Sâffât Sûresi 17. Ayet

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  ...

“Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَابَاؤُنَا atalarımız da mı? ا ب و
2 الْأَوَّلُونَ evvelki ا و ل
 

Putperest Araplar’da âhiret inancı yoktu; bu da onlarda sadece bir inanç eksikliği olarak kalmıyor, ayrıca tam bir ahlâkî sorumsuzluğa kapılmalarına yol açıyor; toplumda gücüne ve servetine güvenen seçkinler zümresinin bilhassa insan haklarına dair konularda her türlü haksızlık ve adaletsizliği kendileri için meşrû görmeleri gibi tehlikeli bir anlayışı besliyordu. Bu sebeple Kur’an-ı Kerîm’in, Allah’ın birliği ilkesinin yanında en önemli itikad konusu olarak, herkesten bu dünyada yapıp ettiklerinin hesabının sorulacağı bir ikinci hayatın varlığını kabul etmeyi gerektiren âhiret inancı üzerinde ısrarla durduğu, birçok defa bu iki inanç ilkesini yan yana zikrettiği, buna karşılık putperestlerin de burada ileri sürdükleri gibi güya aklî bakımdan imkânsız gördüklerini söyleyerek bu inancı şiddetle reddettikleri görülmektedir. 

Bir önceki sûrede (Yâsîn 36/77-83) putperestlerin öldükten sonra tekrar dirilmeyi ve âhireti inkâr etmelerine karşı çok açık ve ikna edici kanıtlar ortaya konmuştu; burada ise onların, “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz? Geçmişteki atalarımız da mı?” şeklindeki alaylı bir üslûpla sordukları soruya, “Evet, hem de burnunuz yere sürtülerek!” diye cevap verildikten sonra kısaca kıyametin dehşetine ve bunun inkârcılar üzerinde doğuracağı psikolojik etkiye değinilmektedir.

Tefsirlerde “korkunç ses” diye çevirdiğimiz 19. âyetteki zecre kelimesinin, sûrun ikinci üflenişi sırasında çıkaracağı, bütün ölülerin kaçınılmaz olarak dirilmelerini sağlayacak olan dehşetli sesi ifade ettiği belirtilmektedir; “Bunun ardından birden onlar etrafa şaşkınlıkla bakıyor olacaklar” anlamındaki ifade de bunu göstermektedir. Nitekim Zümer sûresinde de sûra iki defa üfleneceği bildirilmiş, ardından da, “Sonra sûr yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar” buyurulmuştur. 20. âyet, âhireti inkâr edenlerin, yeniden dirildikten sonra gerçeği anlayıp hayıflanmalarını ve “İşte hesap günü!” diyerek artık sonuç getirmeyecek bir ikrarda bulunacaklarını anlatmaktadır (Süddî, 20. âyet metnindeki yevmü’d-dîn deyimini “hesap günü” olarak yorumlamıştır; bk. Taberî, XXIII, 46).

 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 525-526
 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ

 

Hemze istifham harfidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰبَٓاؤُ۬نَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا ‘nin sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Haber mahzuftur. Takdiri, آباؤنا يبعثون أيضا (Babalarımız da aynı şekilde diriltilecek) şeklindedir.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ

 

Hemze istifham, وَ  atıf harfidir. Ayet, önceki ayetteki  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat vardır.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا , takdiri  مبعوثون (Diriltilecekler) olan mahzuf haber için mübtedadır. 

الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Önceki ayette  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  [Biz yeniden diriltilecek miyiz?] dedikten sonra sadece  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [atalarımız da mı?] sözüyle yetinilmiş  لَمَبْعُوثُونَۙ  lafzı hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831) 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [Peki ya ilk atalarımız?] ifadesi  اِنَّا ’daki اِنَّ  ve isminin mahalline ya da  مَبْعُوثُونَۙ (diriltilecekmişiz) ifadesindeki zamire matuftur;  مَبْعُوثُونَۙ  atfını caiz kılan şey ise istifham hemzesi ile ayrılmış olmasıdır ki, -daha da uzak bularak- يبعثون أيضا آباؤنا (Atalarımız da mı diriltilecekmiş!?) anlamındadır. (Onlar çok önce yaşamışlar; dolayısıyla dirilmeleri çok daha uzak ve boş bir iddiadır!) demek istiyorlar. İfade  أوْ آباؤنا  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)