بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
يَقُولُ fiili قَر۪ينٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُصَدِّق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
Ayet, önceki ayetteki قَر۪ينٌۙ ’un sıfatı olarak fasılla gelmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkâri manadadır.(Âşûr) İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve takrir amacı taşıyan cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الصَّادِق۪ينَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.
Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında إِنَّ bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına إِنَّ gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi ism-i fail olarak gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
مُصَدِّق۪ينَ , öldükten sonra dirilmeyi kesinlikle tasdik edenler anlamındadır. Müminlerden kinayedir.
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً
Hemze istifham harfiidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِتْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِتْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
كُنَّا atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَّا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
تُرَاباً kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup lafzen mansubdur. عِظَاماً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مَد۪ينُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مَد۪ينُونَ kelimesi, sülasi mücerredi دين olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet, önceki ayet için beyaniyyedir. (Âşûr)
Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart manalı müstakbel zaman zarfı اِذَا ’nın dahil olduğu ءَاِذَا مِتْنَا cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Şart cümlesi olan مِتْنَا , zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اِذَا , takdiri نُبعث (Diriltiliriz) olan mahzuf cevap cümlesine mütealliktir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Ayette, onlarin ölmelerinin ve toprak ve kemik olmalarının zikredilmesi, yeniden dirilmeyi inkâr etmek üzerine bina edilen cezanın inkârını tekid içindir. (Ebüssuûd)
وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً cümlesi, şart cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s.124)
ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
Cevap için tefsiriyye olan cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Cümleye dahil olan hemze inkâri istifham harfidir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve inkârî manada geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu soruyu soranların maksadı cevap beklemek değildir. Gerçekte söylemek istedikleri ‘Biz tekrar diriltilecek değiliz. Böyle bir şey olmaz ve asla düşünülemez’ manasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَد۪ينُونَ kelimesi دين ‘den gelir ki, ceza manasınadır. (Beyzâvî-Keşşaf)
Ayet 16. ayetle aynıdır. İki ayet arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette ikinci istifham edatı birincisini tekid için tekrar edilmiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslubu)
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
هَلْ istifham harfidir. هَلْ muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
Mekulü’l-kavli اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُطَّلِعُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُطَّلِعُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ cümle, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cevap bekleme kastı olmayan bir soru olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ [Siz de bakar mısınız?] sözü bir istifham değildir, emir anlamındadır, bakınız, demektir. Bu açıklamayı İbnu'l-A'rabî ve başkaları yapmıştır. (Kurtubî)
Bu ayette konuşanın Allah Teâlâ yahut bir melek olduğu da söylenmiştir.
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ cümlesi قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ cümlesinden bedel-i iştimâldir. Çünkü هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ cümlesi, ilk cümlenin kapsadığı bir manadır. Onu tamamlar. (Âşûr)
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki قَالَ ‘ye matuftur.
اطَّـلَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَاٰهُ atıf harfi فَ ile makabline matuftur. رَاٰهُ fiili ي üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي سَوَٓاءِ car mecruru رَاٰهُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْجَح۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
رَاٰهُ bilmek anlamında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اطَّـلَعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi طلع ’dır. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ cümlesine atfedilmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Eşit anlamına gelen سَوَٓاءِ kelimesi, ayet-i kerimede ‘orta’ anlamındadır. Çünkü ortanın, her yana olan mesafesi eşittir. (Rûh’ul-Beyan-Âşûr)
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. تَا harficer olup yemin harfidir. تَاللّٰهِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim.) şeklindedir. Mekulü’l-kavli تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنْ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; إنك şeklindedir. كِدْتَ fiili اِنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. كِدْتَ mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamir كِدْتَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farika olup zaiddir.
تُرْد۪ينِ fiili كِدْتَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur. تُرْد۪ينِ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
تُرْد۪ينِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ردى ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
Ayet istînâfi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr)
Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ cümlesi, yemin üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Kasem harfi تَ nedeniyle mecrur olan, muksemun bih تَاللّٰهِ , takdiri أقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.
Kasemin cevabı olan اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِ cümlesi, اِنْ harfi اِنَّ ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri إنك olan isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil كَاد ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
Haberin başına gelen lam-ı farika ve اِنْ olmak üzere iki tekid unsuru taşıyan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاد ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُرْد۪ينِۙ kelimesinin sonundaki نِۙ , vikayedir. Esre ise fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen, mütekellim zamirinden ivazdır.
اِنْ كِدْتَ ’deki اِنْ harfi, اِنَّ ’nin şeddesizi olup كَانَ ‘nin başına geldiği gibi كاد ‘nin de başına gelir. Bunun misali: إِن كَادَ لَیُضِلُّنَا ... ْ[bizi onlardan saptırmasına ramak kalmıştı!] (Furkān 25/42) ayetidir. لَ ise bu إِن ile olumsuzluk edatı olan إِن ’i birbirinden ayıran لَ ’dır. أردى helak etmek demektir. (Keşşâf)وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
لَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي cümlesi atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur.
لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
نِعْمَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودة (Mevcuttur)‘dür. Aynı zamanda muzâftır. رَبّ۪ي muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. كان nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ car mecruru كُنْتُ ’nun mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُحْضَر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
Ayet, kasemin cevabına وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. لَوْلَا cezmetmeyen şart harfidir.
