şey
5 سِحْرٌ bir büyüden س ح ر
6 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ ‘dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret zamiri  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. سِحْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  مُب۪ينٌ  kelimesi سِحْرٌ ‘un sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ

 

Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki cevap cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ  cümlesi, kasrla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  هٰذَٓا  mevsuf/maksûr,  سِحْرٌ مُب۪ينٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi mütekellimin işaret edilene olan tahkir amacına matuftur. 

İşaret isminde tecessüm sanatı ve istiare vardır. Mütekellim  هٰذَٓا  ile mucizelere işaret etmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi).

مُب۪ينٌ  kelimesi  سِحْرٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

مُب۪ينٌۚ  sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, mevsufun ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.

 

Sâffât Sûresi 16. Ayet

ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  ...


“Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَإِذَا zaman mı?
2 مِتْنَا öldüğümüz م و ت
3 وَكُنَّا ve olduğumuz ك و ن
4 تُرَابًا toprak ت ر ب
5 وَعِظَامًا ve kemik ع ظ م
6 أَإِنَّا biz mi?
7 لَمَبْعُوثُونَ diriltileceğiz ب ع ث

Putperest Araplar’da âhiret inancı yoktu; bu da onlarda sadece bir inanç eksikliği olarak kalmıyor, ayrıca tam bir ahlâkî sorumsuzluğa kapılmalarına yol açıyor; toplumda gücüne ve servetine güvenen seçkinler zümresinin bilhassa insan haklarına dair konularda her türlü haksızlık ve adaletsizliği kendileri için meşrû görmeleri gibi tehlikeli bir anlayışı besliyordu. Bu sebeple Kur’an-ı Kerîm’in, Allah’ın birliği ilkesinin yanında en önemli itikad konusu olarak, herkesten bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabının sorulacağı bir ikinci hayatın varlığını kabul etmeyi gerektiren âhiret inancı üzerinde ısrarla durduğu, birçok defa bu iki inanç ilkesini yan yana zikrettiği, buna karşılık putperestlerin de burada ileri sürdükleri gibi güya aklî bakımdan imkânsız gördüklerini söyleyerek bu inancı şiddetle reddettikleri görülmektedir. 

Bir önceki sûrede (Yâsîn 36/77-83) putperestlerin öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve âhireti inkâr etmelerine karşı çok açık ve ikna edici kanıtlar ortaya konmuştu; burada ise onların, “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz? Geçmişteki atalarımız da mı?” şeklindeki alaylı bir üslûpla sordukları soruya, “Evet, hem de burnunuz yere sürtülerek!” diye cevap verildikten sonra kısaca kıyametin dehşetine ve bunun inkârcılar üzerinde doğuracağı psikolojik etkiye değinilmektedir.

Tefsirlerde “korkunç ses” diye çevirdiğimiz 19. âyetteki zecre kelimesinin, sûrun ikinci üflenişi sırasında çıkaracağı, bütün ölülerin kaçınılmaz olarak dirilmelerini sağlayacak olan dehşetli sesi ifade ettiği belirtilmektedir; “Bunun ardından birden onlar etrafa şaşkınlıkla bakıyor olacaklar” anlamındaki ifade de bunu göstermektedir. Nitekim Zümer sûresinde de sûra iki defa üfleneceği bildirilmiş, ardından da, “Sonra sûr yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar” buyurulmuştur. 20. âyet, âhireti inkâr edenlerin, yeniden dirildikten sonra gerçeği anlayıp hayıflanmalarını ve “İşte hesap günü!” diyerek artık sonuç getirmeyecek bir ikrarda bulunacaklarını anlatmaktadır (Süddî, 20. âyet metnindeki yevmü’d-dîn deyimini “hesap günü” olarak yorumlamıştır; bk. Taberî, XXIII, 46).

