Zümer Sûresi 15. Ayet

فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ۜ قُلْ اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَا ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  ...

“Siz de Allah’tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki: “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاعْبُدُوا siz de kulluk edin ع ب د
2 مَا
3 شِئْتُمْ dilediğinize ش ي ا
4 مِنْ
5 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
6 قُلْ de ki ق و ل
7 إِنَّ şüphesiz
8 الْخَاسِرِينَ ziyan edenlerdir خ س ر
9 الَّذِينَ
10 خَسِرُوا ziyana uğrayanlar خ س ر
11 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
12 وَأَهْلِيهِمْ ve ailelerini ا ه ل
13 يَوْمَ günü ي و م
14 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
15 أَلَا dikkat edin
16 ذَٰلِكَ işte
17 هُوَ bu
18 الْخُسْرَانُ bir ziyandır خ س ر
19 الْمُبِينُ apaçık ب ي ن
 

Peygamber, Allah’ın bildirdiği hükümleri eksiksiz ve yanlışsız duyurduğu gibi, bizzat kendisinin de bu hükümleri yerine getirmekle yükümlü olduğunu, aksine davranırsa cezalandırılacağını açıkça ortaya koymuştur. Buna rağmen Kur’an’ın muhatapları Allah’ı bırakıp sahte tanrılara tapmaya devam edeceklerse yapılacak bir şey yoktur. Âyetteki “Artık siz de O’nun dışında dilediğinize tapın bakalım!” cümlesi bir uyarı ve tehdit ifadesidir. Bu uyarıyı dikkate almayanların âkıbeti sadece “hüsran” (zarar, ziyan, kayıp) olacaktır. Onların âhirette öz benliklerini kaybetmeleri, “cehennemde hak ettikleri cezaya çarptırılmaları”; yakınlarını kaybetmeleri de “içinde bulundukları cehennem ortamında akraba ve dostlarıyla buluşup görüşme ve yardımlaşma imkânından yoksun kalmaları” şeklinde açıklanır (İbn Atıyye, IV, 524-525; Râzî, XXVI, 255-256). 16. âyet, inkârcıların âhiretteki hüsranlarına kısa ve öz olarak açıklama getirmektedir. Tefsirlerde bu âyetin, cehennemde tabakalar bulunduğuna ve her tabakada ateş bulutları veya katmanlarının yer aldığına işaret ettiği; bir tabakada azap görenleri üstten kaplayan ateş kümelerinin, bir üst tabakadakilerin altlarına denk geldiği için âyette “Onların üstünde kat kat ateş olacak, altlarında da (böyle) katlar bulunacak” buyurulduğu belirtilir (İbn Atıyye, IV, 525; İbn Âşûr, XXIII, 361-362). 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 607-608
 

  Devene دون :   Bir şeye ulaşıp yetişmede geri kalana denir. Ya Allah'dan gayrı/başka anlamında veya Allah'a ulaşmada vasıta edinilen iki ilah anlamında olduğu söylenmiştir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de sadece edat olarak 144 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri divan (şiir) ve tedvindir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.  اعْبُدُوا  fiili, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, أمّا أنتم فاعبدوا ... أي لا تعبدون الله (Sana gelince, ibadet et, yani Allah'a ibadet etmiyorsun.) şeklindedir. 

اعْبُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

شِئْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ دُونِه۪  car mecruru mukadder hale mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


قُلْ اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri 

أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

eder.  الْخَاسِر۪ينَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  خَسِرُٓوا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

خَسِرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَهْل۪يهِمْ  atıf harfi و  ile makabline matuftur.

يَوْمَ  zaman zarfı  خَسِرُٓوا  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْخَاسِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَلَا ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

 

İsim cümlesidir. اَلَا  tenbih harfidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لِ  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ  isim cümlesi  ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخُسْرَانُ  kelimesi  haberi olup lafzen merfûdur.  الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْخُسْرَانُ ‘nun  sıfatı olup lafzen merfûdur. Veya  هُوَ  ikinci mübtedadır.  الْخُسْرَانُ  kelimesi هُوَ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْخُسْرَانُ  sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i  failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ۜ 

 

Şart üslubunda gelmiş cümlede  فَ , rabıta harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevabı mahzuf şart cümlesi olan  فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tehdit ve tahkir ifade eden cümle, mahzuf mübteda için haberdir. Cümlenin takdiri … أمّا أنتم فاعبدوا (Size gelince ibadet edin) şeklindedir. 

