Sâffât Sûresi 1. Ayet

وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ  ...

Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah’ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilâhınız gerçekten bir tek ilâhtır.  (1 - 4. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالصَّافَّاتِ andolsun ص ف ف
2 صَفًّا sıra sıra dizilenlere ص ف ف
 

İlk üç âyette hangi varlık topluluğundan bahsedildiği ve bunlara yüklenen işlevlerle ilgili ifadelerin ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu ifadelerle ya melek veya insan topluluklarının kastedilmiş olabileceğini belirten Râzî’nin açıklamalarından da (XXVI, 114-117) yararlanarak bu husustaki görüşleri şöyle özetleyebiliriz: 

a) Yaygın yorum, burada meleklerden söz edildiği yönündedir. Şevkânî’ye göre “sıra sıra dizilmiş olanlar”la dünyada insanların (ibadet için) saf tutmaları gibi semada saf tutan melekler kastedilmiştir. İbn Mes‘ûd, İbn Abbas, İkrime, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid ve Katâde bu görüştedirler (IV, 442). İbn Âşûr da, Arap putperestlerinde putların emrinde melekler bulunduğu şeklinde bir inancın yer almadığını, meleklerin, buyruğu altında görev yaptığı tek gerçek Tanrı’nın Allah olduğunu, dolayısıyla aşkın âlemin en değerli yaratıkları olan melekler üzerine yemin edilmekle sûrenin temel amacı olan ve 4. âyette altı çizilen Allah’ın birliği inancına dikkat çekildiğini söyler (XXIII, 82). Buna göre bu âyetlerde dolaylı olarak putperestlere hitaben şöyle denilmektedir: “Allah’ın huzurunda sıra sıra dizilip ibadetle meşgul olan, buyruğunun yerine getirilmesine hizmet eden ve zikir okuyan melekler bulunmaktadır. Tanrı yerine koyup taptığınız putların böyle hizmetçileri bulunmadığını siz de kabul ettiğinize göre onları Allah’a nasıl ortak koşabilirsiniz!”

Meleklerin sıra sıra dizilmesi, çoğunlukla saf tutarak ibadet etmeleri şeklinde yorumlanmıştır. Ancak bunun mecazi bir ifade olup meleklerin Allah katındaki farklı derecelerine işaret ettiği de belirtilmektedir (Râzî, XXVI, 114). 

“Engellemeye çalışanlar” diye çevirdiğimiz 2. âyet, meleklerin gök cisimlerini, en küçük bir sapmaya izin vermeksizin ilâhî buyruk ve yasalara itaat ettirmeleri, sevk ve idare etmeleri veya bütün kozmik ve dünyevî varlıkların ilâhî hüküm ve kanunlara boyun eğmelerini sağlamaları şeklinde açıklanır (İbn Atıyye, IV, 465) . Bunlar, ilk âyetteki meleklerden ayrı, özellikle bu işle görevlendirilmiş ayrı bir melekler topluluğu da olabilir (Taberî, XXIII, 34). 

“Anmak için okuyanlar”la da meleklerin Kur’an’ı, ilâhî kitapları (Zemahşerî, III, 295) veya ilâhî kitaplar da dahil olmak üzere Allah’ı zikir mahiyetindeki sözleri okumaları kastedilmiştir (Şevkânî, IV, 442). 

b) Bu âyetlerde bazı insan topluluklarından söz edilmiş olması da mümkündür. Bunlar, Râzî’nin ifadesiyle “Kendilerini Allah’a ibadete adamış olan ve bu özellikleriyle âdeta yer yüzünün melekleri sayılmaya değer bulunan yüce ve tertemiz beşerî ruhlar olabilir. Bu insanlar, Allah’ın huzurunda saf tutup namaz kıldıkları, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” diyerek şeytanın kalplerine zararlı dürtüler vermesini önledikleri ve namazda okudukları âyetlerle Allah’ı zikrettikleri için burada belirtilen niteliklerle Allah tarafından takdir edilmişlerdir. Ayrıca burada, insanları Allah’ın dinine davet eden, dinî ve ahlâkî bakımdan sakıncalı davranışlardan alıkoyan, Allah’ın hükümlerini yaşayan ve yaşatan âlimler topluluğu veya düşmana karşı saf tutup savaşan, harp meydanlarında yiğitçe haykırarak düşmanlarının kalplerine korku salan, Kur’an okuyup tekbir getirerek düşman üzerine saldıran mümin savaşçılar kastedilmiş olabilir. 

