وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
2 | اتَّخَذُوا | edinen(leri) |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
5 | أَوْلِيَاءَ | dostlar |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | حَفِيظٌ | kollamaktadır |
|
8 | عَلَيْهِمْ | onları |
|
9 | وَمَا | ve değilsin |
|
10 | أَنْتَ | sen |
|
11 | عَلَيْهِمْ | onların üzerinde |
|
12 | بِوَكِيلٍ | bir vekil |
|
İnkârcılıkta direnenlerin bu tutumlarının sonucuna katlanmak durumunda oldukları ve yüce Allah’ın dünya hayatını böyle bir irade sınavı için var ettiği hatırlatılmakta, müşriklerin iman etmeleri ve kurtuluşa ermeleri için gayret gösterdikleri halde tam sonuç alamayan Hz. Peygamber ve ona gönülden bağlanan müminler teselli edilmektedir.
6, 8 ve 9. âyetlerde geçen velî (çoğulu: evliyâ) kelimesi “dost, koruyucu, hâmi, destekçi, kendisine uyulan önder” gibi mânalara gelir. Kur’an’da sıkça kullanılan bu kelimeye bağlama göre bu ve benzeri mânalardan biri verilebilir (meselâ bk. A‘râf 7/3, 30; Hûd 11/20, 113; İsrâ 17/97; Ankebût 29/41. Allah’ı dost edinmenin anlamı hakkında bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/125; En‘âm 6/14).
7. âyette geçen ve “anakent, yerleşim yerlerinin merkezi” anlamlarına gelen ümmülkurâ tamlaması Kur’an’da Mekke şehrini ifade etmek için kullanılır (bk. Âl-i İmrân 3/96-97; En‘âm 6/92). Âyetin “çevresindekiler” diye çevrilen kısmını Araplar’la sınırlandırarak yorumlayanlar olmuşsa da (meselâ bk. Zemahşerî, III, 397), birçok müfessir İslâm tebliğinin evrenselliğine dikkat çekerek burada bütün insanların kastedildiğini savunur (meselâ bk. Râzî, XXVII, 147-148. Kur’an-ı Kerîm’in Arap dilinde indirilmiş olması konusunda bk. Yûsuf 12/2; Ra‘d 13/37; Nahl 16/103; Zümer 39/28).
Kur’an-ı Kerîm’de farklı bağlamlarda, hem “insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi” anlamına hem de 8. âyette olduğu gibi “Allah dileseydi insanları (aynı inançta) tek bir ümmet kılardı” mânasına gelen ifadeler yer alır (bunların izahı için bk. Bakara 2/213; Mâide 5/48; Yûnus 10/19; Hûd 11/118; Nahl 16/93; ümmet kavramı hakkında bk. Bakara 2/128). Burada âyet kümesinin genel amacı doğrultusunda, Resûlullah’a ve müminlere, insanların bir sınavdan geçmekte olduğu, hür iradeleriyle hareket ettikleri, bu sebeple de herkesin aynı çizgi üzerinde bulunmadığı bildirilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 730-731وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اتَّخَذُوا değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru اتَّخَذُوا ‘nin mahzuf mef’ûlü bihine mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَوْلِيَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهُ mübteda olup lafzen merfûdur. حَف۪يظٌ haber olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru حَف۪يظٌ ‘a mütealliktir.
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
مَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ munfasıl zamir مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru وَك۪يلٍ ‘e mütealliktir. بِ harf-i ceri zaiddir. وَك۪يلٍ lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur.
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ mübteda, اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder. Mevsûlün sılası olan اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mahzuf ikinci mef’ûle müteallık olan مِنْ دُونِه۪ٓ izafeti gayrının tahkiri içindir.
اَوْلِيَٓاءَ ’nin nekre geliş tahkir ve kesret ifade eder.
اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet-i kerime işaret ediyor ki, heva ve hevesine göre amel eden, kasten Allah Teâlâ'yı bırakan ya da O'na verdiği ahdini bozan herkes şeytanı kendine dost edinmiştir. Çünkü o, onların emirlerini yerine getirmektedir ve onların fiilleri kendi tabiatlerine uygundur. (Rûhu-l Beyân)
اللّٰهُ mübteda, حَف۪يظٌ haberidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden حَف۪يظٌ , her şeyi gören, bilen manasında kinayedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayetin başındaki وَ harfinin, bir manayı başka bir manaya atfeden istînâf وَ ’ı olması mümkündür. Önceki ayet O’nun şanının yüceliğini, rububiyetinin izzetini, şerefini net bir şekilde dile getirerek vücudun hakikatlerinden büyük bir hakikati açıklamaya hazırlık yapmıştır. حَف۪يظٌ kelimesi mübalağa sıygasıyla gelmiştir. Burada حَافِظ değil حَف۪يظٌ buyurulmuştur. Ayrıca istilaya delalet eden على harfi seçilmiştir. Bu istila harfi, حَف۪يظٌ kelimesine, onların üzerinde gözetici olduğu manasını katar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C.3, s.56)
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِمْ amili بِوَك۪يلٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan بِوَك۪يلٍ ’deki بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifadesi vardır. Bu kaide, haber fiile benzer bir lafız olduğu zaman da geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Kasrı mevsuf ale’s sıfattır. Sen kesinlikle onlara vekil değilsin demektir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde لِ harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَٓا 'nın haberinin başında gelen بِ harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Cümle müsnedün ileyhin önüne nefy harfi gelerek bina edilmiştir. Burada ism-i fail, fiil mevkiinde gelmiştir. Bu söz, burada ihtisasa delalet eder. Çünkü maksat sadece Peygamber Efendimizin (sav) onlara vekil olmadığını ifade etmek değildir. Aynı zamanda bu işi Allah Teâlâ’nın üstlendiğini ifade etmektir. Yani bu cümle iki mana taşır, birincisi nefy manasıdır, o da Peygamber Efendimizin (sav) vekil olmadığıdır. İkinci mana, olumlu manadır, bu da Peygamber Efendimiz (sav) için nefy olan şeyi, yani korumayı, alemlerin rabbi olan Allah’ın üstlendiğidir. Yani Allah vekildir demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.57)