وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kimi |
|
2 | يُضْلِلِ | sapıklıkta bırakırsa |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | فَمَا | artık yoktur |
|
5 | لَهُ | onun |
|
6 | مِنْ | hiçbir |
|
7 | وَلِيٍّ | velisi |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | بَعْدِهِ | O’ndan sonra |
|
10 | وَتَرَى | ve görürsün |
|
11 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
12 | لَمَّا | zaman |
|
13 | رَأَوُا | gördükleri |
|
14 | الْعَذَابَ | azabı |
|
15 | يَقُولُونَ | dediklerini |
|
16 | هَلْ | var mı? |
|
17 | إِلَىٰ |
|
|
18 | مَرَدٍّ | geri dönecek |
|
19 | مِنْ | hiçbir |
|
20 | سَبِيلٍ | yol |
|
Gösterilen açık kanıtlara rağmen inkârcılık yolunu seçtikleri için Allah’ın, kendi sapkınlıklarıyla baş başa bıraktığı kimselerin, âhirette bunun kötü sonuçlarıyla karşılaşınca ne hallere düşecekleri ve nasıl bir pişmanlık duyacakları, dünyadaki algılamalarımıza göre korku, gelecek endişesi, başkalarının önünde aşağılanmanın mahcubiyetini duyma gibi motifleri ön plana çıkaran canlı bir anlatım içinde tasvir edilmekte, ardından dönüşü olmayan gün gelmeden önce imanın aydınlık yoluna girilmesi için yeni bir çağrı yapılmakta; sonra Hz. Peygamber’e hitap edilerek, bunun da fayda vermemesi halinde kendisini bu sonucun sorumlusu gibi düşünmemesi istenmekte ve insanoğlunun yaratıcısına karşı bile nankör davranabileceğine işaret edilerek Resûlullah’a teselli verilmektedir.
44. âyette söz konusu edilen kimseler için bir velî, koruyucu bulunmayacağı yönündeki ifade, üstü kapalı biçimde, onların sapkınlıktan ve kötü âkıbetlerinden kurtuluş vesilelerini de yitirmiş olacaklarını belirtmektedir. Çünkü “velî”nin temel özelliklerinden biri, velîsi olduğu kişiye yol göstererek ona yardımcı olmasıdır. Nitekim 46. âyette ve başka bazı sûrelerde bu mâna açık olarak ifade edilmiştir (bk. Ra‘d 13/33; Zümer 39/23, 36; Gāfir 40/33; İbn Âşûr, XXV, 125). Aynı âyette geçen “... göreceksin” şeklindeki hitap, bir bakışa göre, belirli bir kişiye yönelik olmayıp azaba çarptırılacakların durumunu açık biçimde ortaya koymayı ve şaşkınlıklarına işaret etmeyi hedeflemekte, onların halinden ibret alınmasını istemektedir. Diğer bir bakışa göre ise burada Resûlullah’a hitap edilmekte ve gördüğü kötü muameleden, işittiği ağır sözlerden ötürü teselli edilmektedir (İbn Âşûr, XXV, 125).
45. âyetin “göz ucuyla etrafa baktıklarını” şeklinde çevrilen kısmı hakkında yapılan belli başlı açıklamalar şunlardır: a) Yaşadıkları zilletten dolayı kısık gözlerle veya gözlerinin feri kaçmış bir halde baktıklarını,
b) Çok korktuklarından yahut içinde bulundukları kötü durumdan dolayı kaçamak bakışlar yaptıklarını, c) Çektikleri acılar sebebiyle gözlerini iyice açamadıklarını, d) Kör haşredilecekleri için kalpleriyle baktıklarını. Taberî bunlardan birincisini daha isabetli bulur; İbn Atıyye ve Zemahşerî de sonuncu yorumu zorlama bir açıklama olarak nitelerler (Taberî, XXV, 41-42; İbn Atıyye, IV, 41; Zemahşerî, III, 408; Şevkânî, IV, 621).
Müminlerin 45. âyette değinilen sözü dünyadayken söyledikleri de düşünülebilir. O takdirde meâli şu şekilde değiştirmek uygun olur: “Zaten iman edenler de ‘Kıyamet günü gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenler olacak!’ diyorlardı.” Öte yandan âyete şöyle bir mâna da verilebilir: “İman edenler de kıyamet günü, ‘Gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenlermiş!’ diyecekler” (Zemahşerî, III, 408). Bazı müfessirlere göre bu sözde geçen “kendilerini ziyan etmeleri”nden maksat bu kimselerin cehennem azabına mâruz kalmaları, “kendilerine uyanları ziyan etmeleri”nden maksat ise şayet uyanlar da cehennemdeyse kendilerine yararlarının dokunmaması, şayet cennetteyse aralarına kesin bir engelin girmesidir (Şevkânî, IV, 621). “Kendilerine uyanlar” diye çevrilen kısımla, dünyadaki yakınları yahut cennete girmiş olsalardı orada beraber olabilecekleri yakınları da kastedilmiş olabilir (İbn Atıyye, IV, 41).
İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu birçok âyet ve hadise dayanarak, –şayet imanlı olarak ölmüşlerse– günahkârların ebedî olarak cehennemde kalmayacağı kanaatine ulaşmışlardır. Bu görüşe katılmayan bazı âlimler 45. âyette yer alan “zalimlerin sürekli bir azap içinde bulunacağı” ifadesini de delil gösterirler. Halbuki burada zalimlerden maksat inkârcılardır; zira Kur’an’da “zalim” kelimesi mutlak olarak kullanıldığında, bununla inkârcılıkta direnenler kastedilir, âyetin önü ve sonu da bu mânayı desteklemektedir (Râzî, XXVII, 182).
46. âyetin “Allah’a karşı” şeklinde çevrilen kısmını “Allah’tan başka” mânasında alarak, “Orada onlara Allah’tan başka destek verecek yardımcılar bulunmaz; bütün söz ve tasarruf yüce Allah’a aittir” şeklinde izah edenler de vardır (Şevkânî, IV, 621); fakat kanaatimizce Nesefî’nin “Allah’ın azabına karşı” şeklindeki açıklaması (V, 417) bağlama daha uygun düşmektedir; bu tercihe göre cümlenin anlamı şu olmaktadır: O’nun azabına karşı durabilecek, onu önleyebilecek hiçbir güç yoktur.
47. âyetin “Allah’ın hükmü gereği geri çevrilemez olan bir gün gelmeden önce” diye çevrilen kısmına, “Onunla ilgili hükmü verdikten sonra Allah’ın geri çevirmeyeceği gün gelmeden önce” gibi mânalar da verilmiştir. Sözü edilen günden maksat ölüm anı veya kıyamet vaktidir (Şevkânî, IV, 621-622). Yine bu âyetin “ne de yaptıklarınızı inkâr edebilirsiniz” diye çevrilen kısmı –burada geçen “nekîr” kelimesi farklı mânalara açık olduğu için– “ne de bir yardımcı bulabilirsiniz”, “ne de başınıza gelen kötü sonucu değiştirmeye gücünüz yeter”, “ne de bir onura sahip olabilirsiniz” gibi mânalarla da açıklanmıştır (Taberî, XXV, 43; Şevkânî, IV, 622).
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يُضْلِلِ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُضْلِلِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olarak lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَلِيٍّ lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِه۪ car mecruru وَلِيٍّ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُضْلِلِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
الظَّالِم۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki ...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
رَاَوُا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَوُا mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَقُولُونَ cümlesi الظَّالِم۪ينَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍ ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. اِلٰى مَرَدٍّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ zaiddir. سَب۪يلٍۚ lafzen mecrur, mahallen mübteda olarak merfûdur.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ
وَ , istînâfiyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلِ اللّٰهُ cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfu olan مِنْ وَلِيٍّ , muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَلِيٍّ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Başındaki zaid مِنْ harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir dost’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Veciz ifade kastına matuf مِنْ بَعْدِه۪ۜ car mecruru وَلِيٍّ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Bu izafette, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan بَعْدِ ‘gayrı’ (دُونَ) manasındadır. (Âşûr)
وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şarttan mücerret zaman zarfıdır. لَمَّا ’nın müteallakı تَرَى fiilidir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan رَاَوُا الْعَذَابَ cümlesi لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Ruveynî’ye göre رَاَوُا fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilense ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilirsiniz; manevi, aklî ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ cümlesi, الظَّالِم۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هَلْ soru harfidir. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. اِلٰى مَرَدٍّ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ سَب۪يلٍ , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer مِنْ cümleyi tekid etmiştir.
مَرَدٍّ lafzı الرَّدِّ kelimesinin mimli masdarıdır ve الرُّجُوعُ manasındadır. Ayrıca الدَّفْعِ manasında olması da mümkündür. (Âşûr)
Soru, gerçekleşmesi mümkün olmayan istek belirttiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mütekellim bunun gerçekleşmeyeceğini bildiği için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Burada olabilecek en şiddetli hasrette bırakma (temenni) manası vardır. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَب۪يلٍۚ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid min harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
Allah kimi saptırırsa, kimde heva ve hevesine uymaktan dolayı dalaleti, sapıklığı yaratırsa, ya da insanlara zulmetmek üzere onu serbest bırakırsa bundan sonra, onu yardımsız bıraktıktan sonra artık onun yardımını üstlenecek hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin: 'Dönecek bir yol var mı?' Dünyaya dönüş var mı? dediklerini görürsün. Burada ”görürsün" ifadesiyle hitap herkesedir. Zalimlerden maksat ise müşrikler ve Allah'a karşı gelenlerdir. İşte azabı görünce onlar, Allah'a itaat etmek amacıyla dünyaya dönüşü talep ederler, fakat bu istekleri kabul olunmaz. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)