Şart cümlesi olan نِعْمَةُ رَبّ۪ي , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri موجودة (Mevcuttur.) olan haber mahzuftur.
لَوْلَ ’nın cevabı olan لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ cümlesi, nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ ‘nin müteallakı olan haber mahzuftur.
Ayette geçen إحضر kelimesi ”Keşfü'l-Esrâr'da da belirtildiği gibi, sadece kötülük bahis konusu olduğu zaman kullanılır. Yani,’’ ben de azaba sevk edilenlerden olacaktım. Tıpkı sen ve senin gibilerin sevk edildiği gibi.’’ demektir. (Rûh’ul-Beyan)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَا | değil miyiz? |
|
2 | نَحْنُ | biz |
|
3 | بِمَيِّتِينَ | öleceklerden |
|
“Artık bir daha ölmeyeceğiz değil mi?” anlamındaki soru cümlesi, cennet hayatının sonsuzluğu konusunda bir kuşku ifadesi değil, orada bulunanların, nâil oldukları nimetlerden dolayı hissettikleri şaşkınlık ve mutluluğun büyüklüğünden dolayı söylenecek bir sözdür (Râzî, XXVI, 139). “Önceki ölüm”le bireyin dünya hayatının son bulduğu ölümü kastedilmiştir. “Amel sahipleri böylesi bir kurtuluş için çalışmalıdırlar” ifadesi ise âhiret mutluluğunu kazanmanın, dünyada bu uğurda harcanacak çabaya bağlı olduğunu göstermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 535
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
Hemze istifham harfidir. مَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ cümlesi, atıf harfi فَ ile mukadder sözün mekulü’l-kavline matuf olup, mahallen mansubdur. Takdiri, قال أهل الجنّة : «أنحن مخلّدون فما نحن بميّتين (Cennet ehli "Biz ölümsüzüz, ölmeyiz" dedi.) şeklindedir.
مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel ederek ismini ref, haberini nasb eder.
نَحْنُ munfasıl zamiri مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. مَيِّت۪ينَ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
Ayet, mukadder bir söze matuftur. Takdiri, قال أهل الجنّة (Cennet ehli dedi ki…) olabilir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. نَحْنُ , mübtedadır. Lafzen mecrur, mahallen merfû olan مَيِّت۪ينَۙ haberdir. بِ harf-i ceri tekid ifade eden zaid harftir.
اَفَمَا ’daki فَ ’nin atfedildiği şey hazf edilmiş olup mana şöyledir: Biz ebedi kılınıp nimetlere gark edileceğiz ve bir daha ölmeyecek, azap da görmeyeceğiz değil mi? بِمَيِّت۪ينَۙ ifadesi بمائتين şeklinde de okunmuştur. Mana şöyledir: Müminlerin durumu ve sıfatı şudur ki Allah, -onların amellerini bildiği için- (ilk ölümlerinden başka ölüm tatmayacaklarına) hükmetmiştir. (Keşşâf)
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى
اِلَّا istisna harfi olup istisna-i munkatı’adır. مَوْتَتَنَا müstesna olup fetha ile mansubdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاُو۫لٰى kelimesi sıfat olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
مَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ atıf harfi وَ ‘la مَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَ cümlesine matuftur. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
نَحْنُ munfasıl zamir مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. مُعَذَّب۪ينَ lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
مُعَذَّب۪ينَ kelimesi, sülasi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
اِلَّا istisna harfi, مَوْتَتَنَا müstesnadır. İstisna munkatı’ dır.
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى sözündeki istisna, ism-i failin durumu gibi şimdiki ve gelecekteki ölümü olumsuzladığından munkatı’ istisnadır. Bu sebeple müstesnanın olumsuzluğa dahil olmadığı durumlara munkatı’ istisna diyebiliriz. (Âşûr)
مَوْتَتَنَا için sıfat olan الْاُو۫لٰى , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
مَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا nefy harfi لَيْسَ gibi amel etmiştir. نَحْنُ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi, بِمُعَذَّب۪ينَ ise haberidir. بِ harfi zaiddir. مُعَذَّب۪ينَ lafzen mecrur, mahallen mansubdur.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا işaret zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَوْزُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ kelimesi الْفَوْزُ ‘ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Tezyîl menzilindedir. (Âşûr)
Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. هٰذَا işaret ismi اِنَّ ’nin ismi, هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ cümlesi ise haberidir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden هٰذَا ile müminlere verilen mükafata işaret edilmiştir.
Önceki ayetlerdeki hususları göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi هٰذَا ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Haber konumundaki لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin kemal vasıflara sahip olduğuna işaretin yanında hasr (Âşûr) ifade etmek üzere الْفَوْزُ , marife olarak gelmiştir. Hasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هُوَ mevsuf/maksûr, الْفَوْزُ sıfat/maksûrun aleyhtir.