Bu takdire göre cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ’nın sılası olan  شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Sıla cümlesindeki mukadder aid zamirden mahzuf hale müteallık olan  مِنْ دُونِه۪ٓ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

Müteaddi fiil  شِئْتُمْ ‘nin mef’ûlünün hazfi, îcâzı hazif sanatıdır.

مِنْ دُونِه۪ ; [Allah'ı bırakıp da, onun dışındakilere ibadet edin] şeklindeki emir, tahkir ifade eder. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen vaz edildiği anlamın dışına çıkarak tahkir ve meydan okuma ifade etmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Bu kelam, Allah'ın o müşriklere olan gazabının şiddetine apaçık delalet etmektedir. O müşrikler, yasaklandıkları şirke son vermeyince, bu sefer en şiddetli azaba uğramaları için kendilerine sanki şirk emredilmiştir. (Ebüssuûd)

فاعْبُدُوا  ifadesindeki  ف  harfi tefrî’ içindir. Bu emir; ibadet edin değil etmeyin manasında kullanılmıştır. Eşitlik kastedilmiştir. Maksat bu durumun mütekellime göre aynı olduğu manasıdır. Bu eşitlik durumu muhatabın fiiline yani ibadetine kayıtsızlıktan kinayedir. (Âşûr)


 قُلْ اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

اِنَّ ’nin haberinin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur.

الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  cümlesi sebata, temekkün ve istikrara işaret eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin tekid harfiyle başlaması bu olayın gerçekleştiğine tenbih içindir. الخاسِرِينَ kelimesindeki tarif cins içindir. Yani bu bahsedilen kendilerine ve ailelerine zarar veren kişiler bilinmektedir. Müsnedin ve müsnedün ileyhin marfie olarak marife gelişi kasr üslubudur.  الخاسِرِينَ  olmak; kendilerine ve ailelerine zarar verenlerdir. Bunların dışındaki zarar edenler yok hükmündedir. Bunun için bu gibi durumlarda gelen marifelik lâmı kemâl manaya delalet eder. Yani kemal manasını ifade etmek tarif lamının manaları arasında değildir. (Âşûr)

    

اَلَا ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.  اَلَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

Fasıl zamiri, haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi ve  اَلَا  tenbih harfi dolayısıyla faide-i haber inkârî kelamdır. 

ذٰلِكَ  mübteda, هُوَ  birinci  الْخُسْرَانُ  ikinci haberidir veya هُوَ  fasıl zamiri  الْخُسْرَانُ  haberdir. Ya da  هُوَ الْخُسْرَانُ  isim cümlesi olarak  ذٰلِكَ ‘nin haberidir. 

Hasar kelimesi ayette muhatabın dikkatini çekerek zihne iyice yerleştirmek için tekrarlanmıştır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekmek ve tahkir amacına matuftur. هُوَ, fasıl zamiridir. 

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 119)

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile hüsrana işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْخُسْرَانُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

İddiaî kasrdır. (Âşûr)

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْخُسْرَانُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْخَاسِر۪ينَ - خَسِرُٓوا - الْخُسْرَانُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hak, bu kimselerin ziyanlarını anlatınca, bu ziyanın son derece korkunç ve kötü olduğunu belirtmek üzere "Dikkat et ki bu apaçık hüsranın ta kendisidir" buyurunca, bu tekrar,

1) Tekid için olmuş olur;

2) Allah Teâlâ, bu cümlenin başında  اَلَا  edatını getirmiştir. Bu, tenbih (dikkat çekmek) içindir. Bu gibi yerlerde, tenbih edatının getirilmesi, işin ehemmiyetine delalet eder. Buna göre sanki: "Bu iş, ululuk ve büyüklük açısından, havsalanızın alamayacağı derecededir. Dolayısıyla uyanık olun" denilmektedir.

3) Ayetteki هُوَ zamiri, hasr (sadece) manasınadır. Sanki, "Bütün hüsranlar, bu ziyanın karşısında ziyan sayılmaz" denilmektedir.

4) Hak Teâlâ'nın bu hüsranı (zarar-ziyanı) الْمُب۪ينُ (apaçık) kelimesiyle nitelemesi onun korkunçluğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)