وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ
Tefsirlerde belirtildiğine göre Kureyş putperestleri, Hz. Peygamber’e, “Sen putlarımız hakkında kötü sözler söylüyorsun ama biz putlarımızın seni çarpmasından, hastalandırmasından kaygı duyuyoruz” diyerek onu korkutmaya çalışırlardı. 36. âyetle bu hususta onun gönlünün rahatlatılması amaçlanmış (Taberî, XXIV, 5; İbn Atıyye, IV, 532) ve bu tür inançların birer sapkınlık alâmeti olduğu bildirilmiştir; 37. âyette ise Allah’ın yolundan gideni hiçbir gücün bu yoldan saptıramayacağı hatırlatılmıştır. Allah azîzdir, güçlüdür; peygamberini ve onu izleyenleri düşmanları karşısında başarılı kılar; bâtıl inançları ve haksız eylemleriyle yoldan çıkmış olanları da hak ettikleri şekilde cezalandırır. Böylece her iki âyette inançları ve davranışlarıyla iyi yolda olan müminlere, doğru bildikleri yolda azimle ve güvenle ilerledikleri sürece Allah’ın yardımının kendileriyle beraber olacağı ümidi ve güvencesi verilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 617وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَهْدِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلّ cümlesi مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. مُضِلٍّۜ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
مُضِلٍّۜ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ
Hemze istifham harfidir. لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. بِ zaiddir.
عَز۪يزٍ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. ذِي kelimesi عَز۪يزٍ kelimesinin sıfatı olup beş isimden biri olduğu için cer alameti ى ’dir. انْتِقَامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ
Bu cümle öncesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَهْدِ اللّٰهُ cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve tazim için lafza-i celâlle marife olmuştur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ ise, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Tekid ifade eden zaid مِنْ ‘in dahil olduğu مِنْ هَادٍ muahhar mübtedadır. Cümledeki takdim kasr ifade etmektedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُضِلٍّۜ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ifade eden مِنْ de bu manayı pekiştirir. Ayrıca nefy sıyakında nekre, umuma delalettir. Yani ‘hiçbir saptırıcı yoktur’ anlamındadır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu cümleyle önceki ayetteki وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَهْدِ - مُضِلٍّۜ sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanısıra, biri fiil, diğeri isimdir.
Allah Teâlâ vaat, vaîd, tergîb ve terhîb (korkutma ve teşvik) için, uzun uzun sözler sarfedince, sözü bir sonuçta bitirmiştir. Esas hüküm de budur. İşte bundan dolayı O, ["Allah kimi saptırırsa, O'nun yolunu bir doğrultucu yoktur. Allah kime de hidayet ederse, onu bir saptırıcı yoktur"] buyurmuştur. Bu, "Bu lütuf ve açıklamalar, ancak Allah'ın kuluna hidayet ve tevfiki nasip etmesi halinde fayda verir" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze takriri istifham harfidir. (Âşûr)
Istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesinde müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve tazim ifadesi için bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olmuştur.
Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve istihza amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Haber üslubu yerine istifhamın tercih edilmesi, istifhamın muhatabı etkilemek, uyarmak, harekete geçirmek açısından daha etkili olmasındandır.
لَيْسَ ’nin haberine dahil olan بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا ‘nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi, 22 yerde لَيْسَ ‘nin, 19 yerde de مَا ‘nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zâidlik)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِعَز۪يزٍ ’in sıfatı olan ذِي , beş isimden biridir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
بِعَز۪يزٍ ve انْتِقَامٍ kelimelerindeki tenvin nicelik açısından kesret ve tazim ifade eder.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ [Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir, yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsir, Maide/95)
انْتِقَامٍ kelimesi, نَقِمَ kökünden olup öç, kin, hınç, garez, ceza; felaket, afet, gazap anlamına gelir. İntikam almak, cezalandırmak, hıncını çıkarmak, öcünü almak demektir. (Ebüssuûd , Maide/95)
Allah Teâlâ’nın ذُو انْتِقَامٍ isminin Azîz ismi ile birlikte geçmesi günah işleyenleri cezalandırmaya kādir olduğunu, bundan aciz olmadığını beyan içindir. Onun intikamı kişinin yaptığı suça cezasını vermektir. Allah intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir.
Allah’ın intikam sahibi olması tabirinde lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Yani Allah Teâlâ’nın intikam alması tabiriyle yapılan suçun cezasını verdiği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
انْتِقَامٍ kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hiç tek başına Allah’ın sıfatı olarak gelmemiş olup isim tamlaması veya fiil-fail kalıbında gelmiştir.
Bu tabirde sahiplik ifadesi olan ذُو gelmesi, bu intikamla kulların maslahatını ikame etmeyi dilediğine, tabiatten veya kinden kaynaklanan bir intikam olmadığına işaret eder. (Âşûr, Maide / 95)
Aziz yardıma ihtiyaç duymayan zattır ve bunun için intikam sahibi olmakla vasıflanmıştır. Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biri de hikmettir ve işlerin sonucunun hikmete uygun olması için müfsitten öç alınmasını gerekir.
Ayetteki, ["Allah intikam sahibi, mutlak bir galip değil midir?"] ifadesi, kâfirler için bir tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)