وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve andolsun şayet |
|
2 | سَأَلْتَهُمْ | onlara sorsan |
|
3 | مَنْ | kim? |
|
4 | خَلَقَ | yarattı |
|
5 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
6 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
7 | لَيَقُولُنَّ | elbette derler |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | قُلْ | de ki |
|
10 | أَفَرَأَيْتُمْ | o halde gördünüz mü? |
|
11 | مَا | şeyleri |
|
12 | تَدْعُونَ | yalvardığınız |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | دُونِ | başka |
|
15 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | أَرَادَنِيَ | bana istese |
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | بِضُرٍّ | bir zarar vermek |
|
20 | هَلْ | mı? |
|
21 | هُنَّ | onlar |
|
22 | كَاشِفَاتُ | kaldıracaklar |
|
23 | ضُرِّهِ | O’nun zararını |
|
24 | أَوْ | yahut |
|
25 | أَرَادَنِي | bana dilese |
|
26 | بِرَحْمَةٍ | bir rahmet |
|
27 | هَلْ | mı? |
|
28 | هُنَّ | onlar |
|
29 | مُمْسِكَاتُ | durduracaklar |
|
30 | رَحْمَتِهِ | O’nun rahmetini |
|
31 | قُلْ | de ki |
|
32 | حَسْبِيَ | bana yeter |
|
33 | اللَّهُ | Allah |
|
34 | عَلَيْهِ | O’na |
|
35 | يَتَوَكَّلُ | dayanırlar |
|
36 | الْمُتَوَكِّلُونَ | tevekkül edenler |
|
Putperest Araplar, aslında Allah’ın varlığına inanıyor, sorulduğunda O’nun yaratıcı kudretini tanıdıklarını ifade ediyorlardı; fakat putlarını aracı tanrılar saydıkları için Allah’ı bırakıp putlara tapıyor, onlara sığınıyor, onlardan yardım istiyor, böylelikle şirk inancına sapıyorlardı. Oysa onların insanlara yardım etmek şöyle dursun, Allah’tan gelen bir zararı veya bir rahmeti, nimet ve bereketi önleme güç ve imkânları yoktu. Bunun âyette soru ifadesiyle ortaya konması, eğer akıllarını kullanırlarsa bunun, o putlara tapanlarca dahi rahatlıkla anlaşılabilecek açık bir gerçek olduğu anlamına gelir.
“Allah bana yeter” ikrarı ve bunun devamındaki ifade, müminin sadece Allah’a inanmakla kalmayıp her türlü tutum ve davranışında, faaliyetlerinde yalnız Allah’a dayanıp güvenmesi, ihtiyacını sadece O’na arzederek yardım ve desteği O’ndan beklemesi, böylece inancını eylemleriyle bütünleştirmesi gerektiğine işaret eder. Âyette geçen tevekkülün anlamı da budur. Bu anlamıyla tevekkül kişiye güç ve onur kazandırır, kendine güvenini arttırır; kısaca –yine Kur’an’ın tabiriyle– onu izzet sahibi yapar (bk. Münâfikūn 63/8). Nitekim 39-40. âyetler de Hz. Peygamber’in, bu anlamdaki tevekkül anlayışından kaynaklanan kendine güvenini, onurlu ve kararlı duruşunu ifade etmektedir.
Müfessirler, 40. âyette geçen iki azaptan ilkini, putperestlerin müslümanlar karşısındaki yenilgisi, ikincisini de âhiret azabı olarak yorumlamışlardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 619
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاَلْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
مَنْ istifhâm ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. خَلَقَ السَّمٰوَاتِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. الْاَرْضَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يَقُولُنَّ fiili mahzuf ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ' ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mekulü’l-kavli اللّٰهُۜ ‘dir. يَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اللّٰهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, خالقها (Onları yaratıcıdır) şeklindedir.
قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت 'dir.
Hemze istifham harfidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أراد الله ضرّي (Allah bana zarar vermek isterse) şeklindedir.