الْفَوْزُ için sıfat olan الْعَظ۪يمُ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
لِمِثْلِ car mecruru يَعْمَلِ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. İşaret ismi هٰذَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, من أراد الفوز في الآخرة فليعمل له مثل ذلك في الدنيا (Kim ahirette kazanmak istiyorsa, dünyada da ahiret için aynısını yapsın.) şeklindedir. لْ emir lam’ıdır. يَعْمَلِ meczum muzari fiildir. الْعَامِلُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
عَامِلُونَ kelimesi, sülasi mücerredi عمل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Halin hikayesi için tezyildir. (Âşûr)
Şart üslubunda gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِمِثْلِ , kasr için, amili olan فَلْيَعْمَلِ ’ye takdim edilmiştir.
فَ , şartın cevabına gelen rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri; من أراد الفوز في الآخرة (Kim ahirette kazanmak istiyorsa...) olan şart cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Önceki ayetlerdeki hususları göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi هٰذَا ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
هٰذَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Cevap fiiline dahil olan لْ , emir lamıdır.
عَامِلُونَ - يَعْمَلِ kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Çalışanlar bu gibi şey için çalışsınlar, yani bu gibi şeyi elde etmek için çalışmak vaciptir; çabuk geçen ve acılarla karışık dünya zevkleri için değil. Bunun da kendi sözlerinden ve Allah kelamından olma ihtimali vardır. (Beyzâvî)
لِمِثْلِ ‘deki لِ sebebiyyedir. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifadesi içindir. Yani, onun dışında başka bir şey için çalışmasınlar anlamındadır. İşte bu, müşrik topluluğun iyi bir şey yaptıkları zannıyla övünüp durdukları kumar gibi eylemleri ret için gelmiş bir kalp kasrıdır. (Âşûr)اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
Râgıb el-İsfahânî zakkûm kelimesini kısaca, “cehennemde bulunan iğrenç yiyecekler” şeklinde açıklar (el-Müfredât, “zkm” md). Kaynaklar, Yemen’in Tihâme bölgesiyle çöle yakın kurak arazilerde yetişen, küçük yapraklı, kötü kokulu, deriye isabet ettiğinde ölüme götürebilecek ölçüde yara açan zehirli bir bitkiye zakkum denildiğini belirtirler (İbn Âşûr, XXIII, 122). 65. âyette zakkumun tomurcuklarının “şeytanların başları”na benzetilmesi, onun gerek tadı gerekse görünüşü itibariyle son derece iğrenç olduğuna delâlet eder. Nitekim Araplar çirkin görüntülü şeylere, “şeytanın kellesi gibi” derlerdi. Bir yılan türüne şeytan isminin verildiği, dolayısıyla âyette zakkum başağının yılan başına benzetilmiş olabileceği de söylenmektedir (Taberî, XXIII, 64; Zemahşerî, III, 302). Müfessirler genellikle “Kur’an’da lânetlenen ağaç”tabiriyle (İsrâ 17/60) zakkumun kastedildiğini belirtirler. Zemahşerî, 62. âyet metnindeki “nüzül” kelimesiyle müminlerin cennette nâil olacakları güzel ikramlara, zakkum kelimesiyle de inkârcıların cehennemde maruz kalacakları elem ve acılara işaret edildiğini belirtir ve her iki durumu da insanların kendi seçimlerinin birer sonucu olarak gösterir (III, 302).
“Sınama aracı” diye çevirdiğimiz 63. âyetteki fitne, “sınav, deneme” demektir; Kur’an’da daha çok müminin inancını tehlikeye sokan, yer yer de burada olduğu gibi inkârcıların bir imtihan vermelerine yol açan sıkıntılı olaylar, durumlar için kullanılır (bilgi için bk. Bakara 2/191). Müfessirler zakkum ağacının bir fitne (deneme aracı) olarak gösterilmesini de şöyle açıklarlar: Cehennemde böyle bir ağaç bulunacağı bildirilince Ebû Cehil gibi fırsatçı müşrikler, “Muhammed hem cehennemin taşı bile kavuracağını söylüyor hem de orada ağaç biteceğinden söz ediyor” diyerek Resûlullah’ı alaya almışlar, bunun üzerine konumuz olan âyet inmiştir (Taberî, XXIII, 63-64; İbn Atıyye, IV, 475). Buna göre söz konusu ağaçla ilgili olarak Kur’an’da verilen bilgi bir imtihandır; mümin bu bilgiye inanmakla bu imtihanı da kazanmış, kâfir ise inkâr etmekle imtihanı kaybetmiş olur.
Zeqame زَقَمَ :
Bu زَقُّومٌ sözcüğü cehennemdeki iğrenç/tiksindirici/kötü bir yiyeceğin ismidir. Buradan müstear olarak 'Falan kişi zakkum yedi' denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zakkum ve zıkkımdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
Hemze istifham harfidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. نُزُلاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ - Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَجَرَةُ kelimesi اَمْ atıf harfi ile mübteda ذٰلِكَ ‘ye matuftur. الزَّقُّومِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve alay amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. İşaret ism-i ذٰلِكَ mübtedadır. Haber olan خَيْرٌ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene tahkir manasının yanında müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesi içindir.
نُزُلاً temyiz olarak ıtnâbdır.
شَجَرَةُ الزَّقُّومِ atıf harfi اَمْ ’le mübteda olan ذٰلِكَ ’ye atfedilmiştir.
