Şûrâ Sûresi 43. Ayet

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟  ...

Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَنْ fakat kim
2 صَبَرَ sabrederse ص ب ر
3 وَغَفَرَ ve affederse غ ف ر
4 إِنَّ şüphesiz
5 ذَٰلِكَ bu
6 لَمِنْ şüphesiz
7 عَزْمِ çok önemli ع ز م
8 الْأُمُورِ işlerdendir ا م ر
 

Müslümanların, inanç özgürlüğü tanımayan putperest Mekke­liler’in ağır baskıları altında yaşadıkları ve henüz suçlunun kamu adına cezalandırılmasını sağlayacak bir örgütlenmeye sahip olmadıkları bir dönemde inen bu âyetlerde dahi müminler, başkasının hakkına saldırı niteliği taşıyan bir eyleme karşı gösterilen toplumsal ve bireysel tepkinin mahiyeti ve sonuçları, yani bir bakıma suç ve cezanın fikrî temelleri üzerinde düşünmeye yöneltilmektedir. Yakın gelecekte medenî bir toplumun kurulmasına öncülük edecek olan Resûlullah’ın ashabı, bireyler ve toplumlar arası ilişkilerde önemli bir konuda, saldırıya karşılık verilmesi halinde haklılık sınırlarının aşılmaması, amaca uygunluk ve denklik ilkelerine riayet edilmesi hususunda fikren hazırlanmaktadır. Özellikle 39 ve 41. âyetler bazı müfessirlerce müslümanlar ile müslüman olmayanlar arasındaki ilişkilerle sınırlandırılarak açıklanmış olmakla beraber, Taberî’nin ısrarla belirttiği üzere buralarda yüce Allah herhangi bir ayırım ve sınırlandırma yapmaksızın, haksız saldırıya uğradığı için hakkını korumaya ve zalime haddini bildirmeye çalışan herkesi övmüştür (XXV, 37-38, 39-40. Gerek ceza hukuku alanındaki gerekse haksız fiillerle verilen zararların tazmini konusundaki fıkhî hükümlerin birçoğunun belirlenmesinde 40. âyetin önemli bir dayanak teşkil ettiği hakkında bilgi için bk. Râzî, XXVII, 178-181).

Bütün insanlığa ışık tutan bu âyetlerde özetle şu hususlara dikkat çekildiği söylenebilir: İster sebepsiz yere isterse bir kötülüğe karşılık verirken sınırı aşmak suretiyle olsun, başkalarına haksızlık edilmesi Allah’ın hoşnut olmadığı bir davranıştır. Şayet cezalandırma yolu seçilmişse, kötülüğü yapan kişi o eylemin kötülüğünü kendisine hissettirecek nitelikte ve ona denk bir karşılık görmelidir; ama konu şahsî bir hakla ilgiliyse bağışlama ve düzeltme yolunun seçilmesi hak sahibini ziyana sokmaz, onun Allah katındaki mükâfatı mahfuzdur. Öte yandan haksız saldırıyı önlemeye çalışmak ve meşrû müdafaa ölçüleri içinde karşılık vermek, kınamayı ve cezayı gerektiren bir eylem değildir, hatta -yukarıda belirtildiği üzere- yerine göre bir erdemdir; fakat olabildiğince sabredip özveride bulunmak da büyük bir erdemdir. Bazı müfessirler bu âyetlerin tefsiri sırasında, bir hakkın kamu otoritesi vasıtasıyla alınması hususunda fikir birliği bulunduğuna işaret ettikten sonra ihkāk-ı hak (hak sahibinin bizzat hakkını alması) konusundaki görüş ayrılıklarına değinirler (meselâ İbn Atıyye, V, 39-40). Esasen bu, –bu âyetlerden çok– başka deliller ışığında incelenmesi gereken bir konudur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 754-755
 

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

Şart fiili صَبَرَ  ile başlayan fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

صَبَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

غَفَرَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.غَفَرَ   fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

 

اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟

 

Mukadder şartın cevap cümlesidir. Takdiri, من صبر كان ذا عزم، إنّ ذلك لمن عزم الأمور  (Sabreden kararlıdır, bu zor bir iştir) şeklindedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ذٰلِكَ  ismi işareti  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنْ عَزْمِ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الْاُمُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ

 

Ayet atıf harfi وَ  ile, 41. Ayetteki … انتصر  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.  لَ , tekid ifade eden ibtidâ lamıdır. Cümle şart üslubunda, haberî isnaddır. 

Şart olan  مَنْ صَبَرَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber talebî kelamdır. Şart ismi  مَنِ  mübteda konumundadır.  صَبَرَ , haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın takdiri  كان ذا عزم (Azim sahibi olan) şeklindeki cevap cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupta gelen  غَفَرَ  cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 


اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟

 

Mahzuf olan şartın cevabı için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اِنَّ ’nin isminin ism-i işaret olarak gelmesi, işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190)

Az sözle çok anlam ifade eden  عَزْمِ الْاُمُورِۚ  izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf Suresi 20)

Bu ayeti kerimede dört tane tekid vardır. İbtida lâmı,  اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve  عَزْمِ الْاُمُورِۚ daki masdar, bir de işaret isminin gelmesi önemine binaen beşinci tekid olmuştur. (Âşûr)

Hz  Ali (ra) der ki,: ”Sabırsız olmak, sabırdan daha yorucudur." İşte bu haslet Allah katında iyi işlerden olması nedeniyle kulun, kendi nefsinde gerçekleştirmesi gereken hasletlerdendir. Burada geçen  عَزْمِ  kelimesi, insanın kalbinin herhangi bir şeyi yapmaya karar vermesidir. Ayet-i kerime, işaret olunduğu üzere bağışlamanın herhangi bir kötülüğe yol açmadığı yerlerle ilgilidir. Çünkü bağışlama mendup bir harekettir. Bazı durumlarda mesele tersine dönebilir. Bu takdirde bağışlamamak mendup olur. Böyle bir durum daha ziyade bir zulmü önlemeye ve eziyeti kökünden kazımaya ihtiyaç duyulan yerlerde söz konusudur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)