Şart ve cevap cümleleri mekulü’l kavl cümlesidir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَ fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَدْعُونَ fiili ن 'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ اللّٰهِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اَرَادَنِيَ öncesinin delaletiyle mahzuf şartın cevap cümlesidir.
اَرَادَنِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ن vikayedir. Mütekellim ى' sı mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl muahhar fail olup lafzen merfûdur. بِضُرٍّ car mecruru اَرَادَنِيَ fiiline mütealliktir.
هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ cümlesi ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. Munfasıl zamir هُنَّ mübteda olarak mahallen merfûdur. كَاشِفَاتُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. ضُرِّه۪ٓ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَنِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim ى ‘sı mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. Munfasıl zamir هُنَّ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مُمْسِكَاتُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَحْمَتِه۪ muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرَادَنِيَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كَاشِفَاتُ kelimesi sülâsî mücerred olan كشف fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُمْسِكَاتُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli حَسْبِيَ اللّٰهُۘ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
حَسْبِيَ mübteda olup ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.
عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
عَلَيْهِ car mecruru يَتَوَكَّلُ fiiline mütealliktir. يَتَوَكَّلُ damme ile merfû muzari fiildir. الْمُتَوَكِّلُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
يَتَوَكَّلُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
الْمُتَوَكِّلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ
وَ , istînâfiyyedir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Âşûr bu cümlenin itiraziye olduğunu söylemiştir. (Âşûr)
Şart cümlesi olan لَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ cümlesi, سَاَلْتَهُمْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَنْ istifham harfi mübteda, خَلَقَ السَّمٰوَاتِ haberdir.
İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nun-i sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
يَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olarak gelen cümlede, lafza-i celal, takdiri خالقها (Onları yaratıcı) olan mukadder bir haberin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sorunun cevabında haber hazf edilebilir.
Mekulü’l-kavl cümlesinde خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ifadesinin hazfedilerek اللّٰهُۜ lafzıyla yetinilmesi, ihtibâk sanatıdır.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Bu ayet-i kerîmenin لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الله şeklinde gelmesi gerekirken müsned hazfolmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
سَاَلْتَهُمْ - لَيَقُولُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Ayeti kerime mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıe lâmı ile gelmiştir. Sadece وإن سألتهم ‘’Onlara sorarsan’’ şeklinde gelmemiştir. Bu harf tekid ifade eder. Dolayısıyla bu kelam bazı nahivcilere göre kasem menzilindedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 473)
Bu söz onların semavat ve arzı yaratanın Allah olduğunu kesin olarak bildiklerine, bu konuda hiçbir şüphe veya tereddüt duymadıklarına delalet eder. Bunun için verdikleri cevap da ليقولنّ الله şeklinde ل ve tekid nûnu ile gelmiştir.
ليقولنّ الله cümlesinin takdiri, ليقولن خلقهن الله (Muhakkak: «Onları yaratan Allah'tır» derler) şeklindedir. Îcâz için خلق fiili zikredilmemiştir. Kur'an'da semavat ve arzı veya onları kimin yarattığı sorusunun cevabında tek bir ayet dışında hiçbir zaman خلق fiili zikredilmemiştir. O da Zuhruf/9. ayettir ve burada خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ [Onları O mutlak gâlib, O (her şeyi) hakkıyla bilen (Allah) yarattı] buyurulmuştur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C. 2, S. 473)
Allah Teâlâ, müşriklerle ilgili vaîd ile, müminlerle ilgili vaat hususunda genişçe malumat verince, putperestlerin yolunun çürük ve bozuk olduğunu göstermek için yeniden deliller getirip, bunu şu iki esasa dayamıştır.
Birinci Esas, Allah'ın Varlığındaki İttifaktir.