 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 525-526

ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً

 

Hemze istifham harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا)‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِتْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِتْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

كُنَّا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَّا  mütekellim zamiri  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. تُرَاباً  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup lafzen mansubdur.  عِظَاماً  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 


ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ

 

ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  cümlesi mukadder cevabın tefsiridir. Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  مَبْعُوثُونَۙ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَبْعُوثُونَۙ  kelimesi, sülasi mücerredi  بعث  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً 

 

Mekulü’l-kavl cümlesine dahil olan ayet fasılla gelmiştir. Şart manalı müstakbel zaman zarfı  اِذَا ’nın dahil olduğu  ءَاِذَا مِتْنَا  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Şart cümlesi olan  مِتْنَا , zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)   

اِذَا , takdiri  نُبعث  (Diriltiliriz) olan mahzuf cevap cümlesine mütealliktir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi, Îcâz Bah.)

وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً  cümlesi, şart cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu  belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s.124)

 

 ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ

 

Önceki cevap cümlesi için tefsiriye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Cümleye dahil olan hemze inkâri istifham harfidir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve inkâri manada geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِتْنَا - لَمَبْعُوثُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

ءَاِذَا مِتْنَا  cümlesiyle,  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu soruyu soranların maksadı cevap beklemek değildir. Gerçekte söylemek istedikleri  “Biz tekrar diriltilecek değiliz. Böyle bir şey olmaz ve asla düşünülemez” manasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ  [Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten bizler mi muhakkak diriltileceğiz?]  sözün aslı şöyledir:  أنبعث إذا متنا (öldüğümüz zaman diriltilecek miyiz?) fiili isimle değiştirdiler, zarfı öne aldılar, hemzeyi de tekrar ettiler; bütün bunları inkârı abartmak için yaptılar. Ve şunu demek istediler ki, yeniden dirilme zaten kabul edilmez bir şeydir; bu durumda ise hiç kabul edilmez. (Beyzâvî) 

Buradaki sorudan, olumsuzluk kastedilmektedir. Ayette toprak kemikten önce zikredilmiştir. Çünkü çürüyen kısımlar toprağa dönüşmüştür. (Ruhu’l Beyan)

 
Sâffât Sûresi 17. Ayet

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  ...


“Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَابَاؤُنَا atalarımız da mı? ا ب و
2 الْأَوَّلُونَ evvelki ا و ل

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ

 

Hemze istifham harfidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰبَٓاؤُ۬نَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا ‘nin sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Haber mahzuftur. Takdiri, آباؤنا يبعثون أيضا (Babalarımız da aynı şekilde diriltilecek) şeklindedir.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ

 

Hemze istifham, وَ  atıf harfidir. Ayet, önceki ayetteki  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat vardır.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا , takdiri  مبعوثون (Diriltilecekler) olan mahzuf haber için mübtedadır. 

الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Önceki ayette  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  [Biz yeniden diriltilecek miyiz?] dedikten sonra sadece  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [atalarımız da mı?] sözüyle yetinilmiş  لَمَبْعُوثُونَۙ  lafzı hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831) 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [Peki ya ilk atalarımız?] ifadesi  اِنَّا ’daki اِنَّ  ve isminin mahalline ya da  مَبْعُوثُونَۙ (diriltilecekmişiz) ifadesindeki zamire matuftur;  مَبْعُوثُونَۙ  atfını caiz kılan şey ise istifham hemzesi ile ayrılmış olmasıdır ki, -daha da uzak bularak- يبعثون أيضا آباؤنا (Atalarımız da mı diriltilecekmiş!?) anlamındadır. (Onlar çok önce yaşamışlar; dolayısıyla dirilmeleri çok daha uzak ve boş bir iddiadır!) demek istiyorlar. İfade  أوْ آباؤنا  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
Sâffât Sûresi 18. Ayet

قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ  ...


De ki: “Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz).”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 نَعَمْ evet
3 وَأَنْتُمْ ve siz
4 دَاخِرُونَ aşağılanacaksınız د خ ر

قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  نَعَمْ  cevap harfidir. 

وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. Mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, نعم تبعثون (Evet, diriltileceksiniz) şeklindedir. 

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  دَاخِرُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

دَاخِرُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  دخر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  نَعَمْ , cevap harfidir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  قُلْ  fiilinin takdiri  نعم تبعثون (Evet, diriltileceksiniz) olan   mekulü’l-kavli cümlesi mahzuftur.

