Zümer Sûresi 43. Ayet

اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ  ...

Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمِ yoksa
2 اتَّخَذُوا -mi edindiler? ا خ ذ
3 مِنْ
4 دُونِ başka د و ن
5 اللَّهِ Allah’tan
6 شُفَعَاءَ şefa’atçiler ش ف ع
7 قُلْ de ki ق و ل
8 أَوَلَوْ bile mi?
9 كَانُوا olsalar ك و ن
10 لَا
11 يَمْلِكُونَ onlar malik olmayan م ل ك
12 شَيْئًا hiçbir şeye ش ي ا
13 وَلَا ve
14 يَعْقِلُونَ düşünmeyen ع ق ل
 

“Şefaatçiler”den maksat, putperestlerin, zor durumda kaldık­larında Allah katında kendileri için aracılık yaparak dileklerinin yerine gelmesine yardımcı olacağına inandıkları putlar veya bu sembollerin temsil ettiği, Allah’ın yanında hatırlı olduğuna inandıkları bazı kişilerdir (Râzî, XXVI, 285). Oysa putların böyle bir aracılıkta bulunması imkânsızdır, çünkü bunlar cansız, güçsüz ve bilinçsiz varlıklardır. Belirtilen hatırlı kişiler de böyle bir imkâna sahip olamazlar, çünkü kıyamet gününde Allah’tan başka bir güç kalmayacak ve O izin vermedikçe kimse kimseye şefaat edemeyecektir. Sonuç olarak kurtuluş yalnız Allah’a kulluktadır. Bu sebepledir ki 44. âyette şefaat yetkisinin bütünüyle Allah’a ait olduğu, yani bu yetkiyi yalnız O’nun vereceği bildirilmiş ve O’nun hükümdarlık (mülk) ve mükemmelliğine özlü bir ifadeyle dikkat çekilmiştir. 

Tarihî bağlamda Mekke putperestlerinin bazı nesnelere veya kişilere kurtarıcı bir rol biçmelerini ve onlara tapmalarını eleştiren 43. âyette daha genel olarak şu gerçek ortaya konmaktadır: Ölmüş veya yaşamakta olan velîlere, azîzlere, önderlere vb. şahsiyetlere yahut hayalî varlıklara ya da bunları sembolleştiren çeşitli cansız nesnelere âdeta tanrı gibi aşkın mahiyetler yüklemek ve –ister din ister dünya konusunda olsun– onlardan olağan üstü işlevler beklemek saçmalıktan başka bir şey değildir. Halbuki –konumuz olan âyetlerde tefekkür ve akıl kelimelerine vurgu yapılarak işaret buyurulduğu üzere– insan, zihnî melekelerini doğru kullanırsa, kula kul olma zilletinden kendini koruması ve yalnızca Allah’a inanıp şefaat izni O’ndan geleceği için sadece O’na güvenmesi gerektiğini anlar.

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 622-623
 

اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ

 

اَمِ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ  Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. اتَّخَذُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اتَّخَذُوا  değiştirme mansında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ دُونِ  car mecruru amili  اتَّخَذُوا ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir.  شُفَعَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

شُفَعَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّخَذُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavl mahzuftur. Takdiri, أيَشّفَعُونَ (Şefaatçi olurlar mı?) şeklindedir.

Hemze istifham harfidir. وَ  haliyyedir. لَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً  cümlesi mukadder fiilin failinin hali olarak mahallen mansubdur.

Şartın cevabı mahzuf olup önceki cümle onu tefsir eder.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. لَا يَمْلِكُونَ  fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Yani, شيئا من الشفاعة وغيرها (Şefaat vb bir şey) anlamındadır. 

لَا يَعْقِلُونَ  atıf harfi وَ ‘la  لَا يَمْلِكُونَ ‘a matuftur.
 

اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ

 

Müstenefe olan ilk cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.  اَمِ , hemze ve  بَلْ manasını taşıyan munkatıadır. Buradaki hemze inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru sorup cevap bekleme kastı taşımadan, tevbih ve takrir manasına geldiği için mecazı mürsel mürekkebdir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ دُونِ اللّٰهِ , ihtimam için mef’ûl olan  شُفَعَٓاءَۜ ‘ye takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi veya cevap beklemesi söz konusu olamadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu ayeti kerime, Mekkeliler hakkında nazil olmuştur. Mekkeliler, putların Allah katında kendilerinin şefaatçisi olduğunu iddia etmekteydiler. Yüce Allah onların bu iddialarını hoş görmeyerek buyurdu ki: Yoksa Kureyşliler Allah'tan başkasını mı şefaatçi edindiler? (Rûhu-l Beyân)

اتَّخَذُٓوا  fiili  اِفْتِعال  babındandır. اِفْتِعال  babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir  şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar.  اِفْتِعال  kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Iki mef’ûle müteaddi olan  اتَّخَذُوا  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne müteallik olan  دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)


 قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri,  أيَشّفَعُونَ (Şefaatçi olurlar mı?) şeklindedir. Mekulü’l-kavlin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Hal vavıyla gelen  اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ  cümlesi mukadder fiilin failinden haldir. Hemze inkari istifhâm harfi, لَوْ  şartiyyedir. Şart üslubunda gelen terkibin cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır. 

Şart cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

كَانُ ’nin haberi olan  لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً , menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

شَيْـٔاً ’deki tenvin taklil ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna delalet eder.

Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124) 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü  tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)