Sâffât Sûresi 30. Ayet

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ  ...

“Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 كَانَ ve yoktu ك و ن
3 لَنَا bizim
4 عَلَيْكُمْ sizi zorlayacak
5 مِنْ hiçbir
6 سُلْطَانٍ gücümüz س ل ط
7 بَلْ bilakis
8 كُنْتُمْ siz idiniz ك و ن
9 قَوْمًا bir toplum ق و م
10 طَاغِينَ azgın ط غ ي
 

Militan örgüt mensuplarının, yaşadıkları hezimet ve dağılma sürecinin ardından birbirine düşmeleri, birbirlerini suçlamaları gibi inkârcıların da dünyadaki sapkınlık ve haksızlıklarının bedelini ödeme noktasına geldiklerini görünce birbirlerini nasıl suçlayacakları anlatılmaktadır. 

Taberî (XXIII, 48-49), İbn Atıyye (IV, 469) gibi bazı müfessirler, burada suçlayanların inkârcılar, suçlananların da onları hak yoldan saptıran görülmez varlıklar (cinler, şeytanlar) olduğunu ileri süren rivayetlere itibar etmişlerdir. Ancak çoğunluğun yorumuna göre suçlayanlar sıradan inkârcılar, suçlananlar da onların liderleri konumunda olan­lardır. 

Sözlükte “sağ taraf” ve “and” mânalarına gelen âyet metnindeki yemîn kelimesinin kullanımdaki değişik anlamları nedeniyle 28. âyet farklı şekillerde yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, III, 299). Bizim de tercih ettiğimiz bir yoruma göre eski Arap kültüründe sağ taraf uğurlu, sol taraf uğursuz sayılır, bir şeyin sağdan gelmesi uğur ve hayır olarak yorumlanırdı. Kur’an’da iyilerin amel defterlerinin sağ taraflarından, kötülerin amel defterlerinin de sol taraftan verileceğini bildiren ifade tarzı da (Hâkka 69/19, 25) sağ ve sol kelimelerinin gelenekteki bu simgesel kullanımına dayanmaktadır (Zemahşerî, III, 299; Râzî, XXVI, 134). Dolayısıyla âyetteki “Sağ taraftan gelirdiniz” ifadesi mecazi bir anlatım olup, “Bize hakkımızda hayırlı olacak teklifler getirdiğinizi söyler, bize karşı iyi niyetli, sureti haktan görünürdünüz; ama şimdi anlıyoruz ki gerçekte bizi kandırmış, haktan saptırmışsınız, bize kötülük etmişsiniz” anlamına gelmektedir. Hemen bütün tefsirlerde yemîn kelimesinin “and”mânasından hareketle âyetin, “İnkârcılar, kendilerini saptıran liderlerine âhirette, ‘Siz yeminler ederek bizi ayartıp yoldan çıkardınız’ diye suçlayacaklar” şeklinde anlaşılabileceği veya aynı kelimenin “kuvvet, otorite” anlamında da kullanıldığını dikkate alarak âyeti, “Bize karşı kuvvet kullanarak, üzerimizde otorite kurarak bizi haktan saptırdınız” şeklinde yorumlanabileceği de söylenmiştir. 

Sonuç olarak burada inkârcıların, âhiretteki âkıbetlerini görünce kendilerini saptıran önderleri suçlayacakları; onların da bu suçlamalara karşı 29-32. âyetlerdeki ifadelerle kendilerini savunacakları bildirilmektedir. Kuşkusuz âhiretle ilgili bu tasvirin yapılmasının asıl amacı, toplumların hem yöneten hem de yönetilen kesimlerini uyarmaktır. Buna göre yönetenler böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalacaklarını düşünerek despotik ve saptırıcı uygulamalardan kaçınmalıdırlar; yönetilenler de başkalarının güdümüne girmeden, onurlu bir kişilik sergileyerek, Allah’ın karşısında sorumlu tutulacakları inanç ve davranış konularında kendi iradeleriyle özgür ve bilinçli bir şekilde karar verip seçim yapmalıdırlar. 31-33. âyetlerin üslûbundan öyle anlaşılıyor ki, yönetimi altındakileri peygamberin gösterdiği doğru yoldan saptıranlar hem kendi günahlarından hem de başkalarını saptırmalarından dolayı, kezâ sapanlar da yine hem yoldan çıkmalarından hem de başkalarının uydusu olmalarından dolayı ceza göreceklerdir. 

Devamındaki açıklamalar, 34. âyetteki “suçlular” (mücrimîn) kelimesiyle inkârcıların kastedildiğini göstermektedir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 528-529
 

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  لَـنَٓا  car mecruru mahzuf  كَانَ ‘in mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

عَلَيْكُمْ  car mecruru  سُلْطَانٍ ‘ın mahzuf haline mütealliktir.  مِن  harf-i ceri zaiddir.  سُلْطَانٍ  kelimesi lafzen mecrur,  كَانَ ‘in haberi olarak mahallen mansubdur. 


 بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ

 

بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

كُنْتُمْ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كان'in  ismi, cemi müzekker olan تُمْ  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

قَوْماً  kelimesi  تَكُونُوا ’nun haberi olup fetha ile mansubdur. طَاغ۪ينَ  kelimesi  قَوْماً ‘ın sıfatı olup cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طَاغ۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  طغى  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ 

 

وَ , atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan  لَنَا , nakıs fiil  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

مِنْ سُلْطَانٍ  car mecruruكَانَ ‘nin muahhar ismidir. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle  سُلْطَانٍ  lafzen mecrur, mahallen merfudur. عَلَيْكُمْ car mecruru,  سُلْطَانٍۚ ‘in mahzuf haline mütealliktir.

مِنْ سُلْطَانٍ ‘deki tenvin, kıllet ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. 

مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr, 3/79)

Onların, "Ve bizim size karşı bir hakimiyetimiz de yoktu" şeklindeki sözler, "Bizim sizin üzerinizde bir hakimiyetimiz yoktu ki, sizi zorlamış olalım ve sizi mecbur edelim" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلِ  idrâb harfi, intikal içindir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَلْ  harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

طَاغ۪ينَ  kelimesi  قَوْماً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

طَاغ۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu vasfın, mevsufun devamlı bir özelliği olduğuna işaret etmiştir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124) 

مَا كَانَ - كُنْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. Ayrıca bu kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَوْماً ‘deki tenvin tahkir ifade eder.

Onların, "Aksine siz (zaten) azgınlar güruhu idiniz" demeleri, "Siz, zaten sapkındınız; yoldan çıkmış ve Allah'a isyana dalmış idiniz" demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)