Ayetin sonundaki  وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ  cümlesi,  وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  دَاخِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَ  [De ki: Evet. Siz küçülerek]  bu cevapla yetinilmesi daha önce yeniden dirilmenin mümkün olduğunu gösteren şeyin geçmesinden ve olacağını haber verenin doğruluğunu gösteren şeyin ortada durmasındandır.(Beyzâvî)

 
Sâffât Sûresi 19. Ayet

فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ  ...


O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنَّمَا sadece ibarettir
2 هِيَ o (iş)
3 زَجْرَةٌ korkunç sesten ز ج ر
4 وَاحِدَةٌ bir tek و ح د
5 فَإِذَا hemen
6 هُمْ onlar
7 يَنْظُرُونَ bakıp kalırlar ن ظ ر

فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ

 

فَ  mukadder nehy için ta’liliyyedir. Takdiri, لا تستصعبوا ذلك (Bunu zor görmeyin) şeklindedir.

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi,  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  زَجْرَةٌ  haber olup lafzen merfûdur.  وَاحِدَةٌ  kelimesi  زَجْرَةٌ ‘ün sıfatı olup afzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْظُرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ 

 

فَ , istînâfiyyedir. Ilk cümle, takdiri  لا تستصعبوا ذلك  (Bunu zor görmeyin) olan mukadder nehiy için ta’liliyye hükmündedir.  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  هِيَ  mevsuf/maksûr,  زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

زَجْرَةٌ  bütün cinslere işaret eden masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

زَجْرَةٌ  için sıfat olan  وَاحِدَةٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاِنَّمَا , gizli bir cevabın şartı olup, şu şekilde takdir edilir: Böyle olduğunda, “bu” ancak ve ancak “sert bir buyruğa bakar!  هِيَ ’nin ise mercii yoktur; o, haberi tarafından açıklanan müphem bir lafızdır. Yalnız, bir merciinin olması da caizdir ki buna göre; O diriliş, tek bir sert buyruğa bakar!” şeklinde takdir edilir; o da Sūr’a ikinci üfürüştür. (Keşşâf)

Sayha (Çığlığa) (alıkoyucu, zecredici anlamında) زَجْرَةٌ  adının verilmesi, bundan maksadın zecretmek (yapılandan alıkoymak) oluşundan dolayıdır. Yani tıpkı güdülmeleri esnasında develerin ve atların zecredildiği gibi, bu sayha ile de (insanlar) zecredilirler. (Yapmak istedikleri kötülüklerden alıkonmaya çalışılır.) (Kurtubî)

Bil ki Cenab-ı Hak, önceki ayette, ba'sin ve Kıyametin mümkün olduğuna delalet eden şeyleri açıklayıp sonra bunun peşinden de Kıyametin vukuuna delalet eden şeyleri getirince, işte bu ayetlerde de Kıyamet hallerinin bazı tafsilatını zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

  

 فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ

 

Cümle  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi zaman ve mekandaki ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, ‘ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum’ anlamları katar.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

 
Sâffât Sûresi 20. Ayet

وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ  ...


Şöyle diyecekler: “Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
2 يَا وَيْلَنَا vah bize
3 هَٰذَا bu
4 يَوْمُ günüdür ي و م
5 الدِّينِ ceza د ي ن

وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ

 

وَ  atıf harfidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  يَا وَيْلَنَا ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  tenbih edatıdır.  وَيْلَنَا  kullanılmayan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ  mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, قالت الملائكة هذا يوم الدين (Melekler bunun kıyamet günü olduğunu söylediler.) şeklindedir. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَوْمُ  haber olup lafzen merfûdur. الدّ۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا

 

Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki  هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Henüz gerçekleşmemiş olduğu halde mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir. 

وَقَالُوا  fiilinin mekûlü’l-kavli  يَا وَيْلَنَا  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

وَيْلَ , elem verici azap, şerlerin en kötüsüdür. Kullanılmayan fiilin masdarı olarak mübalağa ve tahkir ifade eder.

