اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَيْسَ | değil mi? |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | بِكَافٍ | kâfi |
|
4 | عَبْدَهُ | kuluna |
|
5 | وَيُخَوِّفُونَكَ | ve seni korkutuyorlar |
|
6 | بِالَّذِينَ | kinselerle |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
9 | وَمَنْ | ve kimi |
|
10 | يُضْلِلِ | şaşırtırsa |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | فَمَا | artık olmaz |
|
13 | لَهُ | onu |
|
14 | مِنْ | hiçbir |
|
15 | هَادٍ | yola getiren |
|
Tefsirlerde belirtildiğine göre Kureyş putperestleri, Hz. Peygamber’e, “Sen putlarımız hakkında kötü sözler söylüyorsun ama biz putlarımızın seni çarpmasından, hastalandırmasından kaygı duyuyoruz” diyerek onu korkutmaya çalışırlardı. 36. âyetle bu hususta onun gönlünün rahatlatılması amaçlanmış (Taberî, XXIV, 5; İbn Atıyye, IV, 532) ve bu tür inançların birer sapkınlık alâmeti olduğu bildirilmiştir; 37. âyette ise Allah’ın yolundan gideni hiçbir gücün bu yoldan saptıramayacağı hatırlatılmıştır. Allah azîzdir, güçlüdür; peygamberini ve onu izleyenleri düşmanları karşısında başarılı kılar; bâtıl inançları ve haksız eylemleriyle yoldan çıkmış olanları da hak ettikleri şekilde cezalandırır. Böylece her iki âyette inançları ve davranışlarıyla iyi yolda olan müminlere, doğru bildikleri yolda azimle ve güvenle ilerledikleri sürece Allah’ın yardımının kendileriyle beraber olacağı ümidi ve güvencesi verilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 617اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ
Hemze istifham harfidir. لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَيْسَ nakıs fiillerdendir. Nakıs fiiller şunlardır.
1. كَانَ
2. لَيْس
3. صَارَ ve benzerleri: اَصْبَحَ – اَضْحَى – اَمْسَى – ظَلَّ – بَاتَ
4. Süreklilik bildirenler: مَا زَالَ – مَا بَرِحَ – مَا فَتِئَ – مَا اِنْفَكَّ
5. مَا دَامَ
Bu fiiller, isim cümlesinin başına gelerek, mübtedayı ref haberi de nasb eder. Mübteda bunların ismi, haber de haberi olur. Bunlara kendinden sonra gelenin îrabını değiştirdikleri için de “nevasıh” adı verilir.
İsim cümlesindeki mübteda ve haberin özellikleri ve birbirine uyumu nasılsa, nakıs fiillerin isim ve haberi arasındaki uyum ve özellikleri de öyledir.
كَانَ ve benzerlerinin isim ve haberlerinin îrab durumları şöyledir:
a) Müfred olduklarında; ismi damme (-ُ) ile merfû, haberi fetha (-َ) ile mansub olur.
b) Tesniye olduklarında; ismi elif (ا) ile merfû, haberi cezimli yâ (يْ) ile mansub olur.
c) Cemi müzekker salim olduklarında; ismi (و) ile merfû, haberi sakin yâ (ي) ile mansub olur.
d) Cemi müennes salim olduklarında; ismi damme (اتُ) ile merfû, haberi kesra (اتِ) ile mansub olur.
Nakıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle (isim, fiil) veya şibh-i cümle (zarflı, harf-i cerli isim) olarak gelebilir.
Nakıs fiillerin mazi, muzari, masdar, emir gibi bütün kipleri aynı şekilde amel eder.
لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâli, لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. كَافٍ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. Nasb alameti mahzuf olan ى ’dir.