Duruma işaret edilen ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Ayetteki iki cümle arasında ihtibâk sanatı vardır. اَذٰلِكَ خَيْرٌ [Bu mu hayırlıdır] dedikten sonra sadece شَجَرَةُ الزَّقُّومِ lafzıyla yetinilmiş, خَيْرٌ (hayırlıdır) kısmı hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
İkramca bu mu hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? öyle bir ağaç ki, meyvesi cehennemliklerin ikramıdır. نُزُلاً temyiz yahut hal olarak mansubtur. Onun zikredilmesi şunu göstermek içindir ki, cennet halkı için sayılan nimetler oraya inene ikram olarak takdim edilen şey gibidir. Onlar için daha bunun ötesinde akılların alamayacağı şeyler vardır. Cehennem halkı için zakkum da öyledir. O da küçük yapraklı, kötü kokulu ve acı bir ağacın adıdır; Tihame çölünde olur, burada niteliği anlatılan ağaca ad olmuştur. (Beyzâvî)
Burada نُزُلاً ile cennetteki ziyafet yemeği kastedilmiş olabilir. (Âşûr)
Cennetlikler için takdir edilmiş olan rızıkların neticesi, lezzet ve sürürdür; zakkum ağacının neticesi ise, elem ve kederdir. Hayırlı ve iyi olma açısından, bu iki şeyin birbirine kıyas bile edilemeyeceği malumdur. Fakat bu ifade, ya cehennemliklerle alay etmek için, yahut da mü'minlerin, kendilerini bu güzel rızka ulaştıran şeyi, kâfirlerin ise kendilerini bu elem verici azaba götürecek şeyi tercih etmiş olmalarından ötürü söylenmiştir. İşte bu sebeple kâfirleri, kötü tercihlerinden dolayı azarlamak için böyle söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
İbn Düreyd, "Zakkum", تذقٌُم kökünden değildir. Çünkü zakkum, bir şeyi hoş olmayan şekilde aşırı derecede yemek demektir. Nitekim,"Falanca geceleyin zakkumlandı" denilir. Kur'an'ın lafzının zahiri, bunun, kokusu hoş olmayan, alabildiğine sert ve onu yiyip-içen herkesin alabildiğine şiştiği bir ağaç olduğuna delalet eder.
(Fahreddin er-Râzî)
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِتْنَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِلظَّالِم۪ينَ car mecruru فِتْنَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
جَعَلْنَاهَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
لِلظَّالِم۪ينَ car mecruru, فِتْنَةً ’e veya onun mahzuf sıfatına mütealliktir. فِتْنَةً ’deki tenvin tahkir ve nev içindir.اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هَا muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. شَجَرَةٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olarak lafzen merfûdur. تَخْرُجُ cümlesi شَجَرَةٌ ‘ün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَخْرُجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. ف۪ٓي اَصْلِ car mecruru تَخْرُجُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. جَح۪يمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ cümlesi, شَجَرَةٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Car mecrurun müteallakı تَخْرُجُ ’dur.طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi شَجَرَةٌ ‘ün ikinci sıfatı olup merfûdur.
طَلْعُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. هُ muttasıl zamiri كَاَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ izafeti, كَاَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الشَّيَاط۪ينِ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir.طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
شَجَرَةٌ için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh طَلْعُهَا , veciz anlatım kastına matuf olarak izafet formunda gelmiştir.
طَلْعُهَا mübtedadır.
كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi طَلْعُهَا ’nın haberidir. Tekid ve teşbih harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ’nin ismi هُ zamiri, haberi رُؤُ۫سُ ’dur.
اَصْلِ - رُؤُ۫سُ ve الشَّيَاط۪ينِ - جَح۪يمِۙ ve شَجَرَةٌ - طَلْعُ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh hazf edildiği için mücmeldir.
Bu ayeti açıklarken رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ (şeytanların başları) ile ilgili yanlış kanaatleri zikrettikten sonra şeytanın suretini ya da resmini görmesek de yalnız Arapların değil bütün Müslümanların hatta herkesin şeytanın çirkinliği konusunda hemfikir olduklarını, Kur’an’ın da insanların zihinlerinde yerleşmiş bir mefhumu göz önünde bulundurarak bu benzetmeyi yaptığını belirtmektedir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı-Âşûr)
Aslında طَلْعُ sözü, hurma tomurcuğu için kullanılır. Lafzî veya manevî bir istiare (teşbih) ile, bu kelime zakkum ağacının filizlenip çıkan kısmı hakkında kullanılmıştır." İbn Kuteybe ise ona bu adın, her sene adeta yeniden tulu ettiği (doğduğu) için verildiğini söyler. Bundan ötürü, hurmanın meyvesinden ilk çıkan şeye طلع النحل denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Müfessir bu ayette muhatabın zihninde şeytan ile ilgili olarak, “hiçbir iyilik bulunmayan sırf kötülük veya çirkinliğin en üst basamağı algısının oluşturulması, hayali benzetme yoluyla amaçlanmıştır, diyerek görüşlerine açıklık getirir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları-Fahreddin er-Râzî)
Bu ayette korkunç ve iğrenç olma bakımından şeklinde takdir edilebilecek olan vech-i şebeh hazf edildiği için teşbih-i mücmel vardır. (Süleyman Recep Çıbıklı , Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
Beyzâvî, buradaki teşbihi şu ifadelerle gösterir: “Tomurcukların şeytanların başlarına benzemesi çirkinlik ve korkunçluk bakımındandır. Bu tahyîli bir teşbihtir. Üstün ve iyi olan birisini meleğe benzetmek gibi.