يَا وَيْلَنَا  [ey veylimiz]. Veyl, ‘hüzn, azap ve helak’ demektir. يَا وَيْلَنَا  [ey veylimiz] ibaresi, helak ve azaba seslendiklerini ifade eder. Yani, “ey azabımız, ey helakımız, gel artık, senin vaktin geldi” diye nida ediyorlar demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.246)


هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ

 

Cümle takdiri  قالت الملائكة  (Melekler dedi ki) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَوْمُ الدّ۪ينِ , kıyamet gününden kinayedir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ [Yargılanma günü bu!] ayetinden itibaren, اُحْشُرُوا  [bir araya getirin.] [Sāffât 37/22]) ayetine kadarki kısım, inkârcıların birbirlerine söylediği veya meleklerin inkârcılara söyledikleri sözler olabileceği gibi, Yazıklar olsun bize! Yargılanma günü bu! ayetinin, inkârcıların sözü; Evet, yalanlayıp durduğunuz ayırt etme günüdür bu!.. ayetinin ise meleklerin onlara cevaben söyleyeceği sözlerin bir kısmı olması da muhtemeldir. Yargılanma günü derken, karşılık göreceğimiz; yani amellerimizin karşılığını bulacağımız günü kasdetmektedirler. Ayrışma günü ise, nihai hükmü vererek, hidayet ve dalalet gruplarını ayırma günüdür. (Keşşâf)

هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ [Bu, din günüdür.] Kasıt hesap günüdür. Amellerin karşılığının verileceği gündür, diye de açıklanmıştır. (Kurtubî)   
Sâffât Sûresi 21. Ayet

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟  ...


Onlara, “İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür” denilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَٰذَا bu
2 يَوْمُ günüdür ي و م
3 الْفَصْلِ hüküm ف ص ل
4 الَّذِي
5 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
6 بِهِ onu
7 تُكَذِّبُونَ yalanlıyor ك ذ ب

Zemahşerî (III, 299), İbn Âşûr (XXIII, 101) gibi müfessirlere dayanarak “yargı günü” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki yevmü’l-fasl (ayrım günü) deyimi, âhirette kurulacak mahkeme-i kübrâda kusursuz bir âdil yargılama sonunda haklıyla haksızın, iyilerle kötülerin birbirinden ayırt edileceğine, herkese hak ettiği karşılığın verileceğine işaret eder (Kurtubî, XV, 72; Şevkânî, IV, 447). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 526-527

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَوْمُ  haber olup lafzen merfûdur. الْفَصْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  الْفَصْلِ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  تُكَذِّبُونَ۟  fiiline mütealliktir.  تُكَذِّبُونَ۟  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

تُكَذِّبُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  تُكَذِّبُونَ۟  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هٰذَا  mübteda,  يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟  cümlesi de haberdir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgulamak onu en iyi şekilde temyiz etmek içindir. 

İşaret isminde tecessüm sanatı ve istiare vardır.  هٰذَا  ile zamana  işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi).

Müsned veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

يَوْمُ  için sıfat olan has ism-i mevsûl  بَيِّنَاتٌ ‘nin sılası olan  كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Sıla cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için amili olan  تُكَذِّبُونَ۟ ’ye takdim edilmiştir.

كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder.(Vakafat, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle  devam edegelen maziye, adet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Bu kelam, takbih ve azarlama olarak melekler tarafından kendilerine söylenecektir.

Diğer bir görüşe göre ise bu kelam da onların birbirlerine söyleyeceklerine dahildir. (Ebüssuûd)

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟  [ Bu, yalanladığınız ayrım günüdür.]  sözü de meleklerin cevabıdır. Bunun da birbirlerine dedikleri sözden olduğu söylenmiştir. Fasıl, hüküm ve karar demektir ya da iyi ile kötü arasında ayrımdır. (Beyzâvî)

 
Sâffât Sûresi 22. Ayet

اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ  ...


