وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve böyle |
|
2 | أَوْحَيْنَا | biz vahyettik ki |
|
3 | إِلَيْكَ | sana |
|
4 | قُرْانًا | bir Kur’an |
|
5 | عَرَبِيًّا | arapça |
|
6 | لِتُنْذِرَ | uyarman için |
|
7 | أُمَّ | anasını |
|
8 | الْقُرَىٰ | kentlerin (Mekke’yi) |
|
9 | وَمَنْ | ve |
|
10 | حَوْلَهَا | çevresindekileri |
|
11 | وَتُنْذِرَ | ve uyarman için |
|
12 | يَوْمَ | gününe karşı |
|
13 | الْجَمْعِ | toplanma |
|
14 | لَا | asla bulunmayan |
|
15 | رَيْبَ | kuşku |
|
16 | فِيهِ | onda |
|
17 | فَرِيقٌ | bir bölük |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْجَنَّةِ | cennette |
|
20 | وَفَرِيقٌ | ve bir bölük |
|
21 | فِي |
|
|
22 | السَّعِيرِ | ateştedir |
|
İnkârcılıkta direnenlerin bu tutumlarının sonucuna katlanmak durumunda oldukları ve yüce Allah’ın dünya hayatını böyle bir irade sınavı için var ettiği hatırlatılmakta, müşriklerin iman etmeleri ve kurtuluşa ermeleri için gayret gösterdikleri halde tam sonuç alamayan Hz. Peygamber ve ona gönülden bağlanan müminler teselli edilmektedir.
6, 8 ve 9. âyetlerde geçen velî (çoğulu: evliyâ) kelimesi “dost, koruyucu, hâmi, destekçi, kendisine uyulan önder” gibi mânalara gelir. Kur’an’da sıkça kullanılan bu kelimeye bağlama göre bu ve benzeri mânalardan biri verilebilir (meselâ bk. A‘râf 7/3, 30; Hûd 11/20, 113; İsrâ 17/97; Ankebût 29/41. Allah’ı dost edinmenin anlamı hakkında bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/125; En‘âm 6/14).
7. âyette geçen ve “anakent, yerleşim yerlerinin merkezi” anlamlarına gelen ümmülkurâ tamlaması Kur’an’da Mekke şehrini ifade etmek için kullanılır (bk. Âl-i İmrân 3/96-97; En‘âm 6/92). Âyetin “çevresindekiler” diye çevrilen kısmını Araplar’la sınırlandırarak yorumlayanlar olmuşsa da (meselâ bk. Zemahşerî, III, 397), birçok müfessir İslâm tebliğinin evrenselliğine dikkat çekerek burada bütün insanların kastedildiğini savunur (meselâ bk. Râzî, XXVII, 147-148. Kur’an-ı Kerîm’in Arap dilinde indirilmiş olması konusunda bk. Yûsuf 12/2; Ra‘d 13/37; Nahl 16/103; Zümer 39/28).
Kur’an-ı Kerîm’de farklı bağlamlarda, hem “insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi” anlamına hem de 8. âyette olduğu gibi “Allah dileseydi insanları (aynı inançta) tek bir ümmet kılardı” mânasına gelen ifadeler yer alır (bunların izahı için bk. Bakara 2/213; Mâide 5/48; Yûnus 10/19; Hûd 11/118; Nahl 16/93; ümmet kavramı hakkında bk. Bakara 2/128). Burada âyet kümesinin genel amacı doğrultusunda, Resûlullah’a ve müminlere, insanların bir sınavdan geçmekte olduğu, hür iradeleriyle hareket ettikleri, bu sebeple de herkesin aynı çizgi üzerinde bulunmadığı bildirilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 730-731وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili اَوْحَيْنَٓا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
قُرْاٰناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ kelimesi قُرْاٰناً ‘nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, تُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنْذِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اُمَّ الْقُرٰى mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
حَوْلَهَا mekân zarfı olup, ism-i mevsûlün mahzuf sılasına mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُنْذِرَ atıf harfi وَ öncekine matuftur.
تُنْذِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, الناس (İnsanlar)‘dır.
يَوْمَ zaman zarfı, ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, عذاب يوم الجمع (Cem gününün azabı) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْجَمْعِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi يَوْمَ الْجَمْعِ ‘dan hal olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. رَيْبَ kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهِ car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ‘dir.
تُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ
İsim cümlesidir. فَر۪يقٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, منهم (Onlardan) şeklindedir.
فِي الْجَنَّةِ car mecruru فَر۪يقٌ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. فَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili اَوْحَيْنَٓا olan, mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكَ , ihtimam için mef’ûl olan قُرْاٰناً ‘e takdim edilmiştir.