Şeytanlar ve onların başlarının mevcudiyeti her ne kadar gerçek olsa da insanlar onları göremedikleri için hariçte bunların insan için bir gerçekliği yoktur. Onları ancak hayal yoluyla tasavvur edebilirler. Vehim gücüyle insanların hayalinde şeytanlar suret ve sîret bakımından son derece çirkin ve korkunç varlıklar olarak canlanırlar. Melekler ise üstün faziletlerinden dolayı hem suret hem de sîret bakımından insanlar tarafından son derece latif varlıklar olarak tahayyül edilirler. Bundan dolayı iyi ve güzel şeyler meleklere, kötü ve çirkin şeyler de şeytanlara benzetilir.
Bu teşbih kurgusunda edat zikredildiği için bu teşbih mürsel, vech-i şebeh hazf edildiği için mücmeldir. Müfessirimiz, müşebbeh ve müşebbehün bihte mahzuf ortak niteliğin “çirkinlik ve korkunçluk” olduğu kanaatindedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Bu ayette, dış dünyada varlığı olmayan ancak onu meydana getiren parçaları görme ve dokunma duyularıyla hissedilebilen ağacın (zakkum) tomurcukları (müşebbeh), ne kendisi ne de parçaları dış dünyada bulunmayan ancak aklî olarak idrâk edilebilen şeytanın başlarına (müşebbehün bih) benzetilmiştir. (Sara Çınar, Arap Dili Ve Belâgatinda Teşbih)
Bu teşbih de Cehennem’de bulunan zakkum ağacı için yapılmıştır. Zakkum, günahkâr kâfirlerin Cehennem’deki yiyeceğidir. Ağaçların en kötüsüdür. Allah Teâlâ onun Cehennem’in kökünden çıktığını ve derinlerde büyüyüp geliştiğini ve dallanıp budaklandığını ifade etmiştir. Sonra da onun dallarını çirkinlik ve korkunçluk bakımından şeytanların kafalarına benzetmiştir. Burada aslında her iki taraf da korkunç, ürkütücü, sevimsiz olmakla beraber havass-ı hamseyle idrâk edilmeyen şeylerdendir. Bazı belâgat alimleri bu teşbihi ‘‘teşbîh-i vehmî‘‘ bazıları da ‘‘teşbîh-i tahyîlî‘‘ saymışlardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
فَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰكِلُونَ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مِنْهَا car mecruru اٰكِلُونَ ‘ye mütealliktir. مَالِؤُ۫نَ atıf harfi فَ ile اٰكِلُونَ ‘ye matuftur. مِنْهَا car mecruru مَالِؤُ۫نَ ‘ye mütealliktir. الْبُطُونَ ism-i fail olan مَالِؤُ۫نَ ‘nin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَالِؤُ۫نَ kelimesi, sülasi mücerredi ملأ olan fiilin ism-i failidir.
اٰكِلُونَ kelimesi, sülasi mücerredi أكل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ ifadesindeki ‘mideleri doldurmak’ lafzı, hoşlanmadıkları şeyleri mideye fazlasıyla doldurmaktan kinayedir. Bu yemeği ve mideyi doldurmayı kerih görülse de, yemenin ve dolmanın mideye isnadı hakiki isnaddır. (Âşûr)
Müsned olan اٰكِلُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
مَالِؤُ۫نَ müsned olan اٰكِلُونَ ’ye matuftur. Cihet-i câmia, temâsüldür. اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَمَالِؤُ۫نَ sözündeki فَ tefriğ fe’sidir. Takip manası vardır. Sürat ifade eder. (Âşûr)
مَالِؤُ۫نَ ve اٰكِلُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.
Mef’ûl olan بُطُونَ ’nin ve car mecrur مِنْهَا ’nın amili مَالِؤُ۫نَ ‘dir.ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
Şevebe شوب :
شَوْبُ kelimesi katmak, karıştırmak veya karışım anlamlarına gelir. İçeceklere karıştırıldığından veya içine balmumu karıştığından dolayı bala شَوْبُ da denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece 1 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli şâibedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. لَهُمْ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَلَيْهَا car mecruru حَم۪يمٍ ‘in mahzuf haline mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. شَوْباً kelimesi اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. مِنْ حَم۪يمٍ car mecruru شَوْباً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. حَم۪يمٍ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ sözündeki ثُمَّ , kendisinden sonra gelen cümleyi rütbe açısından öncesine atfeder. Muhatabın beklemediği bir şey olduğu için terahi harfinden sonra gelenin daha önemli ve daha ilginç olduğunu belirtir. (Âşûr)
Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
شَوْباً kelimesi, اِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cümlede müsnedin ileyh olan شَوْباً kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.