c) Burada Kur’an âyetlerinin bazı özellikleri de kastedilmiş olabilir. Buna göre ilk âyette Kur’an’ın konularının zenginliğine, tertip ve düzenine, âyetler arasındaki uyuma; 2. âyette insanların kötü fiilleri işlemelerini yasaklayan, 3. âyette de iyi işler yapmalarını emreden âyetlere işaret edilmiştir (Zemahşerî, III, 295; Râzî, XXVI, 116). Muhammed Esed, Kur’an âyetlerini aklîleştirme yönündeki temel eğiliminin bir sonucu olarak, Râzî’ye nisbet ettiği, aslında diğer tefsirlerde de geçen (meselâ bk. Taberî, XXIII, 33-34; İbn Atıyye, IV, 465) bu şıktaki görüşü tercih ederse de bu yaklaşımın “melekler” anlamını vermekten kaçınma saikine dayandığı anlaşılmaktadır. Oysa Kur’an’ın başka yerlerinde de gerek meleklerin gerekse ay, güneş gibi kozmik varlıkların Allah’ı tesbih ettikleri, buyruğuna göre hareket ettikleri yönünde sarih ifadeli birçok âyet bulunmaktadır. 

Bize göre bu âyetleri belli bir varlık türüne veya bir tür içindeki belli bir gruba hasretmek yerine, –ifadelerinin mutlaklığını da dikkate alarak– ilâhî yasalara boyun eğen bütün kozmik varlıklar yanında; aynı inanç ve kulluk bilincinde buluşup birleşerek Allah’a yönelen, ona kul olan; varlık düzeninde, ahlâkî ve dinî hayatta O’nun yasalarının egemen olması için çalışan; dilinde, gönlünde ve hayatında O’nun âyetlerini yaşatan, meleğiyle insanıyla bütün görünür ve görünmez varlıkların kastedildiğini düşünmek daha isabetlidir. 

Böylece bu âyetlerde başlıca özelliklerine işaret edilen varlıklar üzerine yemin edilerek Tanrı’nın birliğine vurgu yapılmakta ve bu suretle Araplar’ın benimsediği putperestlik yanında bütün çok tanrıcı inançlar kesin bir dille reddedilmekte; Allah, “göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin rabbi, doğuların rabbi” olduğuna göre, O’ndan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyip kulluk etmenin anlamsızlığı dile getirilmektedir. 

“(Güneşin) doğuş yerleri” diye çevirdiğimiz 5. âyetteki meşârık, meşrık kelimesinin çoğulu olup bu bağlamda mevsimlere, hatta yılın her bir gününe göre güneşin farklı doğuş noktalarına işaret etmektedir (bk. Taberî, XXIII, 35; İbn Âşûr, XXIII, 86-87). Muhammed Esed, âyetle ilgili olarak –bizim de katıldığımız– notunda şöyle demektedir: “Muhtelif gündoğumu noktalarının (meşârik) vurgulanması, yaratılmış fenomenlerdeki sonsuz çeşitliliğin, yaratıcının birliği ve benzersizliği ile karşıtlığını sergiler” (II, 910); yani yaratılanların çeşitliliğini ve yaratanın tekliğini ortaya koyar. Aynı yazarın, Rahmân sûresinin 17. âyetine düştüğü notta (III, 1097) belirttiği görüşe de katılıyoruz; orada olduğu gibi bu âyeti de Esed’in ifadesiyle, “Allah’ın, uzaydaki yörünge hareketlerinin nihaî etkeni olduğunu mecaz yoluyla anlatan bir ifade” olarak düşünmek yerinde olur.