عَبْدَهُ kelimesi ism-i fail olan كَافٍ kelimesinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَافٍ kelimesi sülâsî mücerred olan كفى fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يُخَوِّفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالَّذ۪ينَ car mecruru يُخَوِّفُونَ fiiline mütealliktir. مِنْ دُونِه۪ car mecruru mahzuf sıla cümlesine mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, amili يُضْلِلِ ‘in mukaddem mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يُضْلِلِ şart fiili olup, meczum muzari fiildir. اللّٰهُ fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. هَادٍ lafzen mecrur muahhar mübteda olarak takdiren merfûdur. هَادٍ mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) irab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضْلِلِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
هَادٍ kelimesi, sülasi mücerredi هدي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i inkıtâdır. Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesinde müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve tazim ifadesi için lafza-i celâlle marife olmuştur.
Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Hemze takriri istifham harfidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması عَبْدَ için tazim ve teşrif ifade eder.
لَيْسَ ’nin haberine dahil olan بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
عَبْدَهُۜ , ism-i fail veznindeki بِكَافٍ ‘nın mef’ûlüdür.
Veciz ifade kastına matuf عَبْدَهُۜ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عَبْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
عَبْدَهُۜ ‘daki zamir, Resulullah’a (sav) aittir. (Âşûr)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا ‘nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de مَا 'nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zâidlik)
Allah'ın, kuluna yeterli olduğu, o kadar bariz bir hakikattir ki, bunun aksini hiç kimse ağzına alamaz ve bu sorunun cevabında hiç kimse tereddüt etmez.
Bu kuldan murad, Peygamberimizdir, yahut Peygamberimizin de dahil olduğu bütün peygamberlerdir.
Bu kelam, Peygamberimizi teselli etmektedir. Şöyle ki: Kureyşliler demişlerdi ki: "Sen bizim ilâhlarımızı eleştirdiğin için, onların sana bir zarar vermelerinden korkuyoruz, Sen ya ilâhlarımıza hakaret etmekten vaz geçeceksin, yahut senin aklına zarar verirler." Nitekim Hûd kavmi de şöyle demişlerdi: [‘’İlâhlarımızdan biri seni fena çarpmış!" demekten başka bir söz söylemeyiz."] (Hûd: 54) işte "Onlar, Allah'tan başkalarıyla seni korkutuyorlar" kelamının manası da budur. Yani onlar, Allah'tan başka ilah edindikleri putlarla seni korkutuyorlar. (Ebüssuûd)
وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ harfi-cerle birlikte يُخَوِّفُونَ fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. مِنْ دُونِه۪ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
دُونِه۪ tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah’la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ
Ayetin son cümlesi وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلِ اللّٰهُ cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ifadesi ve korkuyu artırmak için lafza-i celâlle marife olmuştur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd, tekrarlanması ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatlarıdır.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Tekid ifade eden zaid مِنْ ‘in dahil olduğu مِنْ هَادٍ muahhar mübtedadır.
Cümledeki takdim kasr ifade etmektedir.
فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ cümlesinde, ihtisas manası vardır. Allah’ın saptırdığı kişi için hiçbir hidayetçi yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gâfir/33, C. 1, S.181 )
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
هَادٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ve tekid ifade eden مِنْ de bu manayı pekiştirir. Ayrıca nefy sıyakında nekre umuma delalettir. Yani hiçbir yol gösterici yoktur anlamındadır.
Ayetteki يُضْلِل (saptırır) ve هَادٍ (yol gösterici) sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanı sıra birincisi fiil, ikincisi isimdir. Tıbâk-ı îcabdır.
23. ayetteki aynı cümleyle aralarında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Şöyle denilmiştir: Efendimiz, Hâlid'i Uzza putunu kırmaya gönderdi, ona hizmet edenler: Seni uyarıyoruz, sana şiddet gösterir, dediler. Hâlit de ona doğru ilerledi, burnunu kırdı; Hâlid'i korkutmaları onu korkutma yerine konuldu. Çünkü emri veren o idi. (Beyzâvî, Âşûr)
Allah, kimi saptırırsa ve nihayet Allah'ın, kulu Hz Muhammed'e (sav) kâfi olup onu koruduğundan gafil olursa ve fayda da, zarar da asla veremeyen şeylerle onu korkutmaya kalkarsa, artık onu her hangi bir hayra ulaştıracak hiç kimse olmaz. (Ebüssuûd)