شَوْباً , başka bir şeyle karışmış olan her şey hakkında kullanılan umumî bir isimdir. حَم۪يمٍۚ ise, son derece sıcak kaynar sudur. Buna göre mana, "Bu aşırı susuzluk ona baskın çıkınca, onlar bu kaynar sudan içirilirler. O zaman da, zakkum, bu kaynar su ile karışır. (Fahreddin er-Râzî)
مِنْ حَم۪يمٍۚ car mecruru, شَوْباً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
حَم۪يمٍۚ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, mevsufun ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَلَيْ harf-i ceri مَعَ manasındadır. İstilâ için olması da uygundur. Çünkü حَم۪يمٍۚ ‘i yemekten sonra içerler. Sonrasında barsaklara, yemeğin üstüne iner. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
لَشَوْباً - حَم۪يمٍۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مَرْجِعَهُمْ izafeti اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اِلَى الْجَح۪يمِ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi مَرْجِعَهُمْ ’dur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَاِلَى الْجَح۪يمِ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مَرْجِعَ ; dönülen yer demektir. Yani, kişinin bir yerden ayrıldıktan sonra aynı yere dönmesini ifade eder. Olağanüstü bir durumdan ayrılıp normal olan duruma geçmek bir mekandan ayrılıp sonrasında tekrar oraya dönmeye benzetilerek istiare yapılmıştır. (Âşûr)
حَم۪يمٍۚ - جَح۪يمِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve cinas sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
İnkârcıların, yukarıda belirtilen kötü sonla karşılaşmalarının sebebini özetleyen bu âyetlerde Câhiliye Arapları örneğiyle taklitçilik denilen genel bir tutum yanlışlığına dikkat çekilmekte; insanın atalarına veya herhangi bir kişi ya da zümreye olan saygısının, onların yanlış inanç ve fikirlerini, kötü davranışlarını benimseyip devam ettirmesini mazur gösteremeyeceği, aksine onun ebedî hayatını mahvedeceği uyarısı yapılmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 536
Lefeve-Lefeye لفو- لفي :
İf'al babı formundaki ألْفَى fiili bulmak demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de yalnızca if'al formunda olmak üzere 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli telâfi etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَلْفَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰبَٓاءَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ضَٓالّ۪ينَ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَلْفَوْا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لفو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ضَٓالّ۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ضلل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber olan اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
اِنَّ harfi burada, sebebiyye فَ ‘si konumundadır ve lam-ı ta’lil manasındadır. Bundan dolayı فَ ve ta’lil lamı’nın kendisinden önceki cümleyi kendisine bağlaması gibi o da cümlede bu işlevi icra etmiştir. (Âşûr)
اَلْفَوْا fiilinin faili ضَٓالّ۪ينَۙ ‘inin ism-i fail kalıbıyla gelmesi mevsuftaki bu sıfatın hudûs ve temekkününe işaret etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اٰثَارِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُهْرَعُونَ ikinci haber olarak mahallen merfûdur. يُهْرَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
فَ atıf harfidir. …اِنَّهُمْ اَلْفَوْا cümlesine atfedilen bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Meçhul muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُهْرَعُونَ cümlesi ikinci haberdir.
يُهْرَعُونَ fiilinin meçhul gelişi, önderlerinin telkinlerinden ve sapkınlık öğretilerinden kaynaklanan şeye delalet etmek içindir. Sanki onlar, atalarının izinden gitmeye zorlanıyor ve ona itiliyorlar. Bu şekilde يُهْرَعُونَ ifadesi ile kâfirlerin hali, nereye götürüldüğünü bilmeden bir yerlere sürüklenen ve itilen kimselere benzetilmiştir. (Âşûr)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ferra şöyle demiştir: إهرع kelimesi, hızlıca koşmak anlamına gelir: Bir kimse, teşvik edilip, hızlıca koştuğunda denir. Buna göre mana, "Onlar, öylesi bir suretle atalarına tâbi olurlar ki, adeta onlar, atalarına uymaya zorlanıyor ve teşvik ediliyorlardır!" şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
“Onlar”dan maksat, putperest atalarını körü körüne taklit eden Araplar’dır. Henüz inkârcıların sayılarının müminlerden çok olduğu Mekke döneminde inen bu âyetlerde hidayet ve dalâletin ölçüsünün azlık-çokluk değil, doğruluk-yanlışlık şeklindeki sabit ve objektif değerler olduğu; nitekim geçmiş çağlarda da kendilerine peygamberler gönderilip uyarılmış oldukları halde nice toplumların, sayılarının çokluğuna rağmen, inkâr ve günahlarda ısrar ederek yollarını sapıtmaları yüzünden başlarına gelen felâketlerle yok olup gittikleri, sadece içtenlikle Allah’a inanıp yolundan gidenlerin kurtulabildikleri hatırlatılmaktadır. Burada inkârcılara yönelik bir uyarı bulunduğu gibi Hz. Peygamber’e de onların çokluğuna bakarak ümitsizliğe kapılmadan görevini sabırla sürdürmesi yönünde bir teşvik vardır (Râzî, XXVI, 143).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 537
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. قَبْلَ zaman zarfı ضَلَّ fiiline mütealliktir.
قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar.
Ayette قَبْلَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَكْثَرُ fail olup lafzen merfûdur. الْاَوَّل۪ينَۙ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve mahzuf yemin ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Kasemin cevabı olan ضَلَّ قَبْلَهُمْ cümlesinde قَبْلَهُمْ ’un faile takdimi söz konusudur. Bu takdimin amacı öncekilere dikkat çekmektir.
