Zümer Sûresi 44. Ayet

قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاًۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...

De ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لِلَّهِ Allah’ındır
3 الشَّفَاعَةُ şefa’at ش ف ع
4 جَمِيعًا tamamen ج م ع
5 لَهُ O’nundur
6 مُلْكُ mülkü م ل ك
7 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
8 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
9 ثُمَّ sonra
10 إِلَيْهِ O’na
11 تُرْجَعُونَ döndürüleceksiniz ر ج ع
 

“Şefaatçiler”den maksat, putperestlerin, zor durumda kaldık­larında Allah katında kendileri için aracılık yaparak dileklerinin yerine gelmesine yardımcı olacağına inandıkları putlar veya bu sembollerin temsil ettiği, Allah’ın yanında hatırlı olduğuna inandıkları bazı kişilerdir (Râzî, XXVI, 285). Oysa putların böyle bir aracılıkta bulunması imkânsızdır, çünkü bunlar cansız, güçsüz ve bilinçsiz varlıklardır. Belirtilen hatırlı kişiler de böyle bir imkâna sahip olamazlar, çünkü kıyamet gününde Allah’tan başka bir güç kalmayacak ve O izin vermedikçe kimse kimseye şefaat edemeyecektir. Sonuç olarak kurtuluş yalnız Allah’a kulluktadır. Bu sebepledir ki 44. âyette şefaat yetkisinin bütünüyle Allah’a ait olduğu, yani bu yetkiyi yalnız O’nun vereceği bildirilmiş ve O’nun hükümdarlık (mülk) ve mükemmelliğine özlü bir ifadeyle dikkat çekilmiştir. 

Tarihî bağlamda Mekke putperestlerinin bazı nesnelere veya kişilere kurtarıcı bir rol biçmelerini ve onlara tapmalarını eleştiren 43. âyette daha genel olarak şu gerçek ortaya konmaktadır: Ölmüş veya yaşamakta olan velîlere, azîzlere, önderlere vb. şahsiyetlere yahut hayalî varlıklara ya da bunları sembolleştiren çeşitli cansız nesnelere âdeta tanrı gibi aşkın mahiyetler yüklemek ve –ister din ister dünya konusunda olsun– onlardan olağan üstü işlevler beklemek saçmalıktan başka bir şey değildir. Halbuki –konumuz olan âyetlerde tefekkür ve akıl kelimelerine vurgu yapılarak işaret buyurulduğu üzere– insan, zihnî melekelerini doğru kullanırsa, kula kul olma zilletinden kendini koruması ve yalnızca Allah’a inanıp şefaat izni O’ndan geleceği için sadece O’na güvenmesi gerektiğini anlar.

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 622-623
 

قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاًۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الشَّفَاعَةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. جَم۪يعاً  kelimesi  الشَّفَاعَةُ ‘ün hali olup fetha ile mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır.

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

 

 ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَيْهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  تُرْجَعُونَ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  تُرْجَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû,meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
 

قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاً  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِلّٰهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الشَّفَاعَةُ  muahhar mübtedadır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder.  لِ  milk lâmıdır. (Âşûr)

لِلّٰهِ  maksurun aleyh/mevsûf,  الشَّفَاعَةُ maksur/sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olan kasr, şefaatin sadece Allah’a ait olduğunu kesin bir şekilde bildirmiştir. جَم۪يعاًۜ , bu anlamı tekid etmiştir.

جَم۪يعاً  kelimesi  الشَّفَاعَةُ ’den haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.


 لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  [Bütün göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız O'nundur" cümlesi de, anlatılan hakikatin izahı ve tekididir. (Ebüssuûd)  

Cümlede müsnedün ileyh olan  مُلْكُ  kelimesinin izafetle marife olması tazim ifade etmiştir.

الْاَرْضِۜ  - السَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

 

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

Ayetin son cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Atfın rütbe ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile yapılması az da olsa bir zamanın geçtiğine işarettir.

ثُمَّ  atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr) 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ ‘nin, amili olan  تُرْجَعُونَ ‘ye takdim edilmesi fasılaya riayet, takviye ve ihtimam içindir. (Âşûr)

Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

تُرْجَعُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)