Zümer Sûresi 16. Ayet

لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ ذٰلِكَ يُخَوِّفُ اللّٰهُ بِه۪ عِبَادَهُۜ يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ  ...

Onlar için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, bana karşı gelmekten sakının.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُمْ onların vardır
2 مِنْ
3 فَوْقِهِمْ üstlerinden ف و ق
4 ظُلَلٌ gölgeler ظ ل ل
5 مِنَ -ten
6 النَّارِ ateş- ن و ر
7 وَمِنْ ve
8 تَحْتِهِمْ altlarından ت ح ت
9 ظُلَلٌ (ateşten) gölgeler ظ ل ل
10 ذَٰلِكَ işte
11 يُخَوِّفُ korkutur خ و ف
12 اللَّهُ Allah
13 بِهِ bu durumdan
14 عِبَادَهُ kullarını ع ب د
15 يَا عِبَادِ kullarım ع ب د
16 فَاتَّقُونِ benden korkun و ق ي
 

Peygamber, Allah’ın bildirdiği hükümleri eksiksiz ve yanlışsız duyurduğu gibi, bizzat kendisinin de bu hükümleri yerine getirmekle yükümlü olduğunu, aksine davranırsa cezalandırılacağını açıkça ortaya koymuştur. Buna rağmen Kur’an’ın muhatapları Allah’ı bırakıp sahte tanrılara tapmaya devam edeceklerse yapılacak bir şey yoktur. Âyetteki “Artık siz de O’nun dışında dilediğinize tapın bakalım!” cümlesi bir uyarı ve tehdit ifadesidir. Bu uyarıyı dikkate almayanların âkıbeti sadece “hüsran” (zarar, ziyan, kayıp) olacaktır. Onların âhirette öz benliklerini kaybetmeleri, “cehennemde hak ettikleri cezaya çarptırılmaları”; yakınlarını kaybetmeleri de “içinde bulundukları cehennem ortamında akraba ve dostlarıyla buluşup görüşme ve yardımlaşma imkânından yoksun kalmaları” şeklinde açıklanır (İbn Atıyye, IV, 524-525; Râzî, XXVI, 255-256). 16. âyet, inkârcıların âhiretteki hüsranlarına kısa ve öz olarak açıklama getirmektedir. Tefsirlerde bu âyetin, cehennemde tabakalar bulunduğuna ve her tabakada ateş bulutları veya katmanlarının yer aldığına işaret ettiği; bir tabakada azap görenleri üstten kaplayan ateş kümelerinin, bir üst tabakadakilerin altlarına denk geldiği için âyette “Onların üstünde kat kat ateş olacak, altlarında da (böyle) katlar bulunacak” buyurulduğu belirtilir (İbn Atıyye, IV, 525; İbn Âşûr, XXIII, 361-362). 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 607-608
 

لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ 

 

İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru  ظُلَلٌ  kelimesinin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

مِنْ فَوْقِهِمْ  car mecruru  ظُلَلٌ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ظُلَلٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مِنَ النَّارِ  car mecruru  ظُلَلٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. 

مِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


  ذٰلِكَ يُخَوِّفُ اللّٰهُ بِه۪ عِبَادَهُۜ 

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لِ  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  يُخَوِّفُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُخَوِّفُ  damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

بِه۪  car mecruru  يُخَوِّفُ  fiiline mütealliktir.  عِبَادَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُخَوِّفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  خوف ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ

 

يَا  nida harfidir.  عِبَادِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ   sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  اتَّقُونِ fiili  نَ ‘un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  ن  harfinin harekesi esre gelmiştir.

اتَّقُونِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
 

لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ

 

Beyanî istînâf veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  ظُلَلٌ , muahhar mübtedadır.

مِنَ النَّارِ  car mecruruظُلَلٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Aynı üsluptaki  وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْ تَحْتِهِمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  ظُلَلٌ , muahhar mübtedadır.

Ilk cümlede  لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ  dedikten sonra ikinci cümlede sadece  مِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ sözüyle yetinilmiş, مِنَ النَّارِ  hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)  

لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ  cümlesiyle   وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَوْقِهِمْ  (üstlerinde) - تَحْتِهِمْ  (altlarında) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

ظُلَلٌ ‘ deki tenvin nev ve tazim içindir. Tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Zuhaylî’nin beyanına göre burada tehekküm üslubu vardır. Çünkü yakıcı ateş hakkında gölge ifadesinin kullanılması tehekkümdür. Zira ateş yakıcı, gölge ise sıcaktan koruyucudur. Yani onlar için, hem üst taraflarından hem de alt taraflarından katmerleşmiş alevli ateş tabakaları vardır. Ateş onları her yandan kuşatmıştır. Burada onların altlarından gelecek olan ateş de gölge olarak isimlendirilmiştir. Çünkü o da alt katmandaki cehennemlikler için gölge mesabesindedir. Zira cehennemin her tabakasında kafirler taifesinden bir zümre bulunur. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhayli’nin Tefsiru’l -Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Onların hem üstlerinde hem de altlarında ateşten tabakalar vardır" buyurmuştur ki bununla cehennemin onları her taraftan kuşatması kastedilmiştir. Bunun ruhanî haller hususundaki bir benzeri de insanı cehaletin, mahrumiyetin, hırsın ve diğer kötü huyların çepeçevre sarmasıdır. Buna göre şayet, "Gölge (ظُلَلٌ) insanın üzerinde olana denilir. Binaenaleyh, insanın altında olana daha nasıl gölge denilir?" denilirse, buna şu birkaç açıdan cevap verilir: Bu, iki zıddan birinin adının, diğeri için de kullanılmış olması babından olup, bu tıpkı, Cenab-ı Hakk'ın, ["Bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür"] (Şûra, 40) ayeti gibidir. (Fahreddin er-Razi)

 

ذٰلِكَ يُخَوِّفُ اللّٰهُ بِه۪ عِبَادَهُۜ 

 

Ayetin son cümlesi beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذٰلِكَ  mübteda,  يُخَوِّفُ اللّٰهُ بِه۪ عِبَادَهُۜ  cümlesi haberdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile azaba işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsned olan  يُخَوِّفُ اللّٰهُ بِه۪ عِبَادَهُۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedün ileyh, haşyeti artırmak, teberrük ve tazim için lafz-ı celâl ile marife olmuştur. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan  عِبَادَهُۜ ‘ye takdim edilmiştir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  عِبَادَهُۜ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 


 يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Veya mukadder cümlenin mekulü’l qavlidir. Nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.

يَا  nida harfi,  عِبَادِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra mahzuf muzâfun ileyh olan mütekellim zamirinden ivazdır. 

عِبَادِ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması kullar için tazim ve teşrif ifade eder.

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri; إن خفتم النار (Nârdan korkuyorsanız) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَاتَّقُونِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Fiilin sonundaki  نِ  vikaye, esre ise mef’ûl olan mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

Veya  فَ  zaiddir. Bu emir cümlesi nidanın devamı olarak müste’nefedir.

[Ey Benim kullarım] yani ey Benim dostlarım demektir. Bu cümlenin mümin ve kâfir hakkında umumi olduğu söylendiği gibi, özellikle kafirler hakkında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)

فَاتَّقُونِ - يُخَوِّفُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عِبَادِ  kelimesinin tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.