الْاَوَّل۪ينَۙ - قَبْلَهُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَكْثَرُ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
مُنْذِر۪ينَ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. قَدْ tahkik içindir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهِمْ , konudaki önemine binaen, mef’ûl olan مُنْذِر۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan مُنْذِر۪ينَ ‘inin ism-i fail kalıbıyla gelmesi mevsuftaki bu özelliğin hudûs ve temekkününe işaret etmiştir. ي ile mansubdur.فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عاقبنا المنذرين (Uyarılanları cezalandırırsak..) şeklindedir.
انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَيْفَ istifham ismi كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. الْمُنْذَر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُنْذَر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن عاقبنا المنذرين (Uyarılanları cezalandırırsak..) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ , emir sıygasındaki انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
الْمُنْذَر۪ينَۙ sözünün elif lâmla marifeliği ahd içindir. (Âşûr)
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin muahhar ismi, الْمُنْذَر۪ينَ ’ye muzâf olan عَاقِبَةُ ’dur. Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehaddi ve tahkir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عَاقِبَةُ için müzekker fiil kullanılmıştır. كَانَتْ buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akibet azap manasındadır. Eğer müennes geldiyse cennet manasında olur. Müenneslik ve müzekkerliğin manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Meânî’n Nahvi, c. 2, S. 52)
كَانَ ’nin haberi soru isimleri veya haber ifade eden كَمْ gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa bu durumda haber كَانَ ’den ve isminden önce gelir. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
مُنْذَر۪ينَۙ - مُنْذِر۪ينَ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır. Çünkü birinciden maksat peygamberler, ikinciden maksat ümmetler’dir. (Safvetü’t Tefâsir)اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
اِلَّا istisna harifdir. عِبَادَ اللّٰهِ müstesna olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْلَص۪ينَ۟ kelimesi عِبَادَ ‘ın sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْلَص۪ينَ۟ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
Ayet önceki ayette bahsi geçenlerden istisna edilenleri bildirmektedir. عِبَادَ اللّٰهِ müstesnadır.
عِبَادَ اللّٰهِ izafetinde Allah Teâlâ’ya muzâf olmasıyla عِبَادِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi عِبَادَ اللّٰهِ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ [Lakin Allah’ın… kulları müstesna] ifadesi istisna-i münkatı’ üzere gelmiştir. (Keşşâf)
Bu istisnanın "korkutulanların" lafzından istisna olduğu söylendiği gibi, yüce Allah'ın "Yemin olsun ki onlardan önce olanların bir çoğunu sapıtmıştık" ayetinden istisna olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
Ancak Allah'ın ihlaslı kulları hariç onların uyarmalarından ders alan, Allah için dinlerinde ihlâslı olanlar hariç demektir. Feth ile مُخْلَص۪ينَ۟ de okunmuştur ki, Allah onları dinleri için halis hale getirdi demektir. فَانْظُرْ (Bak) hitabı, Resul (sav)‘dir. Maksat kavmidir, çünkü onlar da öncekilerin haberlerini işittiler ve eserlerini gördüler. (Beyzâvî)
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ cümlesinin الأوَّلِينَ ’den istisna edilmesi muttasıl istisnadır. عِبادَ اللَّهِ المُخْلَصِينَ olarak ifade edilen kişiler المُنْذَرِينَ cümlesi içerisindeki uyarılanlar topluluğuna dahil kişiler iken, onlar uyarıcıları tasdik ettiler ve diğer uyarılan kimseleri bekleyen kötü sona düçar olmaktan kurtuldular. (Âşûr)
Bu ayet, 40-128-160 ayetlerin tekrarıdır. Cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
نَادٰينَا fiili elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlü bih olarak mahallen mansubdur. نُوحٌ fail olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ mukadder kasem lamıdır. نِعْمَ camid fiil olup medih fiillerindendir. الْمُج۪يبُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
نِعْمَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, نحن ‘dur.
نَادٰينَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُج۪يبُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
وَ , istînâfiyedir. لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. قَدْ tahkik içindir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
نِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ cümlesi kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil نِعْمَ ’nin faili الْمُج۪يبُونَ ‘dir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan نِعْمَ ‘nin mahsusu, mahzuftur. Mahsusun takdiri; نحن (biz) dir.
الْمُج۪يبُونَۚ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve süreklilik anlamı ifade etmiştir.
Allah Teâlâ geçmiş ümmetlere uyarıcılar gönderildiğini ve uyarılanların kötü akıbetini zikredince, ardı sıra Nuh’u ve kavminden ümit kestiği an O’na yakarışını söz konusu etmiştir. نِعْمَ (gerçekten güzel) fiilinin başındaki لَ , hazf edilmiş bir yeminin cevabıdır.
