طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
Râgıb el-İsfahânî zakkûm kelimesini kısaca, “cehennemde bulunan iğrenç yiyecekler” şeklinde açıklar (el-Müfredât, “zkm” md). Kaynaklar, Yemen’in Tihâme bölgesiyle çöle yakın kurak arazilerde yetişen, küçük yapraklı, kötü kokulu, deriye isabet ettiğinde ölüme götürebilecek ölçüde yara açan zehirli bir bitkiye zakkum denildiğini belirtirler (İbn Âşûr, XXIII, 122). 65. âyette zakkumun tomurcuklarının “şeytanların başları”na benzetilmesi, onun gerek tadı gerekse görünüşü itibariyle son derece iğrenç olduğuna delâlet eder. Nitekim Araplar çirkin görüntülü şeylere, “şeytanın kellesi gibi” derlerdi. Bir yılan türüne şeytan isminin verildiği, dolayısıyla âyette zakkum başağının yılan başına benzetilmiş olabileceği de söylenmektedir (Taberî, XXIII, 64; Zemahşerî, III, 302). Müfessirler genellikle “Kur’an’da lânetlenen ağaç”tabiriyle (İsrâ 17/60) zakkumun kastedildiğini belirtirler. Zemahşerî, 62. âyet metnindeki “nüzül” kelimesiyle müminlerin cennette nâil olacakları güzel ikramlara, zakkum kelimesiyle de inkârcıların cehennemde maruz kalacakları elem ve acılara işaret edildiğini belirtir ve her iki durumu da insanların kendi seçimlerinin birer sonucu olarak gösterir (III, 302).
“Sınama aracı” diye çevirdiğimiz 63. âyetteki fitne, “sınav, deneme” demektir; Kur’an’da daha çok müminin inancını tehlikeye sokan, yer yer de burada olduğu gibi inkârcıların bir imtihan vermelerine yol açan sıkıntılı olaylar, durumlar için kullanılır (bilgi için bk. Bakara 2/191). Müfessirler zakkum ağacının bir fitne (deneme aracı) olarak gösterilmesini de şöyle açıklarlar: Cehennemde böyle bir ağaç bulunacağı bildirilince Ebû Cehil gibi fırsatçı müşrikler, “Muhammed hem cehennemin taşı bile kavuracağını söylüyor hem de orada ağaç biteceğinden söz ediyor” diyerek Resûlullah’ı alaya almışlar, bunun üzerine konumuz olan âyet inmiştir (Taberî, XXIII, 63-64; İbn Atıyye, IV, 475). Buna göre söz konusu ağaçla ilgili olarak Kur’an’da verilen bilgi bir imtihandır; mümin bu bilgiye inanmakla bu imtihanı da kazanmış, kâfir ise inkâr etmekle imtihanı kaybetmiş olur.
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi شَجَرَةٌ ‘ün ikinci sıfatı olup merfûdur.
طَلْعُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. هُ muttasıl zamiri كَاَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ izafeti, كَاَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الشَّيَاط۪ينِ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir.طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
شَجَرَةٌ için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh طَلْعُهَا , veciz anlatım kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir.
طَلْعُهَا mübtedadır.
كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi طَلْعُهَا ’nın haberidir. Tekid ve teşbih harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ’nin ismi هُ zamiri, haberi رُؤُ۫سُ ’dur.
اَصْلِ - رُؤُ۫سُ ve الشَّيَاط۪ينِ - جَح۪يمِۙ ve شَجَرَةٌ - طَلْعُ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh hazf edildiği için mücmeldir.
Bu ayeti açıklarken رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ (şeytanların başları) ile ilgili yanlış kanaatleri zikrettikten sonra şeytanın suretini ya da resmini görmesek de yalnız Arapların değil bütün Müslümanların hatta herkesin şeytanın çirkinliği konusunda hemfikir olduklarını, Kur’an’ın da insanların zihinlerinde yerleşmiş bir mefhumu göz önünde bulundurarak bu benzetmeyi yaptığını belirtmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı-Âşûr)
Aslında طَلْعُ sözü, hurma tomurcuğu için kullanılır. Lafzî veya manevî bir istiare (teşbih) ile, bu kelime zakkum ağacının filizlenip çıkan kısmı hakkında kullanılmıştır." İbn Kuteybe ise ona bu adın, her sene adeta yeniden tulu ettiği (doğduğu) için verildiğini söyler. Bundan ötürü, hurmanın meyvesinden ilk çıkan şeye طلع النحل denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Müfessir bu ayette muhatabın zihninde şeytan ile ilgili olarak, “hiçbir iyilik bulunmayan sırf kötülük veya çirkinliğin en üst basamağı algısının oluşturulması, hayali benzetme yoluyla amaçlanmıştır, diyerek görüşlerine açıklık getirir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları-Fahreddin er-Râzî)
Bu ayette korkunç ve iğrenç olma bakımından şeklinde takdir edilebilecek olan vech-i şebeh hazf edildiği için teşbih-i mücmel vardır. (Süleyman Recep Çıbıklı , Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
Beyzâvî, buradaki teşbihi şu ifadelerle gösterir: “Tomurcukların şeytanların başlarına benzemesi çirkinlik ve korkunçluk bakımındandır. Bu tahyîli bir teşbihtir. Üstün ve iyi olan birisini meleğe benzetmek gibi.
Şeytanlar ve onların başlarının mevcudiyeti her ne kadar gerçek olsa da insanlar onları göremedikleri için hariçte bunların insan için bir gerçekliği yoktur. Onları ancak hayal yoluyla tasavvur edebilirler. Vehim gücüyle insanların hayalinde şeytanlar suret ve sîret bakımından son derece çirkin ve korkunç varlıklar olarak canlanırlar. Melekler ise üstün faziletlerinden dolayı hem suret hem de sîret bakımından insanlar tarafından son derece latif varlıklar olarak tahayyül edilirler. Bundan dolayı iyi ve güzel şeyler meleklere, kötü ve çirkin şeyler de şeytanlara benzetilir.
Bu teşbih kurgusunda edat zikredildiği için bu teşbih mürsel, vech-i şebeh hazf edildiği için mücmeldir. Müfessirimiz, müşebbeh ve müşebbehün bihte mahzuf ortak niteliğin “çirkinlik ve korkunçluk” olduğu kanaatindedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Bu ayette, dış dünyada varlığı olmayan ancak onu meydana getiren parçaları görme ve dokunma duyularıyla hissedilebilen ağacın (zakkum) tomurcukları (müşebbeh), ne kendisi ne de parçaları dış dünyada bulunmayan ancak aklî olarak idrâk edilebilen şeytanın başlarına (müşebbehün bih) benzetilmiştir. (Sara Çınar, Arap Dili Ve Belâgatinda Teşbih)
Bu teşbih de Cehennem’de bulunan zakkum ağacı için yapılmıştır. Zakkum, günahkâr kâfirlerin Cehennem’deki yiyeceğidir. Ağaçların en kötüsüdür. Allah Teâlâ onun Cehennem’in kökünden çıktığını ve derinlerde büyüyüp geliştiğini ve dallanıp budaklandığını ifade etmiştir. Sonra da onun dallarını çirkinlik ve korkunçluk bakımından şeytanların kafalarına benzetmiştir. Burada aslında her iki taraf da korkunç, ürkütücü, sevimsiz olmakla beraber havass-ı hamseyle idrâk edilmeyen şeylerdendir. Bazı belâgat alimleri bu teşbihi ‘‘teşbîh-i vehmî‘‘ bazıları da ‘‘teşbîh-i tahyîlî‘‘ saymışlardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)