O müşrikler kādir, alîm, hakim ve rahîm bir ilâhın varlığını kabul etmekte idiler. Ayetteki, "Yemin olsun ki onlara, "gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, muhakkak, "Allah" diyecekler" ifadesi ile bu anlatılmaktadır. Bil ki bazı kimseler şöyle derler: Kādir, hakîm ve rahîm bir ilâhın var olduğunu bilmek, çoğu insanların, üzerinde, ittifak ettikleri bir husus olup, bu hususta onlar arasında bir münakaşa yoktur. Fıtri akıl da, bu bilginin doğruluğuna şehadet etmektedir. Çünkü göklerin, yerin, özellikle bitkilerin ve hayvanların ve insanın bedenindeki enteresan şeyler ile insandaki harikulade çeşitli hikmetler ve acayip maslahatlar hususu üzerinde düşünüldüğünde, bu düşünen kişi, mutlaka kādir, rahîm ve hakîm bir ilâhın varlığını kabul edecektir.
İkinci Esas: Putların hayra ve şerre hiçbir kudretleri yoktur. Bu husus da, ["O halde söyleyin bana, Allah benim için bir zarar dilerse, sizin Allah'ı bırakıp taptığına o şeyler, O'nun bu zararını giderebilirler mi? Yahut Allah benim için bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini engelleyebilirler mi?"] ayetiyle anlatılmıştır. Böylece bu kimsenin, mutlaka kādir, hakîm ve rahîm bir ilâhın varlığını ikrar etmesi gerektiği ve o putların ne hayra ne de şerre bir kudretinin bulunmadığı sabit olur. Durum böyle olunca, Allah'a ibadet etmek ve O'na güvenip dayanmak yeterli olur. İşte ayetteki, ["De ki: "Bana Allah yeter. Tevekkül edenler ancak O'na tevekkül ederler"] ifadesi ile bu anlatılmıştır. Böyle bir esas bulunduğuna göre, insan müşriklerin korkutmalarına aldırmaz. Binaenaleyh ayetin muradı, bu ayetten önce bahsedilen, "Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar" cümlesine karşı verilecek cevaba bir dikkat çekiştir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, takdiri, إن أراد الله ضرّي أو نفعي فأخبروني هل يمنعن ضرّي أو يحجبن نفعي (Eğer Allah bana bir zarar vermek veya bana bir fayda vermek isterse, bana söyle: Benim zararımı mı engelliyorlar, faydamı mı perdeliyorlar?) olan mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hemze inkari istifham, فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve istihza anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil mekulü’l-kavl, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir. Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ
Ayet itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı önceki şart cümlesinin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Lafza-i celâlin zikrinde, tecrîd sanatı vardır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Bu ayetteki ضُرِّه۪ٓ lafzının başındaki ب ile özellikle zarar kastedilmediğini; dolayısıyla burada konuşan kişinin, Allah’ın dilemesi dışında bir şeyin gerçekleşmeyeceğine dikkat çekmek için bu sözleri söylediğini ve özellikle zararı kastetmediğini belirtmektedir. Sâmerrâî, “Bana göre durum böyle değildir” diyerek Razî’ye muhalif düşmekte ve ayetteki ضُرٍّ lafzının başındaki ب harfiyle özellikle “zarar” kastedildiğini ifade etmektedir. Sâmerrâi’ye göre Kur'an’ın anlatım üslubunda ب 'nin bitiştiği her kelime, bağlamı oluşturan kelamın merkezindeki kelimedir. Dolayısıyla zikredildiği yerin en önemli kelimesidir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ
اَرَادَنِيَ fiilinin ikinci mef’ûlu konumundaki هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinde هَلْ inkârî manada soru harfidir. هُنَّ mübtedadır. Veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelen müsned كَاشِفَاتُ , ism-i fail veznindedir.
كَاشِفَات lafzı إزالَةِ anlamında müsteardır. (Âşûr)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tehaddi ve ikrar amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu ayetteki her iki istifhamın cevabı, hayır şeklindedir. Fakat Kur'an bu cevabı vermek yerine [De ki: Allah bana yeter] ifadesini tercih etmiştir. Çünkü kul, Allah bana yeter deyince bu sözüyle zımnen Allah'tan başkası için zararı yok etme veya rahmeti tutma gücünün olabilmesini de aynı zamanda nefyetmektedir. Buna göre ‘’hayır’’ cevabı ‘’Allah bana yeter’’ ifadesinden zımnen anlaşılmıştır ve bunun yanında fayda vermek ve zararı defetmek hususunda Allah'ın yeterli oluşu ayrıca belirtilmek istenmiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifham Üslubu)
ضُرٍّ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ
Bu cümle muhayyerlik ifade eden atıf harfi اَوْ ile اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle, cevabı mahzuf şarttır. Cevabın, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ cümlesiyle bu cümle arasında güzel bir mukabele oluşmuştur.