 
Resul-i Eklem Sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur :”Biz diğer insanlara üç bakımdan üstün tutulduk. Bizim bağladığımız saflar meleklerin safları gibi değerli bulundu. Bütün yeryüzü bize mescit kılındı. Su bulamadığımız zaman toprak bizim için temizleyici kabul edildi.” 
(Müslüm , Mesacid 4;Ahmet b. Hanbel ,müsnet ,V, 383)

Yine Resulullah Efendimiz, asabına:” Meleklerin Rableri huzurunda saf bağladığı gibi saf tutasınız ya!” buyurunca, Ashâb-ı ikram “Ya Resulallah melekler Rabbin huzurunda nasıl saf tutarlar?” diye sordu. O da şöyle cevap verdi:” öndeki safları doldurur boşluk bırakmayacak şekilde birbirlerine yakın dururlar .”(Muslim ,Salât 119 ;Nesai ,İmamet 28 ;İbni Mâce ,İkamet 50)
 

وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ

 

وَ  kasem vavıdır. وَالصَّٓافَّاتِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. 

صَفاًّۙ  amili ism-i fail  صَّٓافَّاتِ ‘nın mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الصَّٓافَّاتِ  kelimesi, sülasi mücerredi  صفف  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. وَ  kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  Muksemun bih olan  وَالصَّٓافَّاتِ  car mecruru, takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.

Cümle, mahzuf kasem ve dördüncü ayetteki cevapla birlikte kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  صَفاًّۙ  mef’ûlu mutlaktır.

صَفاًّۙ  -  صَّٓافَّاتِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Allah Teâlâ melek bölüklerine veya namazda ayaklarını düzene sokan meleklerin kendisine yahut [Şüphesiz, biz de sıra sıra diziliyizdir.] ayetindeki gibi, Allah’ın emirlerine nazır şekilde havada saf tutan meleklerin kanatlarına yemin etmektedir. [Sıra sıra dizilenler]den maksadın, tıpkı  وَٱلطَّیۡرُ صَـٰۤفَّـٰتࣲۖ  [özellikle de saf saf dizilerek uçan kuşlar…] (Nur 24/41) ayetindeki gibi, kuşlar olabileceği de söylenmiştir. O zaman  الزَّاجِرَاتِ  ‘Allah’a karşı işlenen isyanlardan vazgeçiren her şey’;  التَّالِيَاتِ  ise ‘Allah’ın kitabını okuyan herkes’ demek olur. Teheccüt vb. namazlarda saf tutan ilmiyle amil ulemanın kendisine ve cemaat saflarına; öğüt ve nasihatle caydıranlara; Allah’ın ayetlerini ve şeriat derslerini okuyan alimlerin kendisine yemin edilmesi de caizdir. Burada Allah yolunda savaşan, orduyu saf saf tanzim eden, atları cihat için sevk eden ve bütün bu meşgalelere rağmen Allah’ı zikretmekten geri durmayan serdarlara yemin ediliyor olması da caizdir. (Keşşâf)

Kur’an-ı Kerim’de en çok Allah ve Rabb َkelimeleri muksem bih olarak kullanılmıştır. Kur’an'da muksem bih olarak kullanılan güneşَ, gece, ay, dağ, yıldız gibi yaratılanların isimleri, Allah'ın yeminine mahsus olup önemlerine dikkat çekilmek üzere muksem bih olarak kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Burada Allah, meleklerin sınıflarına yemin etmektedir. (Ebüssuûd)

Ayetin başındaki وَ  harfi kasem (yemin) içindir. صَّٓافَّاتِ  ise, saf bağlayıp duran topluluk anlamındaki  صفٌَ  kelimesinin çoğuludur. ”Saff"; bir şeyi düzgün çizgi üzerine koymak, yerleştirmektir. Buna göre, namaz kılmak veya savaş için bir grubu sıraya sokup saf düzenine getirdiğin zaman  صافَّةُ القوم  dersin. Allah Teâlâ, ibadet için gökte saf halini alan meleklere; veya safları düzenleyen ve kendilerini saf haline getiren melek gruplarına, yani itaat ve hizmet pozisyonundaki saf düzenini organize eden meleklere yemin etmiştir. (Ruhu’l Beyan)