22-24. Ayetler Meal  :   
Allah, meleklere şöyle emreder: “Zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 احْشُرُوا toplayın ح ش ر
2 الَّذِينَ kimseleri
3 ظَلَمُوا (o) zalim(leri) ظ ل م
4 وَأَزْوَاجَهُمْ ve onların eşlerini ز و ج
5 وَمَا ve
6 كَانُوا olduklarını ك و ن
7 يَعْبُدُونَ tapıyor(lar) ع ب د

“Zalimler”den maksat inkârcılardır. Nitekim Bakara sûresinde de (2/254), “Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” buyurulmuştur. “Eş (karı / koca) anlamındaki zevc kelimesinin çoğulu olan ezvâc, “bir kişi veya grupla aynı inancı, eylemi paylaşan, diğerlerine uyan, onların yolundan, peşinden giden” anlamına da gelir. Bu bağlamda ise özellikle putperest önderlerin peşine takılıp onların uydusu olan, onların sapkın inançlarını ve kötü işlerini paylaşan taklitçi kesim için kullanılmıştır; şeytanların kışkırtmasına uyan inkârcıları veya kocalarının yolunu izleyen kadınları ifade ettiği de söylenmiştir (bk. Taberî, XXIII, 46-47; Zemahşerî, III, 299). Kısaca Râzî’nin Vâkıdî’ye atfen belirttiği gibi (XXVI, 132) burada, “zalimler”den maksat, inkârcıların liderleri, “ezvâc”dan maksat da onların buyruğuna girip uydusu olanlardır; bu uydu kesimi, diğerlerinin eşleri de başka insanlar da olabilir. “Allah’ın dışında taptıkları” ifadesiyle inkârcıların, peşine takıldıkları şeytanların kastedildiğini ileri sürenler varsa da burada putperestlerin, tanrısal nitelikler yüklemek suretiyle Allah’a ortak koştukları putlardan söz edildiği yorumu daha mâkul görünmektedir. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 527

اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ

 

اُحْشُرُوا  cümlesi mukadder olan  من الباري تعالى إلى الملائكة (Bârî teala’dan meleklere) sözün mekulü’l-kavlidir. Fiil cümlesidir. اُحْشُرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَزْوَاجَهُمْ  atıf harfi  وَ ‘la ism-i mevsûle matuftur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl önceki ism-i mevsûle  atıf harfi وَ ‘la matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْبُدُونَ  fiili,  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ

 

Ayet mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Allah Teâlâ’nın meleklere hitabıdır.

اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

وَاَزْوَاجَهُمْ , mef’ûl olan  الَّذ۪ينَ ‘ye matuftur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , nasb mahallinde  وَاَزْوَاجَهُمْ ‘ya matuftur. Her iki atıfta da cihet-i câmia temâsüldür. Sılası olan  كَانُوا يَعْبُدُونَۙ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle  devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

‘’Cehennemin yoluna sevk edin onları.’’ Buradaki zamir, zalimlere, eşlerine ve onların taptıkları şeylere aittir. Yani onlara cehennemin yolunu gösterin ve kendilerini o yöne çevirin, demektir. Burada, onların küçümsenmesi söz konusudur.

Denmektedir ki, ayet-i kerimede zalim ifadesi geneldir; hem kendine zulmedenleri hem de başkalarına zulmedenleri kapsamaktadır. Bu sebeple her zalim kendine destek olanla, içki içen içki içenle, fuhuş yapan fuhuş yapanla, faizci faizciyle kısacası herkes kendi yandaşıyla mahşerde bir araya gelir. (Ruhu’l Beyan)

 
Sâffât Sûresi 23. Ayet

مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنْ
2 دُونِ başka د و ن
3 اللَّهِ Allah’tan
4 فَاهْدُوهُمْ onları götürün ه د ي
5 إِلَىٰ
6 صِرَاطِ yoluna ص ر ط
7 الْجَحِيمِ cehennemin ج ح م

مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ

 

مِنْ دُونِ  car mecruru mukadder aid zamirin mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. اهْدُو  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلٰى صِرَاطِ  car mecruru  اهْدُو  fiiline mütealliktir. الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ

 

Car mecrur  مِنْ دُونِ اللّٰهِ , önceki ayetteki müşterek ism-i mevsûlün mahzuf haline mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