بِرَحْمَةٍ ‘deki tenvin tazim ve herhangi bir manasında nev ifade eder.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümlede lafza-i celalin zikrinin terki, ihtibâk sanatıdır.
هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ
اَرَادَنِيَ fiilinin mef’ûlu konumundaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinde هَلْ inkârî manada soru harfidir. هُنَّ mübtedadır. Veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelen müsned مُمْسِكَاتُ , ism-i fail veznindedir.
Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tehaddi ve ikrar amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
رَحْمَتِه۪ۜ - ضُرِّه۪ٓ ve كَاشِفَاتُ - مُمْسِكَاتُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ cümlesiyle bu cümle arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
Ayetteki, ["Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar"] ifadesinden sonra o korkutan şeyleri müennes olarak, kâşifat ve mümsikât şeklinde ifade etmiştir. Bundan maksat, o şeylerin alabildiğine güçsüz ve zayıf olduklarına dikkat çekmektir. Çünkü dişilik, zayıflığın bulunduğu farz edilen bir durumdur. Bir de müşrikler, putlarını, müennes isimlerle niteleyip, "Lât, Uzzâ ve Menât" gibi isimler veriyorlardı. Bu sebepten de olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan حَسْبِيَ اللّٰهُ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. حَسْبِيَ mukaddem haber, اللّٰهُۜ muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin izafet terkibinde gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette ism-i celâlin dört kez zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek ve uluhiyet vasfını kalplere yerleştirmek amacına matuftur. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede حَسْبِيَ ‘nin takdiri مِن كُلِّ شَيْءٍ وفي كُلِّ حالٍ (her şeyde ve her durumda) şeklinde olan müteallikı, mahzuftur. (Aşûr)
اَرَادَن۪ي - ضُرِّ - رَحْمَتِه۪ۜ - هُنَّ - هَلْ - قُلْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
Ayetin son cümlesi beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ ’nin amili olan يَتَوَكَّلُ ‘ya takdimi tahsis ifade eder. Çünkü gerçek tevekkül ehli, yalnız Cenab-ı Hakk'a tevekkül eder. Ayrıca müşriklere de tariz vardır. (Aşûr)
Takdimle oluşan kasrda عَلَيْهِ maksurun aleyh/mevsûf, يَتَوَكَّلُ maksur/sıfat olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
الْمُتَوَكِّلُونَ ‘deki tarif örfi âmmdır. (Aşûr)
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَتَوَكَّلُ - الْمُتَوَكِّلُونَ ve لَيَقُولُنَّ - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinâsı, reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bir gün Resûlüllah’ın terkisine binmiştim. O bana şöyle buyurdu: "Ey genç ben sana bazı şeyler söyleyeceğim. Sen Allah'ın emrini koru, O da seni korur. Sen Allah'ın emrini koru, onu yanında bulursun. Birşey istediğinde Allah’tan iste, yardım dilediğinde Allah’tan yardım dile. Şunu iyi bil ki, şayet bütün insanlar sana bir menfaat sağlamak için bir araya gelmiş olsalar, Allah'ın, senin için takdir ettiğinin dışında hiçbir fayda sağlayamazlar. Şayet insanlar sana herhangi bir zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, Allah'ın senin için takdir ettiğinin dışında sana herhangi bir zarar veremezler. Artık kalemler kaldırılmış sahifeler kurumuştur. (Tirmizî, K.el-Kıyame, bab: 59, Hadis no: 2516 Ahmed b. Hanbel, Müsned, el, S.293. Ve Taberî)