قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
Militan örgüt mensuplarının, yaşadıkları hezimet ve dağılma sürecinin ardından birbirine düşmeleri, birbirlerini suçlamaları gibi inkârcıların da dünyadaki sapkınlık ve haksızlıklarının bedelini ödeme noktasına geldiklerini görünce birbirlerini nasıl suçlayacakları anlatılmaktadır.
Taberî (XXIII, 48-49), İbn Atıyye (IV, 469) gibi bazı müfessirler, burada suçlayanların inkârcılar, suçlananların da onları hak yoldan saptıran görülmez varlıklar (cinler, şeytanlar) olduğunu ileri süren rivayetlere itibar etmişlerdir. Ancak çoğunluğun yorumuna göre suçlayanlar sıradan inkârcılar, suçlananlar da onların liderleri konumunda olanlardır.
Sözlükte “sağ taraf” ve “and” mânalarına gelen âyet metnindeki yemîn kelimesinin kullanımdaki değişik anlamları nedeniyle 28. âyet farklı şekillerde yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, III, 299). Bizim de tercih ettiğimiz bir yoruma göre eski Arap kültüründe sağ taraf uğurlu, sol taraf uğursuz sayılır, bir şeyin sağdan gelmesi uğur ve hayır olarak yorumlanırdı. Kur’an’da iyilerin amel defterlerinin sağ taraflarından, kötülerin amel defterlerinin de sol taraftan verileceğini bildiren ifade tarzı da (Hâkka 69/19, 25) sağ ve sol kelimelerinin gelenekteki bu simgesel kullanımına dayanmaktadır (Zemahşerî, III, 299; Râzî, XXVI, 134). Dolayısıyla âyetteki “Sağ taraftan gelirdiniz” ifadesi mecazi bir anlatım olup, “Bize hakkımızda hayırlı olacak teklifler getirdiğinizi söyler, bize karşı iyi niyetli, sureti haktan görünürdünüz; ama şimdi anlıyoruz ki gerçekte bizi kandırmış, haktan saptırmışsınız, bize kötülük etmişsiniz” anlamına gelmektedir. Hemen bütün tefsirlerde yemîn kelimesinin “and”mânasından hareketle âyetin, “İnkârcılar, kendilerini saptıran liderlerine âhirette, ‘Siz yeminler ederek bizi ayartıp yoldan çıkardınız’ diye suçlayacaklar” şeklinde anlaşılabileceği veya aynı kelimenin “kuvvet, otorite” anlamında da kullanıldığını dikkate alarak âyeti, “Bize karşı kuvvet kullanarak, üzerimizde otorite kurarak bizi haktan saptırdınız” şeklinde yorumlanabileceği de söylenmiştir.
Sonuç olarak burada inkârcıların, âhiretteki âkıbetlerini görünce kendilerini saptıran önderleri suçlayacakları; onların da bu suçlamalara karşı 29-32. âyetlerdeki ifadelerle kendilerini savunacakları bildirilmektedir. Kuşkusuz âhiretle ilgili bu tasvirin yapılmasının asıl amacı, toplumların hem yöneten hem de yönetilen kesimlerini uyarmaktır. Buna göre yönetenler böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalacaklarını düşünerek despotik ve saptırıcı uygulamalardan kaçınmalıdırlar; yönetilenler de başkalarının güdümüne girmeden, onurlu bir kişilik sergileyerek, Allah’ın karşısında sorumlu tutulacakları inanç ve davranış konularında kendi iradeleriyle özgür ve bilinçli bir şekilde karar verip seçim yapmalıdırlar. 31-33. âyetlerin üslûbundan öyle anlaşılıyor ki, yönetimi altındakileri peygamberin gösterdiği doğru yoldan saptıranlar hem kendi günahlarından hem de başkalarını saptırmalarından dolayı, kezâ sapanlar da yine hem yoldan çıkmalarından hem de başkalarının uydusu olmalarından dolayı ceza göreceklerdir.
Devamındaki açıklamalar, 34. âyetteki “suçlular” (mücrimîn) kelimesiyle inkârcıların kastedildiğini göstermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 528-529قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ تَكُونُوا cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri, ما أضللناكم (Sizi biz dalalete düşürmedik.) şeklindedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَكُونُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum, nakıs muzari fiildir. تَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi تَكُونُوا ’nun haberi olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا بَلْ
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İdrâb harfi بَلْ , intikal içindir.
بَلْ ; idrâb edatıdır. İdrâb, sözlükte ‘dönüş yapmak, vazgeçmek’ demektir. Rummânî بَلْ edatını ‘sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır’ şeklinde tanımlamıştır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri ما أضللناكم (Sizi biz dalalete düşürmedik.) olan mekulü’l-kavli cümlesi mahzuftur.
لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
İstînafiyye olarak fasılla gelen لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ cümlesi menfi muzari sıygada gelen nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi ism-i fail vezninde gelerek isim cümlesinin sübut ifadesini kuvvetlendirmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek istimrar ifade etmiştir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124 Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s.124)
مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
Cenab-ı Hak, liderlerin ve başkanların, idare ettikleri o kimselere verdikleri cevâbı şu şekilde anlatmıştır:
Liderler, idare edilenlere "Hayır, siz (zaten) iman eden kimseler değildiniz" demişlerdi. Bu, ‘Sizler zaten imanla muttasıf değildiniz ki, bizim sizi, o imandan uzaklaştırdığımız söylenebilsin!’ demektir. Ya da bu, ‘Bizim sizin üzerinizde bir hakimiyetimiz yoktu ki, sizi zorlamış olalım ve sizi mecbur edelim’ demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Onlar da derler ki: Hayır, siz iman üzere değil idiniz. Katâde dedi ki: Bu şeytanların onlara söyleyecekleri bir sözdür. İleri gelenlerin sözleri olduğu da söylenmiştir. Yani sizler hiçbir zaman mümin olmadınız ki, biz sizi imandan küfre çevirmiş olalım. Aksine sizler zaten küfür üzere idiniz ve onu âdet ve alışkanlık haline getirmiş olduğunuz için küfür üzere kalmaya devam ettiniz. (Kurtubî)