فَاهْدُوهُمْ  cümlesi  فَ  ile  اُحْشُرُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ  [Onlara cehenneme giden yolu gösterin.] ayetinde alaylı bir üslup vardır. Burada hidayet yani doğru yolu göstermek alay yoluyla kullanılmıştır. Çünkü hidayet, cehenneme değil cennete olur. (SâbûnÎ, Safvetü’t Tefâsir)

Burada da hidayet, zorla çekip sürüklemek manasında müsteâr olmuştur. Câmi’; her ikisinin de hayır üzerine terettüb etmesidir. Bu müstearun lehte (hidayette) hakikaten hayır mevcuttur, müstearun minhte ise tenzîlen vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Sâffât Sûresi 24. Ayet

وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقِفُوهُمْ ve durdurun onları و ق ف
2 إِنَّهُمْ çünkü onlar
3 مَسْئُولُونَ sorguya çekileceklerdir س ا ل

“Durdurun” buyruğu genellikle “hapsedin” şeklinde açıklanmıştır. “Sorguya çekilme” ile ilgili farklı açıklamalar yapılmışsa da bunun, inkârcılara dünyada yaptıklarının hesabının sorulacağı şeklinde yorumlanması isabetli görünmektedir. 23. âyette inkârcıların cehenneme sürülmesi yönünde bir buyruk yer almakta, 24. âyette ise sorgulamadan söz edilmektedir. Mantıkî olarak önce onların sorgusunun yapılması yani yargılanmaları, suçlulukları kesinleştikten sonra da cezalandırılacakları yere sevkedilmeleri gerektiği düşünülerek ilk bakışta 23. âyetle 24. âyetin sıralamasıyla ilgili bir tereddüt hatıra gelebilirse de (bk. Râzî, XXVI, 132), 23. âyet, yargılama öncesindeki genel bir itham ve tehdidi, 24. âyet ve devamı ise yargı sürecindeki gelişmeleri ifade ettiğinden böyle bir tereddüt ­yersizdir.

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 527-528

وَقِفُوهُمْ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayet اُحْشُرُوا ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir.

قِفُوهُمْ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 

اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَسْؤُ۫لُونَ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَسْؤُ۫لُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  سأل  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ

 

وَقِفُوهُمْ  cümlesi, önceki ayetteki … فَاهْدُوهُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetin ikinci cümlesi olan  اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ  ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Günün Mesajı
Ayet, Cenab-ı Allah'ın (cc. bütün kâinat üzerinde mutlak hakimiyet sahibi olduğu gerçeğine vurgu yapmaktadır. Doğular tâbiri, gezegenlerin ve yörüngelerinin kürevi olduğuna bir işarettir. Çünkü bu tabir, sonsuzca boyutlara telmihte bulunmaktadır ve yeryüzündeki her bir nokta, hem batısındaki noktaya göre, hem de güneşin doğuşuna göre ayrı bir doğudur. Ayrıca saat dilimleri tesbiti ve takvimcilikte faydalanılmak üzere her bir yarımkürede güneş için 180 ayrı doğuş noktası var sayılmıştır ve dolayısıyla tüm yeryüzü için ise 360 ayrı doğuş noktası söz konusudur. Bu sebeple ayet, meridyenleri de akla getirmekte ve mekân kavramındaki izafiliğe parmak basmaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın nefsi, bazı yönlerden, küçük bir çocuk gibidir. Eğitilmeye ve yol gösterilmeye ihtiyacı vardır. Yoksa en ufak istediği olmadığında ya da istemediği olduğunda yıkılır. Elindekilere fazlasıyla bağlanır ve sınır konulmadığında da en çok kendisi yıpranır. Bazı yönlerden de ergen gibidir. İstediği bir şey olmadığında hayatındaki güzellikleri tek bir hamleyle siler ve kendisine yapılan iyilikleri unutur. Ne kadar cesur olduğunu ya da belki de ne kadar umursamadığını göstermek için inadına sınırları zorlar ve hatta alaya alır. 