Methin tahsis edildiği şey hazfedilmiş olup, takdiri ف والله لنعم المجيبون نحن (Vallahi, güzel icabet ediciyizdir biz!) şeklindedir. Çoğul kip azamet ve büyüklüğün delilidir; mana şöyledir: Biz ona en güzel şekilde ve düşmanlarına karşı yardım görmesi ve onları olabilecek en doygun biçimde cezalandırma adına onu muradına ve maksadına en iyi ulaştıracak şekilde icabet ettik. (Keşşâf - Fahreddin er-Râzî)
فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ ifadesindeki فَ harfi, bu icabetin meydana gelmesinin, bu nida ve yakarışa bağlı olduğuna delalet eder. Uygun bir vasfa bağlı olan hükmün, o vasıfla muallel olması, (onun sebebiyle meydana gelmesi) iktiza eder. Bu da, kurtuluş için yalvarıp yakarmanın, duaya icabetin sebebi olduğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
نَجَّيْنَاهُ atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Fiil cümlesidir. نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَهُ atıf harfi وَ ‘la نَجَّيْنَاهُ ‘daki gaib zamire matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْكَرْبِ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline mütealliktir. الْعَظ۪يمِۘ kelimesi الْكَرْبِ ‘nin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجَّيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
وَ , atıf harfidir. Cümle, önceki ayetteki kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
نَجَّيْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
الْعَظ۪يمِۘ kelimesi, كَرْبِ için sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَنْجَيَ fiili اِفعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
الْعَظ۪يمِۘ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Onun ehli, onun dinine mensup ve onunla iman eden kimselerdir. Bunlar seksen kişi idiler. (Kurtubî)
Onu da ailesini de o büyük sıkıntıdan kurtardık, Yani, suda boğulmaktan yahut kavminin eziyetinden kurtardık. (Beyzâvî)
Dünya hayatı mükemmel değildir. Onun içinde yaşarken mükemmeli beklemek hata olur. Umut iplerini ona bağlamak, hayal kırıklığı ile sonuçlanır.
Kimse ne hep acı çeker, ne de hep mutluluk hisseder. Kimse ne bir insandan hep iyilik görür, ne de hep kötülükle karşılaşır.
Cennet hayatı mükemmeldir. Mutlulukla ve huzurla doludur. Dünyada hissedilen olumsuz hiçbir duyguya yer yoktur. Selam sesleri yükselir. İnsan her anlamda doyar. Her anı Allah’ın rahmetiyle işlenmiştir.
Cehennem hayatı mükemmeldir. Üzüntü, korku ve pişmanlık ile doludur. Güzele dair hiçbir şey yoktur. İnsan zakkum yer, kaynar su içer ama doymak nedir unutur. Her anında Allah’ın azabı ve gazabı hissedilir.
Ey Allahım! Kalbime yakîn iman ver, yalnız Seni anayım ve yalnız Senin rızan için çalışayım. Zihnime dinçlik ver, hakikat ile meşgul olayım. Bedenime sağlık ver, ömrümü salih amellerle süsleyeyim. Öyle ki; cehennemin ateşini ve nimetlerini, benden uzaklaştır; cennetin nurunu ve nimetlerini ise yaklaştır. Beni, öldükten sonra dirildiği gün; Sana kavuştuğuna ve bir daha ölmeyeceğine hamd edenlerden eyle.
Amin.
***
‘Arkadaşlarının sayısına değil, kalitesine bak.’ dedi.
Bir araya geldiğinizde Allah yolunda birbirinize yoldaş olabildiğiniz kişi hakiki arkadaş demektir. Yok eğer devamlı seni batılların olduğu bir tarafa çekiştiriyorsa ya da sen ona yardımcı oluyorum cümlesini kendini ikna için tekrarlıyorsan ya da arkadaşlığınız birbirinize dünyalık heveslerle ilgili telkin verip durmaktan ibaretse dikkatli ol.
Beraber geçirdiğiniz vakitlerin ardından nefsindeki ya da kalbindeki duygulardan hangilerinin kuvvetlendiğini gözden geçir. Onun sana Allah’ı ve O’nun rızasını hatırlatıp hatırlatmadığına ya da senin onunla İslami yaşantı hakkında gerçekleri konuşup konuşamadığına bak. Arkadaşınla bir aradayken ya da ayrıyken nefsin için mi yoksa Allah için mi yaşamak isteğiyle dolduğunu kontrol et.
Allah’tan korkan ve iki cihanda da Senin iyiliğin için dua eden bir arkadaş, nefsinin duymak istediklerini söyleyerek seni oyalayan geçici bir dünyalığa dönüşmez. Arkadaşını düşündüğün zaman hesap günü ondan kaçarım yerine Allah’ın huzurunda onunla karşılaşmaktan mutlu olurum ve annemle babamla bile tanıştıramam yerine fırsatım olsaydı onu Rasulullah (sa)’e arkadaşım diye takdim etmek isterdim diyebiliyor musun diye bir düşün.
Ey Allahım! Kalplerimizi doğru insanların sevgileriyle doldur ve bizi doğru insanlarla dost eyle. Yanlış dostluklardan ve onlardan gelebilecek her türlü kötülükten muhafaza buyur. Bizi sahip olduğumuz arkadaşlarımıza, hayırlı yoldaş eyle. Bize maddi ya da manevi zarar verenlerle yollarımızı ve gönüllerimizi kolaylık ve ferahlık ile ayır. Bulunduğumuz her mekanda ve yaptığımız her işte, bizi iyi insanlarla karşılaştır. Ve bizi de iyi insanlar zümresinden eyle.
İki cihanda da hayırlara vesile olacak kalıcı dostluklar kuranlardan olabilmek duasıyla.
Amin.