اِلَيْكَ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
اَوْحَيْنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. Önceki ayetteki lafza-i celalden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir. (Âşûr)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
قُرْاٰناً ’deki tenvin tazim içindir.
قُرْاٰناً sözü سبحان , غفران gibi masdar kalıbındandır. Okumaktaki mübalağaya delalet etmek üzere okunan şey, yani ism-i mef‘ûl olan مقرأُ ’un kelimesinin yerine gelmiştir. Sanki o, sadece okunan şey olmakla kalmamış, bunun kaynağına dönüşmüştür. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.61)
عَرَبِياًّ kelimesi قُرْاٰناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمَّ ‘ye temâsül nedeniyle atfedilen müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası mahzuftur. Mekan zarfı حَوْلَهَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى [Mekkelileri korkutman için…] cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü korkutma şehir için değil, halkı için olur. Bu ayette aynı zamanda ihtibâk sanatı vardır. Çünkü Yüce Allah, benzerlerin birinde zikrettiğini diğerinde hazf etmiştir. Takdiri şöyledir: لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى بعذابَ وَتُنْذِرَالناس يَوْمَ الْجَمْعِ (Mekkelileri azapla korkutman ve insanları toplanma günüyle korkutman için (sana vahyettik.) (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Mekke'ye اُمَّ الْقُرٰى (şehirlerin anası) diye isim verilmesi, içinde beyt-i muazzam ve Makam-ı İbrahim’in bulunmasından dolayı o beldeyi şereflendirmek ve yüceltmek içindir. İkinci bir neden de şu rivayetin varlığıdır: Yeryüzü, Mekke'nin altından itibaren yayılmaya başlamış ve böylece diğer şehirler bir anneye göre kızları gibi Mekke'nin etrafına doğru yayılmışlardır. Burada uyarma görevinin, şehirlerin anası Mekke ve Araplara yapılacağının ifade edilmesi, Resulullah (sav)'ın Peygamberliğinin herkese genel oluşuna aykırı değildir. Çünkü özel olarak bir şeyi zikretmek ve o şey hakkında hüküm vermek, bunun dışındakiler için o hükmün geçersiz olmasını gerektirmez. (Rûhu-l Beyân)
وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ cümlesi atıf harfi وَ ile masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَوْمَ zaman zarfı ikinci mef’ûl olarak mansubdur. Birinci mef’ûl hazf edilmiştir. Yani, تُنْذِرَالناس يَوْمَ الْجَمْعِ demektir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
يَوْمَ الْجَمْعِ kıyamet gününden kinayedir.
Kıyamet gününe يَوْمَ الْجَمْعِ (toplanma günü) denmesinin sebebi, o günde öncekilerin, sonrakilerin, gök ve yer ehlinin, ruhların ve cesetlerin, amellerin ve bu amelleri yapanların bir araya geleceğinden dolayıdır. يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ [Asla şüphe olmayan toplanma günü] ifadesinden maksat, geleceğinde asla şüphe olmayan gün demektir. (Rûhu-l Beyân)
لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi يَوْمَ الْجَمْعِ ’den haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesindeki لَا cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder. اِنَّ ’nin ikinci haberi olan bu cümlede لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur ف۪يهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
تُنْذِرَ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
Beyzâvî ayetteki mef’ûllerin hazfini ve bu hazifteki belâgî nükteyi şöyle açıklar: “Birinci fiilin iki mef’ûlünden ikincisinin, ikinci fiilin ise birinci mef’ûlünün hazfi, korkutmak ve umum ifade etmek içindir.
لِتُنْذِرَ fiilinin ikinci mef’ûlü olan لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى بعذابَ ifadesi dünya ve dhiret azabının her ikisini de kapsadığından korkutmak için hazf edilmiştir. İkinci تُنْذِرَ fiilinin birinci mef’ûlü olan ألخلائق ve تُنْذِرَ الْجَمْع ifadesi ise, Arap olsun olmasın, bütün insanlığı kapsadığından umum ifade etmek için hazfedilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidâ-i kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَر۪يقٌ , takdiri منهم (Onlardan) olan mahzuf haber için mübtedadır. فِي الْجَنَّةِ car-mecruru bu mahzuf habere mütealliktir.
Aynı üslupta gelen cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.
İlk فَر۪يقٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim, ikincisinin nekre gelmesi ise tahkir ifade etmiştir.
الْجَنَّةِ - سَّع۪يرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ - فَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ cümleleri arasında mukabele sanatı oluşmuştur.
فَر۪يقٌ - فِي - تُنْذِرَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.