Halbuki, o bilmez ki, kurallar ve sınırlar kendisinin selameti içindir. Doğru uyumayı ve doğru beslenmeyi öğrenmezse; hem şimdi, hem de yetişkinliğinde sıkıntı çeker. Her istediğini elde ederse, ne için mutlu olacağını ya da neyin kıymetini bileceğini şaşırır. Doğru yaşamayan kulun, ahiretinde sıkıntı yaşaması gibidir. Biraz mutlu olacağım derken, kendisini derin bir mutsuzluğun içinde bulması gibidir. Bir çocuğun sınırsız dondurma ya da şeker yemesinin getirdiği zarar gibi dünyalıklara bağlanmak da yalnız ve yalnız zarar getirir.

Rabbim! Biliriz ki; yarattığın her şeyde ve koyduğun her sınırda bir hikmet ve ardında yatan bir sebep vardır. Ancak; bu demek değildir ki hepsinin mantığını biz anlayacağız ya da anlamak zorundayız. Eğer bu mümkün olsaydı; aynı dersleri gören her çocuk farklı değil, tıpatıp aynı başarıyı gösterirdi.

Rabbim! Nefsini terbiye etmeyip çocuk ya da ergen haliyle bırakanların, ayetlerinle alay edenlerin ve burunları sürtülerek diriltilenlerin hallerine benzemekten Sana sığınırız. Bizi; nefsini terbiye edenlerden ve Senin emirlerinde-sınırlarında bir hikmet olduğuna tam anlamıyla iman ederek itaat edenlerden eyle. Çabalarımızı kabul buyur ve bizden razı ol.

Amin.

***

Bir ilme ulaşmak, onu anlamak ve o ilimden fayda sağlamak ayrı nimetlerdir. Ortalama bir sınıfın her öğrencisi aynı bilgilere ulaşır ama hepsinin aynı derecede idrak etmesi mümkün olmadığı gibi sunulan bilgiyi anlayanların büyük bir kısmı da öğrendiklerini yarar sağlayacak şekilde yaşamlarına yansıtamayabilir. 

Bu belki de şuna benzer: her doktorun ortak bir tıp ilmi vardır. Çoğunun uzmanlık alanına göre hastalarının şikayetleri değişkenlik gösterir. Ve işleri doğrultusunda hastalarına yardım eden ama kendi sağlığına özen göstermeyenlerin sayısı da şaşılacak derecede çoktur. Demek ki bilmek tek başına yeterli değildir.

İslam’ın tebliğ edilmesi de müthiş bir bilgi kaynağıdır. Rasulullah (sa) kendisine emredildiği gibi çağrıda bulundu. O dönemden, bu döneme Allah’ın kelamını: Kimisi dinlemeyecek kadar cahildi. Kimisi duydu ama idrak edemedi. Kimisi okudu ama ömrünü doğru amellerle aydınlatamadı. Demek ki anlamanın da dereceleri vardır.

Kimi inkarcının cehaletinin sebebi bilgisizlik değil, önündekini nefsiyle okuyup değerlendirmektir. Yıllar boyu Allah’a ibadet eden ve görünürde belli bir ilme sahip olan şeytan, kibrine yenik düşüp Allah’ın emrine isyan ettiğinde bildiklerini hakiki manada kalbine indiremediği anlaşıldı. Demek ki işlenmeyen ilim her an sökülüp gidebilirdi.

Ey Allahım! Bütün ilimlerin sahibi Sensin ve dilediğine ilim verensin. Bize iki cihanda da huzur getirecek ve hem kendimize, hem de etrafımızdakilere fayda sağlayacak ilimler nasip eyle. Batıl ilimlere merak duymaktan ve onlarla vakit kaybetmekten muhafaza buyur. Bizi daima sağlam bilginin peşinden gidenlerden ve Senin ayetlerine tam bir teslimiyet ile iman edenlerden eyle. 

Ey Allahım! Kalplerimize ferahlık, zihinlerimize dinçlik ve bedenlerimize afiyet ver. Akıllarımızı ve bedenlerimizi hayırlı ilimlerle ve amellerle meşgul eyle. Doğru ilimleri öğrenmeyi ve öğrendiklerimizle amel etmeyi, bize sevdir ve kolaylaştır. Bizi Senin için yaşayan, ahiret gününe hazırlanan ve Senin rızanı kazanan kullarından eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji