Fussilet Sûresi 2. Ayet

تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ  ...

Bu Kur’an, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan indirilmedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَنْزِيلٌ indirilmiştir ن ز ل
2 مِنَ -dan
3 الرَّحْمَٰنِ Rahman- ر ح م
4 الرَّحِيمِ Rahim(den) ر ح م
 

“İndirilen”den maksat Kur’an-ı Kerîm veya özellikle bu sûredir. Muhataplara bu hatırlatmanın yapılmasının sebebi, okunanın ilâhî kelâm olduğunu bilerek onu lâyık olduğu şekilde derin bir saygıyla dinlemeleri gerektiğini onlara hissettirmektir. Ayrıca bu ifade, bilhassa Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini kabul etmeyen, onu Hz. Muhammed’in yakıştırdığını ileri süren inkârcılara cevap teşkil etmektedir. Bu cevapta Kur’an’ın başlıca şu özelliklerine dikkat çekildiği görülüyor:

a) Kur’an, Allah katından indirilmiştir, ilâhî vahiydir; onun Hz. Mu­ham­med’in kendi sözü olduğu iddiası tamamen asılsızdır.

b) Kur’an, Allah’ın rahman ve rahîm isimlerinin tecellisidir, dolayısıyla insanlık için bir rahmet ve lutuftur.

c) O bir “kitap”tır, yani sadece söylenip geçen bir söz değil, aynı zamanda yazıya geçirilerek korunması gereken ve korunan ölümsüz bir belgedir.

d) “Âyetleri açık açık ortaya konmuştur.” Râzî, bu kısmı açıklarken özet­le şöyle der: Kur’an’ın âyetleri değişik konulara ayrılmıştır, farklı anlamlar taşımaktadır. Şöyle ki: Bazı âyetler Allah’ın zâtını tanıtmakta, sıfatlarını açıklamakta; ilim ve kudretinin, rahmet ve hikmetinin mükemmelliğini; göklerin, yerin ve yıldızların yaratılışındaki, geceyle gündüzün birbirini izlemesindeki sırları; bitkiler, hayvanlar ve insanlardaki hayranlık verici özellikleri anlatmaktadır. Bazı âyetler, ruhlara ve bedenlere ait yükümlülükler hakkında bilgi vermekte; bazıları âhiretle ilgili vaad ve uyarı, sevap ve ceza konularında, cennet ve cehennem ehlinin dereceleri hakkında açıklamalar içermektedir. Bazı âyetlerde öğüt ve uyarılar, bazılarında ahlâk güzelliğine ve ruh terbiyesine dair konular işlenir; bazıları da eski toplulukların tarihlerinden söz eder. Kısacası, insafla düşünen herkes kabul eder ki insanlığın elinde, çeşitli bilgilerin ve birbirinden çok farklı konuların yer aldığı Kur’an’ın benzeri başka bir kutsal kitap yoktur (XXVII, 94).

e) Kur’an’ın dili Arapça’dır; bunun da asıl sebebi, İslâm peygamberinin Arap asıllı, hitap ettiği ilk topluluğun da Araplar oluşudur. Nitekim “İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara (gerçekleri) açık açık anlatsın” buyurulmuştur (İbrâhim 14/4; ayrıca bk. Zümer 39/28).

f) Kur’an, özünde kusursuz bir ilâhî hakikat, rahmet ve rehber olmakla birlikte ondan doğru olarak ve gerektiği kadar yararlanabilmek için olabildiğince zihinsel donanıma sahip olmak, samimi bir niyetle hakikat ve fazilet arayışı içinde bulunmak gerekir. 4. âyette belirtildiği gibi “çokları” yani inkârcılar (Şevkânî, IV, 578-579), peşin bir hükümle Kur’an’a sırt çevirdikleri, onu dinlemedikleri, açıklama ve uyarılarını dikkate almadıkları için Kur’an’dan nasiplerini alamazlar; hatta “Kur’an zalimlerin (inancı, niyeti ve ahlâkı bozuk olanların) ancak hüsranını arttırır” (İsrâ 17/82).

g) Kur’an müjdeci ve uyarıcıdır; sadece bilgi vermez, sadece görev de yüklemez; aynı zamanda hakikati arayan, hak olana inanmaya ve hakka göre yaşamaya niyeti olanlara, aradığını bulduğunda da ona sımsıkı sarılanlara güzel bir âkıbet, mutluluklarla dolu ebedî bir hayat müjdeler; bâ-

tıla sapanları; inkâr, haksızlık ve ahlâksızlık peşinde olanları da acı bir âkıbetle ve ağır cezalara çarptırılmakla tehdit edip uyarır.

