Şûrâ Sûresi 51. Ayet

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ  ...

Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve yoktur, olmaz
2 كَانَ ك و ن
3 لِبَشَرٍ bir insanla ب ش ر
4 أَنْ
5 يُكَلِّمَهُ (karşılıklı) konuşması ك ل م
6 اللَّهُ Allah’ın
7 إِلَّا dışında
8 وَحْيًا vahiy و ح ي
9 أَوْ yahut
10 مِنْ -ndan
11 وَرَاءِ arkası- و ر ي
12 حِجَابٍ perde ح ج ب
13 أَوْ yahut
14 يُرْسِلَ gönderir ر س ل
15 رَسُولًا bir elçi ر س ل
16 فَيُوحِيَ vahyedecek و ح ي
17 بِإِذْنِهِ izniyle ا ذ ن
18 مَا ne
19 يَشَاءُ diliyorsa ش ي ا
20 إِنَّهُ şüphesiz O
21 عَلِيٌّ yücedir ع ل و
22 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

Cenâb-ı Allah’ın bir insanla ancak burada sayılan yollardan biriyle konuştuğu belirtilmekte, çok yüce ve engin hikmet sahibi olan Allah’ın kelâmının bir insanın hemcinsleriyle konuşması gibi tasavvur edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir (vahyin mahiyeti, çeşitleri ve bu âyette sayılan yolların açıklaması için bk. Giriş; Allah’ın konuşması hakkında bilgi için bk. Bakara 2/253; Nisâ 4/164; A‘râf 7/143).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 762
 

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لِبَشَرٍ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.

يُكَلِّمَهُ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır.  وَحْياً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. Takdiri, إلّا أن يوحي إليه وحيا (Ona bir vahiy vahyetmedikçe) şeklindedir.

Bu takdire göre  اَنْ  ve masdar-ı müevvel istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur.  

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır. 2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 مِنْ وَرَٓائِ۬  car mecruru  وَحْياً ‘nin mahzuf amiline mütealliktir. Takdiri, أو إلّا أن يكلّمه من وراء حجاب.. أو إسماعا من وراء حجاب  (Veya onunla perde arkasından konuşmadıkça veya perde arkasından dinlemedikçe..) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.  حِجَابٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. يُرْسِلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَسُولاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُكَلِّمَهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كلم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

يُرْسِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ 

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile  يُرْسِلَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوحِيَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِـاِذْنِه۪  car mecruru  يُوحِيَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

يُوحِيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي  ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَلِيٌّ kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ  kelimesi,  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

عَلِيٌّ - حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ 

 

وَ  istînâfiyye,  مَا  nafiyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin ilk cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan  لِبَشَرٍ , nakıs fiil  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79.)

بَشَرٍ  kelimesi önceki ayetteki dişi ve erkeğe aittir.  بَشَرٍ ’deki nekrelik ‘herhangi bir’ anlamındadır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismi konumundadır. Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Allah Teâlâ, insanlar ile ancak şu üç şekilde konuşur:

a) Vahiy yoluyla, ki bu vahyden maksat kalbe atılan ilham, yahut da rüyadır. Nitekim Cenab-ı Hak, Hazret-i Musa'nın annesine ve oğlunu kesmesi için Hazret-i İbrahim'e bu şekilde vahiyde bulunmuştur. Mücahidin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ Zebur'u, Dâvud (as)'a, kalbine vahyederek indirmiştir."

b) Allah (cc), kelamını herhangi bir elçiyi vasıta kılmaksızın, peygambere doğrudan doğruya duyurur ki bu da vahiydir. Bunun delili, Hak Teâlâ'nın Hazret-i Musa'ya vasıtasız olarak duyurduğu kelamına "vahiy" demiş olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, ["Vahyolunana kulak ver, dinle"] (Taha, 13) buyurmuştur.

c) Allah'ın, peygambere, melek bir elçi gönderir ve bu melek, Allah'ın vahyini, insan olan peygambere tebliğ eder, ulaştırır. Bu hususu hasr yoluyla ifade edersek şöyle denilebilir: "Allah'tan olan vahyin insana ulaşması, ya bir tebliğ edici vasıta kılınmaksızın, yahut böyle bir tebliğ edici, vasıta kılınarak olur. (Fahreddin er-Râzî)   

İstisna harfi  اِلَّا , hasr içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar vezninde gelen  وَحْياً , lafza-i celâlden haldir.

مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ  car mecruru,  وَحْياً ‘in amilinin mahzuf haline müteallık olarak  وَحْياً ‘e matuftur.

حِجَابٍ ’deki nekrelik, nev ifade eder.

Masdar ve atıf harfi  اَوْ ‘in gizli  اَنْ ‘le masdar yaptığı  يُرْسِلَ رَسُولاً  cümlesi, masdar veznindeki  وَحْياً ‘e mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَسُولاً ‘in nekreliği kesret ve tazim ifade eder.

Kasırla tekid edilen cümlede  مَا  ve اِلَّا  ile oluşan kasr, faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani, bu durumda fail, zikredilen mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Allah’ın insanla konuşması bu bahsedilen yollara hasredilmiştir.

فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile  يُرْسِلَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Vahiy, sülasi fiilden gelir ise de, Kur'an'da hep إفعال  ölçüsünde gelmiştir. إفعال  babından إيحا  kelimesi, sülasisi gibi vahyetmek, vahiy vermek manasına gelmekle birlikte müteaddî (geçişli) olarak vahyettirmek göndermek manasına dahi gelir. Burada vahyin çeşitlerini birbirinden ayırmak için doğrudan doğruya olan öncekine vahiy, elçi aracılığı ile olan üçüncüye  إيحا  denilmiştir. (Elmalılı) 

بِـاِذْنِه۪  car mecruru,  يُوحِيَ  fiiline mütealliktir. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl   مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِـاِذْنِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan  مَا يَشَٓاءُ ‘ya takdim edilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  بِـاِذْنِه۪  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  ـاِذْنِ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede muzari sıygada gelen fiiller; hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

يُرْسِلَ  - رَسُولاً  ve  وَحْياً  -  يُوحِيَ  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ta’lil cümleleri anlamı pekiştirmek ve kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Allah’ın  عَلِيٌّ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının nekre gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلِيٌّ  ve  حَك۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eder. Çünkü bunlar mübalağa kalıplarındandır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası, tezyîldir.Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Böyle birlikte ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, C. 2, s. 189) 

Bu ayet 4. ayetle ilişkilidir. Oradaki  عظيم  yerine burada  حَك۪يمٌ  sözü gelmiştir. عظيم , vahyin ilk defa zikredilmeye başladığı yerde gelirken, حَك۪يمٌ  ismi vahiyden bahsedilen bir bölümde gelmiştir. Vahyin başlangıcında O’nun azameti tecelli eder, vahyin bitiminde ise hikmeti tecelli eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.281)