Bazı tefsirlerde 3. âyetteki “bilen bir topluluk” ifadesiyle Arapça bilen ilk Kur’an muhataplarının kastedildiği belirtilir (Taberî, XXIV, 91; İbn Atıyye, V, 4). Ancak bu ifadenin, “dinleyip anlamasını bilen, Kur’an’dan doğru olarak ve gerektiği kadar yararlanabilmek için olabildiğince zihinsel donanıma sahip olması yanında dürüstçe hakikat ve fazilet arayışı içinde bulunan topluluk” şeklinde anlaşılması Kur’an-ı Kerîm’in ifade ve üslûp tarzına daha uygun düşmektedir.

 


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 685-687
 

  Fesale فصل :

  فَصْلٌ aralarında bir aralık ya da yarık oluşuncaya kadar iki şeyden birini diğerinden ayırmaktır. Bu anlamdan hareketle eklemlere de مَفصَلٌ denmiştir. Çoğulu ise مَفاصِيلٌ dur.

  فِصالٌ kelimesi çocukla süt emmeyi birbirinden ayırmak yani çocuğu sütten kesmek demektir.

  Bu kök hem fiiller hem de sözlerle ilgili kullanılır.

  مُفَصَّلٌ sözcüğü Kur'an'la ilgili kullanıldığında Kur'an'ın son yedide birini ifade eder. Böyle adlandırılmasının nedeni kısa sureler vasıtasıyla kıssaların aralarının ayrılmış olmasıdır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı türevde 43 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri fasıl, fâsıla, tafsilat, mufassal, mafsal ve Faysal'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ

 

İsim cümlesidir.  تَنْز۪يلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. مِنَ الرَّحْمٰنِ  car mecruru  تَنْز۪يلٌ ‘e mütealliktir.  الرَّح۪يم  kelimesi  الرَّحْمٰنِ ‘nın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

 

تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ

 

Sûrenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. تَنْز۪يلٌ , sonraki ayetteki  كِتَابٌ  için haber, مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ  car mecruru, تَنْز۪يلٌ ‘a mütealliktir. 

Veya takdiri  هذا القرآن  olan mahzuf mübteda için haber,  مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ  car mecruru,  تَنْز۪يلٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

Ya da  تَنْز۪يلٌ  mübteda, car mecrur mahzuf habere mütealliktir. (Âşûr)

تَنْز۪يلُ  kelimesi, نزل  fiilinin  تفعيل  babında masdarıdır. Bu masdarla ism-i mef’ûl kastedilmiştir. Mübalağalı ifade için ism-i mef’ûl yerine masdar kullanılmış, ism-i mef’ûl yerine masdara isnadla aklî mecaz yani mecazî isnad yapılmıştır.

تَنْز۪يلٌ  kelimesinin sonundaki tenvinin ifade etmiş olduğu anlam, Yüce Allah'ın zatının azametini pekiştirmektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Bu surenin indirilmiş olması için kullanılan  تَنْز۪يلُ  kelimesiyle, ism-i mef'ûl (münezzel-indirilmiş) manası kastedilmiş olup, masdarla ism-i mef'ûl manasının kastedilmesi meşhur olan bir mecazdır. Bu surenin "indirilmiş" olması ile, Allah Teâlâ'nın onu, Levh-i Mahfûz'a yazması, Cibril (as)'e, o yazılan şeyleri hıfz edip ezberlemesini, daha sonra da onu, Hz  Muhammed (sav)'e indirip ona tebliğ etmesini emretmesi kastedilmiştir. Binaenaleyh, bu kelimelerin Cebrail (as)'in indirmesi vasıtasıyla anlatılması tahakkuk edince, işte bu hadiseye  تَنْز۪يلُ /tenzil ismi verilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Allah Teâlâ’nın bu ayetlerde Kur'an'ı tavsif ettiği on sıfat şöyledir.

  1. Bu surenin,  تَنْز۪يلُ /indirilmiş olması
  2. İndirme işinin, doğrudan doğruya Rahman ve Rahîm tarafından olması
  3. Bir kitap olması
  4. Ayetlerinin ayrı ayrı açıklanmış olması
  5. Kur'an olması
  6. Arapça olması
  7. Anlayan herhangi bir kavim için olması

     8-9)  O'nun bir müjdeci ve uyarıcı olması

     10)  Onların Kur'an'dan yüz çevirip, dinlemeyip, iltifat etmeyişleri. (Fahreddin er-Râzî)

الرَّحْمٰنِ  - الرَّح۪يمِ  lafza-i celâlin iki sıfatıdır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Aralarında  و  olmaması, mevsufta, bu iki vasfın birden mevcudiyetine işarettir.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

حٰمٓۜ ’i surenin ismi kabul edersen, mübteda olur;  تَنْز۪يلٌ  de onun haberi olur. Ama  حٰمٓۜ ’i harf tâdadı kabul edersen  تَنْز۪يلٌ  mahzuf bir mübtedanın haberi olur;  كِتَابٌ  da  تَنْز۪يلٌ ’den bedel yahut haberin peşine gelen başka bir haber yahut mahzuf bir mübtedanın haberi olur. Zeccac’a (v. 311/923) göre  تَنْز۪يلٌ  mübteda,  كِتَابٌ  da onun haberi olabilir ki bunun açıklaması şöyledir: تَنْز۪يلٌ  kelimesi, sıfat (yani مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ) vasıtasıyla tahsis edilmiş; böylece mübteda olarak gelmesi mümkün olmuştur. (Keşşâf)

حٰمٓۜ  ayetinin mübteda kabul edilmesi durumunda onun ya da mahzuf bir mübtedanın haberi olur. 

مِن  ibtida (başlangıç) manası taşır, yani Rahman-Rahîm’den başlayan tenzîl demektir. Rahman kelimesi, delalet bakımından Rahîm kelimesinden daha kapsamlıdır. Çünkü Rahman ismindeki rahmet umumidir; müminleri, kâfirleri, insanları ve hayvanları kapsar. Rahîm ismi ise müminlere mahsustur, dolayısıyla bu çok yüce bir manadır. Bunda kitabın iman eden ve inkâr edenlere, hatta yaşayan her şeye rahmet olduğu manası vardır. Ama özellikle iman edenlere rahmettir ve “Ey mümin! Bu kitap sana O’nun rahmetinden iki cihetle hem umumi hem de hususi olarak gelmiştir” demektir. Bu kapsamlı rahmet, Peygamber Efendimiz’in (sav) rahmet getirmesine sebep olmuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.27)

Surenin bu ilk ayeti, kelama en güzel giriş şekillerinden biri olan konusuyla alakalı bir şeyle başlayarak berâat-i istihlâl sanatının ve güzel lafızlar kullanılıp ağır lafızlardan, tenâfür (kelime veya sözün fesahatini bozan ses uyuşmazlığı) ve ta’kîdden (ibareyi veya cümleyi anlaşılmaz şekle koyma) uzak, sahih bir mana ifade ederek muktezâ-i hâlin gözetilmesiyle hüsn-i ibtida sanatının güzel bir örneğini teşkil etmiştir.

Rahman ve Rahîme, tenzilin nispet edilmesi, bize bildiriyor ki, Peygamberimize indirilmiş olan bu Kur’an, dinî ve dünyevî maslahatların temel sebebi olup rabbanî rahmetin gereği olarak insanlığa gelmiştir. Nitekim ["Ey Resûlüm! Biz seni ancak rahmet olarak indirdik."] (Enbiyâ: 107) ayeti de bu hakikati bildirmektedir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)